Parlamenter sistemin diktatörlüğe daha müsait olduğunu öne süren Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, "Bugün diktatörlük yapıp eline sopa alıp dövemeyeceğine göre... Eline alacağın şey kanundur, yetkidir, paradır. Parlamenter sistemde bunların hepsi başbakanların elinde... Oysa başkanlık modelinde bunların hepsi başkanın değil, Meclis'in elinde" dedi.
Parlamenter sistemin diktatörlüğe üç dört kat daha müsait olduğunu öne süren AKP İstanbul Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “Bugün diktatörlük yapıp eline sopa alıp dövemeyeceğine göre... Eline alacağın şey kanundur, yetkidir, paradır. Parlamenter sistemde bunların hepsi başbakanların elinde... Oysa başkanlık modelinde bunların hepsi başkanın değil, Meclis'in elinde. Para, yani bütçe yapma yetkisi Meclis'tedir. Kanun yapma yetkisi Meclis'tedir. Başkan da öyle bakar... Meclis verirse uygular, vermezse yapacak bir şeyi yoktur” diye konuştu.
Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan’a konuşan Burhan Kuzu, “Durum bu olduğu halde biri çıkıp da "Başkanlık sistemi diktatörlük getirir" dediğinde... Gırtlaklamak istiyorum. Başkanlık sisteminde cazip olan iki şey var... BİR: İstikrar ve devamlılık... İKİ: Çok güçlü bir parlamento... Benim başkanlık sistemini savunmamın esas nedeni güçlü parlamentoyu getirmesidir” dedi.
Ahmet Hakan’ın Burhan Kuzu’yla yaptığı söyleşi şöyle:
Başkanlık sisteminde güçler ayrılığı nasıl oluşuyor?
Başkanı doğrudan halk seçer... Meclis'i de halk seçer. Böylece halkın oylarıyla seçilen iki güç oluşur: Yürütme ve yasama...
Bu sistemde yürütmenin yasamayı hegemonya altına alması mümkün olamaz mı?
Olamaz. Sistem buna izin vermiyor. Hükümet, Meclis'ten çıkmıyor. Meclis'tekilerin bakan olma beklentisi yok. Dar bölge sistemiyle seçilen milletvekillerinin yeniden seçilmek için genel başkanlara ihtiyaçları yok.
Başkanlık sisteminde parlamentonun görevi ne, başkanın görevi ne?
Parlamentonun görevi yasa yapmak, başkanın görevi yapılan yasaları uygulamak... Başkan yasa yapamaz, yasa tasarısı getiremez. Meclis'e seçilen vekillerin de bakan olması mümkün değil. Bakanlar Meclis dışından başkan tarafından getirilir. Bütçeyi de Meclis yapar.
Bu durumda Meclis büyük işlev kazanmış oluyor.
Aynen öyle... Bugün bizde uygulanan modelde kanunları ve bütçeyi hükümet getiriyor, Meclis'te usulen oylama yapılıyor. Oysa başkanlık sisteminde Meclis, dört dörtlük kanun yapar, bütçeyi belirler. Yani Başkan, Meclis'e muhtaçtır. Başkanlık sisteminde Başkan'ın yetkileri vardır ama Meclis'le iyi geçinirse vardır. Aksi takdirde o yetkiler tuzla buz olup erir gider.
Bu durumda başkanlık modelinin diktatörlüğe dönüşmesi biraz zor...
Çok net söylüyorum: Eğer biri diktatörlük yapmak istiyorsa parlamenter model, başkanlık modeline göre üç-dört kat daha elverişlidir diktatörlük yapmaya.
Neden daha elverişli?
Bugün diktatörlük yapıp eline sopa alıp dövemeyeceğine göre... Eline alacağın şey kanundur, yetkidir, paradır. Parlamenter sistemde bunların hepsi başbakanların elinde... Oysa başkanlık modelinde bunların hepsi başkanın değil, Meclis'in elinde. Para, yani bütçe yapma yetkisi Meclis'tedir. Kanun yapma yetkisi Meclis'tedir. Başkan da öyle bakar... Meclis verirse uygular, vermezse yapacak bir şeyi yoktur.
"Zavallı Obama" demiştiniz... Bundan dolayı mı zavallı?
Evet... Bundan dolayı... Durum bu olduğu halde biri çıkıp da "Başkanlık sistemi diktatörlük getirir" dediğinde... Gırtlaklamak istiyorum. Başkanlık sisteminde cazip olan iki şey var... BİR: İstikrar ve devamlılık... İKİ: Çok güçlü bir parlamento... Benim başkanlık sistemini savunmamın esas nedeni güçlü parlamentoyu getirmesidir.
Başkanlık sisteminde bugünkünden çok daha yetkili ve çok daha güçlü bir parlamento mu oluşacak?
Kesinlikle... Clinton'ın danışmanı gelmişti Meclis'e... Adam dedi ki: "Bizim sistemimizin şanssızlığı, adı. Adından kaybediyoruz. Başkanlık sistemi denilince yanlış anlaşılıyor. Bizdeki model aslında kongre hükümeti modelidir." Aynen böyledir.
Yargı ne olacak?
Peki başkanlık sistemi olursa "yargı" ne olacak?
Bu konuda Burhan Kuzu'nun görüşü net:
"Yargının bağımsızlığı olmazsa olmazdır. Her sistemde böyledir. Yargı hakemdir. İnsanoğluna her zaman lazımdır. Bağımsız yargı konusunda bir tartışma yok."
Başkanlık sisteminin getireceği beş güzellik
Burhan Kuzu'ya göre başkanlık sistemi şu beş güzelliği getirecek:
*
BİR: Yasama organı ile yürütme organını net olarak ayıracak.
İKİ: Koalisyon diye bir şey olmayacak.
ÜÇ: Etkin bir parlamento denetimi söz konusu olacak.
DÖRT: İstikrarı getirecek.
BEŞ: Kalkınmayı sağlayacak.
Burhan Kuzu'dan altı çizilen satırlar
- Parlamenter sistemin başbakanı, başkanlık sisteminin başkanından üç kat daha güçlüdür.
- Ben güçlü bir lider olmak istesem... Kesinlikle parlamenter sistemin başbakanlığını isterim.
- "Zavallı Obama" dedim... Amacım başkanlık sisteminde başkanın o kadar da güçlü olmadığını anlatmaktı.
- Türkeş "9 Işık" kitabında " Türkiye 'nin tek çözüm modeli başkanlık sistemidir" diyor. Şimdiki ekip karşı buna... Federal yapı gelir, özerk yapı gelir diye... O zaman soruyorum onlara: Federal yapı gelecekse Türkeş de mi federal yapıyı savundu?
30 yıllık macerası
"Ben bu başkanlık sistemi işine 30 yıldan beri kafa yoruyorum" diyen Burhan Kuzu, 30 yıllık macerasını şöyle özetledi:
- Rahmetli Özal'a danışmanlık yaptım. O zaman da başkanlık sistemi diyordum.
- Demirel çağırdı Çankaya'ya... Bu konuda onunla da irtibatlarımız oldu.
- Son 12 yıldır da Tayyip Bey'le aynı şeyleri söylüyoruz.
- Benim başkanlık sistemini savunmam partiler üstü bir savunmadır. AK Parti bağlamında bir savunma değildir.
Milletvekilleri sürü psikolojisiyle parmak kaldırıp indiriyor
Burhan Kuzu'ya göre bugün Türkiye'de Meclis işlevsiz durumda.
Kuzu, Meclis'in yapamadıklarını şöyle anlatıyor:
Meclis denetim yapamıyor
Hükümet, parlamento içinden çıkıyor... Parlamentodan çıkınca da... Bakanlar ile milletvekillerinin kankalığı söz konusu oluyor. Bu nedenle milletvekilleri, kendi partilerinden olan bakanların aleyhinde oy kullanmıyorlar. Bir denetim olmuyor yani. Evet, şeklen gensoru müessesi var ama bu müessese işlemiyor.
Meclis kanun yapamıyor
Kanun yapma yetkisi şeklen Meclis'te. Hazırlığında yok. Müzakeresinde yok. Arka planda ne olmuş, haberi yok. Kanunların yüzde 98'i hükümetten geliyor. Geri kalan yüzde 2'si de hükümetin istediği ama kamuoyu baskısından korktuğu için dolaylı olarak milletvekillerine getirttiği kanunlar. Aslında yüzde yüzü hükümetten geliyor. Milletvekilleri ne yapıyor? Grup başkan vekillerine bakıyor. Sürü psikolojisi. Grup başkan vekili parmağını kaldırıyorsa kaldırıyor, indiriyorsa indiriyor.
Meclis bütçe yapamıyor
Para musluklarının milli irade adına Meclis'ten geçmesi gerekir. Şu anda öyle oluyor, Meclis'ten geçiyor. Ama ne önerge vererek azaltmak mümkündür bütçeyi ne de çoğaltmak... Bütçe konusunda da hükümetin dediği olur. Bütçe görüşmeleri aslında bir seremonidir.
'Başkan deli' deyip seçime gidebilirler
Partinizin Meclis'e getirdiği anayasa değişikliğinde Amerikan sisteminde yer almayan hususlar var. Mesela başkana parlamentoyu fesih yetkisi veriyorsunuz.
Doğrudur. Bizim getirdiğimiz teklifte Amerikan modelinden kısmi bir sapma var. Ama haklıyız. Haklılığımız nerede? Şurada: Amerikan modelinde bir tıkanma olduğunda açacak bir şey yok. Sistem kilitleniyor, kanun çıkmıyor, bütçe geçmiyor. Biz bir çıkış yolu aradık. Eğer Meclis kanun çıkarmazsa ve işleri tıkarsa, başkanın seçim kararı alma hakkı var. Ama sadece Meclis için seçim kararı alamıyor Başkan... Bu durumda kendisi için de seçim yapılıyor. Yani hem Meclis seçimi hem başkanlık seçimi...
Sizin getirdiğiniz teklifte Meclis de başkanı görevden alabiliyor değil mi?
Evet... Parlamento "Bu başkan biraz deli galiba, ne yaptığı belli olmuyor, abuk sabuk şeyler yapıyor" diyebilir ve başkanlık seçimine gidebilir. Ama tabii Meclis de seçime gitmek zorunda.
O zaman sizin teklifte başkana verilen hak, Meclis'e de verilmiş.
Aynen öyle... Gazetelere bakıyorsun, "Başkana fesih yetkisi" diyorlar. İyi de kardeşim başkan, Meclis'i feshederse kendi de seçime gidiyor, bunu da yazsana... Ya da Meclis'in de başkanı görevden alma yetkisi var, bunu da yazsana.
Doğru. İşin bu kısmı pek dillendirilmedi.
Ben bunları anlattığımda "A hocam, bu da mı vardı" diyorlar. Var tabii kardeşim, olmaz olur mu? Güney Amerika'da, Uruguay'da, Paraguay'da bu sistem niye işlemiyor? Çünkü oralarda bu yetkiler tek taraflı var. Diktatör adam zaten... Seçim bile yapmıyor.
Yani tek taraflı fesih yetkisi olursa iş diktatörlüğe mi gider?
Gider tabii... Hiç şüphen olmasın.
Sizin getirdiğiniz teklifte başkana kanun gücünde kararname çıkarma yetkisi de veriliyor. Bu da Amerikan sisteminde yok? Bu da tehlikeli bir yetki değil mi?
Bu husus basında çok eleştiri aldı. Bunu düzeltebiliriz. Başka bir formül bulabiliriz. Tartışabiliriz. Burada amaç, Meclis'i yetkisini kullanmaya zorlamak. Yetkisine karışma yok. Kanuna karışma yok. Kanun yapmasına zorlama var. İstenen şu: Başkan ile Meclis arasında zıtlaşma olursa... Bir ara yol olarak, acil durumlarda başkan kanun gücünde kararnameyle işleri yürütebilir. Ama Meclis o konuda kanun çıkardığı an bu kararname düşer.
Solcu başkan... Neden olmasın?
Türkiye'de sol, başkanlık sistemine karşı... Ne diyorsunuz bu konuda?
Sol kesimin bir saplantısı var. Türkiye'de yüzde 35 sol, yüzde 65 sağ var sanıyorlar. Bu geçmişte doğruydu ama artık böyle değil. Artık bir ailede anne, baba, oğlan, kız... Dördü de ayrı partilere oy veriyor.
Yani solcuların başkanlık sisteminde şansı olur mu diyorsunuz?
Ey sol! Elli yıllık parlamenter rejimde kaç defa geldin? Sen bu modelde zaten gelemiyorsun. Ama başkanlık modeli gelsin, samimi olarak söylüyorum, solcu başkan seçilir. Nasıl seçilir? İki dönem sağdan gelir, üçüncü dönem soldan gelir. Çünkü başkanlık sisteminde ılımlılık esas olur. Herkesin oyunu almak için yumuşak söylemle hareket edilir. Bu ılımlılık nedeniyle bir-iki defa sağı deneyen seçmen, bir kez de solu deneyebilir.
