Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de hava kirliliği rekor seviyeye yükseldi.
Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi üzerindeki kirli hava tabakasının insan sağlığını tehdit eder rekor yoğunluğa ulaştığı bildiriliyor. Hint medyasındaki haberlerde, hava kirliliğinin 23 Aralık’ta yılın en üst yüksek seviyesine yükseldiği belirtildi. 17 milyon nüfuslu Yeni Delhi’deki bütün ölçüm merkezlerinde hava kalitesinin ‘çok kötü’ veya ‘zararlı’ olduğu kaydedildi.
Hindistan hükümeti Cuma günü hava kirliliği ile mücadele önlemlerini duyuracak. Havadaki toz zerrecikleri yoğunluğunun 400 ila 500 puana çıktığı tespit edildi. Birleşmiş Milletler Sağlık Teşkilatı hava kirliliği üst sınırını 25 puan olarak belirlemişti.
KANSERE YOL AÇABİLİYOR
Çapı 2,5 mikrometreden küçük olan zehirli toz zerrecikleri akciğere yerleştiği gibi doğrudan kana karışarak kansere de yol açabiliyor. Dünyanın havası en kirli şehirlerinden biri olan Yeni Delhi’deki hava kirliliği yılın çoğu gününde Pekin’deki kirliliğin de üzerine çıkıyor. Motorlu araç sayısının sürekli arttığı ve eski kamyonların kurumlu egzoz çıkardığı Hindistan başkentindeki hava kirliliğini arttıran diğer faktörlerin başında yemek pişirmede ve ısınmada kullanılan katı yakıtla, kömürlü termik santraller ve kenar semtlerdeki tuğla imalathaneleri geliyor.
25 Aralık 2015 Cuma
İlk yazılan Kuran-ı Kerim bulundu mu?
İngiltere'nin Birmingham Üniversitesi'nde bulunan ve en az 1370 yıllık olduğu düşünülen Kuran-ı Kerim hakkındaki incelemeler sürüyor.
Temmuz ayında İngiltere’nin Birmingham Üniversitesi kütüphanesinden tesadüfen keşfedilen ve karbon testi yapıldıktan sonra en az 1370 yıllık olduğu anlaşılan, ve günümüze ulaşabilen ilk Kuran-Kerim olduğu düşünülen kutsal metin sayfaları hakkındaki birçok farklı görüş ortaya atıldı.
Yapılan incelemeler, el yazması bu sayfaların kaynağı hakkında çok daha büyük soru işaretlerini gündeme getirdi. Dünyanın farklı kesimlerinden konuya yapılan tepkiler, durumun açıklanandan çok daha önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Yapılan tahliller, parşömenin yüzde 95 olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki dönemden kalmış olduğunu gösteriyor. Buna göre, bulunan Kuran-Kerim sayfalarının, Hz. Muhammed’in 632 yılında ölümünden sonra halifelik görevine başlayan Hz. Ebubekir tarafından kitaplaştırılan ilk Kuran-ı Kerim’e ait olabileceği iddia ediliyor.
Bu ise, İslamiyet ve Müslümanlar açısından bugüne kadar yapılmış en büyük keşif olabilir.
El yazması Kuran sayfalarının, Birmingham Üniversitesi’ne ulaşmadan önce, Mısır’ın en eski camisi olan Fustat şehrindeki Amr bin el-Âs Camiinde yer aldığı biliniyor.
ESERİN BİR KISMI PARİS’TE BULUNUYOR
Araştırmacılar, Birmingham Üniversitesi’nde bulunan el yazması Kuran-ı Kerim’in, Paris’teki Fransız ulusal kütüphanesi Bibliotheque Nationale de France’de yer alan el yazmalarının parçası olduğunu ileri sürüyor. Fransa Ulusal Kütüphanesi, bu konuda Kuran tarihçisi Francois Deroche’nin görüşüne yer veriyor. Deroche, her iki el yazmasının da aynı eserin parçası olduğu konusunda hemfikir. Paris’teki el yazması Kuran-ı Kerim sayfalarının kaynağının da Mısır’daki Amr bin el-Âs Camii olduğu biliniyor.
Paris’e getirilen parçaların, 19. yüzyılın başlarında Napolyon ordularının işgali altındaki Mısır’da konsolos yardımcılığını yapan Asselin de Cherville tarafından Fransa’ya getirildiği düşünülüyor.
Deroche, 1820′lerde Asselin de Cherville öldükten sonra eşinin el yazması birçok eseri İngiltere kütüphanesine satmaya çalıştığı, ancak tüm eserlerin daha sonrasında Paris ulusal kütüphanesine konulduğunu belirtiyor.
SAYFALARIN BİR KISMI ANTİKA PAZARINA DÜŞMÜŞ
Kuran tarihçisi Deroche, 19. yüzyıl sonunda bazı el yazmalarının Fustat’taki Amr bin el-Âs Camiinden alınıp, Kahire’deki ulusal kütüphaneye taşındığını belirtiyor. Bu süreçte bazı kopyaların da, asıllarından ayrılıp antika pazarına düştüğü iddia ediliyor. Bu süreçte İngiltere’ye ulaşan kopyaların 1920′lere kadar birçok kez satıldığı, ancak Alphonse Mingana’ya ulaştıktan sonra Birmingham Üniversitesi’ne getirildiği düşünülüyor.
Esasen bir Suriyeli olan Alphonse Mingana, günümüzde Irak sınırları içerisinde yer alan Zakho kentinde doğdu. Varlıklı İngiliz ailesi Cadbury tarafından fonlanan Mingana, Ortadoğu’da antika topladığı bir tura çıktı.
Deroche, batılı koleksiyonerlerin elindeki birçok parçanın da hala gün yüzüne çıkmadığını belirtiyor.
Aslında tüm ipuçları ve bilgiler birbiriyle eşleşiyor olsa da, Birmingham Üniversitesi’ndeki keşif, tartışmaları beraberinde getiriyor. Radyokarbon testi, kütüphanedeki el yazmalarının 568 ve 645 yılları arasında yapıldığını ortaya koyuyor. Bu da en geç, Hz. Muhammed’in ölümünden 13 yıl sonraya denk geliyor.
‘YAZAN KİŞİ HZ. MUHAMMED’İ TANIYORDU’
Birmingham Üniversitesi Hristyanlık ve İslam profesörlerinden David Thomas ise, “Bunları yazan kişi muhtemelen Hz. Muhammed’i de tanıyordu” şeklinde konuştu.
Fakat bu bilgi, dönemin dil kullanımı ve yazım şekli ile örtüşmüyor.
Londra’daki Doğu ve Afrika çalışmaları araştırmacılarından Mustafa Şah, çizgisel kanıtların, gramer işaretlerinin ve mısraların ayrılma biçiminden yola çıkılarak bu el yazmalarının daha ileri bir tarihe ait olduğunu ileri sürüyor. Şah’a göre erken dönem Arapça ile Birmingham Üniversitesi’nde bulunan el yazısı Arapça metinler birbiriyle örtüşmüyor.
Öte yandan Profesör Deroche, radyokarbon testlerinin, tarihi bilinen birçok ürünün tarihini yanlış verdiğine dikkat çekiyor.
Ancak testi yapan Oxford Üniversitesi, test sonuçlarının doğru olduğu konusunda ısrarcı ve testin arkasında duruyor.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde el yazması Kuran’dan sadece 2 sayfa yer alıyor. Eserin tamamının ise 200 sayfa civarında olduğu tahmin ediliyor.
Mustafa Şah, 1990′lara kadar 8. yüzyıla kadar yazılı bir bütün halinde Kuran-ı Kerim’e rastlanmadığını belirtiyor. Ancak Paris’teki ve Londra’daki el yazmaları bunun tam tersini kanıtlar nitelikte…
İDDİALAR DOĞRUYSA NE OLACAK?
Peki Birmingham Üniversitesi’ndeki el yazmalarına yapılan karbon testi doğruysa ne olacak?
David Thomas, bunun tarihi bir an olacağını belirtiyor. Thomas, yazılan Kuran-ı Kerim’i kimin organize ettiği ve kaynaklarının ne olduğu gibi konuların tartışmaya açılacağını söylüyor.
Kuran’ın yazılı hale gelmesi, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra 632 ve 634 yılları arasında halifelik yapan Hz. Ebubekir dönemine geldiği biliniyor.
İslam konusunda çalışan birçok araştırmacı, Birmingham’da keşfedilen Kuran’ın sayfalarının ilk Kuran’a ait olduğu ve bunun İslam çalışmaları konusunda bir ‘devrim’ olduğu konusunda hemfikir.
Öte yandan üzerinde el yazısı bulunan ve hayvan derisinden yapılan parşömenlerin bu tarihlerde üretildiği, yazının ise 650 ve 655 yılları arasında yazıldığı da düşünülüyor. Bu tarih ise 644 ve 656 yılları arasında görev alan Hz. Osman’ın halifelik dönemine denk geliyor. Hz. Osman’ın, o döneme kadar yazılan tüm Kuran’lara bir standart getirmeye çalıştığı ve revize ettiği Kuran-ı Kerim’leri Müslüman topluluklara gönderdiği
biliniyor.
Bu teorilerin hiçbirini kanıtlamak ya da reddetmek mümkün değil.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinden bir doktora öğrencisinin, koyun veya keçi derisinden parşömene yazılmış olan kitabın parçalarını dikkatle incelemesinden sonra, karbon 14 tarihleme yöntemi uygulanması kararlaştırılmış ve büyük heyecan uyandıran, bu yazıların bugüne dek ulaşmış en eski Kur’an-ı Kerim’e ait olabileceği sonucu ortaya çıkmıştı.
ÇEVİREN: SEDA TÜRKOĞLU/ Sözcü
Temmuz ayında İngiltere’nin Birmingham Üniversitesi kütüphanesinden tesadüfen keşfedilen ve karbon testi yapıldıktan sonra en az 1370 yıllık olduğu anlaşılan, ve günümüze ulaşabilen ilk Kuran-Kerim olduğu düşünülen kutsal metin sayfaları hakkındaki birçok farklı görüş ortaya atıldı.
