Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'in yazısı rekor kırıyor...
Senelerce başörtümüz yüzünden üniversiteye giremedik, mağdur edildik diye oy istediniz… İlk türbanlı rektörünüz fetocu çıktı.
*
Mayo reklamlarını abdestimiz bozuluyor diye paravanla kapattınız, İstanbul'un Ankara'nın caddelerini türban reklamlarıyla donattınız… En ünlü türban firması fetocu çıktı.
*
İmam hatipten terörist çıkmaz, imam hatipten terörist yetişmez dediniz… Sırf diyanet'te bin 200 imam, müezzin, müftü fetocu çıktı, diyanet'in “bayan” Kuran kursu eğitmenleri fetocu çıktı.
*
Türbanlı gazeteci Hanım Büşra Erdal, kumpas davaları sırasında twitter'dan şarjör boşaltıyordu, subay eşlerinin “saçı”yla alay ediyordu, “balyoz kadınları hep sarışın, kim kimin eşi karıştırıyorduk, eşlerinin resmi basılı olan tişörtler giymişler, işimiz kolaylaştı” diyordu. Fetocu çıktı.
*
Kendi ellerinizle TBMM Üstün Hizmet Ödülü verdiğiniz, “eli öpülmesi gereken insan” dediğiniz işadamının türbanlı eşi, fetocu abla çıktı.
*
Meslek hayatı boyunca yakasında Atatürk rozeti taşıyan başhemşireyi hiç gerekçe göstermeden görevden aldınız, onun yerine yönetmeliğe aykırı şekilde türban üstü peruklu hemşireyi atadınız, türban üstü peruklu hemşireye itiraz eden başhekimi görevden aldınız, sonra da bu türban üstü peruklu hemşireyi, kamu hastaneleri birliğinde terfilerden sorumlu müdür yaptınız… Fetocu çıktı.
*
Yani?
*
“Benim başörtülü bacıma saldırdılar, benim başörtülü bacıma saldırdılar” diyordunuz… Başörtülü bacın devlete saldırdı birader!
*
Başörtülü bacıma saldıranlar camiye ayakkabılarıyla girdiler diyordunuz… Başörtülü bacıların camiye F16'yla girdi.
*
(Amacım elbette başörtülü kadınları rencide etmek değil. Tam tersine… “Başörtülü bacı” sömürüsüyle genelleme yapmanın ne kadar yanlış olduğuna dikkat çekmek istiyorum.)
*
Türbanlılara bacı…
Türbansızlara, kadın mıdır kız mıdır bilemem dediniz.
*
Türbanlılara bacı…
Türbansızlara, perdesiz eve benzer, ya satılıktır, ya kiralıktır dediniz.
*
Türbanlılara bacı…
Türbansızlara yarım dediniz.
*
Türbanlıları ebedi masum…
Türbansızları ezeli suçlu ilan ettiniz.
*
Türbanlılara “benim milletim…”
Türbansızlara “bunlar” dediniz.
*
Netice?
Başörtülü bacın darbeci çıktı.
*
Hazır “rabbimden af” dilenirken…
Başörtüsüz kadınlardan da özür dilenmesi gerekir.
yılmaz özdil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yılmaz özdil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Ağustos 2016 Cuma
24 Temmuz 2016 Pazar
Vebal
Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in rekor kıran Vebal yazısı...
1043 okul kapatıldı.
109 yurt kapatıldı.
15 üniversite kapatıldı.
1577 dekan açığa alındı.
22 bin öğretmen açığa alındı.
*
Çok güzel.
*
Ama… Hatırlarsınız mutlaka, üniversite sınavında cevap şıklarına alenen “şifre” yerleştirdikleri ortaya çıkmıştı. “Mod medyan” tabir edilen algoritma modelini biliyorsanız, soruyu okumasanız bile doğru cevabı buluyordunuz.
*
Akp'nin ösym başkanı utanmadan inkar etmişti, “şifre filan yok” demişti.
*
Cumhurbaşkanı o zamanlar Abdullah Gül'dü, “ösym başkanından aldığım bilgiler beni tatmin etti” dedi.
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'ti, “sayın cumhurbaşkanının tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuşuzdur” dedi.
Milli eğitim bakanı Nimet Çubukçu'ydu, “şifre iddiasında bulunanlar mahçup olacaklar, ösym başkanının açıklamaları tatmin edici” dedi.
Yök başkanı Yusuf Ziya Özcan'dı, “ben de tatmin oldum” dedi.
En son asrın liderimiz konuştu…
“Ösym başkanının açıklamalarından tatmin oldum” dedi, şifre var diyenleri “provokasyon yapıyorlar” diye suçladı.
*
Cumhurbaşkanından başbakana, Akp komple tatmin olunca, sayın ahalimiz de tatmin oldu, hadisenin üstü örtüldü. Hadisenin üstü örtüldükten sonra, ösym başkanı gene utanmadı, gayet pişkin şekilde itiraf etti, “şifre var ama sehven konulmuş” dedi.
*
Halbuki… KPSS sorularının çalındığını, polis akademisi sınav sorularının çalındığını, harp okulları sınav sorularının çalındığını, astsubay okulları sınav sorularının çalındığını, Anadolu lisesi sınav sorularının çalındığını, tıpta uzmanlık sınav sorularının çalındığını, yabancı uyruklu öğrenci sınav sorularının çalındığını, akademik personel sınav sorularının çalındığını, kaymakamlık sınav sorularının çalındığını, hakim-savcı adaylığı sınav sorularının çalındığını, diyanet işleri müezzinlik sınav sorularının bile çalındığını dünya alem biliyordu. Bu sınav sorularını cemaatin çaldığını, üniversite sınavına şifreyi cemaatin yerleştirdiğini, cemaat dersanelerine giden öğrencilere “mod medyan” öğretildiğini sağır sultan bile duymuştu.
*
Bizim sultan hariç…
*
Bizimki mitinglerde bağıra bağıra övünüyordu, “yoksulların çocukları okumasın istiyorlardı, kapıcı olsun istiyorlardı, şimdi yoksul çocukları avukat oluyor, mühendis oluyor, doktor oluyor” diyordu.
*
Netice kardeşim?
*
1043 okul kapatıldı.
109 yurt kapatıldı.
15 üniversite kapatıldı.
1577 dekan açığa alındı.
22 bin öğretmen açığa alındı.
*
Hepsinin hal çaresi var, okulları devlete devredersin, Fethullahçı öğretmenleri-akademisyenleri yargılarsın, meslekten atarsın, milli eğitim sistemimizi bu virüslerden temizlersin, hepsi mümkün.
*
Peki…
Fethullahçılar şifre tezgahıyla önüne geçtiği için, aslında kazanmış olduğu fakülteye giremeyen, açıkta kalan öğrenciler ne olacak?
Soruları önceden ezberleyen Fethullahçılar yüzünden, kendi hakkı olan Anadolu lisesini kaçırıp, düz liseye gitmek zorunda kalan, daha iyi eğitim alma hakkı gaspedilen öğrenciler ne olacak?
İki lafı biraraya getiremeyen embesiller “ışık” hızıyla profesör olurken, doçent bile olması engellenen, lanet olsun deyip, üniversiteden ayrılan pırıl pırıl akademisyenler ne olacak?
Kamu personeli olacakken, öğretmen olacakken, hakim olacakken, savcı olacakken, uzman hekim olacakken, subay olacakken, astsubay olacakken, kariyerleri çalınan insanlarımız ne olacak?
*
Tatmin oldunuz ama…
2005'ten bu yana, her sınavda şaibe var.
*
Kaç milyon çocuğun geleceği çalındı?
Kaç milyon insanın hayatı çalındı?
Kaç milyon yurttaşın kader çizgisi hileyle değiştirildi?
*
Beraber yürüdünüz bu yollarda, kendi çocuklarınız yurtdışında okudu, milletin çocuklarının hayatı kaydı…
Nasıl taşıyacaksınız bu günahı?
*
Ohal kapsamında çıkarılacak bir kanun hükmünde kararnameyle “vebal”den de kurtulmak mümkün mü?
20 Temmuz 2016 Çarşamba
Yılmaz Özdil'in rekor kıran "Demokrasi geldi ulan" yazısı
Yılmaz Özdil'in "Demokrasi geldi ulan!" başlığıyla yayımlanan (20 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
50'li yılların başı.
Demokrat parti iktidar.
Bursa'nın ünlü Çelik Palas Oteli'nde cumartesi geceleri orkestra eşliğinde keyifli anlar yaşanıyor, zarif hanımlar, şık beyler, dans ediliyor, yemekle başlayan müzik, yasa gereği makul bir saatte sona eriyor.
İşte gene böyle bi gecenin finalinde, solist kapanış selamını veriyor, salondakilere teşekkür ederek, enstrümanları toplatmaya başlıyor ki… O da ne? Arka masalardan tehditkar bir ses yükseliyor, dewvam edinn!
Herkes dönüp bakıyor, güya takım elbiseli ama, yaka bağır açık, erkek erkeğe oturan dört tip… Tatsızlık çıkmasın diye orkestra tekrar yerine oturuyor, solist tangoya başlıyor, papatya gibisin beyaz ve ince…
Tango bitiyor.
Çile bitmiyor.
Az önce devamm diyen herif, bu defa elini devamm devamm manasında sallıyor, devam edin dedim, duymadınız mı diye bağırıyor.
Orkestra soliste bakıyor, solist zoraki ses tonuyla, adeta mesaj verircesine son tangoyu tekrarlamaya başlıyor, nedir bu çektiğim senin elinden, yalvarırım gel üzme beni…
Herif aniden yerinden fırlıyor, ağzından köpükler saça saça sahneye yürüyor, çalacaksın ulan, coşkulu çalacaksın diye gürleyerek, solisti ıskalıyor, ayaklı mikrofona basıyor tokadı, deviriyor, orkestra donup kalıyor, az önce neşeli kahkahaların yükseldiği salona ölüm sessizliği hakim oluyor, herkes suspus…
Otel yetkilisi koşuyor, vaziyete müdahale etmeye çalışıyor, ortak bir tanıdık çağırıp işi tatlıya bağlamak için, gayet nazik ifadeyle soruyor, sayın beyefendi siz kimlerdensiniz acaba?
*
Herif kendini tanıtıyor:
Ben demokrasiyim ulan!
*
Sonra da salona dönüp,
nara atıyor:
Memlekette artık demokrasi var ulan, var mı itirazı olan!
*
Ve 2016…
Çok şükür ki demokrasimiz darbecilerden kurtarıldı.
*
Akp'ye oy vermeyen Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Şişli gibi semtlerde kornalarla demokrasi turuna çıkıp, otomobilinin penceresine oturan demokrat arkadaşlar, kafelerde oturanlara bağırıyor, alkışlasanıza ulann!
*
İstanbul'da kamyonet kasalarına doluşup, mahalledeki komşusunun kapısına dayanan
demokratlar var, sen niye
tura çıkmıyorsun ulann!
*
İzmir'e bile demokrasi geldi mesela…
Şehrin simgesi, tarihi Saat Kulesi, tee 1901'den beri, 115 yıldır orada huzurla duruyordu, İzmir yangınından bile sağ salim kurtuldu.
Demokrasi bi geldi… Demokrasi nöbeti'yle demir parmaklıklarını, işlemeli ahşap kapısını yıktılar, oymalı taşlarını, mermerlerini kırdılar, çeşmelerini söktüler, duvarlarındaki ay-yıldız işlemelerine zarar verdiler, benzerleri sadece Efes'te bulunan mozaiklerini parçaladılar, içerden tırmanan merdivenlerinde bile hasar var, denize bakan yüzündeki saatini taşla vura vura kırdılar, kadranını çaldılar. Gözümüz gibi baktığımız firuze çinili Konak camisi'nin etrafı çöplüğe döndü.