AK Parti kurucususunuz. Üç dönemdir partidesiniz. Ama bakan olamadınız. Kırgın olduğunuzu da pek saklamıyorsunuz.
Bir kırgınlık var ama küslük dozunda değil. Mesele yapmadım. Yeri geldi söyledim ama. Bu da ayıplandı. Kendisi için bakanlık istiyor falan dediler. Ben, "Canım bakanlık istemiyor" desem, olmaz. Çok doğal bir şey bu... Ben zaten en çok bundan kaybediyorum. Doğal konuşuyorum, bazıları buradaki samimiyeti anlamıyor. Bakanlık yapan arkadaşlarımız gayet güzel yapıyorlar. Ama biz de yaparız. Bizim neyimiz eksik?
4 Şubat 2015 Çarşamba
'Çok para veriyorsunuz ama hiçbiri organik değil'
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Rüştü Kutlu, ’organik’ adı altında oldukça yüksek fiyatlara satılan tavuk etinin seri üretiminin imkansız olduğunu, dünyada ve Türkiye’de hormonlu tavuk etinin de olmadığını, her pilice tek tek hormon uygulamanın mümkün olmadığını söyledi.
Prof. Dr. Hasan Rüştü Kutlu, Çukurova Üniversitesi çatısı altında TUBİTAK desteği ile kurulan AR-GE kümesinde yürüttükleri çalışmalar hakkında açıklama yaptı. Prof. Dr. Kutlu, ’organik tavuk’ ismi altında çok yüksek fiyatlara piliç veya tavuk eti satıldığını belirterek Türkiye’de organik tavuk olmadığını savundu. Organik tavuk üretiminin araştırma bazında kolay, ancak seri üretimde imkansız olduğunu ileri süren Kutlu, "Çünkü bu konuyla ilgili olan mevzuata göre, organik hayvansal üretimde kullanılacak hayvanların ve yemlerin öncelikle organik olması gerekiyor. Türkiye’de organik denilebilecek çiftlik hayvanlarını ancak ve ancak dağa yakın etek bölgelerde, geçit bölgelerinde, orman kenarlarında bulmak mümkün. Onun dışında geniş üretim alanlarında, Ege, Marmara, Çukurova ve İç Anadolu gibi modern tarım uygulamalarının yapıldığı, kimyasal gübre ve zirai ilaç kullanımının yaygın olduğu bölgelerde yetiştirilen hayvanların ve yemlerinin organikliğinden söz etmek mümkün değil" dedi.
DUDAK UÇUKLATAN RAKAMLARA SATILIYOR
Tavukçulukta da çok değişik organik ürünler olduğunu marketlerde ve satış reyonlarında görüldüğünü anlatan Kutlu şu bilgileri verdi:
"Etiket fiyatlarına baktığımız zaman dudak uçuklatan rakamlarla satışa sunulduğunu görüyoruz. Bu ürünlerin mevzuata göre organik olmaları hemen hemen imkansız. Bu ürünlerin organik olduğu belgesi veya sertifikası yok. Yalnızca adı var, üreticiye güvenmekten başka şansınız yok. Modern tarım tekniklerinin uygulandığı ülkemizde organik yem üretimi yapılamamaktadır. Hayvan materyali organik olduğu iddia edilse dahi elde edilen hayvansal ürünün organik olması mümkün değil. Mevzuata göre üretimi yapılan piliç-tavuk eti veya yumurtasının organik olabilmesi için pek çok koşul var. İlk iki koşul yemin ve hayvan materyalinin organik olması. Maalesef ülkemizde bunun ikisi de yok.
Ülkemizde açık alanda veya merada yapılan tavukçuluk organik tavukçuluk gibi algılanmakta veya bu yönde algı yaratılmaya çalışılmakta, ürün organik olarak tanıtılmakta, çok yüksek fiyatlarla pazarlanmakta. Tüketici istismarı olarak da nitelendirilebilecek bu olay, sağlıklı tavuk eti tüketimine de darbe vurmaktadır. Nerede yetiştirildiği, hangi hijyen koşullarında yetiştirildiği, kesilip tüketiciye ulaştırıldığı bilinmeyen bu ürünlere güvenli gıda demek mümkün değil. Konuyla ilgili yapılan araştırmalarda bu tür ürünlerin ciddi mikrobiyolojik riskleri taşıdığı da saptanmış."
HORMON UYGULAMASI YOK
Tavukçuluk sektöründe hiçbir zaman ’hormon’ kullanılmadığını da vurgulayan Kutlu, şöyle dedi:
"Dünyada ve Türkiye’de seri üretim yapılan işletmelerde hormon kullanımı mümkün değil. Uzun yıllar ıslah çalışmaları sonucu elde edilen çabuk gelişen ve büyüyen hibritlerle üretim yapılıyor. Hormon uygulaması olabilmesi için hormonların hayvanlara tek tek enjeksiyonla verilmesi gerekir. 50-100 binlik hayvan kapasitesine sahip bir kümeste tek tek hayvanlara hormon uygulaması yapmak ekonomik olmadığı gibi doğru bir sonuç alınabilecek işlem de değildir. Markalı ürünler üretim süreci kontrol altına alındığı için çok daha güvenli. Bakanlık tarafından çok ciddi bir şekilde denetim altında tutuluyor bu konu. Organik adı altında üretilip satılan piliç veya tavuk etleri kaynağı ve güvenilirliği sorunlu ürünler olup, tüketici sağlığı açısından asla tercih edilmemesi gereken riskli gıdalardır."
Prof. Dr. Hasan Rüştü Kutlu, Çukurova Üniversitesi çatısı altında TUBİTAK desteği ile kurulan AR-GE kümesinde yürüttükleri çalışmalar hakkında açıklama yaptı. Prof. Dr. Kutlu, ’organik tavuk’ ismi altında çok yüksek fiyatlara piliç veya tavuk eti satıldığını belirterek Türkiye’de organik tavuk olmadığını savundu. Organik tavuk üretiminin araştırma bazında kolay, ancak seri üretimde imkansız olduğunu ileri süren Kutlu, "Çünkü bu konuyla ilgili olan mevzuata göre, organik hayvansal üretimde kullanılacak hayvanların ve yemlerin öncelikle organik olması gerekiyor. Türkiye’de organik denilebilecek çiftlik hayvanlarını ancak ve ancak dağa yakın etek bölgelerde, geçit bölgelerinde, orman kenarlarında bulmak mümkün. Onun dışında geniş üretim alanlarında, Ege, Marmara, Çukurova ve İç Anadolu gibi modern tarım uygulamalarının yapıldığı, kimyasal gübre ve zirai ilaç kullanımının yaygın olduğu bölgelerde yetiştirilen hayvanların ve yemlerinin organikliğinden söz etmek mümkün değil" dedi.
DUDAK UÇUKLATAN RAKAMLARA SATILIYOR
Tavukçulukta da çok değişik organik ürünler olduğunu marketlerde ve satış reyonlarında görüldüğünü anlatan Kutlu şu bilgileri verdi:
"Etiket fiyatlarına baktığımız zaman dudak uçuklatan rakamlarla satışa sunulduğunu görüyoruz. Bu ürünlerin mevzuata göre organik olmaları hemen hemen imkansız. Bu ürünlerin organik olduğu belgesi veya sertifikası yok. Yalnızca adı var, üreticiye güvenmekten başka şansınız yok. Modern tarım tekniklerinin uygulandığı ülkemizde organik yem üretimi yapılamamaktadır. Hayvan materyali organik olduğu iddia edilse dahi elde edilen hayvansal ürünün organik olması mümkün değil. Mevzuata göre üretimi yapılan piliç-tavuk eti veya yumurtasının organik olabilmesi için pek çok koşul var. İlk iki koşul yemin ve hayvan materyalinin organik olması. Maalesef ülkemizde bunun ikisi de yok.
Ülkemizde açık alanda veya merada yapılan tavukçuluk organik tavukçuluk gibi algılanmakta veya bu yönde algı yaratılmaya çalışılmakta, ürün organik olarak tanıtılmakta, çok yüksek fiyatlarla pazarlanmakta. Tüketici istismarı olarak da nitelendirilebilecek bu olay, sağlıklı tavuk eti tüketimine de darbe vurmaktadır. Nerede yetiştirildiği, hangi hijyen koşullarında yetiştirildiği, kesilip tüketiciye ulaştırıldığı bilinmeyen bu ürünlere güvenli gıda demek mümkün değil. Konuyla ilgili yapılan araştırmalarda bu tür ürünlerin ciddi mikrobiyolojik riskleri taşıdığı da saptanmış."
HORMON UYGULAMASI YOK
Tavukçuluk sektöründe hiçbir zaman ’hormon’ kullanılmadığını da vurgulayan Kutlu, şöyle dedi:
"Dünyada ve Türkiye’de seri üretim yapılan işletmelerde hormon kullanımı mümkün değil. Uzun yıllar ıslah çalışmaları sonucu elde edilen çabuk gelişen ve büyüyen hibritlerle üretim yapılıyor. Hormon uygulaması olabilmesi için hormonların hayvanlara tek tek enjeksiyonla verilmesi gerekir. 50-100 binlik hayvan kapasitesine sahip bir kümeste tek tek hayvanlara hormon uygulaması yapmak ekonomik olmadığı gibi doğru bir sonuç alınabilecek işlem de değildir. Markalı ürünler üretim süreci kontrol altına alındığı için çok daha güvenli. Bakanlık tarafından çok ciddi bir şekilde denetim altında tutuluyor bu konu. Organik adı altında üretilip satılan piliç veya tavuk etleri kaynağı ve güvenilirliği sorunlu ürünler olup, tüketici sağlığı açısından asla tercih edilmemesi gereken riskli gıdalardır."
Kenan Evren'in hastalığına teşhis konuldu
12 Eylül Davası'nda yargılanan Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Kenan Evren'in alzheimer tedavisi gördüğü ortaya çıktı.
12 Eylül darbesi nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Kenan Evren (97) ve Tahsin Şahinkaya'nın (89) tedavilerine GATA'da devam ediyor. Ahmet Topal'ın haberine göre, yatağa bağlı olan Evren'in hafıza kaybı yaşadığı, bu nedenle Alzheimer tedavisine başlandığı öğrenildi. Evren'le birlikte yargılanan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya'nın da yatağa bağlı olduğu, ihtiyaçlarını gideremediği belirtildi.
12 Eylül darbesi nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Kenan Evren (97) ve Tahsin Şahinkaya'nın (89) tedavilerine GATA'da devam ediyor. Ahmet Topal'ın haberine göre, yatağa bağlı olan Evren'in hafıza kaybı yaşadığı, bu nedenle Alzheimer tedavisine başlandığı öğrenildi. Evren'le birlikte yargılanan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya'nın da yatağa bağlı olduğu, ihtiyaçlarını gideremediği belirtildi.
3 Şubat 2015 Salı
İkiz kardeşini bıçakladı
Hırvat manken, kıskançlık yüzünden ikizini bıçakladı.
Hırvatistan’da manken Sara Grkoviç’in aynı erkeğe aşık olmaları yüzünden ikiz kardeşi Dajana Grkoviç’i bıçaklaması gündem oldu. 22 yaşındaki Sara Grkoviç tutuklandı. Hırvatistan’ın Rijeka kentinde yaşanan olayda manken Sara Grkoviç, tek yumurta ikizi Dajana Grkoviç’in erkek arkadaşıyla yakınlaştı. Geçen cumartesi akşamı bu yüzden tartışmaya başlayan kardeşlerin kavgası kanlı bitti.
İkiz kardeşi Dajana Grkoviç’in erkek arkadaşını kıskanan Sara Grkoviç öfkeye kapılarak bıçağı kız kardeşinin göğsüne sapladı. Bıçak darbesiyle yere yığılan genç kız, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Olay sonrası Sara Grkoviç polis tarafından cinayete teşebbüs suçundan tutuklandı.
Hırvatistan’da manken Sara Grkoviç’in aynı erkeğe aşık olmaları yüzünden ikiz kardeşi Dajana Grkoviç’i bıçaklaması gündem oldu. 22 yaşındaki Sara Grkoviç tutuklandı. Hırvatistan’ın Rijeka kentinde yaşanan olayda manken Sara Grkoviç, tek yumurta ikizi Dajana Grkoviç’in erkek arkadaşıyla yakınlaştı. Geçen cumartesi akşamı bu yüzden tartışmaya başlayan kardeşlerin kavgası kanlı bitti.
İkiz kardeşi Dajana Grkoviç’in erkek arkadaşını kıskanan Sara Grkoviç öfkeye kapılarak bıçağı kız kardeşinin göğsüne sapladı. Bıçak darbesiyle yere yığılan genç kız, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Olay sonrası Sara Grkoviç polis tarafından cinayete teşebbüs suçundan tutuklandı.
Fethullah Gülen'in pasaportu iptal edildi!