Yapılan incelemeler, el yazması bu sayfaların kaynağı hakkında çok daha büyük soru işaretlerini gündeme getirdi. Dünyanın farklı kesimlerinden konuya yapılan tepkiler, durumun açıklanandan çok daha önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Yapılan tahliller, parşömenin yüzde 95 olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki dönemden kalmış olduğunu gösteriyor. Buna göre, bulunan Kuran-Kerim sayfalarının, Hz. Muhammed’in 632 yılında ölümünden sonra halifelik görevine başlayan Hz. Ebubekir tarafından kitaplaştırılan ilk Kuran-ı Kerim’e ait olabileceği iddia ediliyor.
Bu ise, İslamiyet ve Müslümanlar açısından bugüne kadar yapılmış en büyük keşif olabilir.
El yazması Kuran sayfalarının, Birmingham Üniversitesi’ne ulaşmadan önce, Mısır’ın en eski camisi olan Fustat şehrindeki Amr bin el-Âs Camiinde yer aldığı biliniyor.
ESERİN BİR KISMI PARİS’TE BULUNUYOR
Araştırmacılar, Birmingham Üniversitesi’nde bulunan el yazması Kuran-ı Kerim’in, Paris’teki Fransız ulusal kütüphanesi Bibliotheque Nationale de France’de yer alan el yazmalarının parçası olduğunu ileri sürüyor. Fransa Ulusal Kütüphanesi, bu konuda Kuran tarihçisi Francois Deroche’nin görüşüne yer veriyor. Deroche, her iki el yazmasının da aynı eserin parçası olduğu konusunda hemfikir. Paris’teki el yazması Kuran-ı Kerim sayfalarının kaynağının da Mısır’daki Amr bin el-Âs Camii olduğu biliniyor.
Paris’e getirilen parçaların, 19. yüzyılın başlarında Napolyon ordularının işgali altındaki Mısır’da konsolos yardımcılığını yapan Asselin de Cherville tarafından Fransa’ya getirildiği düşünülüyor.
Deroche, 1820′lerde Asselin de Cherville öldükten sonra eşinin el yazması birçok eseri İngiltere kütüphanesine satmaya çalıştığı, ancak tüm eserlerin daha sonrasında Paris ulusal kütüphanesine konulduğunu belirtiyor.
SAYFALARIN BİR KISMI ANTİKA PAZARINA DÜŞMÜŞ
Kuran tarihçisi Deroche, 19. yüzyıl sonunda bazı el yazmalarının Fustat’taki Amr bin el-Âs Camiinden alınıp, Kahire’deki ulusal kütüphaneye taşındığını belirtiyor. Bu süreçte bazı kopyaların da, asıllarından ayrılıp antika pazarına düştüğü iddia ediliyor. Bu süreçte İngiltere’ye ulaşan kopyaların 1920′lere kadar birçok kez satıldığı, ancak Alphonse Mingana’ya ulaştıktan sonra Birmingham Üniversitesi’ne getirildiği düşünülüyor.
Esasen bir Suriyeli olan Alphonse Mingana, günümüzde Irak sınırları içerisinde yer alan Zakho kentinde doğdu. Varlıklı İngiliz ailesi Cadbury tarafından fonlanan Mingana, Ortadoğu’da antika topladığı bir tura çıktı.
Deroche, batılı koleksiyonerlerin elindeki birçok parçanın da hala gün yüzüne çıkmadığını belirtiyor.
Aslında tüm ipuçları ve bilgiler birbiriyle eşleşiyor olsa da, Birmingham Üniversitesi’ndeki keşif, tartışmaları beraberinde getiriyor. Radyokarbon testi, kütüphanedeki el yazmalarının 568 ve 645 yılları arasında yapıldığını ortaya koyuyor. Bu da en geç, Hz. Muhammed’in ölümünden 13 yıl sonraya denk geliyor.
‘YAZAN KİŞİ HZ. MUHAMMED’İ TANIYORDU’
Birmingham Üniversitesi Hristyanlık ve İslam profesörlerinden David Thomas ise, “Bunları yazan kişi muhtemelen Hz. Muhammed’i de tanıyordu” şeklinde konuştu.
Fakat bu bilgi, dönemin dil kullanımı ve yazım şekli ile örtüşmüyor.
Londra’daki Doğu ve Afrika çalışmaları araştırmacılarından Mustafa Şah, çizgisel kanıtların, gramer işaretlerinin ve mısraların ayrılma biçiminden yola çıkılarak bu el yazmalarının daha ileri bir tarihe ait olduğunu ileri sürüyor. Şah’a göre erken dönem Arapça ile Birmingham Üniversitesi’nde bulunan el yazısı Arapça metinler birbiriyle örtüşmüyor.
Öte yandan Profesör Deroche, radyokarbon testlerinin, tarihi bilinen birçok ürünün tarihini yanlış verdiğine dikkat çekiyor.
Ancak testi yapan Oxford Üniversitesi, test sonuçlarının doğru olduğu konusunda ısrarcı ve testin arkasında duruyor.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde el yazması Kuran’dan sadece 2 sayfa yer alıyor. Eserin tamamının ise 200 sayfa civarında olduğu tahmin ediliyor.
Mustafa Şah, 1990′lara kadar 8. yüzyıla kadar yazılı bir bütün halinde Kuran-ı Kerim’e rastlanmadığını belirtiyor. Ancak Paris’teki ve Londra’daki el yazmaları bunun tam tersini kanıtlar nitelikte…
İDDİALAR DOĞRUYSA NE OLACAK?
Peki Birmingham Üniversitesi’ndeki el yazmalarına yapılan karbon testi doğruysa ne olacak?
David Thomas, bunun tarihi bir an olacağını belirtiyor. Thomas, yazılan Kuran-ı Kerim’i kimin organize ettiği ve kaynaklarının ne olduğu gibi konuların tartışmaya açılacağını söylüyor.
Kuran’ın yazılı hale gelmesi, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra 632 ve 634 yılları arasında halifelik yapan Hz. Ebubekir dönemine geldiği biliniyor.
İslam konusunda çalışan birçok araştırmacı, Birmingham’da keşfedilen Kuran’ın sayfalarının ilk Kuran’a ait olduğu ve bunun İslam çalışmaları konusunda bir ‘devrim’ olduğu konusunda hemfikir.
Öte yandan üzerinde el yazısı bulunan ve hayvan derisinden yapılan parşömenlerin bu tarihlerde üretildiği, yazının ise 650 ve 655 yılları arasında yazıldığı da düşünülüyor. Bu tarih ise 644 ve 656 yılları arasında görev alan Hz. Osman’ın halifelik dönemine denk geliyor. Hz. Osman’ın, o döneme kadar yazılan tüm Kuran’lara bir standart getirmeye çalıştığı ve revize ettiği Kuran-ı Kerim’leri Müslüman topluluklara gönderdiği
biliniyor.
Bu teorilerin hiçbirini kanıtlamak ya da reddetmek mümkün değil.
Birmingham Üniversitesi kütüphanesinden bir doktora öğrencisinin, koyun veya keçi derisinden parşömene yazılmış olan kitabın parçalarını dikkatle incelemesinden sonra, karbon 14 tarihleme yöntemi uygulanması kararlaştırılmış ve büyük heyecan uyandıran, bu yazıların bugüne dek ulaşmış en eski Kur’an-ı Kerim’e ait olabileceği sonucu ortaya çıkmıştı.
ÇEVİREN: SEDA TÜRKOĞLU/ Sözcü
İşte 2016’da ödenecek vergiler
Önümüzdeki yıl ödenecek vergi ve harçlar artırıldı. İşte yeni vergi oranları…
Gelir, veraset ve intikal, damga, emlak vergisi ile harçlar kanununda öngörülen vergi, maktu vergi ve harçlar 2016 yılında uygulanmak üzere artırıldı.
Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan tebliğlere göre, gelir vergisine tabi gelirlerin vergilendirilmesinde esas alınan tarife, 2016 için 12,600 TL’ye kadar yüzde 15, 30,000 TL’nin 12,600 TL’si için 1.890 TL, fazlası yüzde 20, 69,000 TL’nin 30,000 TL’si için 5,370 TL, (ücret gelirlerinde 110,000 TL’nin 30.000 TL’si için 5,370 TL), fazlası yüzde 27, 69,000 TL’den fazlasının 69,000 TL’si için 15,900 TL, (ücret gelirlerinde 110,000 TL’den fazlasının 110,000 TL’si için 26,970 TL), fazlası yüzde 35 şeklinde yeniden düzenlendi.
Basit usule tabi olmanın özel şartlarını belirleyen hadler, 2016 takvim yılında uygulanmak üzere; 1 numaralı bent için 88,000 TL ve 126,000 TL, 2 numaralı bent için 42,000 TL, 3 numaralı bent için 88,000 TL, olarak tespit edildi.
Değer artışı kazançlarına ilişkin istisna tutarı 2016 takvim yılı gelirlerine uygulanmak üzere 11,000 TL, arızi kazançlara ilişkin istisna tutarı 24,000 TL, mesken kira gelirleri için uygulanan istisna tutarı 3,800 TL, tevkifata ve istisnaya konu olmayan menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarına ilişkin beyanname verme sınırı ise 1,580 TL olarak belirlendi.
VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ
Yeni yıldan itibaren veraset yoluyla veya ivazsız surette meydana gelen intikallerde veraset ve intikal vergisi; veraset yoluyla intikallerde ve ivasız intikallerde sırasıyla; ilk 210,000 TL için yüzde 1 ve yüzde 10, sonra gelen 500,000 TL için yüzde 3 ve yüzde 15, sonra gelen 1.1 milyon TL için yüzde 5 ve yüzde 20, sonra gelen 2 milyon TL için yüzde 7 ve yüzde 25, matrahın 3.8 milyon TL’yi aşan bölümü için ise yüzde 10 ve yüzde 30 olarak uygulanacak.
EMLAK VERGİSİ YÜZDE 2.79 ORANINDA ARTIRILDI
Emlak vergisi mükellefi olanların 2016 yılına ait emlak vergisinin tarh ve tahakkukunda esas alınacak vergi değerinin (matrahın) hesabı, emlağın 2015 yılı değerine, yeniden değerleme oranı olan yüzde 5.58′in ikiye bölünerek bulunan yüzde 2.79 oranı uygulanmak suretiyle yapılacak.
