Bayrampaşa’da Caprice Gold ve Caprice Maldivler gayrımenkul projelerinde devre mülk satışı yaptığı kişilerden para topladığı halde projeleri tamamlamadığı gerekçesi ile hakkında soruşturma başlatılan Fadıl Akgündüz sevk edildiği İstanbul 9’uncu Sulh Ceza Hakimliğince, tacir ve ya şirket yöneticileri ile kooperatif yöneticilerinin dolandırıcılığı suçundan tutuklandı.
SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMUŞLARDI: Akgündüz hakkında yapılan suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında akşam saatlerinde Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na getirilen Fadıl Akgündüz savcılık ifadesinin ardından tutuklanma talebi ile nöbetçi hakimliğe sevk edildi.
AYLIK GELİRİ 5 BİN TL: İstanbul nöbetçi 9’uncu Sulh Ceza Hakimliği’ndeki kimlik tespitinde aylık gelirinin ortalama 5 bin TL olduğunu belirten Akgündüz, sabıkasız olduğunu söyledi.
“TAMAMEN TİCARİ OLAYLAR”: Üzerine atlı suçlamaların tamamen ticari olaylarla ilgili olduğunu belirten Akgündüz, ifadesinde şunları söyledi: İstanbul Bayrampaşa’da aile şirketimizin yaptığı bir proje vardır. Dünya İslam Konferansı’nda da dünyanın ilk İslam otelini yapmış kişi olarak ödül aldım. Bu proje 7 hilal sertifikası almış bin 300 odalı bir otel. Bu otelin arsasının Caprice firması almış. Proje gelirinin yüzde 20’sine tekabül eden odaları devremülk olarak satışa açmış. Nisan 2014’e kadar da bu yüzde 20’lik kısmın yüzde 17’lik kısmını satmış. Buradan elde edilen tüm gelirleri Maliye müfettişliğince de burada kullanıldığı ispat edilmiş.
BENİ ENGELLEMEYE YÖNELK HABERLER: Bu satış yüzde 17’e ulaşmış iken medyada yapılan bazı haberler bu haberler de beni engellemeye yönelik haberlerdir. Bu proje büyük bir projedir. Böyle haberlerle netice olarak bu proje 1,5 yıl önce durdu. Bu da mağduriyetlere sebep oldu. Yüzde 85’i bitmişti. Geciken bu projede her gün şirket ve insanlar mağduriyetlere uğruyorlar.
Bu projeyi birçok kişi incelemiş karlı olduğunu görerek yatırım yapmışlardır. Bu projenin nakit sıkıntısına girdiği tarihten sonra toplam 8 bin 400 yatırımcısı olan projede 350 kişi şikayetçi olmuşlardır. Bu bizim aldığımız bilgilerdir. Bu yüzde 3’e tekamül etmektedir. Yüzde 97’si hiçbir şikayette bulunmamışlardır. Bu kişiler de projenin bitirilmesini istemektedirler. Bu projenin bitmesi için 70 milyon Euro’luk bir kaynağa ihtiyaç vardır. Bu kaynak projenin kalan yüzde 15’lik kısmını tamamlayacaktır. Grubun hiçbir banka borcu olmayan Didim’de 5 yıldızlı bir oteli vardır. Bu otelin değeri 200 milyon Euro’dur. Yine başka gayrimenkullerden elde edebileceği 300 milyon Türk lirası değerinde kaynak elde edilebilecek güce sahip.
“ŞİKAYETTE BULUNANLAR HAKLIDIR”: Bu piyasanın son iki yıldır yaşadığı ve siyasi istikrarın bozulduğu dönemde piyasanın da yaşadığı sıkıntılardan böyle büyük yatırımcıları bulmak ve ikna etmek zordur. Ancak 1 Kasım seçimlerinden sonra piyasada ciddi rahatlama olduğunu gözlemlemekteyiz. Bize gelen tekliflerden görüyoruz. Neden gelirimi alamıyorum diye şikayette bulunan insanlar haklıdır. Aynı mağduriyeti şirketin kendisi de yaşamaktadır. Müşteki avukatlarının konuyu cezai zemine taşımasının hiçbir gerekçesi ve delili yoktur. Öyle olsaydı 8 bin 400 yatırımcının tamamı şikayette bulunurdu. Herkesin bir ticari gelir kaybına uğradığı açıktır. Ama bunu telafi edecek kaynağımız vardır.
“MİLLETVEKİLLERİ-HUKUKÇULAR VAR”:Bu 8 bin 400 kişi içerisinde milletvekilleri, hukukçular, bankacılar, iş adamları gibi münevver insanlar vardır. Bu kişileri kandırmak mümkün değildir. Böyle bir şey olsa bir dünya müracaat olurdu. Herkesin bir ticari gelir kaybına uğradığı açıktır. Ama bunu telefi edecek kaynağımız vardır. Bunlar bu seçimden sonra açılan piyasada çözüme kavuşacaktır. Bu şikayet dilekçesi veren kişiler burada olsa bu şahıs bu projeyi bitirsin derler çözüm isterlerdi.
“TÜRKİYE’NİN OTOMOBİLİNİ YAPAN KİŞİ OLDUĞUM İÇİN KARALANIYORUM”: 56 yaşına gelmiş Türkiye’ni tanıdığı kişilerdenim. Türkiye’nin otomobilini yapan kişi olduğum için başka kişiler tarafından karalanmaktayım. Bu şirkette yetkili de değilim. Ancak aile şirketimizin suç işleme kastı da yoktur. 20 yıldır doğuda 5 vilayette 5 otomobil fabrikası kurulması için 284 milyon Euro para harcadı grubum. Bir fabrikanın inşaatı 1999 yılında Siirt'te başladı. ama her ne hikmetse doğudaki karmaşıklığın birilerine yaradığı anlaşılıyor ki içerden ve dışardan birileri beni engellemeye çalışıyor. Zaten bu yaşımdan sonra bu tahakattim kalmadı. Bıraksınlarda bu projeleri tamamlayalım. Bu projelerdeki yatırımcılarında mağdur olmasının kimseye bir faydası yok. Bıraksınlar tamamlayalım
“SUÇLAMAYI KABUL ETMİYORUM”: 1999 yılında otomobil projesini açıkladıktan sonra 2000 yılında MASAK bir rapor hazırladı ve dediler ki ‘bu şirket kara para aklıyor.’ Bunun üzerine grubun bütün mal varlıklarına ihtiyati tedbir kondu.