Türkiye, Cemaat lideri Fethullah Gülen’in pasaportunun "yalan beyanda" bulunarak alındığı gerekçesiyle iptal edildiğini ilgili ABD makamlarına bildirdi.
Türk hükümetinin, ABD makamlarına Fethullah Gülen’in "yalan beyanda" bulunarak aldığı pasaportunun iptal edildiğini bildirdiği belirtildi. Amerikalı uzmanlar, Gülen için benzer bir durumun Yeşil Kart sürecinde de yaşanmış olması halinde, kartın geri alınması ve sınır dışı sürecinin başlatılabileceği görüşünde.
GÜLEN'İN ABD'DEN YEŞİL PASAPORTU VAR
Alınan bilgiye göre, Türk hükümeti, 28 Ocak'ta ABD makamlarına Gülen’in pasaportunu “yalan beyanda” bulunarak aldığını ve bu nedenle pasaportunun iptal edildiğini bildirdi.
Türkiye'den yeşil pasaport alan Gülen'in, bu pasaportunun iptalinin ardından ise herhangi bir yenileme veya değiştirme talebinde bulunmadığı öğrenildi.
Kırmızı Bülten ile ilgili konularda uzman avukat Michelle Estlund, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “kişinin Yeşil Kart’ı varsa ve ABD İç Güvenlik Bakanlığı bu kişinin Yeşil Kart başvurusunda yalan beyanda bulunduğuna inanırsa Yeşil Kart’ın geri alınması sürecinin başlayabileceğini” söyledi.
Göçmenlikle ilgili konularda uzman avukat Efe Poturoğlu da Amerikan hükümetinin Yeşil Kartları alma hakkı bulunduğunu ama bunun için soruşturma başlatılması gerektiğini belirtti.
YEŞİL KARTI ELİNDEN ALINIR MI?
"Türk hükümetine pasaport için yanlış beyanname verilmesi Yeşil Kart'ın geri alınmasında otomatik süreç başlatmaz" diyen Poturoğlu, “Genelde soruşturma açtıkları konular Yeşil Kart başvurusu yaparken yalan beyanda bulunulup bulunulmadığı. Ama böyle bir ihbar geldiyse ve soruşturma sonucunda da doğru çıkarsa Yeşil Kart'ının elinden alınması hakkı doğar" diye konuştu.
Göçmenlik alanında ödülleri bulunan avukat Anis Saleh de bu süreçte kişinin yabancı ülke pasaportu değil, Yeşil Kart başvurusu yaparken yalan beyanda bulunup bulunmadığının esas alındığını kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü:
"SADECE TÜRK YETKİLİLERE YALAN SÖYLEDİYSE..."
“Sadece Türk yetkililere pasaportta yalan söylediyse ve bu pasaportla ülkeye girdiyse ve ondan sonra gerçek adı ve bilgileriyle Yeşil Kart'a başvurduysa pasaportta yalan söylemesi, tek başına sınır dışı edilmesi için yeterli değildir. Ama Yeşil Kart başvurusunda yalan söylediyse ve yalanı Yeşil Kart alıp almamasını etkileyebilecek düzeydeyse o zaman hükümet sınır dışı etme sürecine başlayabilir. Ancak başvurudaki yalanın sonucu etkileyen bir şey olması lazım. Eğer kişi belirli bir suç işlediyse belirli örgüt üyesiyse sınır dışı edilebilir.”
GÜLEN İADE EDİLEBİLİR Mİ?
İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği'nin aralık sonunda İstanbul merkezli ''paralel yapı'' soruşturması kapsamında, ABD’nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarması üzerine Türkiye'nin, Gülen’in Interpol’de Kırmızı Bülten ile aranması talebinde bulunabileceği ifade ediliyor.
ABD’deki önemli Interpol, uluslararası suçlar ve göçmenlik avukatları, Interpol’de Kırmızı Bülten ile aranan kişilere dair hukuki sürecini AA muhabirine anlattı.
Interpol bültenlerinin üye ülkeleri bilgilendirme amacı taşıdığını belirten uzmanlar, önemli olanın, ilgili konuda iki ülke arasındaki anlaşma ile ABD’nin kendi iç hukuk sürecinin işleyişi olduğuna dikkati çektiler.
ABD’de federal ve uluslararası suç davalarında uzman avukat Frank Rubino, “Interpol bültenleri sadece bilgilendirmedir. Bültenler, ilgili kişilerin mutlaka talep eden ülkeye iade edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Bu süreçlerde önemli olan ilgili konuda iki ülke arasında yapılan anlaşmanın içeriğidir” dedi.
"TALEP EDEN ÜLKENİN, ARANAN KİŞİNİN SUÇLARININ KANITLARININ GÖNDERMESİ GEREK"
Talep eden ülkenin aranan kişinin işlediği suçların kanıtlarını ABD’ye göndermesi gerektiğini, Amerikalı yetkililerin de Interpol’deki arama gerekçesini, ikili anlaşmanın içeriğine göre değerlendirdiğini anlatan Rubino, suçluların iadesinde, kişinin ABD’de yaşaması veya Yeşil Kart’a sahip olmasının ilgili kişiye ayrıcalık getirmediğini ifade etti.
Avukat Estlund da bir kişinin iadesi veya sınır dışı edilmesinin ABD’nin kendi iç hukuk sürecinin tamamlanmasıyla mümkün olabileceğini belirterek “Adalet Bakanlığı, Interpol'le aranan bu kişinin ABD’de olduğunu öğrenirse önce bu kişi için iç hukukta da yakalama emri çıkarılıp çıkarılmamasına karar verir. Eğer yakalama kararı uygun bulunursa savcı atanır ve savcıların gerekli görmesi halinde de kişiye karşı dava açılır. Talep eden ülke bu kişilerin terörist eylemlerde bulunduğunu kanıtlayabilirse ilgili kişi iade veya sınır dışı edilebilir” diye konuştu.
Davada ilgili ülkenin suçlamasının incelendiğini belirten Estlund, “ABD, suçlamanın iade kriterlerine ulaşıp ulaşmadığına bakar. Ancak karar, kişinin suçlu veya suçsuz olduğu anlamına gelmez” ifadesini kullandı.
Göçmenlik avukatı Saleh de Interpol'de Kırmızı Bülten'in hangi konuda çıkarıldığının önemli olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kişi burada yasal olarak yaşıyorsa mahkeme kararı olmadan iade veya sınır dışı yapılamıyor. Terörist eylemler nedeniyle aranıyorsanız, sınır dışı edilebilirsiniz. Ama bunda da ABD hükümetinin mahkemede bu kişinin terör örgütü üyesi olduğunu veya terörist eylemlere katıldığını kanıtlaması, ilgili ülkenin de kanıtları göndermesi lazım. Ondan sonra ABD yeterli kanıt olup olmadığına bakar. Savcılar kanıtları yeterli görürse kişiye karşı dava açılır ve sonra da yargıç karar verir.”
"INTERPOL OLMADAN DA YAPILABİLİR"
Suçluların iadesi konusunda uzman hukukçu Douglas McNabb da Türkiye'nin Gülen'in iadesi için Kırmızı Bülten çıkarması gerekmediğini söyledi.
Kırmızı Bülten'in daha çok kişinin yerinin bilinmemesi durumunda etkili olduğunu kaydeden McNabb, Türkiye'nin Gülen için geçici tutuklama talebi hazırlayıp konuyu büyükelçilik yoluyla ABD Dışişleri Bakanlığı'na intikal ettirebileceğini belirtti.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın da dosyayı, yakalama emrinin iki ülke arasındaki anlaşmaya uygun olup olmadığının incelenmesi için ABD Adalet Bakanlığı'na bağlı Uluslararası İlişkiler Ofisi'ne göndermesi gerektiğini ifade eden McNabb, şöyle devam etti:
"Uluslararası İlişkiler Ofisi yakalama emrinin iki ülke arasındaki anlaşmalara uygun olduğuna karar vermesi durumunda, dosyayı yakalanması talep edilen kişinin bulunduğu bölge savcılığına gönderir. Burada bir savcı yardımcısı dosyayı üstlenir, ardından FBI'ya ve Adalet Bakanlığı'na bağlı polis gücüne (Marshals Service) yakalama kararının kopyası gönderilir. Kişi yakalanır ve bölgesindeki sulh mahkemesine götürülür."
ABD'deki suçluların iadesiyle ilgili davalar ceza davası olarak görülmediği için zanlının kefaletle serbest kalamayacağını belirten McNabb, geçici tutuklamanın ardından Türk yetkililere haber verilmesi gerektiğini söyledi.
"ZANLININ İADESİNE KARŞI ÇIKMA HAKKI"
Türkiye ile ABD arasında imzalanan Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Antlaşması'na göre geçici tutuklama süresi azami 60 gün. Bu süre içinde iade talepnamesini de içeren kapsamlı iade evrakının ABD Adalet Bakanlığı'na teslim edilmesi gerekiyor.
Belgelerin ABD Adalet Bakanlığı'na teslim edilmesinin ardından iade duruşmasının başlayacağını kaydeden McNabb, zanlının Türkiye'ye dönmeyi kabul etme veya iadesine karşı çıkma hakkı bulunduğunu ama duruşmada iade yönünde karar çıkması halinde zanlının temyiz mahkemesine gidemeyeceğini belirtti. McNabb, yine de kişinin derhal hakim karşısına çıkarılmasını talep etme hakkını ifade eden "habeas corpus" başvurusu yaparak bölge mahkemesinde yargılanmak isteyebileceğini vurguladı.
SON KARARI KİM VERECEK?
McNabb, şunları söyledi:
"Tüm bu hukuki sürecin ardından iade emrini geri çevirememesi durumunda, zanlı kendisinin Türkiye'ye iade edilip edilmeyeceğine dair nihai kararı verecek ABD dışişleri bakanına gidebilir. Dışişleri bakanına neden iade edilmemesi gerektiğine dair savunmasını sunabilir ve bu savunma mahkeme sürecinde ileri sürdüğü savlardan farklı şeyler içerebilir. Neticede bir kişinin iade edilip edilmeyeceğine dair kararı verecek merci Dışişleri Bakanı'nın ofisidir."
Göçmenlik avukatı Poturoğlu da ABD ile Türkiye arasında suçluların iadesi konusunda zaten anlaşma olduğuna dikkati çekerek şunları kaydetti:
“Mesela, böyle durumlarda Türk Adalet Bakanlığı buradaki ABD Dışişleri Bakanlığı'na talep yolluyor. Talep, Dışişleri Bakanlığı'ndan ABD Adalet Bakanlığı'na, oradan da kişinin bulunduğu eyaletteki yerel savcıya gidiyor. Yerel savcı eğer Türkiye ve ABDarasındaki anlaşma çerçevesinde federal mahkemede dava açmaya karar verirse bu federal mahkemeye gidiyor. Federal mahkeme de normal bir dava gibi şahitleri dinliyor, belgeler sunuluyor. Kişinin iade edilip edilmeyeceği kararını mahkeme veriyor.”
Ancak, son süreçte ABD Dışişleri Bakanlığı’nın da karar verebileceğini belirten Poturoğlu, “Mahkemenin kararını ABD Dışişleri Bakanlığı'na tavsiyesiyle beraber göndermesinin ardından bakanlık genelde mahkemenin tavsiyesine uyar ama uymama hakkı da var. Yani son kararı Dışişleri Bakanlığı veriyor” dedi. (Kaynak:medyafaresi.com)
Türk hükümetinin, ABD makamlarına Fethullah Gülen’in "yalan beyanda" bulunarak aldığı pasaportunun iptal edildiğini bildirdiği belirtildi. Amerikalı uzmanlar, Gülen için benzer bir durumun Yeşil Kart sürecinde de yaşanmış olması halinde, kartın geri alınması ve sınır dışı sürecinin başlatılabileceği görüşünde.
GÜLEN'İN ABD'DEN YEŞİL PASAPORTU VAR
Alınan bilgiye göre, Türk hükümeti, 28 Ocak'ta ABD makamlarına Gülen’in pasaportunu “yalan beyanda” bulunarak aldığını ve bu nedenle pasaportunun iptal edildiğini bildirdi.
Türkiye'den yeşil pasaport alan Gülen'in, bu pasaportunun iptalinin ardından ise herhangi bir yenileme veya değiştirme talebinde bulunmadığı öğrenildi.
Kırmızı Bülten ile ilgili konularda uzman avukat Michelle Estlund, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “kişinin Yeşil Kart’ı varsa ve ABD İç Güvenlik Bakanlığı bu kişinin Yeşil Kart başvurusunda yalan beyanda bulunduğuna inanırsa Yeşil Kart’ın geri alınması sürecinin başlayabileceğini” söyledi.
Göçmenlikle ilgili konularda uzman avukat Efe Poturoğlu da Amerikan hükümetinin Yeşil Kartları alma hakkı bulunduğunu ama bunun için soruşturma başlatılması gerektiğini belirtti.
YEŞİL KARTI ELİNDEN ALINIR MI?