Tebliğler kapsamında damga vergisi ve harçlar kanunda yer alan vergi ve harçlarda yeniden değerleme oranı nispetinde yüzde 5.58 artırılacak. (sözcü.com.tr)
Gelir, veraset ve intikal, damga, emlak vergisi ile harçlar kanununda öngörülen vergi, maktu vergi ve harçlar 2016 yılında uygulanmak üzere artırıldı.
Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yer alan tebliğlere göre, gelir vergisine tabi gelirlerin vergilendirilmesinde esas alınan tarife, 2016 için 12,600 TL’ye kadar yüzde 15, 30,000 TL’nin 12,600 TL’si için 1.890 TL, fazlası yüzde 20, 69,000 TL’nin 30,000 TL’si için 5,370 TL, (ücret gelirlerinde 110,000 TL’nin 30.000 TL’si için 5,370 TL), fazlası yüzde 27, 69,000 TL’den fazlasının 69,000 TL’si için 15,900 TL, (ücret gelirlerinde 110,000 TL’den fazlasının 110,000 TL’si için 26,970 TL), fazlası yüzde 35 şeklinde yeniden düzenlendi.
Basit usule tabi olmanın özel şartlarını belirleyen hadler, 2016 takvim yılında uygulanmak üzere; 1 numaralı bent için 88,000 TL ve 126,000 TL, 2 numaralı bent için 42,000 TL, 3 numaralı bent için 88,000 TL, olarak tespit edildi.
Değer artışı kazançlarına ilişkin istisna tutarı 2016 takvim yılı gelirlerine uygulanmak üzere 11,000 TL, arızi kazançlara ilişkin istisna tutarı 24,000 TL, mesken kira gelirleri için uygulanan istisna tutarı 3,800 TL, tevkifata ve istisnaya konu olmayan menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarına ilişkin beyanname verme sınırı ise 1,580 TL olarak belirlendi.
VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ
Yeni yıldan itibaren veraset yoluyla veya ivazsız surette meydana gelen intikallerde veraset ve intikal vergisi; veraset yoluyla intikallerde ve ivasız intikallerde sırasıyla; ilk 210,000 TL için yüzde 1 ve yüzde 10, sonra gelen 500,000 TL için yüzde 3 ve yüzde 15, sonra gelen 1.1 milyon TL için yüzde 5 ve yüzde 20, sonra gelen 2 milyon TL için yüzde 7 ve yüzde 25, matrahın 3.8 milyon TL’yi aşan bölümü için ise yüzde 10 ve yüzde 30 olarak uygulanacak.
EMLAK VERGİSİ YÜZDE 2.79 ORANINDA ARTIRILDI
Emlak vergisi mükellefi olanların 2016 yılına ait emlak vergisinin tarh ve tahakkukunda esas alınacak vergi değerinin (matrahın) hesabı, emlağın 2015 yılı değerine, yeniden değerleme oranı olan yüzde 5.58′in ikiye bölünerek bulunan yüzde 2.79 oranı uygulanmak suretiyle yapılacak.
Tebliğler kapsamında damga vergisi ve harçlar kanunda yer alan vergi ve harçlarda yeniden değerleme oranı nispetinde yüzde 5.58 artırılacak. (sözcü.com.tr)
Kayseri’de işkence gören çocukların öz annesi konuştu
Tüm Türkiye'yi ayağa kaldıran işkence görüntülerindeki çocukların annesi yaşananlara isyan etti.
Kayseri’de üvey annelerinin insanlık dışı işkencesine maruz kalan 4 yaşındaki İ.A. ve 7 yaşındaki ablası I.A.’nın dramı, tüm Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Çocukların 26 yaşındaki öz annesi A.Ö., eski eşi A.A.’dan 3 yıl önce “geçimsizlik ve fikir ayrılığı” nedeniyle boşandığını ve eşinden hiç şiddet görmediğini söyleyerek, “Velayet nedeniyle ilk mahkemede boşanamadık. Çevredekiler ve ailesi devreye girdi. Eski eşim de ‘Çocukların velayeti bende kalsın. Söz veriyorum her ay göndereceğim’ diye yalvarınca kabul ettim. Yoksa hâkim velayeti bana veriyordu” dedi.
İŞKENCEYİ BİLSEM VERİR MİYDİM?
Habertürk Gazetesi’nden Necmettin Çuhadaroğlu’na konuşan öz anne A.Ö., bir süre önce yeniden evlendiğini ve yeni eşinden de 2 yaşında bir oğlu olduğunu anlattı. A.Ö., eski eşinden olan çocuklarına yapılan işkencenin görüntülerini internetten izlediğini söyledi. Acılı anne o anları şöyle anlattı; “İzleyince şok yaşadım, bayıldım. Annem iğne yaptırdı. Eşim varlıklı diye çocuklarımın velayetini vermiştim. İşkenceyi bilsem çocuklarımı verir miydim? Eski eşim ‘yeniden evleneceğini’ söyleyince, ‘Çocuklarımı bana ver, üvey anne bakmasın’ demiştim. O da ‘Evleneceğim kadın namazlı abdestli, Allah korkusu var. Bir şey olmaz çocuklarımıza’ karşılığını vermişti. Bir gün çocukların ellerindeki morlukları fark ettim. Eski eşim ‘Üvey annesi yaptıysa hesabını sorarım” dedi. Ama durumun bu kadar vahim olduğunu bana anlatan olmadı. Böyle mi yapılır? Tokat ataydı… Beni hep olayın dışında tuttular. Çocuklarım geldiğinde soruyordum, ‘Anne biz ağlıyoruz sen bari ağlama’ diyorlardı, birbirimize sarılıp ağlıyorduk.”
“NE OLUR BENİ GÖTÜRME” DİYE AĞLAMIŞ
A.Ö. son görüştüklerinde oğlunun “Ne olur beni geri götürme” diye ağladığını, kızının ise olanları anlatmak istediğini ama korktuğunu belirterek “Kızım, ‘Anlatacağım da babama söyleme ne olur. Babam ‘Anneniz sıkıştırırsa söylemeyin’ diye tembihledi. Sen davacı olursan bizi ayırırmışsın, kardeşimle beni ayırma’ dedi. Şimdi bana ‘İlgisiz anne’ diyorlar. Olanlardan hiç haberim yoktu” dedi.
Üvey anneden davacı olacağını ve onunla yüzleşmek istediğini ifade eden A.Ö., sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu canavarlık. 46 sene cezayla kalacak iş değil ki! Bunlar sadece kamerada görünenler. Kızım bana, ‘Bizi soğuk suyla yıkıyordu’ dedi. Bundan sonra çocuklarımın arkasında duracağım.”
“KABAHAT BİZDE ERKEN EVLENDİRDİK”
A.Ö.’nün annesi ve çocukların anneannesi H.A., kızlarını 17-18 yaşlarında evlendirdiklerini belirterek, şunları söyledi:
“Kabahat biraz da bizde. Erken evlendirdiğimiz için pişmanım. A.Ö., 2 ay psikolojik tedavi gördü. Bileklerini kesti. Duyarsız anne yok, çaresiz anne var.”
Kayseri’de üvey annelerinin insanlık dışı işkencesine maruz kalan 4 yaşındaki İ.A. ve 7 yaşındaki ablası I.A.’nın dramı, tüm Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Çocukların 26 yaşındaki öz annesi A.Ö., eski eşi A.A.’dan 3 yıl önce “geçimsizlik ve fikir ayrılığı” nedeniyle boşandığını ve eşinden hiç şiddet görmediğini söyleyerek, “Velayet nedeniyle ilk mahkemede boşanamadık. Çevredekiler ve ailesi devreye girdi. Eski eşim de ‘Çocukların velayeti bende kalsın. Söz veriyorum her ay göndereceğim’ diye yalvarınca kabul ettim. Yoksa hâkim velayeti bana veriyordu” dedi.
İŞKENCEYİ BİLSEM VERİR MİYDİM?
Habertürk Gazetesi’nden Necmettin Çuhadaroğlu’na konuşan öz anne A.Ö., bir süre önce yeniden evlendiğini ve yeni eşinden de 2 yaşında bir oğlu olduğunu anlattı. A.Ö., eski eşinden olan çocuklarına yapılan işkencenin görüntülerini internetten izlediğini söyledi. Acılı anne o anları şöyle anlattı; “İzleyince şok yaşadım, bayıldım. Annem iğne yaptırdı. Eşim varlıklı diye çocuklarımın velayetini vermiştim. İşkenceyi bilsem çocuklarımı verir miydim? Eski eşim ‘yeniden evleneceğini’ söyleyince, ‘Çocuklarımı bana ver, üvey anne bakmasın’ demiştim. O da ‘Evleneceğim kadın namazlı abdestli, Allah korkusu var. Bir şey olmaz çocuklarımıza’ karşılığını vermişti. Bir gün çocukların ellerindeki morlukları fark ettim. Eski eşim ‘Üvey annesi yaptıysa hesabını sorarım” dedi. Ama durumun bu kadar vahim olduğunu bana anlatan olmadı. Böyle mi yapılır? Tokat ataydı… Beni hep olayın dışında tuttular. Çocuklarım geldiğinde soruyordum, ‘Anne biz ağlıyoruz sen bari ağlama’ diyorlardı, birbirimize sarılıp ağlıyorduk.”
“NE OLUR BENİ GÖTÜRME” DİYE AĞLAMIŞ
A.Ö. son görüştüklerinde oğlunun “Ne olur beni geri götürme” diye ağladığını, kızının ise olanları anlatmak istediğini ama korktuğunu belirterek “Kızım, ‘Anlatacağım da babama söyleme ne olur. Babam ‘Anneniz sıkıştırırsa söylemeyin’ diye tembihledi. Sen davacı olursan bizi ayırırmışsın, kardeşimle beni ayırma’ dedi. Şimdi bana ‘İlgisiz anne’ diyorlar. Olanlardan hiç haberim yoktu” dedi.