*
Allah “oku” diyor…
Darbe kurbanının cenaze namazını kıldıran imam “bizi bilhassa okumuşların şerrinden muhafaza eyle yarabbi” diye dua ediyor, cumhurbaşkanı orada, bakanlar orada, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu diyeceklerine, “amin” diyorlar.
*
TBMM bahçesine toplanan kalabalık, başbakana “idam isteriz idam isteriz” diye tempo tutuyor, odunla, kayışla, tekmeyle linç görüntülerini Japonya'dan Brezilya'ya kadar herkes seyrediyor, köprüden aşağı atalım diye bağırıyorlar, yağlı urganla darağacı yapıp, kamyon kasasına yüklemişler, sokak sokak gezdiriyorlar. Hâlâ inanmayıp… Askerin gırtlağını kestikleri doğru mu acaba diye merak ediliyor.
*
Medyanın gerisi zaten ampul broşürü ama… Bizim gazetenin bile şakülü kaydıysa kardeşim, Sözcü bile ebelek gübelek demeye başladıysa yani… Gelen demokrasiyi düşünün gari!
50'li yılların başı.
Demokrat parti iktidar.
Bursa'nın ünlü Çelik Palas Oteli'nde cumartesi geceleri orkestra eşliğinde keyifli anlar yaşanıyor, zarif hanımlar, şık beyler, dans ediliyor, yemekle başlayan müzik, yasa gereği makul bir saatte sona eriyor.
İşte gene böyle bi gecenin finalinde, solist kapanış selamını veriyor, salondakilere teşekkür ederek, enstrümanları toplatmaya başlıyor ki… O da ne? Arka masalardan tehditkar bir ses yükseliyor, dewvam edinn!
Herkes dönüp bakıyor, güya takım elbiseli ama, yaka bağır açık, erkek erkeğe oturan dört tip… Tatsızlık çıkmasın diye orkestra tekrar yerine oturuyor, solist tangoya başlıyor, papatya gibisin beyaz ve ince…
Tango bitiyor.
Çile bitmiyor.
Az önce devamm diyen herif, bu defa elini devamm devamm manasında sallıyor, devam edin dedim, duymadınız mı diye bağırıyor.
Orkestra soliste bakıyor, solist zoraki ses tonuyla, adeta mesaj verircesine son tangoyu tekrarlamaya başlıyor, nedir bu çektiğim senin elinden, yalvarırım gel üzme beni…
Herif aniden yerinden fırlıyor, ağzından köpükler saça saça sahneye yürüyor, çalacaksın ulan, coşkulu çalacaksın diye gürleyerek, solisti ıskalıyor, ayaklı mikrofona basıyor tokadı, deviriyor, orkestra donup kalıyor, az önce neşeli kahkahaların yükseldiği salona ölüm sessizliği hakim oluyor, herkes suspus…
Otel yetkilisi koşuyor, vaziyete müdahale etmeye çalışıyor, ortak bir tanıdık çağırıp işi tatlıya bağlamak için, gayet nazik ifadeyle soruyor, sayın beyefendi siz kimlerdensiniz acaba?
*
Herif kendini tanıtıyor:
Ben demokrasiyim ulan!
*
Sonra da salona dönüp,
nara atıyor:
Memlekette artık demokrasi var ulan, var mı itirazı olan!
*
Ve 2016…
Çok şükür ki demokrasimiz darbecilerden kurtarıldı.
*
Akp'ye oy vermeyen Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Şişli gibi semtlerde kornalarla demokrasi turuna çıkıp, otomobilinin penceresine oturan demokrat arkadaşlar, kafelerde oturanlara bağırıyor, alkışlasanıza ulann!
*
İstanbul'da kamyonet kasalarına doluşup, mahalledeki komşusunun kapısına dayanan
demokratlar var, sen niye
tura çıkmıyorsun ulann!
*
İzmir'e bile demokrasi geldi mesela…
Şehrin simgesi, tarihi Saat Kulesi, tee 1901'den beri, 115 yıldır orada huzurla duruyordu, İzmir yangınından bile sağ salim kurtuldu.
Demokrasi bi geldi… Demokrasi nöbeti'yle demir parmaklıklarını, işlemeli ahşap kapısını yıktılar, oymalı taşlarını, mermerlerini kırdılar, çeşmelerini söktüler, duvarlarındaki ay-yıldız işlemelerine zarar verdiler, benzerleri sadece Efes'te bulunan mozaiklerini parçaladılar, içerden tırmanan merdivenlerinde bile hasar var, denize bakan yüzündeki saatini taşla vura vura kırdılar, kadranını çaldılar. Gözümüz gibi baktığımız firuze çinili Konak camisi'nin etrafı çöplüğe döndü.
*
Allah “oku” diyor…
Darbe kurbanının cenaze namazını kıldıran imam “bizi bilhassa okumuşların şerrinden muhafaza eyle yarabbi” diye dua ediyor, cumhurbaşkanı orada, bakanlar orada, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu diyeceklerine, “amin” diyorlar.
*
TBMM bahçesine toplanan kalabalık, başbakana “idam isteriz idam isteriz” diye tempo tutuyor, odunla, kayışla, tekmeyle linç görüntülerini Japonya'dan Brezilya'ya kadar herkes seyrediyor, köprüden aşağı atalım diye bağırıyorlar, yağlı urganla darağacı yapıp, kamyon kasasına yüklemişler, sokak sokak gezdiriyorlar. Hâlâ inanmayıp… Askerin gırtlağını kestikleri doğru mu acaba diye merak ediliyor.
*
Medyanın gerisi zaten ampul broşürü ama… Bizim gazetenin bile şakülü kaydıysa kardeşim, Sözcü bile ebelek gübelek demeye başladıysa yani… Gelen demokrasiyi düşünün gari!
29 Mayıs 2016 Pazar
Yılmaz Özdil yazdı: "1453"
"...E bugün bakıyoruz… Fetih yapıyorum filan diye, İstanbul caddelerini fotoğraflarınla doldurmuşsun, tahtadan surlar yaptırmışsın, zabıtalara yeniçeri kıyafeti giydirmişsin..."
Sözcü'den Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısı...
Rönesans insanıydı. Entelektüeldi. Arapça, Farsça, Latince, İtalyanca, Rumca, Sırpça, henüz 19 yaşındayken altı lisan konuşurdu. Felsefeye meraklıydı. Milattan önceye ait Yunanca elyazmaları okurdu. Filozofları etrafına toplar, Peripatosçuların, Stoacıların ilkelerini, Platon'u Aristoteles'i tartışırdı. Coğrafyaya düşkündü. Batlamyus olarak tanınan Cladios Ptolemaios'un Geographia'sını incelerdi. Matematiksel coğrafya kavramının miladı kabul edilen Geographia'da bölük porçük yeralan haritaları, bütün haline getirtip yayınlattı. Akdeniz, Ege ve Adriyatik'in girintilerini çıkıntılarını, derinliklerini, adalarını avucunun içi gibi bilirdi. Mesela, Limni adasını vergi toplamak için almadı, stratejik önemi olduğu için almadı. Peki neden aldı? Tin-i mahtum, yani “mühürlü toprak” adı verilen kırmızı renkli bir toprak türü var, sadece Limni'de bulunuyor, zehirlenmeye, yılan sokmasına karşı deva olduğuna inanılıyor, bezlere sarılıp yıkanıyor, süzme yoğurt gibi ağaçlara asılıyor, toz halinde kurutuluyor, tekrar çamur haline getirilip, bardak yapılıyor, bu bardağa konulan içecekte zehir varsa, bardak çatlıyor iyi mi… Limni'yi işte bu yüzden aldı. Dünyanın henüz dünyadan haberi yokken, doğal kaynakları kullanırdı. Astronomiyle ilgiliydi. Özellikle, matematiksel sentez anlamına gelen ve 13 kitaptan oluşan Almagest'in Latince çevirisine bayılırdı. Matematiğe trigonometri seviyesinde hakimdi. Çünkü, güneş'in ay'ın hareketlerini, yörüngeleri, yıldızları, ekinoksları izah eden Almagest'i kavrayabilmen için, trigonometri bilmen gerekirdi. Efsane astronom Ali Kuşçu'nun tee 1438'de hazırladığı yıldız kataloglarını, matematik teorilerini tekrar tekrar okur, adeta yutardı. Bizans'a ait kitapların koleksiyonunu yapardı. Ayasofya'ya dair neredeyse yazılmış tüm orijinal eserleri biriktirmişti. Topkapı Sarayı'nda kurduğu kütüphanesinde ilk ciddi araştırma, 1929'da Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle gerçekleştirildi. Latince, Yunanca, İtalyanca, Farsça 587 eser tespit edildi. Bunların dördü elyazması İlyada Destanı'ydı. Bugün tüm dünyadaki kütüphanelerde en iyi korunabilmiş Bizans dönemi İlyada Destanı, onun kütüphanesinden çıkan elyazmalarından biri… İstanbul'un Konstantinopolis dönemine ait en eski şehir haritası, ondaydı. Büyük İskender'in biyografisi olan Anabasis'in kopyası, kütüphanesindeydi. Homeros'un İlyada'sından o kadar etkilendi ki, kalkıp Truva'ya gitti. Yanından ayırmadığı vakanivüs Kritovulos'un notlarından biliyoruz, kalıntıları gezdi. Akhileus'un, Hektor'un mezarları hakkında bilgi aldı, kahramanlıklarını saygıyla andı. Truva'nın konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararını irdeledi. Papa II. Pius'a yazdığı mektuptan anlıyoruz ki, İstanbul'un fethini Truva'nın rövanşı gibi görürdü. Hobileri vardı. Denizi çok severdi. Oppianos tarafından kaleme alınan ve balıkçılık üzerine yazılmış en eski kitap olan Halieutika'yı okurdu. Balıkçılık gelişsin diye, Pontus'u aldıktan sonra, 60 kadar Rum balıkçıyı aileleriyle birlikte getirdi, Sarıyer'e yerleştirdi. Ezop'un fabllarını okurdu. Merak yelpazesi genişti, Hipokrat'ı, lir sanatını, hayvanların özelliklerini, değerli taşları okurdu. Kültür adamıydı, sanatçılara kol kanat gerer, ödüllendirirdi. Şairdi. “Avni” mahlasıyla şiirler yazardı. Bağda gülden bahseden, yanağını kasdeder / serviden söz açanlar, endamını kasdeder / dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad / aşık, aşkın derdi ile dermanını kasdeder… Mimariyi çok önemserdi. Yaşadığı mekanları Alla Turchesca, İran, Karaman, Alla Greca tarzında inşa ettirirdi. Sofu değildi. Hatta dindar olduğu bile pek söylenemez. Galata'daki San Pietro kilisesine gidip, ayin izlerdi. Seremoni sevmezdi, kalabalıklarla dolaşmazdı, inanması güç gelecek ama, seyyahların notlarından okuyoruz, kiliseye giderken yanında sadece iki koruma olurdu. Yahudi, Rum farketmez, ustalarıyla dostluk kurardı. İtalyan ekolünü beğenirdi. Portresini İtalyan ressam Bellini'ye yaptırdı. (Ecdadın torunları olduğunu iddia eden palavracı politikacılarımız sahip çıkmadığı için… En ünlü tablosu, National Gallery koleksiyonuna dahildir, Londra'da Victoria Albert Müzesi'nde sergilenir.) Aslında kendisinde de ressamlık yeteneği vardı. Topkapı Sarayı'nda bulunan ve Ordinaryüs profesör Süheyl Ünver tarafından günışığına çıkarılan defterinden biliyoruz. Roma büstlerini andıran insan figürleri, at, leylek, kartal gibi hayvan figürleri, çiçek motifleri çizmişti. İlk altın sikke onun için bastırıldı. Üzerinde “darib'ün nadri sabih-ül-izzi vennasri, filberri velbahri” unvanı bulunuyordu. Yani “izzet sahibi, karaların ve denizlerin hakimi”ydi. Aslına bakarsanız, bu sikkenin öyküsü de, sanat merakından kaynaklanıyordu. Bizans ganimetlerini incelerken, İmparator 8. Palaeologos'un portresinin madalyon üzerine işlenmiş olduğunu gördü. Kendisi için bunun bir benzerini yaptırmak istedi, araştırdı, Constanzo di Moysis isimli sanatçıyı Napoli'de buldurdu, İstanbul'a getirtti. Böylece, madalyona işlenen ilk Müslüman hükümdar oldu. Eğitimine beş yaşında başlandı, çocukluğundan itibaren harp tarihiyle, harp sanatıyla yetiştirildi. Ateşli silahları tasarım yapabilecek seviyede tanırdı. Tarihte ilk havan topunun çizimlerini, bizzat o yaptı, tarihte ilk havan topu İstanbul'un fethinde kullanıldı. Gerçek manada dünya lideriydi.