"Türk hükümetine pasaport için yanlış beyanname verilmesi Yeşil Kart'ın geri alınmasında otomatik süreç başlatmaz" diyen Poturoğlu, “Genelde soruşturma açtıkları konular Yeşil Kart başvurusu yaparken yalan beyanda bulunulup bulunulmadığı. Ama böyle bir ihbar geldiyse ve soruşturma sonucunda da doğru çıkarsa Yeşil Kart'ının elinden alınması hakkı doğar" diye konuştu.
Göçmenlik alanında ödülleri bulunan avukat Anis Saleh de bu süreçte kişinin yabancı ülke pasaportu değil, Yeşil Kart başvurusu yaparken yalan beyanda bulunup bulunmadığının esas alındığını kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü:
"SADECE TÜRK YETKİLİLERE YALAN SÖYLEDİYSE..."
“Sadece Türk yetkililere pasaportta yalan söylediyse ve bu pasaportla ülkeye girdiyse ve ondan sonra gerçek adı ve bilgileriyle Yeşil Kart'a başvurduysa pasaportta yalan söylemesi, tek başına sınır dışı edilmesi için yeterli değildir. Ama Yeşil Kart başvurusunda yalan söylediyse ve yalanı Yeşil Kart alıp almamasını etkileyebilecek düzeydeyse o zaman hükümet sınır dışı etme sürecine başlayabilir. Ancak başvurudaki yalanın sonucu etkileyen bir şey olması lazım. Eğer kişi belirli bir suç işlediyse belirli örgüt üyesiyse sınır dışı edilebilir.”
GÜLEN İADE EDİLEBİLİR Mİ?
İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği'nin aralık sonunda İstanbul merkezli ''paralel yapı'' soruşturması kapsamında, ABD’nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarması üzerine Türkiye'nin, Gülen’in Interpol’de Kırmızı Bülten ile aranması talebinde bulunabileceği ifade ediliyor.
ABD’deki önemli Interpol, uluslararası suçlar ve göçmenlik avukatları, Interpol’de Kırmızı Bülten ile aranan kişilere dair hukuki sürecini AA muhabirine anlattı.
Interpol bültenlerinin üye ülkeleri bilgilendirme amacı taşıdığını belirten uzmanlar, önemli olanın, ilgili konuda iki ülke arasındaki anlaşma ile ABD’nin kendi iç hukuk sürecinin işleyişi olduğuna dikkati çektiler.
ABD’de federal ve uluslararası suç davalarında uzman avukat Frank Rubino, “Interpol bültenleri sadece bilgilendirmedir. Bültenler, ilgili kişilerin mutlaka talep eden ülkeye iade edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Bu süreçlerde önemli olan ilgili konuda iki ülke arasında yapılan anlaşmanın içeriğidir” dedi.
"TALEP EDEN ÜLKENİN, ARANAN KİŞİNİN SUÇLARININ KANITLARININ GÖNDERMESİ GEREK"
Talep eden ülkenin aranan kişinin işlediği suçların kanıtlarını ABD’ye göndermesi gerektiğini, Amerikalı yetkililerin de Interpol’deki arama gerekçesini, ikili anlaşmanın içeriğine göre değerlendirdiğini anlatan Rubino, suçluların iadesinde, kişinin ABD’de yaşaması veya Yeşil Kart’a sahip olmasının ilgili kişiye ayrıcalık getirmediğini ifade etti.
Avukat Estlund da bir kişinin iadesi veya sınır dışı edilmesinin ABD’nin kendi iç hukuk sürecinin tamamlanmasıyla mümkün olabileceğini belirterek “Adalet Bakanlığı, Interpol'le aranan bu kişinin ABD’de olduğunu öğrenirse önce bu kişi için iç hukukta da yakalama emri çıkarılıp çıkarılmamasına karar verir. Eğer yakalama kararı uygun bulunursa savcı atanır ve savcıların gerekli görmesi halinde de kişiye karşı dava açılır. Talep eden ülke bu kişilerin terörist eylemlerde bulunduğunu kanıtlayabilirse ilgili kişi iade veya sınır dışı edilebilir” diye konuştu.
Davada ilgili ülkenin suçlamasının incelendiğini belirten Estlund, “ABD, suçlamanın iade kriterlerine ulaşıp ulaşmadığına bakar. Ancak karar, kişinin suçlu veya suçsuz olduğu anlamına gelmez” ifadesini kullandı.
Göçmenlik avukatı Saleh de Interpol'de Kırmızı Bülten'in hangi konuda çıkarıldığının önemli olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kişi burada yasal olarak yaşıyorsa mahkeme kararı olmadan iade veya sınır dışı yapılamıyor. Terörist eylemler nedeniyle aranıyorsanız, sınır dışı edilebilirsiniz. Ama bunda da ABD hükümetinin mahkemede bu kişinin terör örgütü üyesi olduğunu veya terörist eylemlere katıldığını kanıtlaması, ilgili ülkenin de kanıtları göndermesi lazım. Ondan sonra ABD yeterli kanıt olup olmadığına bakar. Savcılar kanıtları yeterli görürse kişiye karşı dava açılır ve sonra da yargıç karar verir.”
"INTERPOL OLMADAN DA YAPILABİLİR"
Suçluların iadesi konusunda uzman hukukçu Douglas McNabb da Türkiye'nin Gülen'in iadesi için Kırmızı Bülten çıkarması gerekmediğini söyledi.
Kırmızı Bülten'in daha çok kişinin yerinin bilinmemesi durumunda etkili olduğunu kaydeden McNabb, Türkiye'nin Gülen için geçici tutuklama talebi hazırlayıp konuyu büyükelçilik yoluyla ABD Dışişleri Bakanlığı'na intikal ettirebileceğini belirtti.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın da dosyayı, yakalama emrinin iki ülke arasındaki anlaşmaya uygun olup olmadığının incelenmesi için ABD Adalet Bakanlığı'na bağlı Uluslararası İlişkiler Ofisi'ne göndermesi gerektiğini ifade eden McNabb, şöyle devam etti:
"Uluslararası İlişkiler Ofisi yakalama emrinin iki ülke arasındaki anlaşmalara uygun olduğuna karar vermesi durumunda, dosyayı yakalanması talep edilen kişinin bulunduğu bölge savcılığına gönderir. Burada bir savcı yardımcısı dosyayı üstlenir, ardından FBI'ya ve Adalet Bakanlığı'na bağlı polis gücüne (Marshals Service) yakalama kararının kopyası gönderilir. Kişi yakalanır ve bölgesindeki sulh mahkemesine götürülür."
ABD'deki suçluların iadesiyle ilgili davalar ceza davası olarak görülmediği için zanlının kefaletle serbest kalamayacağını belirten McNabb, geçici tutuklamanın ardından Türk yetkililere haber verilmesi gerektiğini söyledi.
"ZANLININ İADESİNE KARŞI ÇIKMA HAKKI"
Türkiye ile ABD arasında imzalanan Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Antlaşması'na göre geçici tutuklama süresi azami 60 gün. Bu süre içinde iade talepnamesini de içeren kapsamlı iade evrakının ABD Adalet Bakanlığı'na teslim edilmesi gerekiyor.
Belgelerin ABD Adalet Bakanlığı'na teslim edilmesinin ardından iade duruşmasının başlayacağını kaydeden McNabb, zanlının Türkiye'ye dönmeyi kabul etme veya iadesine karşı çıkma hakkı bulunduğunu ama duruşmada iade yönünde karar çıkması halinde zanlının temyiz mahkemesine gidemeyeceğini belirtti. McNabb, yine de kişinin derhal hakim karşısına çıkarılmasını talep etme hakkını ifade eden "habeas corpus" başvurusu yaparak bölge mahkemesinde yargılanmak isteyebileceğini vurguladı.
SON KARARI KİM VERECEK?
McNabb, şunları söyledi:
"Tüm bu hukuki sürecin ardından iade emrini geri çevirememesi durumunda, zanlı kendisinin Türkiye'ye iade edilip edilmeyeceğine dair nihai kararı verecek ABD dışişleri bakanına gidebilir. Dışişleri bakanına neden iade edilmemesi gerektiğine dair savunmasını sunabilir ve bu savunma mahkeme sürecinde ileri sürdüğü savlardan farklı şeyler içerebilir. Neticede bir kişinin iade edilip edilmeyeceğine dair kararı verecek merci Dışişleri Bakanı'nın ofisidir."
Göçmenlik avukatı Poturoğlu da ABD ile Türkiye arasında suçluların iadesi konusunda zaten anlaşma olduğuna dikkati çekerek şunları kaydetti:
“Mesela, böyle durumlarda Türk Adalet Bakanlığı buradaki ABD Dışişleri Bakanlığı'na talep yolluyor. Talep, Dışişleri Bakanlığı'ndan ABD Adalet Bakanlığı'na, oradan da kişinin bulunduğu eyaletteki yerel savcıya gidiyor. Yerel savcı eğer Türkiye ve ABDarasındaki anlaşma çerçevesinde federal mahkemede dava açmaya karar verirse bu federal mahkemeye gidiyor. Federal mahkeme de normal bir dava gibi şahitleri dinliyor, belgeler sunuluyor. Kişinin iade edilip edilmeyeceği kararını mahkeme veriyor.”
Ancak, son süreçte ABD Dışişleri Bakanlığı’nın da karar verebileceğini belirten Poturoğlu, “Mahkemenin kararını ABD Dışişleri Bakanlığı'na tavsiyesiyle beraber göndermesinin ardından bakanlık genelde mahkemenin tavsiyesine uyar ama uymama hakkı da var. Yani son kararı Dışişleri Bakanlığı veriyor” dedi. (Kaynak:medyafaresi.com)
Etiketler:
abd,
cemaat,
fethullah gülen,
haber,
Türkiye
Hava durumu sunucusu intihar etti!
Almanya'nın en ünlü hava durumu sunucularından biri olan Ben Wettervogel canına kıydı.
Alman ZDF kanalının ünlü yüzlerinden biri olan 53 yaşındaki Wettervogel, Berlin'deki evinde ölü bulundu.
Bild gazetesi, ünlü sunucunun kendini ateşli bir silahla vurarak canına kıydığını ileri sürdü. Gazete, ünlü sunucunun susturucu kullandığını ve bu yüzden de patlama sesinin duyulmadığını belirtti.
Gerçek adı Benedikt Vogel olan sunucu ekranda 'hava kuşu' anlamına gelen Wettervogel soyadını kullanıyordu.
Alman ZDF kanalının ünlü yüzlerinden biri olan 53 yaşındaki Wettervogel, Berlin'deki evinde ölü bulundu.
Bild gazetesi, ünlü sunucunun kendini ateşli bir silahla vurarak canına kıydığını ileri sürdü. Gazete, ünlü sunucunun susturucu kullandığını ve bu yüzden de patlama sesinin duyulmadığını belirtti.
Gerçek adı Benedikt Vogel olan sunucu ekranda 'hava kuşu' anlamına gelen Wettervogel soyadını kullanıyordu.
Taksiciler rahatsız oluyor: Öpüşmeyin
İstanbul'da taksicilerin en çok, trafik yoğunluğunu gördüğünde araçtan inen, bozuk parası olmayan, trafik kurallarının ihlalini isteyen ve aşırı alkollü müşteriler ile araçlarında öpüşen çiftlerden şikayet ettikleri ortaya çıktı.
İstanbul Taksiciler Esnaf Odası (İTEO) ileİstanbul Psikoloji Okulu işbirliğiyle düzenlenen ve Haliç Üniversitesi Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sevda Bıkmaz ve Prof. Dr. Arşaluys Kayır tarafından verilen psikoloji eğitimlerinde taksiciler şikayetlerini dile getirdi.
Eğitim programı içerisinde taksicilerden gelen şikayetleri değerlendiren proje grubu, İstanbul'daki taksicilerin en sevmediği şeyin, bazı çiftlerin araçlarında öpüşmesi olduğunu belirledi.
Araştırmada, trafik yoğunluğunu gördüğünde taksiden inen, bozuk parası olmayan, agresif, uygun olmayan yerlerde binmek veya inmek isteyen, acelesi olduğu için trafik kurallarının ihlalini isteyen, aracını aşırı kirleten ve hayvanlarını kafessiz bir şekilde taksiye alan ya da aşırı alkollü müşterilerin de taksicilerin sevmediği diğer müşteri tipleri olduğu tespit edildi.
Anadolu Ajansı muhabirine araştırma sonucunu değerlendiren İTEO Başkanı Yahya Uğur, oda olarak yaptıkları tüm çalışmaların, hizmet kalitesini artırmaya yönelik olduğunu belirterek, vardıkları sonucun kendilerini memnun ettiğini söyledi.