Üvey anneden davacı olacağını ve onunla yüzleşmek istediğini ifade eden A.Ö., sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu canavarlık. 46 sene cezayla kalacak iş değil ki! Bunlar sadece kamerada görünenler. Kızım bana, ‘Bizi soğuk suyla yıkıyordu’ dedi. Bundan sonra çocuklarımın arkasında duracağım.”
“KABAHAT BİZDE ERKEN EVLENDİRDİK”
A.Ö.’nün annesi ve çocukların anneannesi H.A., kızlarını 17-18 yaşlarında evlendirdiklerini belirterek, şunları söyledi:
“Kabahat biraz da bizde. Erken evlendirdiğimiz için pişmanım. A.Ö., 2 ay psikolojik tedavi gördü. Bileklerini kesti. Duyarsız anne yok, çaresiz anne var.”
24 Aralık 2015 Perşembe
Ağaoğlu ada adlı
Ali Ağaoğlu, ada sahibi ünlüler arasına katıldı. Ünlü işadamı Ali Ağaoğlu, yazın çıktığı tekne turları sırasında görüp beğendiği Çiftlik Adası’nı uzun pazarlıklar sonucunda satın aldı.
Hürriyet’ten Suat Ekiz’in haberine göre; içinde bir de şato tarzı taş evin bulunduğu adayı uzun pazarlıklar sonucu satın alan işadamı, imzalar atılır atılmaz oraya gitti. Ağaoğlu, hafta sonu avukatı Adnan Kılıç’la birlikte gezdiği adada bol bol hatıra fotoğrafı çektirdi.
30 MİLYON DOLAR
Ağaoğlu’nun evin bir an önce oturuma hazır hale getirilmesini istediği öğrenildi. Kıyıya 550 metre mesafedeki Çiftlik Adası, tam olarak 90 bin metrekare yüzölçümüne sahip. Birkaç yıl önce yaklaşık 30 milyon dolara satışa çıkarılan adada elektrik, telefon ve su hattı da bulunuyor.
ADA SAHİBİ OLAN ÜNLÜLER
Rahmi Koç: Marmara Denizi’nde, Tuzla açıklarında yer alan ve Koç Adası olarak anılan ada.
Güler Sabancı: Ayvalık’ta, Cunda’nın karşısında yer alan Hakkıbey Adası.
Leyla Tara: Gökova’da, halk arasında Eşek Adası olarak bilinen Kıstak Adası.
Dikran Masis: Bozcaada’nın 1 mil kuzeyindeki Tavuk Adası (Mavriya Takım Adası).
Belma Simavi: Göcek’teki ünlü 12 Adalar’dan biri olan Domuz Adası.
Ahmet Nazif Zorlu: Daha önce Uzan Ailesi’ne ait olan Zeytin Adası’nı, 15 milyon 250 bin lira ödeyerek TMSF’den aldı.
Ali Dinçkök: Marmara Denizi’ndeki Kınalıada’nın karşısında yer alan Kaşık Adası…
Ömer Dinçkök: Bodrum Gündoğan Koyu’nun hemen karşısındaki Apostrol Adası
Hürriyet’ten Suat Ekiz’in haberine göre; içinde bir de şato tarzı taş evin bulunduğu adayı uzun pazarlıklar sonucu satın alan işadamı, imzalar atılır atılmaz oraya gitti. Ağaoğlu, hafta sonu avukatı Adnan Kılıç’la birlikte gezdiği adada bol bol hatıra fotoğrafı çektirdi.
30 MİLYON DOLAR
Ağaoğlu’nun evin bir an önce oturuma hazır hale getirilmesini istediği öğrenildi. Kıyıya 550 metre mesafedeki Çiftlik Adası, tam olarak 90 bin metrekare yüzölçümüne sahip. Birkaç yıl önce yaklaşık 30 milyon dolara satışa çıkarılan adada elektrik, telefon ve su hattı da bulunuyor.
ADA SAHİBİ OLAN ÜNLÜLER
Rahmi Koç: Marmara Denizi’nde, Tuzla açıklarında yer alan ve Koç Adası olarak anılan ada.
Güler Sabancı: Ayvalık’ta, Cunda’nın karşısında yer alan Hakkıbey Adası.
Leyla Tara: Gökova’da, halk arasında Eşek Adası olarak bilinen Kıstak Adası.
Dikran Masis: Bozcaada’nın 1 mil kuzeyindeki Tavuk Adası (Mavriya Takım Adası).
Belma Simavi: Göcek’teki ünlü 12 Adalar’dan biri olan Domuz Adası.
Ahmet Nazif Zorlu: Daha önce Uzan Ailesi’ne ait olan Zeytin Adası’nı, 15 milyon 250 bin lira ödeyerek TMSF’den aldı.
Ali Dinçkök: Marmara Denizi’ndeki Kınalıada’nın karşısında yer alan Kaşık Adası…
Ömer Dinçkök: Bodrum Gündoğan Koyu’nun hemen karşısındaki Apostrol Adası
10 bin kişinin memuriyeti tehlikede
2010 yılında yapılan KPSS'nin genel yetenek ve genel kültür bölümünün iptali gündemde. Mahkemeden bu yönde karar çıkması, o sınavla memur olanları etkileyebilir.
Usülsüzlük iddialarıyla gündeme gelen 2010 Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) memuriyet hakkı kazanan yaklaşık 10 bin kişinin durumu tehlikede.
Soruların sızdırılmasına ilişkin mahkeme süreci devam ediyor.
Sınav sorularının ele geçirildiğinin ortaya çıkmasının ardından ilk adım, eğitim bilimleri sınavının iptali olmuştu.
Binlerce kişi de o sınavdaki genel yetenek puanıyla memur oldu. Ancak 2 kişi, "genel yetenek sınavı da iptal edilmeli" diyerek mahkemeye başvurdu.
Habertürk gazetesinin haberine göre, Ankara İdare Mahkemesi, genel yetenek ve genel kültür sınavlarının iptal edilmemesini hukuka uygun buldu. Davacılar karara itiraz etti ve dosya Danıştay'a gitti.
Danıştay 12. Dairesi , "Kararın yeterince inceleme yapılmadan verildiğine" hükmetti.
Sınavların iptal edilmemesi kararını yanlış bularak dosyayı yeniden Ankara İdare Mahkemesi'ne gönderdi .
İdare mahkemesi, Danıştay kararı yönünde hüküm verirse, genel yetenek ve genel kültür sınavı da iptal edilecek.
Mahkemeden bu yönde karar çıkması durumunda, o sınavla memuriyet hakkı kazanan 10 bin kişinin durumu tartışmalı hale gelecek. ntvmsnc
Selası verildi, mezarı kazıldı ölmediği anlaşıldı
Osmaniye'de kanser tedavisi gördüğü hastanede kalp krizi geçiren Yusuf Yanık'ın yakınları, öldüğünü düşünerek defin işlemlerini başlattı. Ancak gerçek, aile bireyleri cenazeyi almak üzere hastaneye gidince ortaya çıktı.
Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde, hastanede kanser tedavisi gören hastanın kalbinin durması üzerine, yakınları öldüğünü düşünerek cenaze töreni için hazırlığa girişti.
Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde, hastanede kanser tedavisi gören hastanın kalbinin durması üzerine, yakınları öldüğünü düşünerek cenaze töreni için hazırlığa girişti.
Selası verilen ve mezarı kazılan hastanın yaşadığı, aile bireyleri cenazeyi almaya gidince ortaya çıktı.
Kanser nedeniyle özel bir hastanede tedavi gören 59 yaşındaki emekli öğretmen Yusuf Yanık, kalp krizi geçirdi. "Kalbi durduğu" söylenen hastaya müdahalede bulunuldu ancak yakınları Yanık'ın hayatını kaybettiğini düşündü.
Cenaze töreni için hazırlıklara girişen aile bireyleri, Yanık için mahallesinde ve köyünde sela okuttu, anne ve babasının Harkaçtığı Köyü Yanıklar Mezarlığı'ndaki kabirlerinin yanına defnedilmesi için mezarını kazdırdı.
KALP MASAJIYLA HAYATA DÖNDÜ
Kanser nedeniyle özel bir hastanede tedavi gören 59 yaşındaki emekli öğretmen Yusuf Yanık, kalp krizi geçirdi. "Kalbi durduğu" söylenen hastaya müdahalede bulunuldu ancak yakınları Yanık'ın hayatını kaybettiğini düşündü.
Cenaze töreni için hazırlıklara girişen aile bireyleri, Yanık için mahallesinde ve köyünde sela okuttu, anne ve babasının Harkaçtığı Köyü Yanıklar Mezarlığı'ndaki kabirlerinin yanına defnedilmesi için mezarını kazdırdı.
KALP MASAJIYLA HAYATA DÖNDÜ
Belediyeden Yanık için yapılan vefat anonsu üzerine Kadirli Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü ekipleri tarafından Şehit Halis Şişman Mahallesi'ndeki evininin önüne taziye çadırı kuruldu ancak cenazeyi almaya giden yakınları, Yanık'ın kalp masajıyla yeniden hayata döndürüldüğünü öğrendi.
Hastanın amcasının oğlu Halil Yanık, yaptığı açıklamada, kefenini hazırladıkları, mezarını kazdırdıkları Yusuf Yanık'ın cenazesini almak için gittikleri hastanede gerçeği öğrendiklerini söyledi.
YOĞUN BAKIMDA TEDAVİ GÖRÜYOR
Hastanın amcasının oğlu Halil Yanık, yaptığı açıklamada, kefenini hazırladıkları, mezarını kazdırdıkları Yusuf Yanık'ın cenazesini almak için gittikleri hastanede gerçeği öğrendiklerini söyledi.
YOĞUN BAKIMDA TEDAVİ GÖRÜYOR
Hastanın doktorların müdahalesiyle hayata döndürüldüğü ve tedavisinin yoğun bakım ünitesinde devam ettiği haberini aldıklarını dile getiren Yanık, sevinç yaşadıklarını ifade etti.
Yusuf Yanık'ın tedavi gördüğü özel hastanede görevli uzman doktor Evren Kırış ise hastanın kalbinin durması üzerine yakınlarının vefat ettiği düşüncesiyle cenaze hazırlıkları yaptığını aktardı.