Bu dava 11 yıl sürdü. Sonunda biz kazandık. ama bu grubun yatırımcıları mağdur oldular. Bu 11 yıllık sürede Ben o yıllarda mağduriyete uğrayınca Avniye Obut ablamdır. İbrahim Obut onun eşidir. Mehmet Salih Obut'ta onun oğludur. Yaklaşık 10 sene önce ben şirketimi onlara bırakmıştım. Bunlar şirketin sahipleridir. Ama onlar yönetimi bilmezler. Müdürler, idareciler bunları yönetiyorlar. Benden de bilgi alırlar. Bayrampaşa'daki otel projesi de aynı gruba aittir. Maldivlerde de bir proje oldu. Maldivler projesinden alacağımızı alamadık. Didim'deki otelden tatil paketini veriyoruz sonra onlar nakit satıyor veya kendileri kullanıyor. Ayrıca bu kişilere dilediklerinde Bayrampaşa projesinden devremülk verilecektir. Bayrampaşa projesinin faaliyeti geçmesi için 16 aylık süremiz vardır. Yüzde 15'lik kısım bu 16 aylık sürede bitecek bir kısımdır. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Tutuklama talebinin reddine karar verilmesini talep ederim.”
TUTUKLANDI: İstanbul 9’uncu Sulh Ceza Hakimliği, tacir ve ya şirket yöneticileri ile kooperatif yöneticilerinin dolandırıcılığı suçundan 27 Ağustos 2015 tarihli rapor müşteki beyanları ve sayısı dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delilerin bulunduğu, kaçması veya kaçacağı olgusunu oluşturan somut olguların varlığı dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı gerekçesi ile tutuklanmasına karar verildi.
TİCARET, SİYASET VE FUTBOL1956’da Siirt’te doğan Fadıl Akgündüz, şirketinin adı nedeniyle ‘Jet Fadıl’ olarak da anıldı. 1987’de Jet Sürücü Kursu ile iş hayatına giren Akgündüz, 1995’te Proton’un Türkiye temsilciliğini almış ve Jet-Kent projesine başlamıştı. 1998’de Jet-Pa Holding’i kurdu. Avrupa’da yaşayan Türklerden para toplayarak, 1999’da ‘İmza’ markasıyla otomobil üreteceğini duyurdu.
Fabrikanın temeli atıldı. ‘İmza’nın tanıtım gecesi televizyonlardan canlı yayımlandı. Ancak İmza hiç üretilmedi ve gurbetçilerden kâr payı ortaklığıyla para toplayan Akgündüz, paraları geri ödeyemeyince 2003’te yargılanmaya başlandı. 494 ila 1.235 yıl hapis cezası istenen Akgündüz, 1.5 yıl tutuklu kaldıktan sonra 150 bin TL kefaletle serbest kaldı. 4 yıl 2 ay hapis cezası alan Akgündüz, hakkında tutuklama kararı çıkınca yurtdışına kaçtı. 2002’de bağımsız milletvekili seçildiği Siirt’e gelince tutuklandı ancak daha sonra yeniden serbest kaldı.
Davası 2008’de zamanaşımından düştü. Bir televizyon programında, ‘birkaç milyar euro’ serveti olduğunu, iş hayatına akrabalarının altınlarını satarak başladığını söyledi. 1987-90 yılları arasında Kalkınma Bankası’ndan aldığı 5.3 milyon liralık krediyi ödemediği Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporlarına girdi. Siirtspor’un başkanlığını yaptığı dönemde Sergen Yalçın, Tanju Çolak ve Alpay Özalan transferleriyle adını duyurmuştu.
Fadıl Akgündüz kimdir?
*1987 yılında açtığı Jet Sürücü Kursu ile iş hayatına giriş yaptı.
*1995’te Proton’un Türkiye temsilciliğini aldı, Jet-Kent projesine başladı.
*1998’de Jet-Pa Holding’i kurdu.
*Holding, 2000 yılına kadar Avrupa’daki Türklerden para topladı.
*Yurtdışındaki 14 bin gurbetçiden kâr ortaklığı vaadiyle 230 milyon euro topladı
*1999’da İmza marka otomobil üreteceklerini duyurdu. Fabrikanın temeli atıldı.
*2002’deki genel seçimlerde Siirt’ten bağımsız milletvekili oldu.
*2003’te yargılanmaya başladı ve hakkında 495 ile 1235 yıl ağır hapis cezası istendi.
*2003’te cezaevine girdi ve 15 ay hapis yattı.
*Mayıs 2010’da Caprice Gold projesine başladı.
*29 Mayıs 2012'de açmayı planladığı tesis yarım kaldı
DHa
22 Aralık 2015 Salı
21 Aralık 2015 Pazartesi
O kentte alarm verildi! 70 bin kişi tehlikede…
Rize'de deniz doldurularak elde edilen alana yapılan binaların temelindeki demirlerin tuzlu sudan dolayı korozyona uğradığı açıklandı.