*
E bugün bakıyoruz… Fetih yapıyorum filan diye, İstanbul caddelerini fotoğraflarınla doldurmuşsun, tahtadan surlar yaptırmışsın, zabıtalara yeniçeri kıyafeti giydirmişsin, sahnede maket kadırga çektirip, kendi figüranlarına kendini alkışlatacaksın.
*
Yani hakikaten gazan mübarek olsun, fetih müsamerene limon sıkmak istemem ama… Fatih kim, sen kim be birader!
Sözcü'den Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısı...
Rönesans insanıydı. Entelektüeldi. Arapça, Farsça, Latince, İtalyanca, Rumca, Sırpça, henüz 19 yaşındayken altı lisan konuşurdu. Felsefeye meraklıydı. Milattan önceye ait Yunanca elyazmaları okurdu. Filozofları etrafına toplar, Peripatosçuların, Stoacıların ilkelerini, Platon'u Aristoteles'i tartışırdı. Coğrafyaya düşkündü. Batlamyus olarak tanınan Cladios Ptolemaios'un Geographia'sını incelerdi. Matematiksel coğrafya kavramının miladı kabul edilen Geographia'da bölük porçük yeralan haritaları, bütün haline getirtip yayınlattı. Akdeniz, Ege ve Adriyatik'in girintilerini çıkıntılarını, derinliklerini, adalarını avucunun içi gibi bilirdi. Mesela, Limni adasını vergi toplamak için almadı, stratejik önemi olduğu için almadı. Peki neden aldı? Tin-i mahtum, yani “mühürlü toprak” adı verilen kırmızı renkli bir toprak türü var, sadece Limni'de bulunuyor, zehirlenmeye, yılan sokmasına karşı deva olduğuna inanılıyor, bezlere sarılıp yıkanıyor, süzme yoğurt gibi ağaçlara asılıyor, toz halinde kurutuluyor, tekrar çamur haline getirilip, bardak yapılıyor, bu bardağa konulan içecekte zehir varsa, bardak çatlıyor iyi mi… Limni'yi işte bu yüzden aldı. Dünyanın henüz dünyadan haberi yokken, doğal kaynakları kullanırdı. Astronomiyle ilgiliydi. Özellikle, matematiksel sentez anlamına gelen ve 13 kitaptan oluşan Almagest'in Latince çevirisine bayılırdı. Matematiğe trigonometri seviyesinde hakimdi. Çünkü, güneş'in ay'ın hareketlerini, yörüngeleri, yıldızları, ekinoksları izah eden Almagest'i kavrayabilmen için, trigonometri bilmen gerekirdi. Efsane astronom Ali Kuşçu'nun tee 1438'de hazırladığı yıldız kataloglarını, matematik teorilerini tekrar tekrar okur, adeta yutardı. Bizans'a ait kitapların koleksiyonunu yapardı. Ayasofya'ya dair neredeyse yazılmış tüm orijinal eserleri biriktirmişti. Topkapı Sarayı'nda kurduğu kütüphanesinde ilk ciddi araştırma, 1929'da Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle gerçekleştirildi. Latince, Yunanca, İtalyanca, Farsça 587 eser tespit edildi. Bunların dördü elyazması İlyada Destanı'ydı. Bugün tüm dünyadaki kütüphanelerde en iyi korunabilmiş Bizans dönemi İlyada Destanı, onun kütüphanesinden çıkan elyazmalarından biri… İstanbul'un Konstantinopolis dönemine ait en eski şehir haritası, ondaydı. Büyük İskender'in biyografisi olan Anabasis'in kopyası, kütüphanesindeydi. Homeros'un İlyada'sından o kadar etkilendi ki, kalkıp Truva'ya gitti. Yanından ayırmadığı vakanivüs Kritovulos'un notlarından biliyoruz, kalıntıları gezdi. Akhileus'un, Hektor'un mezarları hakkında bilgi aldı, kahramanlıklarını saygıyla andı. Truva'nın konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararını irdeledi. Papa II. Pius'a yazdığı mektuptan anlıyoruz ki, İstanbul'un fethini Truva'nın rövanşı gibi görürdü. Hobileri vardı. Denizi çok severdi. Oppianos tarafından kaleme alınan ve balıkçılık üzerine yazılmış en eski kitap olan Halieutika'yı okurdu. Balıkçılık gelişsin diye, Pontus'u aldıktan sonra, 60 kadar Rum balıkçıyı aileleriyle birlikte getirdi, Sarıyer'e yerleştirdi. Ezop'un fabllarını okurdu. Merak yelpazesi genişti, Hipokrat'ı, lir sanatını, hayvanların özelliklerini, değerli taşları okurdu. Kültür adamıydı, sanatçılara kol kanat gerer, ödüllendirirdi. Şairdi. “Avni” mahlasıyla şiirler yazardı. Bağda gülden bahseden, yanağını kasdeder / serviden söz açanlar, endamını kasdeder / dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad / aşık, aşkın derdi ile dermanını kasdeder… Mimariyi çok önemserdi. Yaşadığı mekanları Alla Turchesca, İran, Karaman, Alla Greca tarzında inşa ettirirdi. Sofu değildi. Hatta dindar olduğu bile pek söylenemez. Galata'daki San Pietro kilisesine gidip, ayin izlerdi. Seremoni sevmezdi, kalabalıklarla dolaşmazdı, inanması güç gelecek ama, seyyahların notlarından okuyoruz, kiliseye giderken yanında sadece iki koruma olurdu. Yahudi, Rum farketmez, ustalarıyla dostluk kurardı. İtalyan ekolünü beğenirdi. Portresini İtalyan ressam Bellini'ye yaptırdı. (Ecdadın torunları olduğunu iddia eden palavracı politikacılarımız sahip çıkmadığı için… En ünlü tablosu, National Gallery koleksiyonuna dahildir, Londra'da Victoria Albert Müzesi'nde sergilenir.) Aslında kendisinde de ressamlık yeteneği vardı. Topkapı Sarayı'nda bulunan ve Ordinaryüs profesör Süheyl Ünver tarafından günışığına çıkarılan defterinden biliyoruz. Roma büstlerini andıran insan figürleri, at, leylek, kartal gibi hayvan figürleri, çiçek motifleri çizmişti. İlk altın sikke onun için bastırıldı. Üzerinde “darib'ün nadri sabih-ül-izzi vennasri, filberri velbahri” unvanı bulunuyordu. Yani “izzet sahibi, karaların ve denizlerin hakimi”ydi. Aslına bakarsanız, bu sikkenin öyküsü de, sanat merakından kaynaklanıyordu. Bizans ganimetlerini incelerken, İmparator 8. Palaeologos'un portresinin madalyon üzerine işlenmiş olduğunu gördü. Kendisi için bunun bir benzerini yaptırmak istedi, araştırdı, Constanzo di Moysis isimli sanatçıyı Napoli'de buldurdu, İstanbul'a getirtti. Böylece, madalyona işlenen ilk Müslüman hükümdar oldu. Eğitimine beş yaşında başlandı, çocukluğundan itibaren harp tarihiyle, harp sanatıyla yetiştirildi. Ateşli silahları tasarım yapabilecek seviyede tanırdı. Tarihte ilk havan topunun çizimlerini, bizzat o yaptı, tarihte ilk havan topu İstanbul'un fethinde kullanıldı. Gerçek manada dünya lideriydi.
*
E bugün bakıyoruz… Fetih yapıyorum filan diye, İstanbul caddelerini fotoğraflarınla doldurmuşsun, tahtadan surlar yaptırmışsın, zabıtalara yeniçeri kıyafeti giydirmişsin, sahnede maket kadırga çektirip, kendi figüranlarına kendini alkışlatacaksın.
*
Yani hakikaten gazan mübarek olsun, fetih müsamerene limon sıkmak istemem ama… Fatih kim, sen kim be birader!
8 Mayıs 2016 Pazar
Yılmaz Özdil'in Can Dündar yazısı olay oldu
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Can Dündar" başlıklı yazısıyla sosyal medyada gündem oldu.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle..
Milli futbolcu Emre Belözoğlu sabah namazına giderken otomobiliyle yayaya çarptı, yaya öldü, Emre derhal serbest bırakıldı, karakoldan çıkarken “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratı yapıldı.
*
Milleti dolandırmaktan aranan Jet Fadıl, havalimanının VIP kapısından Türkiye'ye giriş yaptı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışlandı, tutuklandı, bi süre yattı, hapisten çıkarken “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışlandı.
*
Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'yı sokağa saldılar, yoluna güller döküldü, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıldı, bilahare, yanlış hesapladıkları, erken saldıkları ortaya çıktı, gene içeri tıktılar, biraz daha yattı, gene saldılar, yoluna karanfiller döküldü, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıldı.
*
Hrant Dink'in katili Ogün Samast duruşmalara girerken “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları atıldı, cinayet haftasında oynanan futbol maçlarına Ogün Samast gibi beyaz bere takarak gelen taraftarlar “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptı.
*
İnsanları domuz bağıyla öldürüp, mezar evlerine gömen Hizbullahçıları serbest bıraktılar, hapishane kapısında karşılayanlar “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sloganlarıyla halay çekti.
*
Kerkük'e karışırsanız Diyarbakır'a karışırım diyerek Türkiye'ye posta koyan, Pkk'nın evsahibi Barzani, Akp kongresinde onur konuğu yapıldı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye ayakta tempo tutuldu.
*
“Barutun kokusu düştü burnuma, dört bir yanı istiyorum dibinden patlatayım, ya ölüm ya kurtuluş, artık savaş zamanıdır, tutmak istiyorum Kürdistanımı” şeklinde hümanist (!) şarkılar söyleyen Şivan Perver, Akp mitinginde asrın liderimizle elele sahneye çıktı, düet yaptı, “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diye alkışlandı.
*
Polat Alemdar üniversitede konferans verdi, salon inim inim inledi, “Türkiye seninle gurur duyuyor!”
*
Hakan Şükür henüz Akp'liyken, henüz yurtdışına kaçmamışken, ben aslında Türk falan değilim dedi, yandaş medyada “Türkiye seninle gurur duyuyor” manşetleri atıldı.
*
78 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 13 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismardan tutuklandı, bi ara bırakıldı, televizyon televizyon dolaşıp “hovardayım, benim hayatıma giren kadınlar benimle beraber olmasalardı fahişe olurlardı” dedi, “müslüman olduğun için sana iftira atılıyor, Türkiye seninle gurur duyuyor” diye makaleler yazıldı.
*
Gezi protestosuna katılan gençler hakkında “yaptığınız eylemi si.eyim, vatan hainleri, meydanı Ermenilere bıraktınız, Allah belanızı versin çapulcular” diye tweetler atan güreşçiye “Türkiye seninle gurur duyuyor” adıyla facebook sayfası açıldı.
*
Gezi protestoları sırasında katil polis Ethem Sarısülük'ün suratına ateş etti, öldürdü, ertesi gün Ethem'in vurulduğu yere “değerli Türk polisi, Ankara sizinle gurur duyuyor” yazılı pankart asıldı.