ÖLDÜĞÜ SÖYLENMEDİ
Yusuf Yanık'ın tedavi gördüğü özel hastanede görevli uzman doktor Evren Kırış ise hastanın kalbinin durması üzerine yakınlarının vefat ettiği düşüncesiyle cenaze hazırlıkları yaptığını aktardı.
ÖLDÜĞÜ SÖYLENMEDİ
Yanık'ın yakınlarına "hastanın öldüğü"nün söylenmediğini vurgulayan Kırış, "Hastanemizde tedavisi devam eden Yanık, kalp krizi geçirdi. Kalbinin durduğunu düşünen yakınları cenaze hazırlıkları yapmışlar fakat müdahale sonrası kalbini tekrar çalıştırdık. Tedavisi devam ediyor" diye konuştu. ntvmsnc
Kredi kartı aidatını ve dosya masrafını geri isteyenler dikkat!
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi, kredi kartı aidatını ve dosya masrafını geri almak isteyenler için harekete geçtiklerini, Ocak ayında bankalar ve BDDK ile biraraya geleceklerini açıkladı.
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, Yargıtay'ın tüketici lehine kararlarına rağmen kredi kartı aidatları ve dosya masraflarını geri almak için Tüketici Hakem Heyetlerine başvuran sayısının milyonları geçtiğini belirterek, sorunun çözümü için çalışma başlattıklarını açıkladı.
Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleri ile bir sohbet toplantısı yapan Bakan Tüfenkci, "Kredi aidatları ve kredi dosya masraflarıyla ilgili Yargıtay tüketici lehine kararlar verdi. Ancak tüketiciler bireysel olarak Tüketici Hakem Heyetlerine başvuruyor. Hakem Heyetleri çalışamaz noktaya geldi. Bu iki konuyla ilgili başvurulan dosya sayısı 2014 sonu itibariyle 5 milyona yaklaştı. Sorunun vatandaşın bireysel başvuru yapmadan çözümü için Bakanlık olarak bir çalışma başlattık. Bankalar Birliği de aynı konu için bizimle görüşme talebinde bulundu. Onlar da çalışma yapıyor. Ocak ayında hem Bankalar Biriliği hem de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkilileriyle bir araya gelip ortak çözüm arayacağız" dedi.
Bakanlık olarak nasıl bir çözüm üzerinde durdukları sorusuna ise Tüfenkci, "Mesela aidatsız bir kart, dedik. Ama bu kartlar taksit özelliğine sahip olmadığı için neredeyse bu kart talebinde bulunan yok, denecek kadar az. Biz de bakanlık olarak hem taksitlendirme yapan hem de aidatları düşük olan ya da hiç aidatı olmayan kart olsun, istiyoruz. Bununla ilgili bir talebimiz var. Gerekirse kanunu da değiştireceğiz. Önemli bir konu da bankaların tüketiciyi, kartların özellikleri ve aidatları konusunda doğru bilgilendirmeleri. 2014'te Tüketici Hakem Heyetlerine yapılan 5 milyon 441 bin başvurunun yüzde 90'ını kart aidatları ve dosya masraflarının iadesi oluşturuyor. Bu dosyaların yüzde 95'i de tüketici lehine sonuçlanıyor" yanıtını verdi. Hürriyet
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, Yargıtay'ın tüketici lehine kararlarına rağmen kredi kartı aidatları ve dosya masraflarını geri almak için Tüketici Hakem Heyetlerine başvuran sayısının milyonları geçtiğini belirterek, sorunun çözümü için çalışma başlattıklarını açıkladı.
Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleri ile bir sohbet toplantısı yapan Bakan Tüfenkci, "Kredi aidatları ve kredi dosya masraflarıyla ilgili Yargıtay tüketici lehine kararlar verdi. Ancak tüketiciler bireysel olarak Tüketici Hakem Heyetlerine başvuruyor. Hakem Heyetleri çalışamaz noktaya geldi. Bu iki konuyla ilgili başvurulan dosya sayısı 2014 sonu itibariyle 5 milyona yaklaştı. Sorunun vatandaşın bireysel başvuru yapmadan çözümü için Bakanlık olarak bir çalışma başlattık. Bankalar Birliği de aynı konu için bizimle görüşme talebinde bulundu. Onlar da çalışma yapıyor. Ocak ayında hem Bankalar Biriliği hem de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkilileriyle bir araya gelip ortak çözüm arayacağız" dedi.
Bakanlık olarak nasıl bir çözüm üzerinde durdukları sorusuna ise Tüfenkci, "Mesela aidatsız bir kart, dedik. Ama bu kartlar taksit özelliğine sahip olmadığı için neredeyse bu kart talebinde bulunan yok, denecek kadar az. Biz de bakanlık olarak hem taksitlendirme yapan hem de aidatları düşük olan ya da hiç aidatı olmayan kart olsun, istiyoruz. Bununla ilgili bir talebimiz var. Gerekirse kanunu da değiştireceğiz. Önemli bir konu da bankaların tüketiciyi, kartların özellikleri ve aidatları konusunda doğru bilgilendirmeleri. 2014'te Tüketici Hakem Heyetlerine yapılan 5 milyon 441 bin başvurunun yüzde 90'ını kart aidatları ve dosya masraflarının iadesi oluşturuyor. Bu dosyaların yüzde 95'i de tüketici lehine sonuçlanıyor" yanıtını verdi. Hürriyet
Yıllardır ‘kokainli çay’ satıldığı tesadüfen ortaya çıktı
İtalya'nın Cenova kentinde bir tesadüf sonucu yıllardır kokainli çay satıldığı ortaya çıktı.
Cenova kentinde otobüs şoförlüğü yapan 37 yaşındaki Roberto isimli bir adamın rutin sağlık tahlillerinde kokain kullandığı belirlendi.
Ancak 10 yıldır bu mesleği yapan ve sicili tertemiz olan Roberto tahlilleri yapan doktora, hayatında hiç uyuşturucu kullanmadığını, yalnızca sağlık kontrolünden önce iki bardak “Peru çayı” içtiğini söyledi.
BBC Türkçe’nin haberine göre, Roberto, Cenova’da etnik ürünler satan bir mağazadan aldığı “delisse alla coca” isimli çayı “enerji verdiği” için arada sırada içtiğini anlattı. Doktor, Roberto’nun iddiasının doğru olup olmadığını test etmek için bu çaydan iki bardak içerek kendisine uyuşturucu testi yaptı.Kendisine yaptığı tahlillerde de kokain izine rastlaması üzerine de gıda güvenliğinden sorumlu polis birimi Nas’a haber verdi.
Polisin mağazadan aldığı çay örneklerinde yapılan incelemelerde, Güney Amerika’dan ithal edilen “delisse alla coca” çayında, kokainin etken maddesi “kokain hidroklorür” bulunduğu tespit edildi. Cenova’daki mağazanın söz konusu çayı yıllardır Milano’daki bir Perulu toptancıdan satın aldığı belirlendi. Milano’daki satıcı hakkında soruşturma açılırken, kokain içeren çayın gümrük kontrollerinden nasıl geçtiğiyle ilgili de inceleme başlatıldı.
TÜM AB ÜLKELERİNDEN GERİ ÇEKİLEBİLİR
“Delisse alla coca” çayını “tehlikeli gıda maddesi” ilan eden Nas, çayın İtalya’nın diğer bölgelerinde de satılıp satılmadığını araştırıyor. Sağlık Bakanlığı’nın da bu ürünün tüm AB ülkelerinden geri çekilmesi için bir alarm yayınlaması bekleniyor.
“Delisse alla coca” gibi kokain bazlı çayların Güney Amerika’da özellikle And Dağları bölgesinde yüksek rakımın yol açtığı rahatsızlıklara karşı kullanıldığı biliniyor. Bu çaylarda kullanılan koka yaprağı Peru, Şili, Bolivya, Kolombiya gibi ülkelerde yasal olsa da 1961 tarihli BM sözleşmesine göre “yasa dışı madde” kabul ediliyor. sözcü.com.tr
Cenova kentinde otobüs şoförlüğü yapan 37 yaşındaki Roberto isimli bir adamın rutin sağlık tahlillerinde kokain kullandığı belirlendi.
Ancak 10 yıldır bu mesleği yapan ve sicili tertemiz olan Roberto tahlilleri yapan doktora, hayatında hiç uyuşturucu kullanmadığını, yalnızca sağlık kontrolünden önce iki bardak “Peru çayı” içtiğini söyledi.
BBC Türkçe’nin haberine göre, Roberto, Cenova’da etnik ürünler satan bir mağazadan aldığı “delisse alla coca” isimli çayı “enerji verdiği” için arada sırada içtiğini anlattı. Doktor, Roberto’nun iddiasının doğru olup olmadığını test etmek için bu çaydan iki bardak içerek kendisine uyuşturucu testi yaptı.Kendisine yaptığı tahlillerde de kokain izine rastlaması üzerine de gıda güvenliğinden sorumlu polis birimi Nas’a haber verdi.
Polisin mağazadan aldığı çay örneklerinde yapılan incelemelerde, Güney Amerika’dan ithal edilen “delisse alla coca” çayında, kokainin etken maddesi “kokain hidroklorür” bulunduğu tespit edildi. Cenova’daki mağazanın söz konusu çayı yıllardır Milano’daki bir Perulu toptancıdan satın aldığı belirlendi. Milano’daki satıcı hakkında soruşturma açılırken, kokain içeren çayın gümrük kontrollerinden nasıl geçtiğiyle ilgili de inceleme başlatıldı.
TÜM AB ÜLKELERİNDEN GERİ ÇEKİLEBİLİR
“Delisse alla coca” çayını “tehlikeli gıda maddesi” ilan eden Nas, çayın İtalya’nın diğer bölgelerinde de satılıp satılmadığını araştırıyor. Sağlık Bakanlığı’nın da bu ürünün tüm AB ülkelerinden geri çekilmesi için bir alarm yayınlaması bekleniyor.