Menderes Bulvarı üzerinde deniz dolgusu ile kazanılan alanda 20 yıl önce 4 blok üzerine inşa edilen 8 katlı ve 117 daireli Deniz Sitesi ile içinde işyerleri, cami ve Kuran kursu bulunan 7 katlı Müftülük sitesinin temelinde inşaat mühendisleri tarafından teknik inceleme yapıldı. İki binanın da temelinde yer alan demirlerin tuzlu su altında kalarak korozyona uğradığı belirlendi. Teknik raporları olumsuz çıkan binaların duvarlarında çatlamalar ve başka büyük riskler olduğu belirtilince, Rize Belediyesi iki binanın yıkılarak kentsel dönüşümle birlikte doğru tekniklerle yeniden yapılması için çalışma başlattı.
“TEMEL ÇÜRÜMÜŞ”
Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan AKP Rize Milletvekili Hasan Karal, korozyona uğradığı tespit edilen iki binadaki hasarın ciddi boyutta olduğunu belirterek, “Temeller çürümüş diyebiliriz. Bu iki bina yıkılarak yerine örnek proje yapılması için çalışma başlattık. Diyanet İşleri Başkanımız da bize destek veriyor. Rize Belediyesi ya da TOKİ marifetiyle orada yeni binalar inşa edilecek” dedi.
“70 BİN KİŞİ TEHLİKE İÇİNDE”
İnşaat Mühendisleri Odası Rize Şube Başkanlığı tarafından da, deniz doldurularak kazanılan ve yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığı alanla ilgili teknik rapor hazırlandı. Rize kent merkezinin büyük bölümünü oluşturan dolgu alanının 1970′li yıllarda denizin büyük taşlar ile doldurulması ile kazanıldığının belirtildiği raporda şu görüşlere yer verildi.
“TEKNİĞE UYGUN YAPILMADI”
“Taşların arasına kum veya balçık gibi malzeme ile karışım yapıldı, alanın oturması beklendi. Bu alanlar daha sonra imara açılarak 3 kat halinde yapı izni verildi. Ancak binalar, mühendislik ilke ve hesapları yerine usta, kalfa zihniyeti ile inşa edildi. Yani tekniğine uygun yapılmadı. Bina temelleri, deniz suyu seviyesinin altında tuzlu su olan alana elle beton dökülerek inşa edildi. Beton sağlıklı dökülmedi, hafriyat derinliği uygun yapılmadı, dolgu alanındaki yapılar yapım tekniğine uygun inşa edilmedi. Daha sonra da bu binalara ilave kat izinleri verilmeye başlandı ve risk artarak devam etti. Temeli sakat, beton kaliteli değil. Bina temelleri deniz dolgusu ile kazanılan alanda tuzlu su altında kaldığı için demir özelliğini kaybetmiş, çapı düşmüş. Dolgu alanındaki binaların tamamının ömrü yarılanmış, binalar yorulmuş. Dolgu alanı inşaat tekniğine uygun yapılmayan binalar tuzlu su altında kaldığı için risk teşkil ediyor.” DHA
Menderes Bulvarı üzerinde deniz dolgusu ile kazanılan alanda 20 yıl önce 4 blok üzerine inşa edilen 8 katlı ve 117 daireli Deniz Sitesi ile içinde işyerleri, cami ve Kuran kursu bulunan 7 katlı Müftülük sitesinin temelinde inşaat mühendisleri tarafından teknik inceleme yapıldı. İki binanın da temelinde yer alan demirlerin tuzlu su altında kalarak korozyona uğradığı belirlendi. Teknik raporları olumsuz çıkan binaların duvarlarında çatlamalar ve başka büyük riskler olduğu belirtilince, Rize Belediyesi iki binanın yıkılarak kentsel dönüşümle birlikte doğru tekniklerle yeniden yapılması için çalışma başlattı.
“TEMEL ÇÜRÜMÜŞ”
Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan AKP Rize Milletvekili Hasan Karal, korozyona uğradığı tespit edilen iki binadaki hasarın ciddi boyutta olduğunu belirterek, “Temeller çürümüş diyebiliriz. Bu iki bina yıkılarak yerine örnek proje yapılması için çalışma başlattık. Diyanet İşleri Başkanımız da bize destek veriyor. Rize Belediyesi ya da TOKİ marifetiyle orada yeni binalar inşa edilecek” dedi.
“70 BİN KİŞİ TEHLİKE İÇİNDE”
İnşaat Mühendisleri Odası Rize Şube Başkanlığı tarafından da, deniz doldurularak kazanılan ve yaklaşık 70 bin kişinin yaşadığı alanla ilgili teknik rapor hazırlandı. Rize kent merkezinin büyük bölümünü oluşturan dolgu alanının 1970′li yıllarda denizin büyük taşlar ile doldurulması ile kazanıldığının belirtildiği raporda şu görüşlere yer verildi.
“TEKNİĞE UYGUN YAPILMADI”
“Taşların arasına kum veya balçık gibi malzeme ile karışım yapıldı, alanın oturması beklendi. Bu alanlar daha sonra imara açılarak 3 kat halinde yapı izni verildi. Ancak binalar, mühendislik ilke ve hesapları yerine usta, kalfa zihniyeti ile inşa edildi. Yani tekniğine uygun yapılmadı. Bina temelleri, deniz suyu seviyesinin altında tuzlu su olan alana elle beton dökülerek inşa edildi. Beton sağlıklı dökülmedi, hafriyat derinliği uygun yapılmadı, dolgu alanındaki yapılar yapım tekniğine uygun inşa edilmedi. Daha sonra da bu binalara ilave kat izinleri verilmeye başlandı ve risk artarak devam etti. Temeli sakat, beton kaliteli değil. Bina temelleri deniz dolgusu ile kazanılan alanda tuzlu su altında kaldığı için demir özelliğini kaybetmiş, çapı düşmüş. Dolgu alanındaki binaların tamamının ömrü yarılanmış, binalar yorulmuş. Dolgu alanı inşaat tekniğine uygun yapılmayan binalar tuzlu su altında kaldığı için risk teşkil ediyor.” DHA
“Atatürk düşmanlarına dikkat”
"Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” isimli kitabı raflardaki yerini alan Ali Güler, "tarihi çarptırmaya çalışanlara karşı" uyarılarda bulundu.