Uğur, bugüne kadar yolcularına daha kaliteli hizmet verebilmek için pek çok eğitim çalışması düzenlediklerini anlatarak, "Belli aralıklarla müşterilerimize yönelik araştırmalar yaptık ve taksiciler ile ilgili görüşlerini aldık. Böylece müşterilerimizin bize olan bakış açısını gördük ve çalışmalarımıza bu doğrultuda yön verdik. Son yaptığımız çalışmada ise meslektaşlarımızın gözünden müşterilerimizi değerlendirdik. Bilindiği üzere bizler 24 saat trafikteyiz. Bu sebeple her türlü müşteri davranışı ile karşılaşmamız mümkün.
Müşteri davranışlarını özellikle araştırmak istememizin sebebi bu bilgileri yolcularımızla paylaşırsak onların da bizlere karşı daha anlayışlı davranacağını düşündük" diye konuştu.
Taksinin bir toplu taşıma aracı olmadığını dile getiren Uğur, ancak meslektaşlarının dar bir alanda ve günün her saati birçok kişiye hizmet verilen bir araçta çalıştıkları için, müşterilerin de bazı konulara hassasiyet göstermesini istediklerini kaydetti.
Uğur, karşılıklı hassasiyetin yolculuğun kalitesini daha da artıracağını ifade ederek, şöyle devam etti:
"Yaptığımız çalışmanın sonucunda taksilerimizin içinde fazlasıyla rahat davranışlar sergileyen ve bizlerin ahlak yapısıyla uygunluk göstermeyen hareketlerin esnafımızı en çok rahatsız eden konu olduğunu tespit ettik.
Yine taksicilerimizi yoğun trafik bölgesine yönlendiren ama trafiği görünce taksiden inen müşterilerimiz de esnafımızı zor durumda bırakıyor. İnanıyoruz ki taksi müşterilerimiz kendilerini meslektaşlarımızın yerine koyup empati ile yaklaştıklarında bizleri daha iyi anlayacak ve onlara gösterdiğimiz saygıyı onlar da bizlere gösterecek."
İstanbul Taksiciler Esnaf Odası (İTEO) ileİstanbul Psikoloji Okulu işbirliğiyle düzenlenen ve Haliç Üniversitesi Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sevda Bıkmaz ve Prof. Dr. Arşaluys Kayır tarafından verilen psikoloji eğitimlerinde taksiciler şikayetlerini dile getirdi.
Eğitim programı içerisinde taksicilerden gelen şikayetleri değerlendiren proje grubu, İstanbul'daki taksicilerin en sevmediği şeyin, bazı çiftlerin araçlarında öpüşmesi olduğunu belirledi.
Araştırmada, trafik yoğunluğunu gördüğünde taksiden inen, bozuk parası olmayan, agresif, uygun olmayan yerlerde binmek veya inmek isteyen, acelesi olduğu için trafik kurallarının ihlalini isteyen, aracını aşırı kirleten ve hayvanlarını kafessiz bir şekilde taksiye alan ya da aşırı alkollü müşterilerin de taksicilerin sevmediği diğer müşteri tipleri olduğu tespit edildi.
Anadolu Ajansı muhabirine araştırma sonucunu değerlendiren İTEO Başkanı Yahya Uğur, oda olarak yaptıkları tüm çalışmaların, hizmet kalitesini artırmaya yönelik olduğunu belirterek, vardıkları sonucun kendilerini memnun ettiğini söyledi.
Uğur, bugüne kadar yolcularına daha kaliteli hizmet verebilmek için pek çok eğitim çalışması düzenlediklerini anlatarak, "Belli aralıklarla müşterilerimize yönelik araştırmalar yaptık ve taksiciler ile ilgili görüşlerini aldık. Böylece müşterilerimizin bize olan bakış açısını gördük ve çalışmalarımıza bu doğrultuda yön verdik. Son yaptığımız çalışmada ise meslektaşlarımızın gözünden müşterilerimizi değerlendirdik. Bilindiği üzere bizler 24 saat trafikteyiz. Bu sebeple her türlü müşteri davranışı ile karşılaşmamız mümkün.
Müşteri davranışlarını özellikle araştırmak istememizin sebebi bu bilgileri yolcularımızla paylaşırsak onların da bizlere karşı daha anlayışlı davranacağını düşündük" diye konuştu.
Taksinin bir toplu taşıma aracı olmadığını dile getiren Uğur, ancak meslektaşlarının dar bir alanda ve günün her saati birçok kişiye hizmet verilen bir araçta çalıştıkları için, müşterilerin de bazı konulara hassasiyet göstermesini istediklerini kaydetti.
Uğur, karşılıklı hassasiyetin yolculuğun kalitesini daha da artıracağını ifade ederek, şöyle devam etti:
"Yaptığımız çalışmanın sonucunda taksilerimizin içinde fazlasıyla rahat davranışlar sergileyen ve bizlerin ahlak yapısıyla uygunluk göstermeyen hareketlerin esnafımızı en çok rahatsız eden konu olduğunu tespit ettik.
Yine taksicilerimizi yoğun trafik bölgesine yönlendiren ama trafiği görünce taksiden inen müşterilerimiz de esnafımızı zor durumda bırakıyor. İnanıyoruz ki taksi müşterilerimiz kendilerini meslektaşlarımızın yerine koyup empati ile yaklaştıklarında bizleri daha iyi anlayacak ve onlara gösterdiğimiz saygıyı onlar da bizlere gösterecek."
2 Şubat 2015 Pazartesi
Gülen'den Erdoğan'a şok cevap: Densiz!
Fethullah Gülen, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cemaat'in İsrail'le işbirliği yaptığı yönündeki suçlamasına yanıt verdi. "Kendini yerden yere vurmayan bir insan, dışta suçlu arar ve onları yerden yere vurmaya çalışır..."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'ın, "paralel yapı" olarak nitelendirdiği Gülen Cemaati'ni İsrail 'in Dış İstihbarat Servisi MOSSAD'la işbirliği yaptığı suçlamasına Fethullah Gülen'den yanıt geldi.
"Kendini yerden yere vurmayan bir insan, dışta suçlu arar ve onları yerden yere vurmaya çalışır. Kendi konumunu belirleyemeyen ve enaniyet girdâbı içinde çırpınıp duran kimseler kusurlarını, kabahatlerini, fezâetlerini ve fecâetlerini setretmek için sun’î gündemler oluşturarak dışta suçlular ararlar" diyen Fethullah Gülen, Cumhurbaşkanı Erdoğan' için densiz imasında bulundu:
"Böyle yapar ve sun’î mücrimler oluşturursak, milletin dikkatini onlar üzerinde yoğunlaştırmış oluruz ve bizi mesâvîmizle, densizliğimizle göremezler” mülahazaları hâkimdir onlarda. Bütün mücrimlerde, günahkârlarda fasl-ı müşterek, ortak düşünce, ortak payda bu evsaftır.
Fethullah Gülen'in bugün yayımlanan sohbetinin ilgili kısmı şöyle:
Gerçek Müslümanlık adına tevâzu ve mahviyet çok önemli bir esastır. Kibir, şeytanı şirâzeden çıkardığı gibi günümüzde de şeytanın avenesini ve çıraklarını yoldan çıkarmaya devam ediyor. Diğer bir ifadeyle, şeytan kendisini yoldan çıkaran kibir dinamiğini bugünkü çıraklarına karşı da kullanıyor. Onlar da kendilerini olduklarından büyük görüyorlar, büyük kabul edilmek istiyorlar, herkesten alkış bekliyorlar, “sen, sen” denmesini duymak arzuluyorlar. Evet, bu bir iç maraz, bir hastalıktır. Bir insan böyle bir hastalığa tutulmuş, bünyesine böyle bir virüs girmişse -muhakkikîne göre- dinde buna büyüklenme, kibir deniyor.
TEPETAKLAK YUVARLANIR
Kibirli bir insanın iman dairesine girmesi, bir şekilde girmişse uzun süre o daire içinde kalması çok zordur. O, yerinde başını alır nifak vadilerinde dolaşır; hafizanallah, bir gün gelir tepetaklak küfür gayyâsına yuvarlanır.
Nifak, bir yönüyle küfür ile iman arasında bir orta menzildir. Zâhiren, şeklen müslüman gibi görünürler; müslümanların yaptıklarını yaparlar; namaz kılarlar, oruç tutarlar. Fakat Allah ile münasebetleri yoktur; mağrurdurlar, kibirlidirler!
Gurur, aldanmışlık demektir; mahiyetini görememe, bilememe, kendini tanıyamama ve menşeiyle kendini okuyamama demektir. Bunun insanın içine aksedişine “ucub” denir, “iç beğeni” diyebilirsiniz; dışa vuruşuna da “fahr” denir; böbürlenme. Bunlar İmam Gazzâlî hazretlerinin “Mühlikât” tabir ettiği “insanı helâkete götüren faktörler”dendir.
İnsan bu türlü virüslere yenik düşmüşse, camiye gelmesi, namaz kılması da onu kurtaramayabilir. Çünkü bu marazlar başka marazlara birer çağrı, birer davetiyedir. Bunlara yakalananlar marazdan maraza sıçrayarak/geçerek bir marazlar fâsid dairesi içinde dolaşır dururlar. Sıyrılamazlar bir türlü!..
(...)
Kendini yerden yere vurmayan bir insan, dışta suçlu arar ve onları yerden yere vurmaya çalışır. Kendi konumunu belirleyemeyen ve enaniyet girdâbı içinde çırpınıp duran kimseler kusurlarını, kabahatlerini, fezâetlerini ve fecâetlerini setretmek için sun’î gündemler oluşturarak dışta suçlular ararlar. Hiç olmayacak insanları suçlar, efkârı onlarla meşgul etmeye çalışırlar. Hakikatte, yaptıkları mesâvîden sıyrılmaları mümkün değildir fakat halkın dikkatini başka noktaya çekmek suretiyle, bir yönüyle ca’lî bir sıyrılma ameliyesine kendilerini salarlar. “Böyle yapar ve sun’î mücrimler oluşturursak, milletin dikkatini onlar üzerinde yoğunlaştırmış oluruz ve bizi mesâvîmizle, densizliğimizle göremezler” mülahazaları hâkimdir onlarda. Bütün mücrimlerde, günahkârlarda fasl-ı müşterek, ortak düşünce, ortak payda bu evsaftır. (Kaynak: medyafaresi.com)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'ın, "paralel yapı" olarak nitelendirdiği Gülen Cemaati'ni İsrail 'in Dış İstihbarat Servisi MOSSAD'la işbirliği yaptığı suçlamasına Fethullah Gülen'den yanıt geldi.
"Kendini yerden yere vurmayan bir insan, dışta suçlu arar ve onları yerden yere vurmaya çalışır. Kendi konumunu belirleyemeyen ve enaniyet girdâbı içinde çırpınıp duran kimseler kusurlarını, kabahatlerini, fezâetlerini ve fecâetlerini setretmek için sun’î gündemler oluşturarak dışta suçlular ararlar" diyen Fethullah Gülen, Cumhurbaşkanı Erdoğan' için densiz imasında bulundu:
"Böyle yapar ve sun’î mücrimler oluşturursak, milletin dikkatini onlar üzerinde yoğunlaştırmış oluruz ve bizi mesâvîmizle, densizliğimizle göremezler” mülahazaları hâkimdir onlarda. Bütün mücrimlerde, günahkârlarda fasl-ı müşterek, ortak düşünce, ortak payda bu evsaftır.
Fethullah Gülen'in bugün yayımlanan sohbetinin ilgili kısmı şöyle:
Gerçek Müslümanlık adına tevâzu ve mahviyet çok önemli bir esastır. Kibir, şeytanı şirâzeden çıkardığı gibi günümüzde de şeytanın avenesini ve çıraklarını yoldan çıkarmaya devam ediyor. Diğer bir ifadeyle, şeytan kendisini yoldan çıkaran kibir dinamiğini bugünkü çıraklarına karşı da kullanıyor. Onlar da kendilerini olduklarından büyük görüyorlar, büyük kabul edilmek istiyorlar, herkesten alkış bekliyorlar, “sen, sen” denmesini duymak arzuluyorlar. Evet, bu bir iç maraz, bir hastalıktır. Bir insan böyle bir hastalığa tutulmuş, bünyesine böyle bir virüs girmişse -muhakkikîne göre- dinde buna büyüklenme, kibir deniyor.
TEPETAKLAK YUVARLANIR
Kibirli bir insanın iman dairesine girmesi, bir şekilde girmişse uzun süre o daire içinde kalması çok zordur. O, yerinde başını alır nifak vadilerinde dolaşır; hafizanallah, bir gün gelir tepetaklak küfür gayyâsına yuvarlanır.
Nifak, bir yönüyle küfür ile iman arasında bir orta menzildir. Zâhiren, şeklen müslüman gibi görünürler; müslümanların yaptıklarını yaparlar; namaz kılarlar, oruç tutarlar. Fakat Allah ile münasebetleri yoktur; mağrurdurlar, kibirlidirler!