*
Keriz Feneri'nin sanığı Zahid Akman serbest bırakıldı, kapıda karşılayanlar “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışladı.
*
17/25'te oğlu tutuklanan ekonomi bakanı, oğlu tutuklanan içişleri bakanı, oğlu gözaltına alınan toki bakanı ve bakara makaracı devlet bakanı, sanki UEFA kupasını kazanmışlar gibi otobüsün üstüne çıkıp, elele poz verdiler, rabia işareti yaptılar, ahaliyi selamladılar, sayın ahalimiz de “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diye alkışladı.
*
Kendi ellerimizle beslediğimiz, tırlarla silah-cephane gönderdiğimiz köktendinci teröristler, Reyhanlı'yı havaya uçurdu, 52 insanımız hayatını kaybetti, asrın liderimiz Reyhanlı'ya taziyeye gideceğine, atladı uçağa ABD'ye gitti, dolaştı, geldi, anca 15 gün sonra lütfedip Reyhanlı'ya gitti, otobüslerle şakşakçı taşıdılar, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptırdılar.
*
Soma'da 301 madencimizi diri diri gömdüler, Ermenek'te 18 madencimizi diri diri boğdular, Ermenek'e giden enerji bakanı Taner Yıldız'a “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptılar.
*
Ensar Vakfı'ndaki sapık, oğlan çocuklarına üç sene boyunca tecavüz etti, aile bakanı Sema Ramazanoğlu “buna bir kere rastlanmış, Ensar Vakfı'yla gurur duyuyoruz” dedi, o hafta Akp grup toplantısında ayakta alkışlandı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları atıldı.
*
Hal böyleyken…
Malum şahsın tetikçisi olan hırt, gazeteci Can Dündar'a kurşun sıktı. Niye yaptın diye sordular, “vatan haini olduğu için” dedi.
*
Akp Türkiyesi'nin özeti.
*
Hırsızsan katilsen dolandırıcıysan sapıksan, Türkiye seninle gurur duyuyor, övünebilirsin.
Yok eğer malum şahsın canını sıkıyorsan, sana da sıkarlar, vatan hainisin.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle..
Milli futbolcu Emre Belözoğlu sabah namazına giderken otomobiliyle yayaya çarptı, yaya öldü, Emre derhal serbest bırakıldı, karakoldan çıkarken “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratı yapıldı.
*
Milleti dolandırmaktan aranan Jet Fadıl, havalimanının VIP kapısından Türkiye'ye giriş yaptı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışlandı, tutuklandı, bi süre yattı, hapisten çıkarken “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışlandı.
*
Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'yı sokağa saldılar, yoluna güller döküldü, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıldı, bilahare, yanlış hesapladıkları, erken saldıkları ortaya çıktı, gene içeri tıktılar, biraz daha yattı, gene saldılar, yoluna karanfiller döküldü, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıldı.
*
Hrant Dink'in katili Ogün Samast duruşmalara girerken “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları atıldı, cinayet haftasında oynanan futbol maçlarına Ogün Samast gibi beyaz bere takarak gelen taraftarlar “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptı.
*
İnsanları domuz bağıyla öldürüp, mezar evlerine gömen Hizbullahçıları serbest bıraktılar, hapishane kapısında karşılayanlar “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sloganlarıyla halay çekti.
*
Kerkük'e karışırsanız Diyarbakır'a karışırım diyerek Türkiye'ye posta koyan, Pkk'nın evsahibi Barzani, Akp kongresinde onur konuğu yapıldı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye ayakta tempo tutuldu.
*
“Barutun kokusu düştü burnuma, dört bir yanı istiyorum dibinden patlatayım, ya ölüm ya kurtuluş, artık savaş zamanıdır, tutmak istiyorum Kürdistanımı” şeklinde hümanist (!) şarkılar söyleyen Şivan Perver, Akp mitinginde asrın liderimizle elele sahneye çıktı, düet yaptı, “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diye alkışlandı.
*
Polat Alemdar üniversitede konferans verdi, salon inim inim inledi, “Türkiye seninle gurur duyuyor!”
*
Hakan Şükür henüz Akp'liyken, henüz yurtdışına kaçmamışken, ben aslında Türk falan değilim dedi, yandaş medyada “Türkiye seninle gurur duyuyor” manşetleri atıldı.
*
78 yaşındaki Hüseyin Üzmez, 13 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismardan tutuklandı, bi ara bırakıldı, televizyon televizyon dolaşıp “hovardayım, benim hayatıma giren kadınlar benimle beraber olmasalardı fahişe olurlardı” dedi, “müslüman olduğun için sana iftira atılıyor, Türkiye seninle gurur duyuyor” diye makaleler yazıldı.
*
Gezi protestosuna katılan gençler hakkında “yaptığınız eylemi si.eyim, vatan hainleri, meydanı Ermenilere bıraktınız, Allah belanızı versin çapulcular” diye tweetler atan güreşçiye “Türkiye seninle gurur duyuyor” adıyla facebook sayfası açıldı.
*
Gezi protestoları sırasında katil polis Ethem Sarısülük'ün suratına ateş etti, öldürdü, ertesi gün Ethem'in vurulduğu yere “değerli Türk polisi, Ankara sizinle gurur duyuyor” yazılı pankart asıldı.
*
Keriz Feneri'nin sanığı Zahid Akman serbest bırakıldı, kapıda karşılayanlar “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışladı.
*
17/25'te oğlu tutuklanan ekonomi bakanı, oğlu tutuklanan içişleri bakanı, oğlu gözaltına alınan toki bakanı ve bakara makaracı devlet bakanı, sanki UEFA kupasını kazanmışlar gibi otobüsün üstüne çıkıp, elele poz verdiler, rabia işareti yaptılar, ahaliyi selamladılar, sayın ahalimiz de “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diye alkışladı.
*
Kendi ellerimizle beslediğimiz, tırlarla silah-cephane gönderdiğimiz köktendinci teröristler, Reyhanlı'yı havaya uçurdu, 52 insanımız hayatını kaybetti, asrın liderimiz Reyhanlı'ya taziyeye gideceğine, atladı uçağa ABD'ye gitti, dolaştı, geldi, anca 15 gün sonra lütfedip Reyhanlı'ya gitti, otobüslerle şakşakçı taşıdılar, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptırdılar.
*
Soma'da 301 madencimizi diri diri gömdüler, Ermenek'te 18 madencimizi diri diri boğdular, Ermenek'e giden enerji bakanı Taner Yıldız'a “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yaptılar.
*
Ensar Vakfı'ndaki sapık, oğlan çocuklarına üç sene boyunca tecavüz etti, aile bakanı Sema Ramazanoğlu “buna bir kere rastlanmış, Ensar Vakfı'yla gurur duyuyoruz” dedi, o hafta Akp grup toplantısında ayakta alkışlandı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları atıldı.
*
Hal böyleyken…
Malum şahsın tetikçisi olan hırt, gazeteci Can Dündar'a kurşun sıktı. Niye yaptın diye sordular, “vatan haini olduğu için” dedi.
*
Akp Türkiyesi'nin özeti.
*
Hırsızsan katilsen dolandırıcıysan sapıksan, Türkiye seninle gurur duyuyor, övünebilirsin.
Yok eğer malum şahsın canını sıkıyorsan, sana da sıkarlar, vatan hainisin.
27 Nisan 2016 Çarşamba
Yılmaz Özdil'in rekor kıran "Laik" yazısı
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Laik" başlıklı yazısıyla sosyal medyada gündem oldu.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle...
Milli Nizam Partisi’nin kurucu ekibindeydi. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için” kapatıldılar.
*
Milli Selamet Partisi’ne geçti. Amblemleri anahtardı, anahtarın dişlerinde Arapça “Allah” yazıyordu, dini siyasete alet etmenin böylesi görülmemişti, kapatılma ihtarı gelince yeniden çizdirdiler.
*
Refah Partisi’ne geçti. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için” kapatıldılar.
*
Fazilet Partisi’ne geçti. Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için” kapatıldılar.
*
Akp’ye geçmedi.
Anayasa Mahkemesi, Akp’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu”nu tescil edince… Akp’ye geçti.
*
Ve, takvimde başka gün kalmamış gibi, tam o güne denk getirdi, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde konuştu, “yeni anayasada laiklik olmamalı” dedi.
*
Ömrü boyunca karşıdevrimci oldu.
Daima laiklik karşıtı oldu.
Hep anayasaya aykırı oldu.
*
Dolayısıyla…
Bu şekilde konuşmasına hayret etmemeli. Sanki ilk defa duyuyormuş gibi, bu şekilde konuşmasına hayret edenlere hayret etmeli.
*
Bunların gerçek yüzünün bu olduğunu, asıl hedeflerinin bu olduğunu bilmiyormuş gibi, sanki ilk defa fark ediyormuş gibi şaşanlara şaşmalı.
*
Gizlemedi, saklamadı.
Dün de böyleydi.
Bugün de aynı.
*
Lafı hiç eğip bükmeden, samimi şekilde diyor ki, Atatürk devrimlerine karşıyım, vakti geldi artık, rejimi değiştirmek istiyorum.
*
Lafı hiç eğip bükmeden…
Samimi cevap vermek lazım artık.
Götün yiyorsa dene.
29 Mart 2016 Salı
Yılmaz Özdil'in Sen Kimsin yazısı olay oldu
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Sen kimsin" başlıklı yazısıyla sosyal medyada gündem oldu.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle...
Asrın liderimiz, Kemal Kılıçdaroğlu’na sinirlendi, “çıkmış şimdi, ben burada olduğum sürece başkanlık sistemi gelemez diyor, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz “versin Bilal’i alsın iktidarı” diyen Devlet Bahçeli’ye öfkelendi, “evladı olmadığı için bu çirkin saygısızlığı yapıyor, eğer oğlum yolsuzluk yaptıysa, bunun hesabını yargı sorar, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Suriye politikasını eleştiren Selahattin Demirtaş’a hatırlattı, “gerek Özgür Suriye ordusunun, gerekse peşmergenin Kobani’ye girişine biz müsaade ettik, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, başkanlık sevdasını eleştiren New York Times’a gazetecilik öğretti, “sen bir gazetesin haddini bileceksin, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Fethullah Gülen’e haddini bildirdi, “neymiş efendim, Pensilvanya’daki zat ne derse doğruymuş, kimmiş o yav!”
*
Asrın liderimiz, Tüsiad’ın ağzının payını verdi, “neymiş, muhatapları başbakanmış, cumhurbaşkanı değilmiş, sen beni muhatap görsen ne yazar görmesen ne yazar, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, 23 Nisan çocuk bayramı vesilesiyle, makam koltuğunu ilkokul öğrencisine devretti. Gazeteciler, sembolik başbakan olan çocuğa, en başarılı bakanlar hangileri diye sordu. Çocuk, dışışleri ve enerji bakanlarını beğeniyorum dedi. O sırada salonda bulunan milli eğitim bakanı “niye beni söylemedin, seninle dışarda görüşürüz” diye espri yapınca… Asrın liderimiz devreye girdi, çocuğa akıl öğretti, “senin bu bakanı derhal toplantıdan kovman lazım, sen kimsin ki başbakana laf söylüyorsun demen lazım!”