Yılmaz Basım tarafından yeni yayınlanan “Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” isimli eserinde çok sayıda yeni arşiv belgesiyle Atatürk’ün ailesini inceleyen Yrd. Doç. Dr. Ali Güler: “Atatürk’ün ailesi hakkında günümüzde bazılarının ortaya attığı iddialar asılsızdır ve tamamen uydurmadır. Atatürk’ün ailesi hakkında bilim adamı olarak bugün bilmediğimiz bir şey yoktur”dedi.
ATATÜRK ARAŞTIRMALARI İLE TANINIYOR
Atatürk’ün yaşamı hakkında belgelere dayalı olarak yaptığı araştırmaları ile tanınan Emekli Öğretmen Albay, Eski Anıtkabir Müze Komutanlarından ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Güler ile yeni yayımlanan “Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” isimli kitabıyla ilgili Sözcü’nün sorularını yanıtladı. İşte Güler’den çarpıcı yanıtlar…
Sayın Güler, günümüzdeki Atatürk’e yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kitap bu saldırılara bir cevap olarak mı yazıldı?
-Günümüz Türkiye’sinde maalesef hastalıklı bir tarih anlayışı ile pek çok şey çarpıtılmakta, insanımızın özellikle de gençlerimizin kafaları karıştırılmaktadır. Bu hastalıklı zihniyetin sahipleri, tarihimize ait ne varsa tamamını günlük siyasi menfaatlerinin birer parçası haline getirmişler ve yalan yanlış bilgilerle kullanmaya başlamışlardır. Ne tarih biliminin kural ve kaidelerine uyulmakta, ne de en basitinden insan olmanın gerektirdiği asgari değerlere itibar edilmektedir. Tarihimize, kültürümüze, inançlarımıza kısaca Türk milletini millet yapan ne kadar değer varsa tamamı siyasi çıkar uğrunda heba edilmiştir ve edilmektedir. Elbette Cumhuriyet ve esasları ile onu kuran iradeyi temsil eden, kurucu kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk de bu hastalıklı zihniyetin hedefi durumuna getirilmiştir.
Belgesiz veya masa başında uydurulan sahte belgelerle Atatürk ve ailesi saldırı altına alınmış, Türk milletinin önemsediği değerler bakımından Atatürk yıpratılmaya çalışılmıştır. Bir atasözümüzde belirtildiği gibi “Yel kayadan ne alır?” Denilebilir. Evet! Yel kayadan bir şey eksiltmez. Fakat bu hastalıklı zihniyetin ürettiği yalanlarla mücadele edilmesi de şarttır. Mücadeledeki strateji, doğruların insanımıza anlatılması olmalıdır. Gerçekler anlatılmalıdır. Bu çalışmanın amacı işte tam da budur. Gerçek belgelerle Atatürk’ün ailesi ortaya konulacaktır.
Son yıllarda çıkan bazı kitaplarınızda ve bu eserinizde “saklanan” kavramını kullanıyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mıdır?
Burada kastedilen Atatürk’le ilgili belgelerin, bilgilerin “gizlenmesi” değildir. Tarihi bir kişilik olarak önümüzde duran Atatürk’ün olduğu gibi anlatılmamasına veya anlatılamamasına bir vurgu yapılmaktadır. Amacımız bu hastalıklı anlayışa hizmet eden mevcut Atatürk anlatımına tepki göstermektir. Gerçek Atatürk’ü anlatma gerekliliğine güçlü bir vurgu yapmaktır. Gerçek Atatürk’ün Türk milletinden saklanmasına işaret etmektir.
Ya bilgisizlikten ya da bilinçli bir şekilde yıllarca tarihi kişilik olarak kendi geçmişinden, kültürel çevresinden ve milletinden kopartılmış başka bir Atatürk, adeta “sanal” bir Atatürk anlatılmıştır. Sonuç ortadadır. Bizim çalışmalarımızın önemli bir işlevi de bu “saklanmışlığı” ortadan kaldırıp, gerçek Atatürk’ü kitlelerle buluşturarak hastalıklı zihniyete gereken cevabın verilmesidir.
Daha önceki kitaplarınızda Atatürk’ün şeceresi, ölümü, defin işlemleri, O’nu Mustafa Kemal’den Atatürk’e dönüştüren dehasını belgeleriyle ortaya koymuştunuz. Bu kitabınızda daha çok aile fertleri üzerine yoğunlaşmışsınız. Genel olarak söyler misiniz? Neler var?
Bu vesile ile şunu da belirtelim ki, ilk defa bu eserde kullanılan arşiv belgeleriyle Atatürk’ün özgeçmişinde, aile tarihinde eksik olan pek çok önemli konu açıklığa kavuşturulmuştur. Elbette eser, Atatürk’le ilgili tüm az bilinen veya bilinmeyen hususları aydınlatma ve mükemmellik iddiasında değildir. Yeni belgelerle, yeni bilgilerle, yeni tanıklıklarla Atatürk çalışmalarının gelişeceği tabiidir. Bu eser uzun yıllardır yaptığımız konuyla ilgili çalışmaların sonucu mahiyetindedir. Baba Ali Rıza Efendi, Anne Zübeyde Hanım, kardeşler, tabi bu arada ailenin en uzun ömürlü çocuğu olan Makbule Hanım, Üvey Baba Ragıp Efendi ve manevi evlatlar yeni belge ve bilgilerle kamuoyumuza sunulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ile ilgili olarak da son yıllarda yaptığımız bazı önemli araştırmalar eserin son bölümünü oluşturmaktadır. Eserin başında tarihi bir kişilik olarak gerçek Atatürk’ün doğru düzgün anlatılamamasının psikolojik nedenleri Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Çevik Hoca’nın politik psikoloji çözümlemeleri çerçevesinde irdelenmeye çalışılmıştır. Yine eserin başında Atatürk’ün ailesi hakkında şüphe uyandıran bazı yerli ve yabancı yayınlar değerlendirilmiştir.