Gurur, aldanmışlık demektir; mahiyetini görememe, bilememe, kendini tanıyamama ve menşeiyle kendini okuyamama demektir. Bunun insanın içine aksedişine “ucub” denir, “iç beğeni” diyebilirsiniz; dışa vuruşuna da “fahr” denir; böbürlenme. Bunlar İmam Gazzâlî hazretlerinin “Mühlikât” tabir ettiği “insanı helâkete götüren faktörler”dendir.
İnsan bu türlü virüslere yenik düşmüşse, camiye gelmesi, namaz kılması da onu kurtaramayabilir. Çünkü bu marazlar başka marazlara birer çağrı, birer davetiyedir. Bunlara yakalananlar marazdan maraza sıçrayarak/geçerek bir marazlar fâsid dairesi içinde dolaşır dururlar. Sıyrılamazlar bir türlü!..
(...)
Kendini yerden yere vurmayan bir insan, dışta suçlu arar ve onları yerden yere vurmaya çalışır. Kendi konumunu belirleyemeyen ve enaniyet girdâbı içinde çırpınıp duran kimseler kusurlarını, kabahatlerini, fezâetlerini ve fecâetlerini setretmek için sun’î gündemler oluşturarak dışta suçlular ararlar. Hiç olmayacak insanları suçlar, efkârı onlarla meşgul etmeye çalışırlar. Hakikatte, yaptıkları mesâvîden sıyrılmaları mümkün değildir fakat halkın dikkatini başka noktaya çekmek suretiyle, bir yönüyle ca’lî bir sıyrılma ameliyesine kendilerini salarlar. “Böyle yapar ve sun’î mücrimler oluşturursak, milletin dikkatini onlar üzerinde yoğunlaştırmış oluruz ve bizi mesâvîmizle, densizliğimizle göremezler” mülahazaları hâkimdir onlarda. Bütün mücrimlerde, günahkârlarda fasl-ı müşterek, ortak düşünce, ortak payda bu evsaftır. (Kaynak: medyafaresi.com)
Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Hukuk mu kanun mu” derseniz benim savunacağım şey hukuktur
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Adalet Akademisi'ni ziyaret etti. Ziyaretinde kısa bir konuşma yapan Erdoğan, ''Hukuk başka bir şeydir kanun başka bir şeydir. 'Hukuk mu kanun mu' derseniz benim savunacağım şey hukuktur.Benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem'' dedi.
Adalet Akademisi’nde hitap eden Erdoğan, "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim’de Talim-Terbiye Kurulu’nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var" dedi.
"BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONRASI BİR DÜNYA ŞARTLARINI BUGÜN EGEMEN KILAMAZSINIZ"
Konuşmasında adalet kavramının önemine vurgu yapan Erdoğan, "Dünya beşten büyüktür derken BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olan beş devletin yol açtığı adaletsizlikleri, haksızlıkları ifade ediyoruz. Evet beşten büyüktür dünya. Çünkü beş tane ülkeyi siz 196 tane ülkeyi mahkum edemezsiniz. Hatta beş tane ülke de değil. Bu beş daimi üyenin içerisinden bir tane üyenin iki dudağı arasına siz tüm dünyayı mahkum edemezsiniz. Ne yazık ki şu anda dünya bu beş daimi üyenin beşine veya bir tanesine mahkum. Buna kimsenin hakkı yok. Öyleyse biz bu dünyada adalet var diyemeyiz. Kaldı ki oradaki temsile baktığınız zaman üç kıtayı görürsünüz. Din olarak baktığınız zaman İslam’ın dışında Müslümanlar yok. Gayrimüslim veya diğerleri onlar orada var. Bu adalet mi? Değil. Kıtalara baktığınız zaman Avrupa var, Asya var, Amerika var. Afrika niye yok, diğerleri niye yok? Bunu sorgulamak adalet adına, vicdan adına bizim hakkımız değil mi? Siz hala Birinci Dünya Savaşı’nın sonrası bir dünya şartlarını bugün egemen kılamazsınız. Bunları aşmamız gerekiyor. Onun için dünyanın beşten büyük olduğunu iddia edenlerin sayısının artması ve kusura bakmayın gelin bakalım, şu BM’yi bir gözden geçirelim, siz BM Güvenlik Konseyi’nde şu anda beş tane daimi üye var, 10 tane geçici üye var. Siz 10 tane geçici üyeyi oraya laf ola beri gele koyuyorsunuz. Hiçbir yetkileri var mı? Yok. Dostlar alışverişte görsün diye onların şöyle bir düşüncelerini alırlar. Ama sonuca müdahale etme noktasında en ufak bir tesirleri söz konusu değil" diye konuştu.
"SORMAZLAR MI İNSANA ADALETİN BU MU DÜNYA?"
Adaletin düşmanının zulüm olduğunu söyleyen Erdoğan, "Yakaladıkları saltanatın elden gitmesini istemiyorlar. Şu anda Suriye’de 350 bin insan öldürülmüş vaziyette. 7 milyon insan evinden uzak vaziyette. Fakat iki ülke bağlıyor işi. Neresi? Çin ve Rusya. Defaatle konuşmamıza rağmen iş çözülemiyor. Nerede adalet? 350 bin insan ölüyor. Hala müdahaleniz yok. Hani İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Lafta. Bizim burada adaleti aramak hakkımız değil mi? Türkiye’ye gelen bir yardım var mı? Şu ana kadar 250 milyon dolar. Yaptığımız harcama 5,5 milyar dolar. Sormazlar mı insana adaletin bu mu dünya? Bu konuda Orhan Baba soruyor ama başkaları sormuyor. Bunları çözmemiz lazım. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ve dünyanın diğer pek çok bölgesinde yaşanan olaylara ilişkin eleştilerimizin temelinde de oradaki insanların maruz kaldığı adaletsizlikler yatıyor. Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu, diyerek biz Somali’deki kardeşlerimize de elimizi uzatalım diyoruz. Ama Türkiye’de bazıları bunu hazmedemiyor. Terörün estiği bir yerde icraat yapmak adalete inanmış insanların işidir. Adalet o kadar önemli. Çünkü zulmün alternatifi nedir? Adalettir. Olay bu kadar basit. Adaletin düşmanı nedir? Zulüm. Onun için bu işin üzerine hep birlikte gitmek durumundayız" ifadelerini kullandı.
"BİR TAKIM GÜÇLERİN EMRİNDEKİ SAVCILARIN, HAKİMLERİN ADALETİ TESİS ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Adalet kavramını Mevlana’nın sözlerinden alıntı yaparak tanımlayan Erdoğan, 17-25 Aralık sürecine değinerek "Adaletle zulüm arasında ince bir çizgi, ince bir sınır vardır. Bir de buna adaleti tesis etmekle yükümlü hukuk insanlarının vicdanları yerine başka birtakım güç odaklarının emrine girmesi eklendiğinde ortaya çıkan manzara gerçekten çok vahim, çok endişe verici olabiliyor. Ülkemiz 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde böyle bir felaketi yaşadı. Emniyet ve adalet teşkilatları içerisinde yuvalanmış bir çete ülkenin güvenliği ve adaletin tesisi için kendilerine emanet edilmiş imkanları kullanarak bir darbe yapmaya teşebbüs ettiler. İnsanlık tarih boyunca peşinde koşulan bir özlemin sembolü olan adalet teşkilatımız bir kısım savcı ve hakim aracılığıyla ülkesine ve milletine ihanet içindeki bir çete tarafından istismara kalkışıldı. Bu süreçte gördük ki hukukun değil, mahşer-i vicdanın değil, başka birtakım güçlerin emrindeki savcıların, hakimlerin adaleti tesis etmesi mümkün değildir. Şunu iyi bilmemiz lazım. Kul iradesini Allah’tan başka kimseye teslim etmemelidir. Ne cumhurbaşkanına ne başbakana ne elinde sermayeyi tutan para babalarına hiçkimseye teslim etmediğimiz sürece o zaman yaratılmışların en şereflisi olan insan oluruz. Yaratılmışların en şereflisi insan işte odur" şeklinde konuştu.
"BENİM SAVUNACAĞIM ŞEY HUKUKTUR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim’de Talim-Terbiye Kurulu’nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Birincil mahkemeden tutun da üst mahkemeye varıncaya kadar baktık ki birçok şeyler oralarda dönüyor. Avukatlarıma aynı şekilde birçok teklifler geliyor. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var. 17-25 Aralık’ta o da aşıldı. Orada da bir yerlerden gelen talimatlarla hareket eden bir kesim var. Adalet sisteminin asgari şartlarda işlemesi için öncelikle hakimlerimizin, savcılarımızın hem zihnen hem vicdanen bağımsız olması gerekiyor. Zihnini ve vicdanını birtakım güçlerin emrine vermiş kişiden hakim de olmaz savcı da olmaz, olamaz. Vicdanının kapıları hukuka, adalete değil de başka yerlere açılanların yaptıkları zulümdür. Çünkü onlar Mevlana’nın deyimiyle dikenlere su vermeye başlamışlardır. Yeni Türkiye için adalet sistemimizden başlayarak tüm kurumlarımızı bu kanser hücrelerinden hep beraber temizlememiz gerekiyor"
Adalet Akademisi’nde hitap eden Erdoğan, "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim’de Talim-Terbiye Kurulu’nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var" dedi.
"BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN SONRASI BİR DÜNYA ŞARTLARINI BUGÜN EGEMEN KILAMAZSINIZ"
Konuşmasında adalet kavramının önemine vurgu yapan Erdoğan, "Dünya beşten büyüktür derken BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olan beş devletin yol açtığı adaletsizlikleri, haksızlıkları ifade ediyoruz. Evet beşten büyüktür dünya. Çünkü beş tane ülkeyi siz 196 tane ülkeyi mahkum edemezsiniz. Hatta beş tane ülke de değil. Bu beş daimi üyenin içerisinden bir tane üyenin iki dudağı arasına siz tüm dünyayı mahkum edemezsiniz. Ne yazık ki şu anda dünya bu beş daimi üyenin beşine veya bir tanesine mahkum. Buna kimsenin hakkı yok. Öyleyse biz bu dünyada adalet var diyemeyiz. Kaldı ki oradaki temsile baktığınız zaman üç kıtayı görürsünüz. Din olarak baktığınız zaman İslam’ın dışında Müslümanlar yok. Gayrimüslim veya diğerleri onlar orada var. Bu adalet mi? Değil. Kıtalara baktığınız zaman Avrupa var, Asya var, Amerika var. Afrika niye yok, diğerleri niye yok? Bunu sorgulamak adalet adına, vicdan adına bizim hakkımız değil mi? Siz hala Birinci Dünya Savaşı’nın sonrası bir dünya şartlarını bugün egemen kılamazsınız. Bunları aşmamız gerekiyor. Onun için dünyanın beşten büyük olduğunu iddia edenlerin sayısının artması ve kusura bakmayın gelin bakalım, şu BM’yi bir gözden geçirelim, siz BM Güvenlik Konseyi’nde şu anda beş tane daimi üye var, 10 tane geçici üye var. Siz 10 tane geçici üyeyi oraya laf ola beri gele koyuyorsunuz. Hiçbir yetkileri var mı? Yok. Dostlar alışverişte görsün diye onların şöyle bir düşüncelerini alırlar. Ama sonuca müdahale etme noktasında en ufak bir tesirleri söz konusu değil" diye konuştu.
"SORMAZLAR MI İNSANA ADALETİN BU MU DÜNYA?"
Adaletin düşmanının zulüm olduğunu söyleyen Erdoğan, "Yakaladıkları saltanatın elden gitmesini istemiyorlar. Şu anda Suriye’de 350 bin insan öldürülmüş vaziyette. 7 milyon insan evinden uzak vaziyette. Fakat iki ülke bağlıyor işi. Neresi? Çin ve Rusya. Defaatle konuşmamıza rağmen iş çözülemiyor. Nerede adalet? 350 bin insan ölüyor. Hala müdahaleniz yok. Hani İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Lafta. Bizim burada adaleti aramak hakkımız değil mi? Türkiye’ye gelen bir yardım var mı? Şu ana kadar 250 milyon dolar. Yaptığımız harcama 5,5 milyar dolar. Sormazlar mı insana adaletin bu mu dünya? Bu konuda Orhan Baba soruyor ama başkaları sormuyor. Bunları çözmemiz lazım. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ve dünyanın diğer pek çok bölgesinde yaşanan olaylara ilişkin eleştilerimizin temelinde de oradaki insanların maruz kaldığı adaletsizlikler yatıyor. Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu, diyerek biz Somali’deki kardeşlerimize de elimizi uzatalım diyoruz. Ama Türkiye’de bazıları bunu hazmedemiyor. Terörün estiği bir yerde icraat yapmak adalete inanmış insanların işidir. Adalet o kadar önemli. Çünkü zulmün alternatifi nedir? Adalettir. Olay bu kadar basit. Adaletin düşmanı nedir? Zulüm. Onun için bu işin üzerine hep birlikte gitmek durumundayız" ifadelerini kullandı.