*
Asrın liderimiz, Akp’yi eleştiren 9’uncu cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e giydirdi, “Chp’nin akıl hocası 87 yaşındaki zat gazete gazete dolaşıyor, ortalığı karıştırıyor, otur oturduğun yerde, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz “sayın Öcalan” ifadesi nedeniyle kendisini eleştiren Deniz Baykal’a açtı ağzını yumdu gözünü, “bizimle aşık atamazsın, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, miting yapmak üzere Almanya’ya gelmesini eleştiren Yeşiller Partisi eşbaşkanı Cem Özdemir’e seslendi, “sen kökenin itibariyle böyle konuşma hakkına sahip değilsin, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Türkiye’nin kredi notunu düşüren Standard&Poor’s’a karşılık verdi, “bunu Tayyip Erdoğan’a yutturamazsın, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Yassıada projesine karşı çıkan çevrecilere cevap verdi, “adamıza el sürdürmeyiz diyorlar, Yassıada bizimdir diyorlar, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Barolar Birliği Başkanı Profesör Metin Feyzioğlu’na hukuk öğretti, “sen kimsin de ayar vermeye cüret ediyorsun, Avrupa Birliği’nden bahsediyor, HSYK’ya değiniyor, sanat hakkında görüşlerini aktarıyor, tövbe tövbe, kimsin sen ya!”
*
Asrın liderimiz, TBMM adalet komisyonunda söz almak isteyen Yarsav eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na yol yordam gösterdi, “çok meraklıysan milletvekili olursun, sen kimsin!”
*
Asrın liderimiz, Rumelihisarı’na mescit yapılmasına karşı çıkan sanatçılara verdi veriştirdi, “kimin bağından kimi kovuyorsunuz, orası zaten ibadet mekanı, siz kimsiniz!”
*
Asrın liderimiz, Can Dündar ve Erdem Gül’ün duruşmasını takip etmek üzere adliyeye gelen konsoloslara diplomasi dersi verdi, “burası senin ülken değil, burası Türkiye, diplomasinin de bir edebi var, adabı var, siz kimsiniz!”
*
Şimdi diyeceksiniz ki, buraya kadar okuduk, acaba yazı nereye bağlanacak?
*
Asrın liderimizin 14 senedir dilinde tüy bitti, gene de anlatamıyor galiba… İster bağlanır ister bağlanmaz kardeşim, siz kimsiniz!
15 Mart 2016 Salı
Yılmaz Özdil'den olay Ankara saldırısı yazısı
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'in Kızılay'da yaşanan patlamadan sonra köşesinde kaleme aldığı yazı sosyal medyada olay yarattı.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle...
İstihbarattan anlamaz bunlar.
*
Çünkü… Zaten kendileri, MİT’in “takip edilecek organizasyon listesi”ndeydiler. Neredeyse hemen hepsi tarikat mensubu ve irticacı teşkilat mensubu oldukları için “iç tehdit” kapsamındaydılar. MİT bunların faaliyetleri hakkında rapor tutuyor, bunların devlete sızmasını engellemek için önlem alıyordu. Dolayısıyla… Bunların arasından hiçbiri devletin istihbarat
teşkilatında işe giremedi, hiçbiri MİT’te görev alamadı. Daima MİT’in dışında kaldılar. Sıradan vatandaşın MİT’e dair bilgisi neyse, bunların bilgisi de o kadardı. Bu nedenle… Hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, MİT’in bünyesinde kendi elemanları yoktu. Devletin memuruyla çalışmak yerine, devletin memurunu yok saydılar, tecrübeyi-liyakatı küçümsediler, kendi elemanlarını paraşütle indirdiler. O güne kadar MİT’te çaycılık bile yapmamış birini, MİT’in en tepesine koydular. Devletin istihbarat teşkilatını, Üsküdar belediyesi zabıta müdürlüğü sandılar. Kendilerini çok akıllı ve pratik zekalı zannettikleri için, ne olcak canım hallederiz dediler. Netice? Oslo’dan silah yüklü tırlara, yakalanmadıkları operasyon yok. Reyhanlı, Suruç, Musul, Sultanahmet, Ankara patlamaları, yakaladıkları operasyon yok!
*
Diplomasiden anlamaz bunlar.
*
Çünkü… Milli Güvenlik Kurulu’nun “kırmızı kitap” tabir edilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre “iç tehdit unsuru”ydular. İçerde tehdit sayılanın, dışarda devleti temsil etmesi mümkün mü? Elbette mümkün değil. Bu nedenle, dışişleri kadrolarına giremediler, kabul edilmediler. Konsolos olamadılar, büyükelçi olamadılar. Hariciyenin haricinde kaldılar. Tek tük istisnalar olsa da, katip seviyesini aşamadılar. Bu nedenle… Hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, diplomasinin d’sinden bile haberleri yoktu. Dış politikanın hassas dengelerini, örtülü ilişkilerini, imkanlarını, mecburiyetlerini, sıradan vatandaş ne kadar biliyorsa, bunlar da anca o kadar biliyordu. Tecrübeli diplomatlarımızla çalışmak yerine, yok saydılar, küçümsediler, monşer filan diye alay ettiler, alay ettirdiler. O güne kadar dışişlerinde kapıcılık bile yapmamış birini, hariçten gazel okuyan Malezyalı Ahmet Kiziroğlu’nu, milletvekili bile olmadan hariciyenin en tepesine koydular. Devletin dışişleri teşkilatını, Eyüp belediyesinin park ve bahçeler müdürlüğü sandılar, ne olacak canım dikeriz sularız iki ayda büyür zannettiler. Netice? Komşularla sıfır sorun dediler, sıfır komşu kaldı. ABD’den Rusya’ya İsrail’den Mısır’a dünyada papaz olmadığımız ülke kalmadı. Suriye topraklarını Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, Hollanda uçakları vuruyor, Suriyelileri komple bize kakaladılar.
*
Askerlikten anlamaz bunlar.
*
Çünkü… Çoğunluğu asker nefretiyle büyütüldü. Merdivenaltı tarikat yuvalarında aldıkları hurafe eğitimle, harp okullarını kazanamadılar. Tesadüfen kazananlar da, irticai faaliyet nedeniyle ordudan atıldı. Asteğmen rütbesini aşamadılar, general olamadılar, amiral olamadılar. Neredeyse subay arkadaşları bile yoktu. Bu nedenle… Hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, askerliğini onbaşı olarak yapan sıradan bir vatandaş Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ne kadar biliyorsa, bunlar da o kadar biliyordu. Ne akıl verenleri vardı, ne akıl verenleri dinlediler. Donanmaya şehir hatları vapuru, hava kuvvetlerine metrobüs, kara kuvvetlerine yıkılması gereken gecekondu muamelesi yaptılar. Dükkan mühürler gibi orduyu mühürlediler, TSK’yı asrın iftirasıyla hapse tıktılar, kendi kendilerini başkomutan, mareşal ilan ettiler. Netice? Dünyanın en güçlü 10 ordusundan biri sayılan TSK, felç oldu. Suriye’ye burnunu bile uzatamıyor, komşu coğrafyalardaki etkisi sıfıra indi. Açılım ayağıyla iç güvenlikten el çektirildi, kışlasına hapsedildi. Adeta iğdiş edildi. Trajik bir kıyas vereyim: Kıbrıs barış harekatı 25 gün sürdü, Sur mahallesini 103 günde geri alabildik!
*
Polislikten anlamaz bunlar.
*
Çünkü… Anlasalardı, Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’a, polis olmayan birini emniyet müdürü yapmazlardı. Anlasalardı, Türkiye’nin başkenti Ankara’yı beş aydır emniyet müdürsüz bırakmazlardı. Anlasalardı, Akp hükümeti döneminde 75 bin cemaatçiyi polis teşkilatına almazlardı. Anlasalardı, 17/25 Aralık’tan sonra 120 bin polisin görev yerini değiştirmezlerdi. Anlasalardı, polis akademisinde PKK açılımı açmazlardı. Anlasalardı, Sur’u Cizre’yi Silopi’yi hiç bilmeyen, bölgeyi tanımayan polisleri “geçici görev”le oralara gönderip, şehit sayısının artmasına sebep olmazlardı.
*
Türkiye’nin çok ağır bedel ödeyerek yüzleştiği dört çıplak gerçektir bu.
*
Türkiye Cumhuriyeti maalesef…
Devleti bilmeyen, tanımayan, anlamayan kadrolara emanet edildi.
Devleti bilmeyen, tanımayan, anlamayan kadrolara emanet edildi.
*
Günlük güneşlikken idare ediyorlardı.
Hava bozunca, foyaları meydana çıktı.
*
Çok bildiklerini, herkesten iyi bildiklerini sanıyorlardı.
Halbuki, ne yapacaklarını bile bilmiyorlar.
Halbuki, ne yapacaklarını bile bilmiyorlar.
*
33 senedir gazeteciyim, hayatın kıymetini bilecek kadar ölüm gördüm, hatırlamak istemediğim boyutlarda dehşete, vahşete tanıklık ettim ama… Ülkemi hiç bu kadar zavallı durumda görmedim!
8 Mart 2016 Salı
Yılmaz Özdil'in kadınlar günü yazısı olay oldu
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bir yazı kaleme aldı. Özdil'in yazısı sosyal medyada olay yarattı.
Yılmaz Özdil'in yazısı şöyle...
Türkiye’de kadınlar günü kutlanamaz.
Türkiye’de kadın yoktur.
Türkiye’de kadın yoktur.
*
Bağyan vardır.
*
Erkek reyonu vardır.
Kadın reyonu yoktur.
Bayan reyonu vardır.
Lokantalarımızda…
Bayanlar için yerimiz vardır.
Bayan ayakkabısı vardır.
Bayan kuaförü vardır.
Ama…
Orospu diyeceksen nasıl dersin?
Hayat kadını!
Kadın reyonu yoktur.
Bayan reyonu vardır.
Lokantalarımızda…
Bayanlar için yerimiz vardır.
Bayan ayakkabısı vardır.
Bayan kuaförü vardır.
Ama…
Orospu diyeceksen nasıl dersin?
Hayat kadını!
*
Kadın, anca o işi yapıyorsa kadındır.
*
Erotik shoplarda ne satılır mesela?
Şişme kadın.
Şişme kadın.
*
Ayakkabı satarken, bağyan.
Gözlük satarken, bağyan.
Saat satarken, bağyan.
Yatırıp becereceksen, kadın.
Gözlük satarken, bağyan.
Saat satarken, bağyan.
Yatırıp becereceksen, kadın.
*
Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum… Dünyada kısaca “imdaaat” diye bağırılırken, dünyada sadece Türkiye’de “imdaaatt adam öldürüyorlar” diye çığlık atılır, “yetişiiin adam öldürüyorlar” diye feryat edilir.
*
Çünkü dünyada sadece Türkiye’de, kadın’sa kimseyi ırgalamaz!
Adam’sa yardıma koşulur.
Adam’sa yardıma koşulur.
*
O nedenle, filmlerimizde dizilerimizde bile asla “imdaaatt kadın öldürüyorlar” diye bir replik duyamazsınız.
Kadınlar eğer öldürülmemek için yardım istiyorsa, başları sıkıştığında, adamlar için yardım çağırmalıdır.
Kadınlar eğer öldürülmemek için yardım istiyorsa, başları sıkıştığında, adamlar için yardım çağırmalıdır.
*
Halbuki… Bu topraklarda kurulan ilk kadın örgütünün ismi, Asri Kadınlar Cemiyeti’ydi. Tee 1919’da kuruldu.
*
Tee 1919’da kadın, kadın’dı.
2016’da kadın niye bağyan?
2016’da kadın niye bağyan?
*
Basit bi detay gibi görünüyor ama… Mesele sadece Türkçe’nin yanlış kullanılması, cehalet terminolojisi meselesi değildir. Daha derindedir. Kadını erkekle eşit görmeyen, kadın kavramını “ayıp, uygunsuz” kabul eden, bağyan diyerek aklınca kibar davrandığını, kadınlara “ahlaklı statü” bahşettiğini düşünen, hastalıklı erkek egemen zihniyetinin yansımasıdır.
*
Açın istatistikleri yan yana, kıyaslayın, göreceksiniz…
Bağyan kelimesinin toplumsal bilinçteki yaygınlaşma oranıyla, kadınların maruz kaldığı şiddet oranı, aynı hızla büyüyor.
Kadınlara bağyan diyen nazik (!) arkadaşların sayısı arttıkça, aşağılanan, dövülen, tecavüz edilen, öldürülen kadınların sayısı artıyor.