Bir bütün olarak bakıldığında, bir aile tarihi olan bu çalışma ile Atatürk’ün yaşamöyküsünü kaleme alacak olanlara derli toplu bir bilgi de sunulmuş oldu. Fakat esasen bu kitapla Atatürk’ün ailesi hakkında ortalıkta dolaşan asılsız ve pek çoğu maksatlı iftiralara bilimsel olarak bir cevap da verilmiş oldu.
Sayın Güler kitaba biraz daha içerden bakarsak, yeni olarak ne var?
Öncelikle daha önce kamuoyumuza yansıyan Ali Rıza Efendi’nin ölümünden sonra Zübeyde Hanım’a ve çocuklara maaş bağlanması hakkındaki belgenin geniş bir değerlendirmesi bu eserimizde yer alıyor. Ayrıca ilk defa bu eserde yer alan bir belge de Makbule Hanım’ın ölümünden yaklaşık olarak bir yıl önce evlatlık edindiği dört kişi ile ilgili bir mahkeme kararı. Bu konu, kamuoyu tarafından bilinmeyen, bilim âleminde de sadece evlatlıklardan birisi olan Abdürrahim Tunçak’ın eşi Mualla Hanım bağlamında bilinen bir konudur ve önemlidir.
Yine Ali Rıza Efendi’nin ve Zübeyde Hanım’ın hayatı bu eserde daha ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır. Mesela Ali Rıza Efendi’nin mezarı hakkında burada derli toplu, ayrıntılı bir bilgi verilmiştir. Mustafa Kemal’in doğum tarihi ile doğduğu evin hikâyesi yeni belgelerle bu eserde zenginleştirilmiştir. Mustafa Kemal’in bilinen ve bilinmeyen bütün nüfus kayıt belgeleri değerlendirilmiştir.
Belki garibinize gidecek ama bu kitapta Zübeyde Hanım’ın ölüm tarihi, Makbule Hanım’ın doğum tarihi gibi pek çok yanlış bilinen konu düzeltilmiştir.
Kitapta kullanılan bütün belgeler (orijinalleri ve çeviri yazıları) ve birçok yeni fotoğraf eserin eklerine konularak okuyucunun hizmetine sunulmuştur.
Bu söyleşi için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Efendim, yerli yersiz, inanarak veya inanmadan modaya uyarak Atatürk’e saldıranlara şunları söylemek isterim: Atatürk, kendisine saldıranların anlayamayacağı kadar büyüktür! Soyu sopu bellidir. Türklüğü ile daima gurur duymuştur. İslam’a en büyük hizmeti yapan devlet adamıdır. Bugün gurur duyduğumuz ne varsa hepsi o’nun eseridir. Cumhuriyet, laik-demokrasi, üniter-ulus devlet, kadın hakları, modern hukuk düzeni, milli ekonomik kalkınma vs… Dünya milletler ailesi içinde Türkiye’yi öne çıkaran ve bölgesinde farklılaştıran ne varsa hepsini Atatürk’e borçluyuz. Bunu kimse unutmamalıdır, özellikle de gençlerimiz…
Yılmaz Basım tarafından yeni yayınlanan “Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” isimli eserinde çok sayıda yeni arşiv belgesiyle Atatürk’ün ailesini inceleyen Yrd. Doç. Dr. Ali Güler: “Atatürk’ün ailesi hakkında günümüzde bazılarının ortaya attığı iddialar asılsızdır ve tamamen uydurmadır. Atatürk’ün ailesi hakkında bilim adamı olarak bugün bilmediğimiz bir şey yoktur”dedi.
ATATÜRK ARAŞTIRMALARI İLE TANINIYOR
Atatürk’ün yaşamı hakkında belgelere dayalı olarak yaptığı araştırmaları ile tanınan Emekli Öğretmen Albay, Eski Anıtkabir Müze Komutanlarından ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Güler ile yeni yayımlanan “Benim Ailem: Atatürk’ün Saklanan Ailesi” isimli kitabıyla ilgili Sözcü’nün sorularını yanıtladı. İşte Güler’den çarpıcı yanıtlar…
Sayın Güler, günümüzdeki Atatürk’e yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kitap bu saldırılara bir cevap olarak mı yazıldı?
-Günümüz Türkiye’sinde maalesef hastalıklı bir tarih anlayışı ile pek çok şey çarpıtılmakta, insanımızın özellikle de gençlerimizin kafaları karıştırılmaktadır. Bu hastalıklı zihniyetin sahipleri, tarihimize ait ne varsa tamamını günlük siyasi menfaatlerinin birer parçası haline getirmişler ve yalan yanlış bilgilerle kullanmaya başlamışlardır. Ne tarih biliminin kural ve kaidelerine uyulmakta, ne de en basitinden insan olmanın gerektirdiği asgari değerlere itibar edilmektedir. Tarihimize, kültürümüze, inançlarımıza kısaca Türk milletini millet yapan ne kadar değer varsa tamamı siyasi çıkar uğrunda heba edilmiştir ve edilmektedir. Elbette Cumhuriyet ve esasları ile onu kuran iradeyi temsil eden, kurucu kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk de bu hastalıklı zihniyetin hedefi durumuna getirilmiştir.