“Delisse alla coca” gibi kokain bazlı çayların Güney Amerika’da özellikle And Dağları bölgesinde yüksek rakımın yol açtığı rahatsızlıklara karşı kullanıldığı biliniyor. Bu çaylarda kullanılan koka yaprağı Peru, Şili, Bolivya, Kolombiya gibi ülkelerde yasal olsa da 1961 tarihli BM sözleşmesine göre “yasa dışı madde” kabul ediliyor. sözcü.com.tr
Sigaraya büyük zam
Yılbaşından sonra sigara fiyatlarına büyük zam gelmesi bekleniyor.
Sigaraya yapılacak olağan zammın yanı sıra fiyatlara SGK payı da eklenecek. SGK payının paket başına 50 kuruş olması planlanıyor.
Sigara içenlerin içmeyenlere göre kronik rahatsızlıklara yakalanma riskinin daha yüksek olması ve bu pahalı tedavilerin SGK tarafından finanse edilmesi, yeni bir uygulamayı gündeme getirdi.Tütün Mamullerinin Üretim ve Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’te yapılması beklenen düzenlemeye göre, sigara satışlarından paket başına SGK payı alınacak. Düzenleme yasalaşırsa sigaralara paket başı 50 kuruş civarında SGK zammı yapılması bekleniyor. Böylece; Sosyal Güvenlik Kurumu’na ilave gelir kaynağı sağlanacağı gibi sigara tiryakilerinin muhtemel sağlık masrafları da paket paket tahsil edilecek.
Sigaraya yapılacak olağan zammın yanı sıra fiyatlara SGK payı da eklenecek. SGK payının paket başına 50 kuruş olması planlanıyor.
Sigara içenlerin içmeyenlere göre kronik rahatsızlıklara yakalanma riskinin daha yüksek olması ve bu pahalı tedavilerin SGK tarafından finanse edilmesi, yeni bir uygulamayı gündeme getirdi.Tütün Mamullerinin Üretim ve Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’te yapılması beklenen düzenlemeye göre, sigara satışlarından paket başına SGK payı alınacak. Düzenleme yasalaşırsa sigaralara paket başı 50 kuruş civarında SGK zammı yapılması bekleniyor. Böylece; Sosyal Güvenlik Kurumu’na ilave gelir kaynağı sağlanacağı gibi sigara tiryakilerinin muhtemel sağlık masrafları da paket paket tahsil edilecek.
"Öldüğüne karım bile inanmıyor"
Rezan Epözdemir: Cem Garipoğlu'nun öldüğüne eşimi bile ikna edemedim.
2009 yılında hunharca öldürülen Münevver Karabulut ve 2015 yılında Mersin’de katledilen Özgecan Aslan’ın ailelerinin avukatı Rezan Epözdemir, Türkiye’deki hukuk sistemi ve anlayışına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“EŞİMİ BİLE İNANDIRAMADIM”
Gediz Üniversitesi’ndeki “Hukukta Kariyer Günleri” isimli programda öğrencilere konuşan Epözdemir, Karabulut cinayetinden aldığı hapis cezasını çekerken intihar eden Cem Garipoğlu ile ilgili bir soru üzerine, “Ben öldüğüne ikna oldum. Tüm deliller intihar ettiğini ortaya koyuyor ancak eşimi bile ikna edemedim, ‘Ölmedi değil mi?’ diyor. İnsanlar cezaevinden kaçtığını, hayatta olduğunu düşünüyor. Ne yazık ki geldiğimiz nokta bu. Bir hukukçu olarak bu durum karşısında üzülüyorum.” dedi.
Kadın cinayetlerinde, sosyal sorumluluk kapsamında mağdur aile vekilliği yapan Avukat Epözdemir, bu acı olayların önüne geçilememesinin en önemli sebeplerinden biri olarak ceza indirimlerini gösterdi.
SAYGIN TUTUM İNDİRİMİ İSYANI!
Rezan Epözdemir, şunları kaydetti: “Yürürlükteki mevzuatımızda hiçbir sıkıntı yok. Canavarca, hunharca, kan gütme veya tasarlama suretiyle cinayetin Ceza Kanunumuz’daki karşılığı ağırlaştırılmış müebbet. 15 günde bir yakınlarınla görüşüyorsun, günde 1 saat havalandırma boşluğuna çıkabiliyorsun ve tek kişilik hücrede kalıyorsun. Bundan daha ağır ceza yok. Sorunumuz ise cezanın bireyselleştirilerek uygulanmasında. Burada sancılı iki husus var. Birincisi haksız tahrik indirimi, diğeri de takdirî indirim. ‘İzlediğim açık bir filmde eşime benzettim, öldürdüm.’ diyene, ‘Kıskandım.’ diyene, ‘Erkekliğime laf söyledi.’ diyene tahrik indirimi uygulanıyor, kanunun amacı dışına çıkılıyor. Hiçbir yerde böyle bir şey yok. Failin geçmişi, sosyal ilişkileri, yargılama sırasındaki davranışları da takdirî indirim sebebi olabiliyor. Adam mahkemeyi yanıltmış, yalan söylemiş, son celseye güzel bir kıyafetle gelip düğme ilikleyerek, ‘Pişmanım.’ diyor, cezası indiriliyor. Bir cinayet sanığını, sırf son celsede kravat takıp düğme ilikledi diye ağırlaştırılmış müebbet yerine 6 yıl cezaevinde tutup salıverirseniz kamu vicdanını rahatsız edersiniz, adalet de tecelli etmez.” (Hürriyet)
2009 yılında hunharca öldürülen Münevver Karabulut ve 2015 yılında Mersin’de katledilen Özgecan Aslan’ın ailelerinin avukatı Rezan Epözdemir, Türkiye’deki hukuk sistemi ve anlayışına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“EŞİMİ BİLE İNANDIRAMADIM”
Gediz Üniversitesi’ndeki “Hukukta Kariyer Günleri” isimli programda öğrencilere konuşan Epözdemir, Karabulut cinayetinden aldığı hapis cezasını çekerken intihar eden Cem Garipoğlu ile ilgili bir soru üzerine, “Ben öldüğüne ikna oldum. Tüm deliller intihar ettiğini ortaya koyuyor ancak eşimi bile ikna edemedim, ‘Ölmedi değil mi?’ diyor. İnsanlar cezaevinden kaçtığını, hayatta olduğunu düşünüyor. Ne yazık ki geldiğimiz nokta bu. Bir hukukçu olarak bu durum karşısında üzülüyorum.” dedi.
Kadın cinayetlerinde, sosyal sorumluluk kapsamında mağdur aile vekilliği yapan Avukat Epözdemir, bu acı olayların önüne geçilememesinin en önemli sebeplerinden biri olarak ceza indirimlerini gösterdi.
SAYGIN TUTUM İNDİRİMİ İSYANI!
Rezan Epözdemir, şunları kaydetti: “Yürürlükteki mevzuatımızda hiçbir sıkıntı yok. Canavarca, hunharca, kan gütme veya tasarlama suretiyle cinayetin Ceza Kanunumuz’daki karşılığı ağırlaştırılmış müebbet. 15 günde bir yakınlarınla görüşüyorsun, günde 1 saat havalandırma boşluğuna çıkabiliyorsun ve tek kişilik hücrede kalıyorsun. Bundan daha ağır ceza yok. Sorunumuz ise cezanın bireyselleştirilerek uygulanmasında. Burada sancılı iki husus var. Birincisi haksız tahrik indirimi, diğeri de takdirî indirim. ‘İzlediğim açık bir filmde eşime benzettim, öldürdüm.’ diyene, ‘Kıskandım.’ diyene, ‘Erkekliğime laf söyledi.’ diyene tahrik indirimi uygulanıyor, kanunun amacı dışına çıkılıyor. Hiçbir yerde böyle bir şey yok. Failin geçmişi, sosyal ilişkileri, yargılama sırasındaki davranışları da takdirî indirim sebebi olabiliyor. Adam mahkemeyi yanıltmış, yalan söylemiş, son celseye güzel bir kıyafetle gelip düğme ilikleyerek, ‘Pişmanım.’ diyor, cezası indiriliyor. Bir cinayet sanığını, sırf son celsede kravat takıp düğme ilikledi diye ağırlaştırılmış müebbet yerine 6 yıl cezaevinde tutup salıverirseniz kamu vicdanını rahatsız edersiniz, adalet de tecelli etmez.” (Hürriyet)
Ege’de bir facia daha! 13 ölü, 7 kayıp
Yasa dışı yollardan Leros Adası'na geçmeye çalışan kaçakları taşıyan tekne alabora oldu. Meydana gelen olayda 13 kişi yaşamını yitirdi.
Aydın’ın Didim İlçesi’nden Yunanistan’ın Leros Adası’na geçmeye çalışan kaçakları taşıyan teknenin alabora olmasıyla 7′si çocuk 13 kişinin yaşamını yitidi. 15 kişi ise Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından kurtarıldı. Kayıp olan 7 kişinin ise arandığı bildirildi.
Yunan internet sitesi “www.enikos.gr”nin haberine göre, Irak ve Suriye uyruklu 35 kaçak, Didim’den dün gece 6 metrelik eski balıkçı teknesiyle Yunan Adası Leros’a gitmek üzere denize açıldı. Kaçakları taşıyan tekne Farmakosini (Bulamaç) Adası’na 1 mil açıkta bugün sabah saatlerinde battı.
Üzerleririnde can yelekleri bulunan kaçaklardan bir bölümü adaya doğru yüzüp, canlarını kurtarmak isterken Yunan sahil Güvenlik ekipleri tarafından fark edildi. Yunan Sahil Güvenlik botu kaçaklardan 15′ini kurtarırken, 7′si çocuk, 2′si kadın 13 kişinin ise cesedine ulaşıldı. 4 bot ve 1 helikopterle kayıp 7 kişiyi ise arama-kurtarma çalışmalarının sürdüğü bildirildi. DHA
Aydın’ın Didim İlçesi’nden Yunanistan’ın Leros Adası’na geçmeye çalışan kaçakları taşıyan teknenin alabora olmasıyla 7′si çocuk 13 kişinin yaşamını yitidi. 15 kişi ise Yunan Sahil Güvenlik ekipleri tarafından kurtarıldı. Kayıp olan 7 kişinin ise arandığı bildirildi.