"BİR TAKIM GÜÇLERİN EMRİNDEKİ SAVCILARIN, HAKİMLERİN ADALETİ TESİS ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Adalet kavramını Mevlana’nın sözlerinden alıntı yaparak tanımlayan Erdoğan, 17-25 Aralık sürecine değinerek "Adaletle zulüm arasında ince bir çizgi, ince bir sınır vardır. Bir de buna adaleti tesis etmekle yükümlü hukuk insanlarının vicdanları yerine başka birtakım güç odaklarının emrine girmesi eklendiğinde ortaya çıkan manzara gerçekten çok vahim, çok endişe verici olabiliyor. Ülkemiz 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde böyle bir felaketi yaşadı. Emniyet ve adalet teşkilatları içerisinde yuvalanmış bir çete ülkenin güvenliği ve adaletin tesisi için kendilerine emanet edilmiş imkanları kullanarak bir darbe yapmaya teşebbüs ettiler. İnsanlık tarih boyunca peşinde koşulan bir özlemin sembolü olan adalet teşkilatımız bir kısım savcı ve hakim aracılığıyla ülkesine ve milletine ihanet içindeki bir çete tarafından istismara kalkışıldı. Bu süreçte gördük ki hukukun değil, mahşer-i vicdanın değil, başka birtakım güçlerin emrindeki savcıların, hakimlerin adaleti tesis etmesi mümkün değildir. Şunu iyi bilmemiz lazım. Kul iradesini Allah’tan başka kimseye teslim etmemelidir. Ne cumhurbaşkanına ne başbakana ne elinde sermayeyi tutan para babalarına hiçkimseye teslim etmediğimiz sürece o zaman yaratılmışların en şereflisi olan insan oluruz. Yaratılmışların en şereflisi insan işte odur" şeklinde konuştu.
"BENİM SAVUNACAĞIM ŞEY HUKUKTUR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim’de Talim-Terbiye Kurulu’nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Birincil mahkemeden tutun da üst mahkemeye varıncaya kadar baktık ki birçok şeyler oralarda dönüyor. Avukatlarıma aynı şekilde birçok teklifler geliyor. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var. 17-25 Aralık’ta o da aşıldı. Orada da bir yerlerden gelen talimatlarla hareket eden bir kesim var. Adalet sisteminin asgari şartlarda işlemesi için öncelikle hakimlerimizin, savcılarımızın hem zihnen hem vicdanen bağımsız olması gerekiyor. Zihnini ve vicdanını birtakım güçlerin emrine vermiş kişiden hakim de olmaz savcı da olmaz, olamaz. Vicdanının kapıları hukuka, adalete değil de başka yerlere açılanların yaptıkları zulümdür. Çünkü onlar Mevlana’nın deyimiyle dikenlere su vermeye başlamışlardır. Yeni Türkiye için adalet sistemimizden başlayarak tüm kurumlarımızı bu kanser hücrelerinden hep beraber temizlememiz gerekiyor"
Cemevleri 'ibadethane' statüsüne kavuşuyor
Beşiktaş Belediye Meclisi, Ocak ayı meclis oturumunda ilçedeki cemevlerinin ibadethane statüsüne kavuşmasıyla ilgili sunulan önergeyi oy birliğiyle kabul etti. Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, “Özgürlükçü sosyal demokrasinin gereğini yapıyoruz.” dedi.
Belediyeden yapılan açıklamada, konu ile ilgili mecliste CHP Grup Başkanvekili Eyüp Birgün'ün söz aldığı belirtildi. Birgün'ün meclise sunduğu yazılı önergesinde şu ifadelere yer verildi: "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 2 Aralık 2014 tarihli kararı, 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 14-6 ve 15. maddesinin 5. fıkrasının son cümlesi uyarınca cemevlerinin ibadet yeri sayılması ve diğer ibadethanelere tanınan haklardan ayrımcılık yapılmadan yararlandırılması için cemevlerinin 'İbadethane' olarak değerlendirilerek yasanın tanıdığı hak ve hizmetlerinden yararlandırılması hususunda önergemizin Hukuk Komisyonu'na havalesini öneriyorum."
Önerge, mecliste oy birliğiyle kabul edildi.
HAZİNEDAR: ÖZGÜRLÜKÇÜ SOSYAL DEMOKRASİNİN GEREĞİNİ YAPIYORUZ
Konu ile ilgili açıklama yapan Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, "İnsanlar inanç konusunda istedikleri şekilde ibadetlerini yapmakta özgürler. Biz Beşiktaş'ta özgürlükçü sosyal demokrasiye inanlar olarak bugüne kadar kilisede, sinagogda, havrada, camide ve cemevinde insanların ibadetlerini rahat ve özgür bir şekilde yapmaları için üzerimize düşen tüm görevlerimizi yerine getirdik. Bundan sonra da görevlerimizi yerine getireceğiz. Bugün mecliste aldığımız kararla da bu görevlerimizi yerine getirmeyi resmileştirdik." diye konuştu.
Belediyeden yapılan açıklamada, konu ile ilgili mecliste CHP Grup Başkanvekili Eyüp Birgün'ün söz aldığı belirtildi. Birgün'ün meclise sunduğu yazılı önergesinde şu ifadelere yer verildi: "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 2 Aralık 2014 tarihli kararı, 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 14-6 ve 15. maddesinin 5. fıkrasının son cümlesi uyarınca cemevlerinin ibadet yeri sayılması ve diğer ibadethanelere tanınan haklardan ayrımcılık yapılmadan yararlandırılması için cemevlerinin 'İbadethane' olarak değerlendirilerek yasanın tanıdığı hak ve hizmetlerinden yararlandırılması hususunda önergemizin Hukuk Komisyonu'na havalesini öneriyorum."
Önerge, mecliste oy birliğiyle kabul edildi.
HAZİNEDAR: ÖZGÜRLÜKÇÜ SOSYAL DEMOKRASİNİN GEREĞİNİ YAPIYORUZ
Konu ile ilgili açıklama yapan Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, "İnsanlar inanç konusunda istedikleri şekilde ibadetlerini yapmakta özgürler. Biz Beşiktaş'ta özgürlükçü sosyal demokrasiye inanlar olarak bugüne kadar kilisede, sinagogda, havrada, camide ve cemevinde insanların ibadetlerini rahat ve özgür bir şekilde yapmaları için üzerimize düşen tüm görevlerimizi yerine getirdik. Bundan sonra da görevlerimizi yerine getireceğiz. Bugün mecliste aldığımız kararla da bu görevlerimizi yerine getirmeyi resmileştirdik." diye konuştu.
Eşcinsel diye binadan böyle attılar!
IŞİD, Suriye’nin Rakka kentinde bir kişiyi eşcinsel olduğu iddiasıyla yüksek katlı bir binadan aşağı attı.
IŞİD sosyal medya hesaplarından Rakka kentinde eşcinsellik ile suçladıkları kişinin yüksek bir binanın tepesinden atıldığını gösteren fotoğraflar yayınlandı.
IŞİD’ın kontrolünü Özgür Suriye Ordusu’ndan aldığı Rakka kentinde meydana gelen olayda, infaz gerçekleştirilmeden önce halka bu tür suçların şeriat hükümleri gereği uygulandığının anlatıldığı kaydedildi.
Örgüt, son dönemlerde kontrol ettiği bölgelerde kafa kesme, kurşuna dizme ve insanları yüksek binalardan atma şeklinde birçok yöntem kullanıyor. IŞİD militanları geçtiğimiz haftalarda da Musul'da iki kişiyi eşcinsel oldukları gerekçesiyle yüksek bir binanın tepesinden atarak öldürmüşü.
IŞİD sosyal medya hesaplarından Rakka kentinde eşcinsellik ile suçladıkları kişinin yüksek bir binanın tepesinden atıldığını gösteren fotoğraflar yayınlandı.
IŞİD’ın kontrolünü Özgür Suriye Ordusu’ndan aldığı Rakka kentinde meydana gelen olayda, infaz gerçekleştirilmeden önce halka bu tür suçların şeriat hükümleri gereği uygulandığının anlatıldığı kaydedildi.
Örgüt, son dönemlerde kontrol ettiği bölgelerde kafa kesme, kurşuna dizme ve insanları yüksek binalardan atma şeklinde birçok yöntem kullanıyor. IŞİD militanları geçtiğimiz haftalarda da Musul'da iki kişiyi eşcinsel oldukları gerekçesiyle yüksek bir binanın tepesinden atarak öldürmüşü.
1 Şubat 2015 Pazar
Dikkat! Yarın son gün
SGK borç yapılandırması için 2 Şubat yani yarın son gün.
Prim ve SGK borçlarının yapılandırılması için son tarih 2 Şubat Pazartesi bitiyor. Pazartesi akşamından sonra yapılacak başvurular kabul edilmeyecek.
Bugüne kadar yapılandırma imkanından yararlanmayan vatandaşlar hafta sonu da SGK merkezlerine başvurabiliyor. Dün gün boyu açık olan merkezler, bu gün de çalışacak. Böylece işlemini son güne bırakan vatandaşların borçlarını yapılandırma imkanı sağlanacak.
Vatandaşlar yapılandırma sayesinde borçlarının faizlerini sildirip ana parayı taksite böldürebiliyor.
Prim ve SGK borçlarının yapılandırılması için son tarih 2 Şubat Pazartesi bitiyor. Pazartesi akşamından sonra yapılacak başvurular kabul edilmeyecek.
Bugüne kadar yapılandırma imkanından yararlanmayan vatandaşlar hafta sonu da SGK merkezlerine başvurabiliyor. Dün gün boyu açık olan merkezler, bu gün de çalışacak. Böylece işlemini son güne bırakan vatandaşların borçlarını yapılandırma imkanı sağlanacak.
Vatandaşlar yapılandırma sayesinde borçlarının faizlerini sildirip ana parayı taksite böldürebiliyor.
Korkunç! Etlerini kaynatıp yiyorlar.
Tanzanya’da şans ve zenginlik getirdiğine inanıldığı için kaçırılıp vücutlarından parçalar alınan albinolar, şimdi de yaklaşan seçimlerle birlikte oy oranını artırmak isteyen politikacıların hedefi haline gelmeye başladı
Albinoları yaşatmak için mücadele veren Türkiye’nin Darüsselam Büyükelçisi Ali Davutoğlu’nun eşi Yeşim Davutoğlu, “İlk kez etlerinin bile yendiğine şahit oldum” dedi. Türkiye 500 albino çocuğun barınacağı köy kuruyor
Dünyanın en fakir 25’inci ülkesi Tanzanya’da tek suçları doğuştan sahip oldukları albinizim hastalığı olanlar, aç, fakir, çaresiz ve umutsuz bir şekilde yaşam mücadelesi veriyorlar. Albinoluk, vücut, deri saç ve gözlerde pigment eksiliği sonucu oluşan ve genellikle kırsal kesimlerde yaşayan toplumlarda ortaya çıkan bir hastalık olarak biliniyor. Tanzanya’da yaşayan albinolar kabile büyücüleri tarafından şans getireceğine inanıldığı için kaçırılıyorlar ve ülkenin elit ailelerine belli bir miktar karşılığında satılıyorlar.
Ülkede yaklaşan seçimler nedeniyle albinolara yönelik tehdit daha önce görülmemiş boyuta ulaştı. Politikacılar oy oranlarını artırmak için şans getirdiğine inanılan albinoları kullanıyor İksir yapmak üzere uzuvları kesilen albinoların sayısının çok daha artabileceği endişe ediliyor.
100 bin dolara çıkıyor
Tanzanya’da hastalık bin 400 kişide bir görülüyor. Halkın yüzde 93’ü büyücülere inanıyor. Kabile büyücüleri, albinoların vücütlarını, iksir ve ilaçlara dönüştürebildiklerini öne sürüyor. Bu iksirlerin sağlık, bereket, şans ve zenginlik getirdiğine inanıyorlar. Ülkenin zenginleri herhangi bir uzvu üç-dört bin dolara satın alırken, tüm vücut için fiyat 75 bin dolardan 100 bin dolara kadar yükselebiliyor. 2006’dan bu yana sadece kayıt altına alınan Albino ölümlerinin sayısı 74 olarak veriliyor.
Kardeşi kollarını kesti
Albinoların yaşam koşullarını iyileştirmek adına birçok çalışmaya imza atan, Türkiye’nin Darüsselam Büyükelçisi Ali Davutoğlu’nun eşi Yeşim Davutoğlu, tehdidin artan boyutlarını Milliyet’e anlattı. Davutoğlu, albinoların şans getirdiği düşüncesi ile ülkede ilk kez etlerinin bile yendiğine şahit olduğunu söylüyor. Kan donduran bu olay yaklaşan seçimlerle daha da artmış. Tanzanya’da yaşayan birinin karşılaşacağı günlük bir olaya dönüşmüş. Davutoğlu kısa bir süre önce bir albino kız çocuğunun uyuduğu sırada erkek kardeşi tarafından saldırıya uğradığını ve kollarının kesildiğini söylüyor.