Belgesiz veya masa başında uydurulan sahte belgelerle Atatürk ve ailesi saldırı altına alınmış, Türk milletinin önemsediği değerler bakımından Atatürk yıpratılmaya çalışılmıştır. Bir atasözümüzde belirtildiği gibi “Yel kayadan ne alır?” Denilebilir. Evet! Yel kayadan bir şey eksiltmez. Fakat bu hastalıklı zihniyetin ürettiği yalanlarla mücadele edilmesi de şarttır. Mücadeledeki strateji, doğruların insanımıza anlatılması olmalıdır. Gerçekler anlatılmalıdır. Bu çalışmanın amacı işte tam da budur. Gerçek belgelerle Atatürk’ün ailesi ortaya konulacaktır.
Son yıllarda çıkan bazı kitaplarınızda ve bu eserinizde “saklanan” kavramını kullanıyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mıdır?
Burada kastedilen Atatürk’le ilgili belgelerin, bilgilerin “gizlenmesi” değildir. Tarihi bir kişilik olarak önümüzde duran Atatürk’ün olduğu gibi anlatılmamasına veya anlatılamamasına bir vurgu yapılmaktadır. Amacımız bu hastalıklı anlayışa hizmet eden mevcut Atatürk anlatımına tepki göstermektir. Gerçek Atatürk’ü anlatma gerekliliğine güçlü bir vurgu yapmaktır. Gerçek Atatürk’ün Türk milletinden saklanmasına işaret etmektir.
Ya bilgisizlikten ya da bilinçli bir şekilde yıllarca tarihi kişilik olarak kendi geçmişinden, kültürel çevresinden ve milletinden kopartılmış başka bir Atatürk, adeta “sanal” bir Atatürk anlatılmıştır. Sonuç ortadadır. Bizim çalışmalarımızın önemli bir işlevi de bu “saklanmışlığı” ortadan kaldırıp, gerçek Atatürk’ü kitlelerle buluşturarak hastalıklı zihniyete gereken cevabın verilmesidir.
Daha önceki kitaplarınızda Atatürk’ün şeceresi, ölümü, defin işlemleri, O’nu Mustafa Kemal’den Atatürk’e dönüştüren dehasını belgeleriyle ortaya koymuştunuz. Bu kitabınızda daha çok aile fertleri üzerine yoğunlaşmışsınız. Genel olarak söyler misiniz? Neler var?
Bu vesile ile şunu da belirtelim ki, ilk defa bu eserde kullanılan arşiv belgeleriyle Atatürk’ün özgeçmişinde, aile tarihinde eksik olan pek çok önemli konu açıklığa kavuşturulmuştur. Elbette eser, Atatürk’le ilgili tüm az bilinen veya bilinmeyen hususları aydınlatma ve mükemmellik iddiasında değildir. Yeni belgelerle, yeni bilgilerle, yeni tanıklıklarla Atatürk çalışmalarının gelişeceği tabiidir. Bu eser uzun yıllardır yaptığımız konuyla ilgili çalışmaların sonucu mahiyetindedir. Baba Ali Rıza Efendi, Anne Zübeyde Hanım, kardeşler, tabi bu arada ailenin en uzun ömürlü çocuğu olan Makbule Hanım, Üvey Baba Ragıp Efendi ve manevi evlatlar yeni belge ve bilgilerle kamuoyumuza sunulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ile ilgili olarak da son yıllarda yaptığımız bazı önemli araştırmalar eserin son bölümünü oluşturmaktadır. Eserin başında tarihi bir kişilik olarak gerçek Atatürk’ün doğru düzgün anlatılamamasının psikolojik nedenleri Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Çevik Hoca’nın politik psikoloji çözümlemeleri çerçevesinde irdelenmeye çalışılmıştır. Yine eserin başında Atatürk’ün ailesi hakkında şüphe uyandıran bazı yerli ve yabancı yayınlar değerlendirilmiştir.
Bir bütün olarak bakıldığında, bir aile tarihi olan bu çalışma ile Atatürk’ün yaşamöyküsünü kaleme alacak olanlara derli toplu bir bilgi de sunulmuş oldu. Fakat esasen bu kitapla Atatürk’ün ailesi hakkında ortalıkta dolaşan asılsız ve pek çoğu maksatlı iftiralara bilimsel olarak bir cevap da verilmiş oldu.
Sayın Güler kitaba biraz daha içerden bakarsak, yeni olarak ne var?
Öncelikle daha önce kamuoyumuza yansıyan Ali Rıza Efendi’nin ölümünden sonra Zübeyde Hanım’a ve çocuklara maaş bağlanması hakkındaki belgenin geniş bir değerlendirmesi bu eserimizde yer alıyor. Ayrıca ilk defa bu eserde yer alan bir belge de Makbule Hanım’ın ölümünden yaklaşık olarak bir yıl önce evlatlık edindiği dört kişi ile ilgili bir mahkeme kararı. Bu konu, kamuoyu tarafından bilinmeyen, bilim âleminde de sadece evlatlıklardan birisi olan Abdürrahim Tunçak’ın eşi Mualla Hanım bağlamında bilinen bir konudur ve önemlidir.
Yine Ali Rıza Efendi’nin ve Zübeyde Hanım’ın hayatı bu eserde daha ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır. Mesela Ali Rıza Efendi’nin mezarı hakkında burada derli toplu, ayrıntılı bir bilgi verilmiştir. Mustafa Kemal’in doğum tarihi ile doğduğu evin hikâyesi yeni belgelerle bu eserde zenginleştirilmiştir. Mustafa Kemal’in bilinen ve bilinmeyen bütün nüfus kayıt belgeleri değerlendirilmiştir.
Belki garibinize gidecek ama bu kitapta Zübeyde Hanım’ın ölüm tarihi, Makbule Hanım’ın doğum tarihi gibi pek çok yanlış bilinen konu düzeltilmiştir.