Yunan internet sitesi “www.enikos.gr”nin haberine göre, Irak ve Suriye uyruklu 35 kaçak, Didim’den dün gece 6 metrelik eski balıkçı teknesiyle Yunan Adası Leros’a gitmek üzere denize açıldı. Kaçakları taşıyan tekne Farmakosini (Bulamaç) Adası’na 1 mil açıkta bugün sabah saatlerinde battı.
Üzerleririnde can yelekleri bulunan kaçaklardan bir bölümü adaya doğru yüzüp, canlarını kurtarmak isterken Yunan sahil Güvenlik ekipleri tarafından fark edildi. Yunan Sahil Güvenlik botu kaçaklardan 15′ini kurtarırken, 7′si çocuk, 2′si kadın 13 kişinin ise cesedine ulaşıldı. 4 bot ve 1 helikopterle kayıp 7 kişiyi ise arama-kurtarma çalışmalarının sürdüğü bildirildi. DHA
23 Aralık 2015 Çarşamba
Hava kirliliğinden dolayı okullar tatil edildi
Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'da hava kirliliğinden ötürü ilköğretim ve lise düzeyinde eğitim yapan okullar bugün tatil edildi.
Balkan ülkelerinden Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da devam eden hava kirliliği insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaştı. İlköğretim ve lise düzeyinde eğitim yapan okullar bugün hava kirliliği nedeniyle tatil edildi.
Özellikle doğuda bulunan Tuzla, Lukavats ve başkent Saraybosna’da insanlar maskelerle dolaşmaya başladı.
Yetkililer, Tuzla’nın şu an sadece ülkenin değil, Avrupa’nın en kirli havaya sahip olan şehri olduğunu belirtiyor.
Saraybosna’da da durum farklı değil. Şehrin havasındaki sülfürdioksit oranının ciddi artışı, insanların zorlukla nefes almasına sebep oluyor.
1 metreküp havadaki sülfürdioksit oranının 500 mikrogram seviyesine ulaşması insan sağlığını tehdit noktası olarak biliniyor. Bu rakam, Saraybosna’da yaklaşık 2 katı olarak ölçüldü.
Hava kirliliği uçak seferlerini de etkilemiş durumda. Yılın bu dönemi özellikle Saraybosna Havalimanı’ndan günlerce uçakların kalkamadığı zamanlar yaşanıyor. Haftalardır devam eden kirliliğinin daha ne kadar süreceği ise henüz bilinmiyor. Sözcü
Balkan ülkelerinden Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da devam eden hava kirliliği insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaştı. İlköğretim ve lise düzeyinde eğitim yapan okullar bugün hava kirliliği nedeniyle tatil edildi.
Özellikle doğuda bulunan Tuzla, Lukavats ve başkent Saraybosna’da insanlar maskelerle dolaşmaya başladı.
Yetkililer, Tuzla’nın şu an sadece ülkenin değil, Avrupa’nın en kirli havaya sahip olan şehri olduğunu belirtiyor.
Saraybosna’da da durum farklı değil. Şehrin havasındaki sülfürdioksit oranının ciddi artışı, insanların zorlukla nefes almasına sebep oluyor.
1 metreküp havadaki sülfürdioksit oranının 500 mikrogram seviyesine ulaşması insan sağlığını tehdit noktası olarak biliniyor. Bu rakam, Saraybosna’da yaklaşık 2 katı olarak ölçüldü.
Hava kirliliği uçak seferlerini de etkilemiş durumda. Yılın bu dönemi özellikle Saraybosna Havalimanı’ndan günlerce uçakların kalkamadığı zamanlar yaşanıyor. Haftalardır devam eden kirliliğinin daha ne kadar süreceği ise henüz bilinmiyor. Sözcü
Türkiye’de ilk kez çene nakli ve 5. yüz nakli operasyonu ile sağlığına kavuşan Recep Sert, baba olmaya hazırlanıyor. Recep-Esma Sert çiftinin kızları olacağı ve ona Hira Emine ismini verecekleri öğrenildi.
İHA'da yer alan habere göre İnegöllü Sert çifti birinci evlilik yıl dönümünü kutladı. Sert çifti doğuma bir ay kala sır gibi sakladıkları bebeklerinin cinsiyetini açıkladılar. Recep Sert Facebook hesabı duvarına "Tam bir yıl oldu, hayatımı değiştiren kadın, seninle yaşayıp seninle yaşlanmak dileğiyle. Çok daha güzel yıllara yelken açalım balım, her zamankinden daha çok seviliyorsun" yazdı.
Eşi Esma Sert ise, "Amin inşallah aşkım. Hiç pişman olmadım seninle evlendiğim için. Çünkü sen benim için doğru adamsın. Rabbim utandırmasın birlikte çocuklarımızla nice yıllara canım" cevabını verdi.
BEBEKLERİNİN CİNSİYETİ VE İSMİ BELLİ OLDU!
Evliliklerinin birinci yılını kutlayan çiftin 8 aylık olduğu bildirilen bebekleri de yakın zaman içinde dünyaya gelecek.
Çiftin bebeklerinin sır gibi sakladığı cinsiyeti de sosyal medya hesaplarında paylaşılanlara göre ortaya çıktı. Kız bebek bekledikleri öğrenilen çiftin bebeklerine Hira Emine ismini verecekleri iddia edildi.
İHA'da yer alan habere göre İnegöllü Sert çifti birinci evlilik yıl dönümünü kutladı. Sert çifti doğuma bir ay kala sır gibi sakladıkları bebeklerinin cinsiyetini açıkladılar. Recep Sert Facebook hesabı duvarına "Tam bir yıl oldu, hayatımı değiştiren kadın, seninle yaşayıp seninle yaşlanmak dileğiyle. Çok daha güzel yıllara yelken açalım balım, her zamankinden daha çok seviliyorsun" yazdı.
Eşi Esma Sert ise, "Amin inşallah aşkım. Hiç pişman olmadım seninle evlendiğim için. Çünkü sen benim için doğru adamsın. Rabbim utandırmasın birlikte çocuklarımızla nice yıllara canım" cevabını verdi.
BEBEKLERİNİN CİNSİYETİ VE İSMİ BELLİ OLDU!
Evliliklerinin birinci yılını kutlayan çiftin 8 aylık olduğu bildirilen bebekleri de yakın zaman içinde dünyaya gelecek.
Çiftin bebeklerinin sır gibi sakladığı cinsiyeti de sosyal medya hesaplarında paylaşılanlara göre ortaya çıktı. Kız bebek bekledikleri öğrenilen çiftin bebeklerine Hira Emine ismini verecekleri iddia edildi.
O saldırılarda baş şüpheli Rusya
Savunma Sanayii Müsteşarlığı iştiraklerinden Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret AŞ'nin (STM) Genel Müdürü Davut Yılmaz, son dönemde ".tr" uzantılı alan adları için hizmet veren sunucularına yönelik siber saldırıların iyi bir kurguya sahip olduğunu belirterek saldırılar için Rusya'yı işaret etti.
Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son dönemde Türkiye'ye yönelik siber saldırıları değerlendirdi.
Yılmaz, "Rusya'nın, sorun yaşadığı her ülkede siber gücün tüm bileşenlerini aktif olarak kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye'deki saldırıların arkasında Rusya'nın olma ihtimalinin düşük olmadığını söyleyebiliriz" değerlendirmesinde bulundu.
Saldırının organize ve hedef odaklı olduğunu ifade eden Yılmaz, saldırı için seçilen hedeflerin, rastgele ya da sıradan bilgisayarlara değil, Türkiye'nin ".tr" uzantılı alan adları için hizmet veren sunucularına yöneldiğini ve buralarda yaklaşık 400 bin alan adının yönetildiğini söyledi.
Yılmaz, saldırganların 400 bin web sitesine ayrı ayrı saldırmaktansa, bunları yöneten sunuculara saldırmasının, üstelik daha çok zarar verebilmek için mesai saatlerinde bunları gerçekleştirmesinin çok manidar olduğunu vurguladı.
Saldırganların kullandığı DDOS'un, çok sayıda bilgisayar üzerinden yapılan ve verilen servisleri engellemeye yönelik bir saldırı türü olduğuna işaret eden Yılmaz, bu saldırının, daha önce zararlı yazılım bulaştırılmış dünya üzerindeki binlerce bilgisayardan ya da IP adreslerini gizleyen özel sunuculardan yapılabildiğine değindi.
Saldırının etkilediği bir diğer yer olan ve Türkiye dahil 70 civarında ülkenin IP adreslerinin organizasyonunu yürüten Regional Internet Registry for Europe'ın (RIPE) açıklamasından, özel sunucuların kullanıldığının ve alınan önlemlere karşın saldırganların sürekli taktik değiştirdiğinin anlaşıldığına dikkati çeken Yılmaz, "Saldırı gerek strateji gerekse teknik açıdan iyi bir kurguya sahip. Bu da önceden planlandığını ve organize olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte, bugünlerde DDOS için 400 Gbps büyüklüğündeki saldırılar bile normal karşılanırken, 40 Gbps büyüklüğündeki bir saldırıyla tüm ülke trafiğinin durma noktasına gelmesi, ülkemiz adına hiç iyi bir durum değil. İleride daha büyük sorunların yaşanmaması için ilgili uzmanların da yakından bildiği birtakım sorunların acilen çözülmesi gerekiyor" diye konuştu.
"Siber güç, Rusya'nın savaş stratejisinin bir parçası"
Bu tipteki saldırılarda saldırganların tespitini yapmanın kolay olmadığını dile getiren Yılmaz, çünkü dünya üzerindeki binlerce bilgisayardan ya da gerçek IP'leri takip edilemeyen özel sunuculardan bu saldırıların yapılabildiğini söyledi.
Saldırıyı gerçekleştiren belli sayıdaki bilgisayar incelenmeden bu konuda kesin olarak konuşmanın mümkün olmadığını vurgulayan Yılmaz, şunları kaydetti: "24 Kasım'da Rusya ile başlayan krizden beri, devlet destekli Rus hacking gruplarının ülkemize siber saldırılar yapabileceği yönündeki tahminleri dikkate almak gerekiyor. Rusya, yıllardır NATO'nun askeri gücünü değil, stratejisini yenmek için minimum ölüm ve fiziksel hasarla sonuçlanacak, fait accompli ya da 'oldu bitti' denilebilecek aksiyonlara başvuruyor. NATO'nun karşılık veremeyeceği, verse bile çok sesini çıkartamayacağı bu aksiyonların arkasındaki temel mekanizmalardan biri de siber güç. Sosyal medyadan, internet haberciliğine, hacking saldırılarına kadar çok geniş bir spektrumdan oluşan siber güç, Rusya'nın geleneksel savaş stratejisinin önemli bir parçası ve bunu 2007'de Estonya'da, 2008'de Gürcistan'da, 2014'de Ukrayna'da gördük."