Bağyan kelimesinin toplumsal bilinçteki yaygınlaşma oranıyla, kadınların maruz kaldığı şiddet oranı, aynı hızla büyüyor.
Kadınlara bağyan diyen nazik (!) arkadaşların sayısı arttıkça, aşağılanan, dövülen, tecavüz edilen, öldürülen kadınların sayısı artıyor.
*
Ve, yazıya noktayı koyuyordum ki, bu memleketi yöneten heriflerden biri 8 Mart mesajı yayınladı.
“Tüm bayanlarımızın Kadınlar Günü’nü kutlarım” diyor iyi mi!
“Tüm bayanlarımızın Kadınlar Günü’nü kutlarım” diyor iyi mi!
11 Şubat 2016 Perşembe
Yılmaz Özdil'in Lahmacun yazısı olay oldu
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'in bugünkü köşesinde yazdığı "Lahmacun" başlıklı yazı sosyal medyada olay oldu.
Yılmaz Özdil, bir fatura fotoğrafı ile köşesinde paylaştığı yazıda şunları söyledi...
Yılmaz Özdil, bir fatura fotoğrafı ile köşesinde paylaştığı yazıda şunları söyledi...
150 sene önce değil, sadece 1.5 sene önce, temmuz 2014… Suriye’den Türkiye’ye geçmeye çalışan silahlı grup, jandarmaya denk geldi, çatışma çıktı, üç askerimiz şehit oldu. Genelkurmay açıklama yaptı, “çatışmada en az altı PYD/PKK mensubu terörist öldürüldü” dedi.
*
Böylece… PYD’nin PKK’dan farklı olmadığını, farklı isimle aynı örgüt olduklarını kayda geçirdi.
*
Asrın liderimiz bayram namazındaydı, camiden çıkarken mikrofon uzattılar. “PKK’nın şehit ettiği üç askerimiz hakkında ne diyorsunuz?” diye sordular. “PKK mı, PYD mi, orada bir yanlışınız var, benim bildiğim PYD diye açıklandı” cevabını verdi.
*
Tuhaf bi durumdu.
Genelkurmay “PYD/PKK terörist” diyordu. Asrın liderimiz ise, hem PKK’ya toz kondurmuyor, hem PYD’ye terörist demiyor, hem de ikisinin farklı örgütler olduğuna dikkat çekiyordu.
Genelkurmay “PYD/PKK terörist” diyordu. Asrın liderimiz ise, hem PKK’ya toz kondurmuyor, hem PYD’ye terörist demiyor, hem de ikisinin farklı örgütler olduğuna dikkat çekiyordu.
*
Çünkü… Cumhurbaşkanlığı seçiminin eli kulağındaydı, İmralı-Kandil pazarlıkları tam gaz devam ediyordu, açılım oylarına ihtiyaç vardı, terörist merörist diyerek kimseyi üzmemek gerekiyordu!
*
Seçim yapıldı, asrın liderimiz cumhurbaşkanı oldu. Bismillah ilk iş… Meclis’ten Suriye tezkeresi çıkarıldı. Herkes Suriye’ye gireceğimizi zannetti. Halbuki kazın ayağı öyle değildi. Bu tezkere “yabancı silahlı askerlerin Türkiye’de bulunmasına” izin veriyordu. Amacı buydu.
*
Tezkere çıkarıldı.
Şak…
Obama telefon etti.
Şak…
Peşmergeye koridor açıldı.
Şak…
Obama telefon etti.
Şak…
Peşmergeye koridor açıldı.
*
Asrın liderimiz ne dedi biliyor musunuz? “Sayın Obama’yla telefonda görüştük, koridor açılmasını, peşmergelerin Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmesini sayın Obama’ya zaten ben teklif ettim” dedi.
*
Yalaka Türk basını “işte dünya lideri” manşetleri atarken, Amerikan basını gülmekten yerlere yatıyordu. The New York Times gazetesi, asrın liderimizi karikatürize etti, semazen kıyafetiyle çizdi, asrın liderimiz devamlı dönüyor, döne döne ilerlemeye çalışıyordu.
*
29 Ekim 2014…
*
Cumhuriyet bayramı, akp hükümeti sayesinde, tarihimizde ilk kez Kürdistan bayramı olarak kutlandı. Peşmerge silahlı kuvvetleri, takvimde başka gün yokmuş gibi, inadına, tam 29 Ekim’de Türkiye’den resmi geçit yaptı.
*
Akp’den önce Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği pasaportla seyahat edebilen Barzani, şimdi topuyla tüfeğiyle Türk topraklarındaydı.
*
Erbil’den yola çıkan ağır silahlı peşmerge konvoyu Habur sınır kapımızdan girdi, Silopi, Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Suruç güzergahını katedip, Mürşitpınar sınır kapımızdan Suriye’ye, Kobani’ye geçti.
*
Bir bölümü de uçakla geldi. Şanlıurfa GAP Havalimanı’na indiler, karayoluyla gelenlere katıldılar. Karadan havadan… Resmen şov yapıyorlardı. Aramızda deniz olsa, denizden de gireceklerdi.
*
Türkiye topraklarında Kürdistan bayraklarıyla, alkışlarla karşılandılar. Kurbanlar kesildi. Yüzlerce otomobil, konvoya eşlik etti. Kornalar çalınıyor, havayi fişekler fırlatılıyor, halaylar çekiliyordu.
*
Bazı peşmergelerin üniformasında ABD bayrağı vardı. Karşılayanlar “biji serok Obama” sloganları attı.
*
Türk silahlı kuvvetleri ayak altında dolaşmamak, kobanicileri rencide etmemek için kışlalarına saklanmıştı. Özel harekat polisleri, kobaniciler rahatsız olmasın diye karakollarına saklanmıştı. Milli istihbarat teşkilatı teşrifatçı olmuştu, eskortluk yapıyordu. Hazindi.
*
Karada vaziyet buyken, havada vaziyet nasıldı? Kürdistan silahlı kuvvetlerini, Türkiye’nin bayrak taşıyıcısı, Türk Hava Yolları taşıdı. THY uçakları Şanlıurfa-Erbil arasında “özel uçak” hizmeti verdi.
*
PYD’ye yardım etmek üzere, katyuşa füzeleri, doçka uçaksavarları, havan toplarıyla güle oynaya Kobani’ye giden peşmerge konvoyu, Mardin-Urfa yolunda acıktı, bir benzin istasyonunun dinlenme tesislerinde mola verdiler. Lahmacun yediler. 979 lira hesap geldi. E para ödeyecek değillerdi herhalde… Şanlıurfa Valiliği ödedi. Elden nakit, tiko para ödendi. Faturası, Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı’na kesildi.
*
Kobanicilerin lahmacun parasını ödemek, yatırım’dı!
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin onuruyla oynanırken, devletin haysiyeti ayaklar altına alınırken… Ahmet Kiziroğlu ne diyordu? “Türk ve Kürt kardeşler Şam’ın özgürlüğü için çalışacaklar, Kobani’ye selam ediyorum, Kobani’deki kardeşlerimin alnından öpüyorum” diyordu.
*
Şimdi ne diyorlar?
*
PYD terör örgütüdür.
Kobanidekiler teröristtir.
Eyyy ABD, bizimle mi ortaksın, terörist PYD’yle mi ortaksın filan.
Kobanidekiler teröristtir.
Eyyy ABD, bizimle mi ortaksın, terörist PYD’yle mi ortaksın filan.
*
Boşuna dememiş atalarımız…
*
yediğin hurmalar
yedirdiğin lahmacunlar
gün gelir malum yerini tırmalar!
yedirdiğin lahmacunlar
gün gelir malum yerini tırmalar!
*
Buyrun işte faturası…
PYD’nin bu coğrafyada aktör olması için elinden geleni yapacaksın, Kobani’nin anahtarlarını kendi ellerinle PYD’ye teslim edeceksin, Kürdistan silahlı kuvvetlerine yolgeçen hanı olmak için tezkere çıkaracaksın, Kobanidekileri alnından öpeceksin, PYD’ye yardıma gidenlerin yediği lahmacunun parasını bile bu millete ödeteceksin… Sonra dönüp aynı millete “benim hiç günahım yok, hepsi ABD’nin başının altından çıkıyor” diyeceksin öyle mi?
PYD’nin bu coğrafyada aktör olması için elinden geleni yapacaksın, Kobani’nin anahtarlarını kendi ellerinle PYD’ye teslim edeceksin, Kürdistan silahlı kuvvetlerine yolgeçen hanı olmak için tezkere çıkaracaksın, Kobanidekileri alnından öpeceksin, PYD’ye yardıma gidenlerin yediği lahmacunun parasını bile bu millete ödeteceksin… Sonra dönüp aynı millete “benim hiç günahım yok, hepsi ABD’nin başının altından çıkıyor” diyeceksin öyle mi?
*
Bak açık söyleyeyim.
Kimse hatırlamıyordur, yaptıklarım çoktan unutulmuştur, nasıl olsa yediririm sanıyorsun ama…
Lahmacun olsan, yenmezsin!
Kimse hatırlamıyordur, yaptıklarım çoktan unutulmuştur, nasıl olsa yediririm sanıyorsun ama…
Lahmacun olsan, yenmezsin!
10 Şubat 2016 Çarşamba
Türkiye’nin en çok güvendiği isim Uğur Dündar
Gezici Araştırma şirketi, halkın 'en çok güven duyduğu' isim araştırmasını yayınladı. Listenin 1. sırasında Uğur Dündar yer aldı.
4 bin 860 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılan araştırmada, halkın en çok güvendiği ilk üç isim Uğur Dündar, Fatih Terim ve Acun Ilıcalı oldu.
Gezici araştırma şirketi, en güvenilir isimleri araştırdı. Araştırma, Türkiye genelinde 14 Aralık 2015 ile 15 Ocak 2016 tarihleri arasında 7 coğrafi bölgede, 38 il ve 89 ilçede, bunlara bağlı 114 mahalle ve köyde, 18 yaş ve üstü seçmen nüfusunu temsil eden 2 bin 430’u kadın toplam 4 bin 860 denekle, yüz yüze görüşme metoduyla yapıldı.
Sorular açık uçlu ve şık verilmeden soruldu. Araştırma; Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Batman, Bolu, Bursa, Balıkesir, Bingöl, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, Gümüşhane, Hatay, Mersin, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Kahramanmaraş, Konya, Malatya, Manisa, Mardin, Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Sivas, Trabzon, Van, Yalova ve Zonguldak’ta yapıldı.
Şirketten yapılan açıklamaya göre, araştırmanın istatistiki hata payı güven sınırları içerisinde artı eksi yüzde 1,2.
TÜRKİYE’NİN EN ÇOK GÜVEN DUYDUĞU İSİMLER
1. Uğur Dündar
2. Fatih Terim
3. Acun Ilıcalı
4. Kıvanç Tatlıtuğ
5. Ahmet Hakan
6. Yılmaz Özdil
7. Aziz Yıldırım
8. Cem Yılmaz
9. Ahmet Kural
10. İsmail Küçükkaya
11. Orhan Gencebay
12. Murat Boz
13. İlber Ortaylı
14. Ertuğrul Özkök
15. Taha Akyol
16. Fatih Portakal
17. Kadir İnanır
18. Seda Sayan
19. Cüneyt Özdemir
20. Şahan Gökbakar
21. Türkan Şoray
22. Fatih Altaylı
23. Hülya Avşar
24. Şirin Payzın
25. Sıla
26. Sibel Can
27. Bekir Çoşkun
28. Yiğit Bulut
29. Gülben Ergen
30. Beyazıt Öztürk
4 bin 860 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılan araştırmada, halkın en çok güvendiği ilk üç isim Uğur Dündar, Fatih Terim ve Acun Ilıcalı oldu.