Kitapta kullanılan bütün belgeler (orijinalleri ve çeviri yazıları) ve birçok yeni fotoğraf eserin eklerine konularak okuyucunun hizmetine sunulmuştur.
Bu söyleşi için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Efendim, yerli yersiz, inanarak veya inanmadan modaya uyarak Atatürk’e saldıranlara şunları söylemek isterim: Atatürk, kendisine saldıranların anlayamayacağı kadar büyüktür! Soyu sopu bellidir. Türklüğü ile daima gurur duymuştur. İslam’a en büyük hizmeti yapan devlet adamıdır. Bugün gurur duyduğumuz ne varsa hepsi o’nun eseridir. Cumhuriyet, laik-demokrasi, üniter-ulus devlet, kadın hakları, modern hukuk düzeni, milli ekonomik kalkınma vs… Dünya milletler ailesi içinde Türkiye’yi öne çıkaran ve bölgesinde farklılaştıran ne varsa hepsini Atatürk’e borçluyuz. Bunu kimse unutmamalıdır, özellikle de gençlerimiz…
Bankalar 7 bin kişiyi işe alacak
8 banka toplam 7 bin kişiyi işe alacağını açıkladı.
Bankalar 2015’te şube açılışlara ve istihdam açısından vasat bir yıl geçirdi. Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) verilerine göre çalışan sayısı bir önceki yılın aynı dönemine gövre 2506 kişi, Aralık yılsonu rakamlarına göre 719 kişi artarak 201.605 oldu. Burcu Özçelik Sözer’in Hürriyet İK’daki haberine göre şube ve istihdam rakamlarını açıklayan 8 banka çalışan sirkülasyonunu da göz önüne alarak 7 bin kişiyi işe alacak.
Bankalar 2015’te şube açılışlara ve istihdam açısından vasat bir yıl geçirdi. Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) verilerine göre çalışan sayısı bir önceki yılın aynı dönemine gövre 2506 kişi, Aralık yılsonu rakamlarına göre 719 kişi artarak 201.605 oldu. Burcu Özçelik Sözer’in Hürriyet İK’daki haberine göre şube ve istihdam rakamlarını açıklayan 8 banka çalışan sirkülasyonunu da göz önüne alarak 7 bin kişiyi işe alacak.
Putin: “Kimseyi inandıramıyorum”
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Sovyetler Birliği'ni diriltmek istemediğine kimsenin inanmadığını söyledi.
Rossija 1 kanalına konuşan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, tekrar eski Sovyetler Birliği’ni kurmak istemediğine kimseyi inandıramadığını söyledi.
Deutsche Welle Türkçe’de yer alan habere göre Putin, Pazar akşamı ‘Rossija 1′ adlı televizyon kanalında yayınlanan belgeselde Batı devletlerinin Ukrayna anlaşmazlığında bu ülkenin çıkarlarını düşünmekten ziyade, Sovyetler Birliği’nin yeniden kurulmasını önlemeye çalıştığını belirtti. Putin, “Ne var ki eski Sovyetler Birliği’ni diriltmek istemediğimize kimse inanmıyor” dedi.
Moskova, Ukrayna ihtilafının başından beri Batı’yı, Soğuk Savaş yıllarındaki gibi ‘Sovyetler Birliğine’ set çekme politikası izlemekle suçladı.
Rusya Devlet Başkanı aynı zamanda Batı’nın demokrasi modelini Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine zorla kabul ettirmeye çalıştığını da savundu. Putin, “İyi ile kötüden başkasını tanımayan kendi demokrasi anlayışınızı din ve gelenekleri başka olan farklı kültür bölgelerinin insanlarına zorla kabul ettiremezsiniz” dedi. Sözcü
Çöplükte 26 cenin bulundu
Adana'da çöplerin toplandığı alanda büyük çoğunluğu düşük sonucu olduğu bildirilen 26 cenin bulundu.
Ceninlerin üzerinde hastane barkodu olduğu ve çoğunda düşük yazdığı görüldü.
Merkez Sarıçam İlçesi’ne bağlı Yeşiltepe Mahallesi üzerindeki Dilek Atlığ Bulvarı’nda bir kişi, Sofulu çöplüğünde gece saat 23.00 sıralarında birden fazla bebek ölüsü gördüğünü ihbar etti. Olay yerine cinayet ve polis merkezi ekipleri sevk edildi. Polislerin olay yerine gelerek yaptığı incelemede çöplüğe atılmış 26 cenin bulundu. Ceninlerin üzerinde hastane barkodu olduğu ve çoğunda düşük yazdığı görüldü. Çöplükte açıkta bulunan ceninler toplanarak Adli Tıp Kurumu Morgu’na getirildi. Burada yapılan incelemenin ardından ceninler, götürüldüğü bir mezarlıkta toprağa gömüldü.
Olayla ilgili soruşturma başlatan Savcılık ceninlerin hangi hastane tarafından neden çöplüğe atıldığını araştırıyor. (sözcü.com.tr)
Ceninlerin üzerinde hastane barkodu olduğu ve çoğunda düşük yazdığı görüldü.
Merkez Sarıçam İlçesi’ne bağlı Yeşiltepe Mahallesi üzerindeki Dilek Atlığ Bulvarı’nda bir kişi, Sofulu çöplüğünde gece saat 23.00 sıralarında birden fazla bebek ölüsü gördüğünü ihbar etti. Olay yerine cinayet ve polis merkezi ekipleri sevk edildi. Polislerin olay yerine gelerek yaptığı incelemede çöplüğe atılmış 26 cenin bulundu. Ceninlerin üzerinde hastane barkodu olduğu ve çoğunda düşük yazdığı görüldü. Çöplükte açıkta bulunan ceninler toplanarak Adli Tıp Kurumu Morgu’na getirildi. Burada yapılan incelemenin ardından ceninler, götürüldüğü bir mezarlıkta toprağa gömüldü.