Bilişim teknolojileri bakımından Avrupa'nın en gelişmiş ülkesi olan Estonya'ya yapılan DDOS saldırısının günlerce sürdüğünü ve ülkenin adeta felç olduğunu anlatan Yılmaz, şöyle devam etti: "Estonya, NATO'ya gidip yardım istemek zorunda kaldı, ancak ilk defa fiziki olmayan bir saldırıyla karşılaşan NATO'nun eli kolu bağlı kaldı. Çünkü daha önce hiç bu durumla karşılaşmamış, politika belirlememişti. Bu olaydan ders çıkaran NATO, 1 yıl sonra siber güvenlik konseptinden, siber savunma konseptine geçti ve Estonya'ya NATO'nun ilk siber savunma mükemmeliyet merkezini açtı. Gürcistan, bilişim teknolojileri açısından Estonya kadar iyi olmadığı için Ruslar siber saldırıyı daha çok sembolik boyutta gerçekleştirdi ve devlet başkanlığına ait resmi web sitesi hackleyerek alaycı mesajlar bıraktılar. Bununla birlikte, fiziki saldırılar esnasında Gürcistan'ın dış dünyayla bağlantısını koparmak için TV istasyonlarına, uydu haberleşmesi yapan sistemlere siber saldırılar yapıldı. Gürcistan bu saldırılara engel olamayınca, ülke dışından yaptığı yayınlarla dünyaya sesini duyurmaya çalıştı."
Ukrayna'ya yapılanlar
Ukrayna'da ise durum biraz daha farklı geliştiğini anlatan Yılmaz, çünkü Ukrayna'nın e-posta servisleri, arama motorları, antivirüs ve firewall uygulamaları gibi pek çok bilişim teknolojisi bakımından Rusya'ya bağlı olduğuna dikkati çekti.
Bu nedenle, Rusların bu yazılımlar ve sistemler üzerinden istedikleri şeylere ulaştığını, neticede pek çok bürokratın, askerin, Rusya aleyhinde yazan gazetecilerin yazışmaları ve özel bilgilerinin internette yayınlandığını ifade eden Yılmaz, yeri geldikçe de DDOS saldırılarıyla, Ukrayna'nın dijital dünyasının durdurulduğunu belirtti.
Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu: "Ukrayna ile aynı dili kullanmaları nedeniyle, sosyal medya başta olmak üzere pek çok dijital platformda dijital propaganda yaptılar, uydurma haberler yaydılar. Kırım'ın ilhakı bile gizli olarak başlatılan ve insanlarda geleceğe dair korku ve endişe duygularını uyandıran dijital propaganda ile başladı. Bu örnekleri incelediğimizde, Rusya'nın sorun yaşadığı her ülkede siber gücün tüm bileşenlerini aktif olarak kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye'deki saldırıların arkasında Rusya'nın olma ihtimalinin düşük olmadığını
söyleyebiliriz." cnntürk
Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son dönemde Türkiye'ye yönelik siber saldırıları değerlendirdi.
Yılmaz, "Rusya'nın, sorun yaşadığı her ülkede siber gücün tüm bileşenlerini aktif olarak kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye'deki saldırıların arkasında Rusya'nın olma ihtimalinin düşük olmadığını söyleyebiliriz" değerlendirmesinde bulundu.
Saldırının organize ve hedef odaklı olduğunu ifade eden Yılmaz, saldırı için seçilen hedeflerin, rastgele ya da sıradan bilgisayarlara değil, Türkiye'nin ".tr" uzantılı alan adları için hizmet veren sunucularına yöneldiğini ve buralarda yaklaşık 400 bin alan adının yönetildiğini söyledi.
Yılmaz, saldırganların 400 bin web sitesine ayrı ayrı saldırmaktansa, bunları yöneten sunuculara saldırmasının, üstelik daha çok zarar verebilmek için mesai saatlerinde bunları gerçekleştirmesinin çok manidar olduğunu vurguladı.
Saldırganların kullandığı DDOS'un, çok sayıda bilgisayar üzerinden yapılan ve verilen servisleri engellemeye yönelik bir saldırı türü olduğuna işaret eden Yılmaz, bu saldırının, daha önce zararlı yazılım bulaştırılmış dünya üzerindeki binlerce bilgisayardan ya da IP adreslerini gizleyen özel sunuculardan yapılabildiğine değindi.
Saldırının etkilediği bir diğer yer olan ve Türkiye dahil 70 civarında ülkenin IP adreslerinin organizasyonunu yürüten Regional Internet Registry for Europe'ın (RIPE) açıklamasından, özel sunucuların kullanıldığının ve alınan önlemlere karşın saldırganların sürekli taktik değiştirdiğinin anlaşıldığına dikkati çeken Yılmaz, "Saldırı gerek strateji gerekse teknik açıdan iyi bir kurguya sahip. Bu da önceden planlandığını ve organize olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte, bugünlerde DDOS için 400 Gbps büyüklüğündeki saldırılar bile normal karşılanırken, 40 Gbps büyüklüğündeki bir saldırıyla tüm ülke trafiğinin durma noktasına gelmesi, ülkemiz adına hiç iyi bir durum değil. İleride daha büyük sorunların yaşanmaması için ilgili uzmanların da yakından bildiği birtakım sorunların acilen çözülmesi gerekiyor" diye konuştu.
"Siber güç, Rusya'nın savaş stratejisinin bir parçası"
Bu tipteki saldırılarda saldırganların tespitini yapmanın kolay olmadığını dile getiren Yılmaz, çünkü dünya üzerindeki binlerce bilgisayardan ya da gerçek IP'leri takip edilemeyen özel sunuculardan bu saldırıların yapılabildiğini söyledi.
Saldırıyı gerçekleştiren belli sayıdaki bilgisayar incelenmeden bu konuda kesin olarak konuşmanın mümkün olmadığını vurgulayan Yılmaz, şunları kaydetti: "24 Kasım'da Rusya ile başlayan krizden beri, devlet destekli Rus hacking gruplarının ülkemize siber saldırılar yapabileceği yönündeki tahminleri dikkate almak gerekiyor. Rusya, yıllardır NATO'nun askeri gücünü değil, stratejisini yenmek için minimum ölüm ve fiziksel hasarla sonuçlanacak, fait accompli ya da 'oldu bitti' denilebilecek aksiyonlara başvuruyor. NATO'nun karşılık veremeyeceği, verse bile çok sesini çıkartamayacağı bu aksiyonların arkasındaki temel mekanizmalardan biri de siber güç. Sosyal medyadan, internet haberciliğine, hacking saldırılarına kadar çok geniş bir spektrumdan oluşan siber güç, Rusya'nın geleneksel savaş stratejisinin önemli bir parçası ve bunu 2007'de Estonya'da, 2008'de Gürcistan'da, 2014'de Ukrayna'da gördük."
Bilişim teknolojileri bakımından Avrupa'nın en gelişmiş ülkesi olan Estonya'ya yapılan DDOS saldırısının günlerce sürdüğünü ve ülkenin adeta felç olduğunu anlatan Yılmaz, şöyle devam etti: "Estonya, NATO'ya gidip yardım istemek zorunda kaldı, ancak ilk defa fiziki olmayan bir saldırıyla karşılaşan NATO'nun eli kolu bağlı kaldı. Çünkü daha önce hiç bu durumla karşılaşmamış, politika belirlememişti. Bu olaydan ders çıkaran NATO, 1 yıl sonra siber güvenlik konseptinden, siber savunma konseptine geçti ve Estonya'ya NATO'nun ilk siber savunma mükemmeliyet merkezini açtı. Gürcistan, bilişim teknolojileri açısından Estonya kadar iyi olmadığı için Ruslar siber saldırıyı daha çok sembolik boyutta gerçekleştirdi ve devlet başkanlığına ait resmi web sitesi hackleyerek alaycı mesajlar bıraktılar. Bununla birlikte, fiziki saldırılar esnasında Gürcistan'ın dış dünyayla bağlantısını koparmak için TV istasyonlarına, uydu haberleşmesi yapan sistemlere siber saldırılar yapıldı. Gürcistan bu saldırılara engel olamayınca, ülke dışından yaptığı yayınlarla dünyaya sesini duyurmaya çalıştı."
Ukrayna'ya yapılanlar
Ukrayna'da ise durum biraz daha farklı geliştiğini anlatan Yılmaz, çünkü Ukrayna'nın e-posta servisleri, arama motorları, antivirüs ve firewall uygulamaları gibi pek çok bilişim teknolojisi bakımından Rusya'ya bağlı olduğuna dikkati çekti.
Bu nedenle, Rusların bu yazılımlar ve sistemler üzerinden istedikleri şeylere ulaştığını, neticede pek çok bürokratın, askerin, Rusya aleyhinde yazan gazetecilerin yazışmaları ve özel bilgilerinin internette yayınlandığını ifade eden Yılmaz, yeri geldikçe de DDOS saldırılarıyla, Ukrayna'nın dijital dünyasının durdurulduğunu belirtti.
Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu: "Ukrayna ile aynı dili kullanmaları nedeniyle, sosyal medya başta olmak üzere pek çok dijital platformda dijital propaganda yaptılar, uydurma haberler yaydılar. Kırım'ın ilhakı bile gizli olarak başlatılan ve insanlarda geleceğe dair korku ve endişe duygularını uyandıran dijital propaganda ile başladı. Bu örnekleri incelediğimizde, Rusya'nın sorun yaşadığı her ülkede siber gücün tüm bileşenlerini aktif olarak kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye'deki saldırıların arkasında Rusya'nın olma ihtimalinin düşük olmadığını
söyleyebiliriz." cnntürk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)