Davutoğlu’na Tanzanya hükümeti ve polisin albinoları korumakta ne kadar etkili olduğunu sorduğumuzda, son zamanlarda ilgilenmeye başladıklarını belirtiyor. 20 gün önce iki albino çocuğun ölümüne yol açan saldırı olduğunu ve olaya ilk defa İçişleri Bakanı’nın dahil olduğunu aktarıyor. Faillerin bulunması için ülkede ilk kez polisin devreye girdiğini söylüyor. Hükümetin, katilleri yakalamak için ortaya ödül koyduğunun altını çiziyor.
Büyükelçi Ali Davutoğlu ve eşi Yeşim Davutoğlu Tanzanya’daki albinoların en büyük destekçisi.
Birleşmiş Milletler’de ‘Albino skandalı’
Albinolarla ilgilenen Davutoğlu, birçok vakıfla birlikte projeler yürütüyor. Ancak Davutoğlu, uluslararası toplumdan destek alamadıklarını, Birleşmiş Milletler’in (BM) konuyla ilgili hiçbir yardımı bulunmadığını belirtiyor. Hatta, BM çalışanlarının ülkede büyük bir skandala imza atarak albinolara yardım satmaya çalıştıklarını aktarıyor.
Albinolara destek için Büyükelçi’nin göreve geldiğinden bu yana her sene, mayıs ayında festival düzenlediklerinden söz eden Davutoğlu, bu sayede BM’nin dikkatini çektiklerini anlatıyor. Büyükelçi Davutoğlu’nun çabaları ile BM yetkilileri 2014’teki festival için Tanzanya’ya geliyor. Yeşim Davutoğlu, BM yetkilileri ile birlikte Shinyanga Albino Kampı’na yaptıkları ziyaretten bahsediyor. Türkiye İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’nın(İHH) katkılarıyla hazırlanan yardım paketlerini çocuklara dağıtırken, yan tarafta BM tarafından gönderilen görevlilerinin albinoların hassas ciltleri için gereken güneş kremi gibi yardım malzemelerini sattığını ve bundan gelir elde etmeye çalıştıklarını belirtiyor.
Eşi ve Büyükelçi Ali Davutoğlu’nun albino çalışmaları Tanzanya hükümeti tarafından da takdir görüyor. Konuyla ilgili toplantılar ve konferanslar düzenlendiğini belirten Davutoğlu, bu toplantılarda BM yetkililerin protokolde bile yer almadığına dikkat çekiyor. ABD elçisi ve AB yetkilileri tarafından konuyla ilgili telefon aldığını belirtiyor. Yarattığı farkındalıkla dünyanın ilgisini çekmek Davutoğlu’nu biraz olsun umutlandırıyor. Bu hafta Tanzanya Dışişleri Bakanıyla görüştüğünü ve projeye destek vermelerini sağladıklarını söylüyor.
Türk hükümeti destekliyor
Albinolar için Yeşim Davutoğlu’nun önderliğinde geliştirilen projelerin başında Türk Albino Köyü yer alıyor. Türkiye Tanzanya Yardım Vakfı’nın katkılarıyla hayata geçen proje için 25 dönüm arazi ayarlanmış. Türk mimar ve işçlerin yapması planlanan köy de 500 albino çocuk hayat bulacak. Türkiye’nin Tanzanya’daki albinolar üzerinde yarattığı farkındalığın altını çizen Davutoğlu, Türkiye’nin prestijini artıran bu çalışmaların diplomatik ilişkileri de iyileştirdiğini vurguluyor. Kendini albinolara adayan Davutoğlu, köy kuruluna kadar yardıma muhtaç albinolara kalacak yer ve yiyecek sağlıyor. Bunu tamamen kendi imkânlarıyla yapan ailenin tek derdi, o çocukların da normal bir hayat yaşayabilmesi. Konuyla ilgili Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da desteğini aldıklarını belirtiyor. (milliyet.com.tr)
Etiketler:
abd,
haber,
recep tayyip erdoğan,
sağlık
Meteoroloji'den "çok kuvvetli yağış" uyarısı
Türkiye'nin kuzeybatı kesimleri için yarın "çok kuvvetli yağış" uyarısında bulunuldu.
Meteoroloji 1. Bölge Müdürlüğünden yapılan açıklamada, ülkenin kuzeybatı kesimlerinde, derin alçak basınç merkezi nedeniyle güneyli yönlerden kuvvetli olan fırtınanın ardından yarın İstanbul, Bursa, Balıkesir, Kocaeli, Yalova, Çanakkale'nin güney ve doğusu, İzmir ve Manisa çevrelerinde kuvvetli ve yer yer çok kuvvetli sağanak beklendiği kaydedildi. Açıklamada, 02.00-19.00 saatlerinde görülecek çok kuvvetli yağış sırasında meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması konusunda uyarı yapılırken, ani sel, su baskını, heyelan ve ulaşımda aksamalar yaşanabileceğine işaret edildi.
Meteoroloji 1. Bölge Müdürlüğünden yapılan açıklamada, ülkenin kuzeybatı kesimlerinde, derin alçak basınç merkezi nedeniyle güneyli yönlerden kuvvetli olan fırtınanın ardından yarın İstanbul, Bursa, Balıkesir, Kocaeli, Yalova, Çanakkale'nin güney ve doğusu, İzmir ve Manisa çevrelerinde kuvvetli ve yer yer çok kuvvetli sağanak beklendiği kaydedildi. Açıklamada, 02.00-19.00 saatlerinde görülecek çok kuvvetli yağış sırasında meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması konusunda uyarı yapılırken, ani sel, su baskını, heyelan ve ulaşımda aksamalar yaşanabileceğine işaret edildi.
Etiketler:
haber,
hava durumu,
istanbul,
meteoroloji
Üreticiden tüketiciye fiyatlar uçtu
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, üretici ve market fiyatlarında makasın bir türlü kapanmadığını ifade ederek, üretici ve market arasındaki fiyat farkının maydanozda yüzde 443,79, portakalda yüzde 350, kuru incirde yüzde 332,67, mandalinada yüzde 331,22'yi bulduğunu bildirdi.
Bayraktar, yaptığı açıklamada, üreticiden tüketiciye, halkın tamamını yakından ilgilendiren gıda fiyatlarındaki değişimleri takip ettiklerini belirtti.
Ocak ayı üretici ve market fiyatları arasındaki fark incelendiğinde, üretici ve market arasındaki fiyat farkının maydanozda yüzde 443,79, portakalda yüzde 350, kuru incirde yüzde 332,67, lahanada yüzde 257,14 olduğuna işaret eden Bayraktar, şunları kaydetti:
"Maydanoz, portakal, kuru incir ve lahanayı, yüzde 241,31 ile limon, yüzde 237,06 ile kuru üzüm, yüzde 206,27 ile pırasa, yüzde 202,32 ile nohut, yüzde 201,30 ile ıspanak, yüzde 200,88 ile karnabahar izliyor. Mandalinada yüzde 198,80, elmada yüzde 197,98, kuru fasulyede yüzde 193,92, marulda yüzde 193,41, kuru kayısıda yüzde 190, sütte yüzde 173,91 üretici market fiyat farkı var.
Bu fark, havuçta yüzde 157,67, yeşil soğanda yüzde 156,13, kırmızı mercimekte yüzde 146,62, pirinçte yüzde 142,85, kabakta yüzde 140,62, patateste yüzde 136,84, salatalıkta yüzde 134,22, kuru soğanda yüzde 123,91, domateste yüzde 120,93, sivri biberde yüzde 101,17 oldu."
Üreticiden tüketiciye fiyatlar
Üretici ve market fiyatlarında makasın bir türlü kapanmadığını belirten Bayraktar, şu bilgileri verdi:
"Tarlada 17 kuruş olan bir demet maydanozun fiyatı markette 92 kuruşa çıkıyor. Yine bahçede kilogramı 50 kuruş olan portakal, markette 2 lira 25 kuruş, üreticide 5 lira 50 kuruş olan incir, markette 23 lira 80 kuruş oluyor.
Üreticide 3 lira 35 kuruş, markette 11 lira 29 kuruş
Üreticide kilogramı 42 kuruş olan lahana, markette 1 lira 50 kuruşa, kilogramı 82 kuruş olan limon 2 lira 78 kuruş, kilogramı 3 lira 35 kuruş olan kuru üzüm 11 lira 29 kuruş, kilogramı 77 kuruş olan pırasa 2 lira 35 kuruş, kilogramı 2 lira 26 kuruş olan nohut 6 lira 83 kuruş, kilogramı 85 kuruş olan ıspanak 2 lira 57 kuruşa, kilogramı 91 kuruş olan karnabahar 2 lira 75 kuruşa satılıyor."
Şemsi Bayraktar, çiftçiler, yağmur çamur, kar kış demeden gece gündüz çalışsa da üretimin her türlü eziyetini çekse de parayı kazananın aracılar olduğuna dikkati çekerek, "Bu durum, çiftçinin ekonomik örgütlenmesi güçlendirilmeden çözülemez. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Gelişmiş ülkelerde üretici birlikleri ve kooperatifler, tarımda fiyat istikrarını sağlıyor, üreticiyi koruyor, planlı üretim sonucu pazarlama sıkıntısını en aza indiriyor. Böylece çiftçi de kazanıyor, tüketici de uygun fiyatla ürün alabiliyor" değerlendirmesinde bulundu.
Hem üreticinin hem de tüketicinin zarar görmemesi için acilen üretici ve tüketici fiyatları arasındaki makasın daraltılması gerektiğini vurgulayan Bayraktar, bu konuda yapılacak çalışmalara TZOB olarak katkı sağlamaya hazır olduklarını bildirdi. Milliyet
Ocak ayı üretici ve market fiyatları arasındaki fark incelendiğinde, üretici ve market arasındaki fiyat farkının maydanozda yüzde 443,79, portakalda yüzde 350, kuru incirde yüzde 332,67, lahanada yüzde 257,14 olduğuna işaret eden Bayraktar, şunları kaydetti:
"Maydanoz, portakal, kuru incir ve lahanayı, yüzde 241,31 ile limon, yüzde 237,06 ile kuru üzüm, yüzde 206,27 ile pırasa, yüzde 202,32 ile nohut, yüzde 201,30 ile ıspanak, yüzde 200,88 ile karnabahar izliyor. Mandalinada yüzde 198,80, elmada yüzde 197,98, kuru fasulyede yüzde 193,92, marulda yüzde 193,41, kuru kayısıda yüzde 190, sütte yüzde 173,91 üretici market fiyat farkı var.
Bu fark, havuçta yüzde 157,67, yeşil soğanda yüzde 156,13, kırmızı mercimekte yüzde 146,62, pirinçte yüzde 142,85, kabakta yüzde 140,62, patateste yüzde 136,84, salatalıkta yüzde 134,22, kuru soğanda yüzde 123,91, domateste yüzde 120,93, sivri biberde yüzde 101,17 oldu."
Üreticiden tüketiciye fiyatlar
Üretici ve market fiyatlarında makasın bir türlü kapanmadığını belirten Bayraktar, şu bilgileri verdi:
"Tarlada 17 kuruş olan bir demet maydanozun fiyatı markette 92 kuruşa çıkıyor. Yine bahçede kilogramı 50 kuruş olan portakal, markette 2 lira 25 kuruş, üreticide 5 lira 50 kuruş olan incir, markette 23 lira 80 kuruş oluyor.
Üreticide 3 lira 35 kuruş, markette 11 lira 29 kuruş
Üreticide kilogramı 42 kuruş olan lahana, markette 1 lira 50 kuruşa, kilogramı 82 kuruş olan limon 2 lira 78 kuruş, kilogramı 3 lira 35 kuruş olan kuru üzüm 11 lira 29 kuruş, kilogramı 77 kuruş olan pırasa 2 lira 35 kuruş, kilogramı 2 lira 26 kuruş olan nohut 6 lira 83 kuruş, kilogramı 85 kuruş olan ıspanak 2 lira 57 kuruşa, kilogramı 91 kuruş olan karnabahar 2 lira 75 kuruşa satılıyor."
Şemsi Bayraktar, çiftçiler, yağmur çamur, kar kış demeden gece gündüz çalışsa da üretimin her türlü eziyetini çekse de parayı kazananın aracılar olduğuna dikkati çekerek, "Bu durum, çiftçinin ekonomik örgütlenmesi güçlendirilmeden çözülemez. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Gelişmiş ülkelerde üretici birlikleri ve kooperatifler, tarımda fiyat istikrarını sağlıyor, üreticiyi koruyor, planlı üretim sonucu pazarlama sıkıntısını en aza indiriyor. Böylece çiftçi de kazanıyor, tüketici de uygun fiyatla ürün alabiliyor" değerlendirmesinde bulundu.
Hem üreticinin hem de tüketicinin zarar görmemesi için acilen üretici ve tüketici fiyatları arasındaki makasın daraltılması gerektiğini vurgulayan Bayraktar, bu konuda yapılacak çalışmalara TZOB olarak katkı sağlamaya hazır olduklarını bildirdi. Milliyet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)