Gezici araştırma şirketi, en güvenilir isimleri araştırdı. Araştırma, Türkiye genelinde 14 Aralık 2015 ile 15 Ocak 2016 tarihleri arasında 7 coğrafi bölgede, 38 il ve 89 ilçede, bunlara bağlı 114 mahalle ve köyde, 18 yaş ve üstü seçmen nüfusunu temsil eden 2 bin 430’u kadın toplam 4 bin 860 denekle, yüz yüze görüşme metoduyla yapıldı.
Sorular açık uçlu ve şık verilmeden soruldu. Araştırma; Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Batman, Bolu, Bursa, Balıkesir, Bingöl, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, Gümüşhane, Hatay, Mersin, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Kahramanmaraş, Konya, Malatya, Manisa, Mardin, Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Sivas, Trabzon, Van, Yalova ve Zonguldak’ta yapıldı.
Şirketten yapılan açıklamaya göre, araştırmanın istatistiki hata payı güven sınırları içerisinde artı eksi yüzde 1,2.
TÜRKİYE’NİN EN ÇOK GÜVEN DUYDUĞU İSİMLER
1. Uğur Dündar
2. Fatih Terim
3. Acun Ilıcalı
4. Kıvanç Tatlıtuğ
5. Ahmet Hakan
6. Yılmaz Özdil
7. Aziz Yıldırım
8. Cem Yılmaz
9. Ahmet Kural
10. İsmail Küçükkaya
11. Orhan Gencebay
12. Murat Boz
13. İlber Ortaylı
14. Ertuğrul Özkök
15. Taha Akyol
16. Fatih Portakal
17. Kadir İnanır
18. Seda Sayan
19. Cüneyt Özdemir
20. Şahan Gökbakar
21. Türkan Şoray
22. Fatih Altaylı
23. Hülya Avşar
24. Şirin Payzın
25. Sıla
26. Sibel Can
27. Bekir Çoşkun
28. Yiğit Bulut
29. Gülben Ergen
30. Beyazıt Öztürk
6 Şubat 2016 Cumartesi
Yılmaz Özdil utandım dedi sosyal medya yıkıldı
Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, "Utandım, yerin dibine girdim" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Özdil'in bu yazısı sosyal medyada gündem oldu.
İşte Özdil'in o yazısı...
Okuyanlar hatırlar… “Zagros” başlıklı bir yazı yazdım, pkk tarafından kullanılan ve sayın basınımız tarafından ısrarla “el yapımı” olduğu söylenen keskin nişancı tüfeğinin, el yapımı filan olmadığını, Amerikan malı olduğunu, Kobani’de kullanıldığını, şimdi de Sur’da Cizre’de kullanıldığını anlattım.
*
Şak…
ABD büyükelçiliği yalanladı.
ABD büyükelçiliği yalanladı.
*
ABD büyükelçiliğinin yazılı açıklamasında “Zagros tüfeği Amerikan yapımı değildir, PKK veya PYD’ye hiçbir türde silah sağlanmamıştır, ABD’nin Türkiye’ye ihanet ettiğine dair iddia, gerçek dışıdır, Türkiye’nin NATO’ya katıldığı 1952’den bu yana, ABD, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak için çalışmaktadır, ABD hükümeti PKK’yı terör örgütü olarak görmektedir, PKK’ya hiçbir zaman silah sağlamamıştır, ABD hükümeti Türkiye’nin yanındadır” denildi.
*
Utandım tabii.
Yerin dibine girdim.
Yerin dibine girdim.
*
Yalanım çok fena yakalanmıştı!
*
Kendimi affettirebilmek için bazı düzeltmeler yapayım bari dedim.
*
“PKK’ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD’nin… ABD’yle dokuz defa toplantı yaptık. En son, Beyaz Saray’da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik… PKK’ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim. Biz hâlâ ‘Amerika bizim dostumuz’ diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye’ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD’deki muhatabım orgeneral Ralston’a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!”
-
Kime ait bu sözler?
Terörle mücadele koordinatörü orgeneral Edip Başer’e ait.
Terörle mücadele koordinatörü orgeneral Edip Başer’e ait.
*
“Kandil dağı’nda spotlarla aydınlatması olan bir helikopter pisti var. Irak’ta görev yapan bazı Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil’e gelerek, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor. ABD hükümetinin Irak’ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de, Kandil’deki kamplarda park halinde duruyor.”
*
Bu sözler kime ait?
Murat Karayılan’la röportaj yapmak üzere Kandil’e gelen İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy’a ait.
Murat Karayılan’la röportaj yapmak üzere Kandil’e gelen İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy’a ait.
*
Peki şu ne?
*
Eylül 2006, Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde brifing veren Amerikalı subay, Ortadoğu haritasını duvara yansıttı, orada bulunan Türk subaylar derhal salonu terketti, genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, ABD genelkurmay başkanını arayarak, olayı protesto etti.
Temmuz 2007, Atina’daki NATO analiz semineri brifinginde Yunan subay aynı haritayı duvara yansıttı, orada bulunan askeri ataşemiz derhal salonu terketti.
Çünkü, NATO’nun o haritasında Türkiye’nin güneydoğusu Kürdistan olarak görülüyor.
Temmuz 2007, Atina’daki NATO analiz semineri brifinginde Yunan subay aynı haritayı duvara yansıttı, orada bulunan askeri ataşemiz derhal salonu terketti.
Çünkü, NATO’nun o haritasında Türkiye’nin güneydoğusu Kürdistan olarak görülüyor.
*
E hal böyleyken… Pkk’ya silah taşıyan Amerikan kamyonunun kamera görüntüsü varken, İngiliz gazetecinin şahitliği varken, NATO’nun Kürdistan haritası kabak gibi ortadayken, ne diyor ABD elçisi?
*
“Türkiye’nin NATO’ya katıldığı 1952’den bu yana, ABD, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak için çalışmaktadır, ABD hükümeti PKK’yı terör örgütü olarak görmektedir, asla silah sağlamamıştır.”
*
Gözümüzün içine baka baka bizi bu kadar enayi yerine koyduklarını görünce, insan hakikaten utanıyor. Yerin dibine giriyor.
*
Zagros’a dönersek…
*
Bazı emekli subaylarımız adeta kampanya başlattı, basındaki arkadaşlarını arayarak “Amerikan malı olmadığını, el yapımı” olduğunu yazdırıyorlar. Bu enteresan subaylarımıza iki basit sorum, bir de cazip teklifim var.
*
Erbil’de Duhok’ta Kerkük’te semt pazarlarında, bakkallarda bile silah satılıyor. Sudan ucuz Kalaşnikoflar, M16’lar, roketler işporta tezgahında sergileniyor. Kanas tabir edilen Dragunov marka keskin nişancı tüfeğini bulmak, domates salçası bulmaktan daha kolayken… Pkk neden keskin nişancı tüfeği icat etme ihtiyacı hissetti?
*
Toplama silah yapılabilir mi… Elbette yapılabilir. Mercedes kasaya da Tofaş motor takabilirsin. Ama, netice alabilir misin? Toplama silahta bin metreden keskin nişancı atışı yapabilecek hassasiyet olabilir mi?
*
Teklifim ise şu… Madem bu iş el yapımı bile halledilebiliyor… El yapımından vazgeçtim, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun fabrikalarında bu seviyede, bu kalibrede keskin nişancı tüfeği yapın, gideyim Amerikan elçisinin elini öpeyim!
2 Şubat 2016 Salı
Yılmaz Özdil'in Zagros yazısı sosyal medyayı salladı
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'in kaleme aldığı Zagros başlıklı yazı, sosyal medyada büyük ses getirdi.
İşte Özdil'in o yazısı...
İki şehit.
Bir şehit.
Ertesi gün üç şehit.
Henüz onları toprağa bile vermeden beş şehit daha.
Bir şehit.
Ertesi gün üç şehit.
Henüz onları toprağa bile vermeden beş şehit daha.
*
Her gün.
*
Zagros adı verilen uzun namlulu, dürbünlü keskin nişancı tüfeğiyle vuruyorlar. İki bin metre etkin menzili var, çok güçlü, bin 300 metreden tetiğe basıyorlar, çelik yeleği delip geçiyor.
*
Nerden çıktı bu zagros derseniz?
Sayın basınımız izah ediyor.
“Teröristlerin el yapımı zagros tüfeği, 12.7 milimetre çapında uçaksavar mermisi atıyor, atış mekanizması Kanas suikast silahından, namlusu Doçka’dan alınarak üretiliyor.”
Sayın basınımız izah ediyor.
“Teröristlerin el yapımı zagros tüfeği, 12.7 milimetre çapında uçaksavar mermisi atıyor, atış mekanizması Kanas suikast silahından, namlusu Doçka’dan alınarak üretiliyor.”
*
Bu haberi okuyanlar ister istemez ne düşünüyor?
Vay be, teröristler keskin nişancı tüfeği icat etmiş!
Vay be, teröristler keskin nişancı tüfeği icat etmiş!
*
Çünkü sayın basınımız lütfedip düşünmüyor… Böylesine etkili bir silahı icat etmek bu kadar kolaysa, biz niye hâlâ tırışkadan G3’leri kullanıyoruz? Pkk’nın el becerisiyle hallediverdiği teknoloji harikası silahı, koskoca Türkiye Cumhuriyeti akıl edemiyor mu?
*
Birincisi…
Kanas diye bir silah yok, o silahın ismi Dragunov… Rusça Dragunov kelimesine dilimiz dönmediği için, Türkçe “keskin nişancı silahı” denildi. Keskin nişancı silahının başharfleri, kısaca KNS’ye çevrildi. KNS’yi de kanas diye okuyup, sanki markaymış gibi kanas diye uydurdular, senelerdir öyle gidiyor. Genelkurmay bile kanas diyor!
Kanas diye bir silah yok, o silahın ismi Dragunov… Rusça Dragunov kelimesine dilimiz dönmediği için, Türkçe “keskin nişancı silahı” denildi. Keskin nişancı silahının başharfleri, kısaca KNS’ye çevrildi. KNS’yi de kanas diye okuyup, sanki markaymış gibi kanas diye uydurdular, senelerdir öyle gidiyor. Genelkurmay bile kanas diyor!
*
İkincisi…
Kanas tabir ettiğimiz tüfek, 7.62 milimetre çapındadır. Doçka ise 12.7 milimetredir. Sanayi sitesinde Mercedes kasaya Tofaş motor monte etmeye benzer. Şekil olarak sırıtmaz ama, netice alamazsın. Kanas’ın atım yatağı, uçaksavar mermisinin basıncına dayanamaz. Atış yapsan bile, keskin hedef vurabilmen imkansızdır. Sıfırlama yapamazsın.
Kanas tabir ettiğimiz tüfek, 7.62 milimetre çapındadır. Doçka ise 12.7 milimetredir. Sanayi sitesinde Mercedes kasaya Tofaş motor monte etmeye benzer. Şekil olarak sırıtmaz ama, netice alamazsın. Kanas’ın atım yatağı, uçaksavar mermisinin basıncına dayanamaz. Atış yapsan bile, keskin hedef vurabilmen imkansızdır. Sıfırlama yapamazsın.
*
Üçüncüsü…
Zagros denilen silahta şarjör yok, şarjör yuvası yok, kıçtan dolduruluyor, her seferinde tek atış yapılıyor. Kundağın her iki tarafında, Doçka namlusundan farklı olarak, yedişer adet delik var, gaz tahliyesi ve soğutmaya yarıyor. Metal dipçik, kauçukla kaplanmış. İyi güzel de… İsabet yüzdesi bu denli yüksek, bu kalitede bir silah, bu hassasiyette, el tezgahında üretilebilir mi? Hangi hammaddeyle, hangi teknik malzemeyle, hangi mühendisle becerdiler bu işi? Diyelim ki, becerdiler… Seri üretimini nasıl yaptılar birader?
Zagros denilen silahta şarjör yok, şarjör yuvası yok, kıçtan dolduruluyor, her seferinde tek atış yapılıyor. Kundağın her iki tarafında, Doçka namlusundan farklı olarak, yedişer adet delik var, gaz tahliyesi ve soğutmaya yarıyor. Metal dipçik, kauçukla kaplanmış. İyi güzel de… İsabet yüzdesi bu denli yüksek, bu kalitede bir silah, bu hassasiyette, el tezgahında üretilebilir mi? Hangi hammaddeyle, hangi teknik malzemeyle, hangi mühendisle becerdiler bu işi? Diyelim ki, becerdiler… Seri üretimini nasıl yaptılar birader?
*
Peki nedir?
*
Zagros diye bi icat yoktur.
Kanas-Doçka palavradır.
El yapımı falan değildir.
Kanas-Doçka palavradır.
El yapımı falan değildir.
*
BFG-50A’dır.
Amerikan malıdır.
Amerikan malıdır.
*
Merkezi Florida’da bulunan Serbu Firearms şirketi tarafından üretiliyor. Protitipi 2002’de ortaya çıktı. 2011’den beri satılıyor. Amerikan ordusu kullanıyor. AB üyesi ülkelere ihraç ediliyor.
*
Amerikalı paralı askerlerden oluşan özel güvenlik şirketi Blackwater’ın en sevdiği silahların başında geliyor. Eski adıyla Blackwater, yeni adıyla Akademi, Irak’ta bu silahı kullanıyordu.
*
Suriye’de Işid’e karşı görev yapan Blackwater elemanlarıyla, PYD-PKK’nın cankuş olduğu… Bu silahın Kobani’de kullanıldığı biliniyor.
*
Az personelle, az riskle, çok zarar verdiren bu silah… İlk kez 2012 senesinde Pkk’lıların elinde görüldü. Kandil’de bu silahla poz verdiler, basına servis ettiler. “Zagros tüfeği” dediler. Bizim sayın basınımız da hiç tereddüt etmeden, hiç düşünmeden üstüne atladı. O günden itibaren “el yapımı zagros tüfeği” diye yazılmaya başlandı.
*
2013 senesinde Pkk’lılar Kobani’ye konuşlandı.
*
Asrın liderimiz ve sayın hükümetimiz, Kobani’nin PYD kontrolüne geçmesi için adeta elinden geleni yaptı, kapılarımızı açtı. Takvimde başka gün yokmuş gibi tam 29 Ekim’de, cumhuriyet bayramımızda, peşmerge güçleri topuyla tüfeğiyle topraklarımıza girdi, havayi fişek fırlata fırlata, halay çeke çeke, resmi geçit yapar gibi Kobani’ye geçti.
*
Arazi şartlarına alışık olan, şehir savaşını bilmeyen pkk militanları, Kobani’de idman yaptı. Teorik-taktik eğitim aldı. Gerçek şartlarda uyguladı. Şehir savaşını öğrendi. Göğüs göğüse çarpışmaktansa, hendekler kazmayı, her sokağı, her evi patlayıcıyla tuzaklamayı… BFG-50A’yla az personelle, az riskle, çok zarar verdirmeyi öğrendi.
*
(Bir bacanın deliğine, veya kiremitlerin altına, veya perdenin arkasına kamufle oluyor, 800 metreden 900 metreden tetiğe basıyor, hedefini vuruyor, kaçıyor, duvarları delinmiş koridorlar sayesinde koşarak yan binaya, oradan öbür binaya, oradan öbür binaya geçiyor… 800-900 metreden ateş edilen yeri tesadüfen tespit etsen bile, istersen tankla vur, binayı yık, artık orada kimse bulunmuyor.)
*
Kobani’de öğrendiler…
Sur’da Cizre’de Silopi’de uyguluyorlar.
Sur’da Cizre’de Silopi’de uyguluyorlar.
*
Stratejik ortağımızdan (!) aldıkları silahı, bize karşı kullanıyorlar.
*
Ve, sayın gerizekalı basınımız hâlâ yazıyor, “el yapımı zagros” filan.
*
Maalesef iddia ediyorum… Amerikalılar pkk’ya savaş uçağı bile verse, bizim basın izah eder, “el yapımı F16’yla saldırdılar sayın seyirciler…”
23 Ocak 2016 Cumartesi
Yılmaz Özdil'in İki Mustafa yazısı sosyal medyayı salladı
Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, dün kaleme aldığı Mustafa Koç yazısıyla büyük ses getirmiş, herkes onu konuşmuştu. Özdil, bugün de köşesinde Mustafa Koç'a yer verdi...
İşte Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısı...
Sene 2004.
Londra’daki Madame Tussauds Müzesi’nde Mustafa Kemal’in balmumu heykeli vardı. Ancak, Mustafa Kemal olduğuna bin şahit isterdi. Raşitik bir vücut, alakasız bir surat, ne saçı benziyordu, ne göz rengi tutuyordu. Üstelik, müzede sergilendiği yer adeta kıyıda köşedeydi, büyük devlet adamlarına ayrılan bölümde değildi.
Londra’daki Madame Tussauds Müzesi’nde Mustafa Kemal’in balmumu heykeli vardı. Ancak, Mustafa Kemal olduğuna bin şahit isterdi. Raşitik bir vücut, alakasız bir surat, ne saçı benziyordu, ne göz rengi tutuyordu. Üstelik, müzede sergilendiği yer adeta kıyıda köşedeydi, büyük devlet adamlarına ayrılan bölümde değildi.
*
Müzeyi her sene bir milyon kişi ziyaret ediyordu, Türk vatandaşları gördükçe kahroluyor, yabancılar ise Atatürk’ü böyle tanıyordu.
*
Londra’ya her giden aynı şikayetle dönüyordu ama, sayın devletimiz, sayın hükümetimiz kılını kıpırdatmıyordu…
Mustafa Koç el koydu!
Mustafa Koç el koydu!
*
(Madame Tussauds müzesindeki tuhaf heykelden rahatsızlık hissedenlerin başında, varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Yılmaz Büyükerşen geliyordu. Kendimiz yapmazsak, elaleme bırakırsak, olacağı bu diye düşünmüş ve sırf bu nedenle balmumu heykel çalışmaya başlamıştı. Büyükerşen’in çabalarından önce Türkiye’de balmumu heykel yapmak için malzeme bile üretilmiyordu. Dönemin hava kuvvetleri komutanı İbrahim Fırtına, Eskişehir’de görev yaptığı sırada, Profesör Büyükerşen’in çabalarına şahit olmuştu. Bir vesileyle biraraya geldiklerinde Mustafa Koç’a anlattı. Fikri ateşledi. Mustafa Koç, balmumu heykelde en yetkin ismimiz Profesör Büyükerşen’i aradı, projenin başına geçer misiniz diye sordu. Cevap, elbette evetti.)
*
Koç grubu, Madame Tussaud müzesiyle temas kurdu, resmi teklifini iletti: “Atatürk heykelini değiştirmek istiyoruz, Profesör Yılmaz Büyükerşen’in kontrolünde olacak, gereken neyse yapmaya hazırız.”
*
Müze tarihinde böyle bir değişikliğin örneği yoktu. Mırın kırın ettiler, olmaz öyle şey filan dediler. Koç grubu bastırdı.
*
Müze yönetimi iki şartla kabul etti. Müzenin başheykeltıraşı, Profesör Büyükerşen’le birlikte çalışacaktı, Koç grubu tüm masrafları karşılayacak, üstüne 70 bin pound ödeyecekti.
*
Derhal kabul edildi. İki şarta, iki karşı şartla cevap verildi. Müzenin heykeltıraşı öncelikle Lord Kinross’un Atatürk biyografisini okuyacak, ardından Anıtkabir’i görecek, sonra heykele başlayacaktı. Çünkü Atatürk, sadece vücut ölçülerinden, fotoğraflarından ibaret değildi. Atatürk’ün dehasını, ışıltısını tanımadan, Türk milletinin Atatürk’e sevgisini, saygısını tanımadan, Atatürk’ü Atatürk’e benzetebilmesi mümkün değildi.
*
Atatürk’ün 50 yaşındaki hali yansıtılacaktı. 10 Kasım 1938’de vefatından hemen sonra alınan ve Anıtkabir’de korunan birebir yüz maskı kopyalandı. Vücut ölçülerini ve karizmasını ortaya koyan fotoğraflarını Profesör Büyükerşen verdi.
*
(Parantez açalım… Bu projeye vesile olan İbrahim Fırtına, asrın iftirasıyla Silivri’ye tıkıldı. Bu projenin, Atatürk’e dair tüm askeri organizasyonunu üstlenen, değerli arkadaşım kurmay albay İsmet Çınkı, asrın iftirasıyla Maltepe’de yatırıldı. Bu memlekette Atatürk’ü sevmenin maalesef ciddi bedeli var… Parantezi kapatalım.)
*
Bir sene çalışıldı.
Gerçeğe yakışır, muhteşem bir heykel ortaya çıktı.
Gerçeğe yakışır, muhteşem bir heykel ortaya çıktı.
*
Ayrıca…
Koç Grubu’nun sözleşmesi gereğince, heykelin yeri değiştirildi. Ana salon tabir edilen, büyük liderlerin sergilendiği bölüme taşındı.
Koç Grubu’nun sözleşmesi gereğince, heykelin yeri değiştirildi. Ana salon tabir edilen, büyük liderlerin sergilendiği bölüme taşındı.
*
Törenle açılışı yapılacaktı.
Gününü Mustafa Koç belirledi.
Gününü Mustafa Koç belirledi.
*
10 Kasım 2005.
Ölüm yıldönümünde, doğacaktı.
Ölüm yıldönümünde, doğacaktı.
*
O zamanlar atv haber’in başındaydım. Atv de henüz havuz medyası değildi. Madame Tussauds müzesinden özel izinle canlı yayın yaptık. Koç Grubu tarafından yenilenen Atatürk’ün balmumu heykelini, açılışından bir saat önce Türkiye’ye gösterme onurunu yaşadık.
*
(30 dakika yayın yaptık. İzlenme rekoru kırıldı. Telefonlarımız kilitlendi. Yurttaşlar ağlayarak arıyor, tekrarını istiyordu. Ana haber bülteni, o gün ve ertesi gün, üç defa tekrar yayınlandı.)
*
Mustafa Koç canlı yayınımıza katıldı. Yandaş medyaya biat etmediği için işten çıkarılacak olan değerli arkadaşım Korcan Karar’ın sorularını yanıtladı. Neden bu işe el koyduğunu anlattı.
*
“Atamızı aklımızda ve kalbimizde taşıdığımız biçimde, yani gerçek hatlarıyla tanıtmak istedik. Gururluyum, heyecanlıyım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, fiziken aramızda olmasa da, 20’nci yüzyılın liderleri arasında, peşinden kitleleri sürükleyebilecek karizmaya ve öngörüye sahip… İdealleri halen yaşayan, fikirleri ölümsüz bir başka lider yok. Atatürk Türkiyesi’ni çağdaş uygarlığın ilerisine taşımak, ülkemizi ve tarihimizi uluslararası platforma doğru tanıtmak için, üzerimize düşenleri yapmayı bir borç biliyoruz.”
*
2003’te Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Mustafa Koç’un, bu koltukta bizzat gerçekleştirdiği ilk sosyal sorumluluk projesi buydu. İlk imzasını Mustafa Kemal’le atmıştı.
*
Ailesi ona mübarek bir isim verdi.
O da isminin hakkını verdi.
O da isminin hakkını verdi.
*
Ve önceki gün, sosyal medyadan hayatının son paylaşımlarını yaptı.
Bu defa Havana’da adaşı’nın yanındaydı.
Bu defa Havana’da adaşı’nın yanındaydı.
*
Güle güle Mustafa Koç.
Nur içinde yat.
Seni hep güzel hatırlayacağız.
Hep Mustafa’yla hatırlayacağız.
Nur içinde yat.
Seni hep güzel hatırlayacağız.
Hep Mustafa’yla hatırlayacağız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)