Olayla ilgili soruşturma başlatan Savcılık ceninlerin hangi hastane tarafından neden çöplüğe atıldığını araştırıyor. (sözcü.com.tr)
Yılmaz Özdil Soma yazısı için ifade verdi
Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, Soma'da 301 madencinin öldüğü facianın ardından bir televizyon kanalına telefonla bağlanıp yaptığı konuşma nedeniyle açılan dava kapsamında talimatla ifade verdi.
Yılmaz Özdil, Soma'daki facianın ardından bir televizyon kanalına telefonla bağlanmıştı. Özdil canlı yayındaki konuşmasınedeniyle hakkında "Kişinin hatırasına hakaret" suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca açılan dava kapsamında talimatla ifade verdi.
"SÖZLERİM SAPTIRILDI"
Talimat mahkemesi olan Anadolu 16. Asliye Ceza Mahkemesi'ne avukatı Eren Şener ile birlikte gelen gazeteci Özdil, yapılan kimlik tespitinin ardından 2 sayfadan oluşan yazılı savunmasını mahkemeye sundu. Yargılamanın yapıldığı Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere sunduğu yazılı savunmasında Özdil, "Ölen işçiler AKP'nin parayla mitinge taşıdığı işçilerdir, olan biten müstahaktır denilebilir sözlerim bütün bir konuşmanın içinden ayıklanarak ve saptırılarak suç duyurusuna konu edilmiştir. Konuşmam bir bütün kapsamında incelendiğinde suç işleme kastım olmadığı aksine yaşanan bu elim olaya karşı yaşadığım üzüntü çok net anlaşılacaktır" dedi.
Talimat mahkemesi olan Anadolu 16. Asliye Ceza Mahkemesi'ne avukatı Eren Şener ile birlikte gelen gazeteci Özdil, yapılan kimlik tespitinin ardından 2 sayfadan oluşan yazılı savunmasını mahkemeye sundu. Yargılamanın yapıldığı Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere sunduğu yazılı savunmasında Özdil, "Ölen işçiler AKP'nin parayla mitinge taşıdığı işçilerdir, olan biten müstahaktır denilebilir sözlerim bütün bir konuşmanın içinden ayıklanarak ve saptırılarak suç duyurusuna konu edilmiştir. Konuşmam bir bütün kapsamında incelendiğinde suç işleme kastım olmadığı aksine yaşanan bu elim olaya karşı yaşadığım üzüntü çok net anlaşılacaktır" dedi.
"ZORLA MİTİNGE GÖTÜRÜLDÜĞÜNÜ ELEŞTİRDİM"
Ölenlerin hatırasına hakaret etmek gibi bir kastının olmadığını ifade eden Özdil, "İşçi kardeşlerimin maalesef hükumet tarafından yaratılan ekonomik kıskaç içinde 3-5 kuruş paraya, güvencesi olmayan madenlerde çalışmaya zorlandığı, işçilerin patronlarının hükümete yaranmak amacıyla hükumet yetkileri tarafından maddi menfaat sağlanarak zorla otobüslere doldurulup AKP mitinglerine götürüldüğünü eleştirdim. Konuşmamdan böyle bir anlam çıkarılmaya çalışılmasını kabul etmiyorum. Beraatımı talep ederim" şeklinde yazılı savunma sundu. Yılmaz'ın ifadesi yargılamanın yapıldığı Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
Ölenlerin hatırasına hakaret etmek gibi bir kastının olmadığını ifade eden Özdil, "İşçi kardeşlerimin maalesef hükumet tarafından yaratılan ekonomik kıskaç içinde 3-5 kuruş paraya, güvencesi olmayan madenlerde çalışmaya zorlandığı, işçilerin patronlarının hükümete yaranmak amacıyla hükumet yetkileri tarafından maddi menfaat sağlanarak zorla otobüslere doldurulup AKP mitinglerine götürüldüğünü eleştirdim. Konuşmamdan böyle bir anlam çıkarılmaya çalışılmasını kabul etmiyorum. Beraatımı talep ederim" şeklinde yazılı savunma sundu. Yılmaz'ın ifadesi yargılamanın yapıldığı Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
OLAYIN GEÇMİŞİ
Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında bir televizyon kanalına telefonla bağlanıp Soma'da 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin yorum ve değerlendirme yapan Yılmaz Özdil hakkında, ölen işçilerin yakınlarının şikayeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "Kişinin hatırasına hakaret" suçlarından soruşturma başlatmıştı.
Soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, Özdil'in konuşmasının "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçu kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, "Kişinin hatırasına hakaret" suçu kapsamında kaldığı aktarılmıştı. Özdil'in 3 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması istemiyle açılan davada savunmasının alınması için Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na talimat yazılmıştı. DHA
Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında bir televizyon kanalına telefonla bağlanıp Soma'da 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği olaya ilişkin yorum ve değerlendirme yapan Yılmaz Özdil hakkında, ölen işçilerin yakınlarının şikayeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "Kişinin hatırasına hakaret" suçlarından soruşturma başlatmıştı.
Soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, Özdil'in konuşmasının "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçu kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, "Kişinin hatırasına hakaret" suçu kapsamında kaldığı aktarılmıştı. Özdil'in 3 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılması istemiyle açılan davada savunmasının alınması için Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na talimat yazılmıştı. DHA
Etiketler:
ankara,
haber,
maden işçisi,
yılmaz özdil
Rus uçakları İdlib'i vurdu 40 kişi öldü
Rus ordusuna ait savaş uçaklarının dün Suriye’nin İdlib ilinde mahkeme binasını hedef aldığı saldırıda 40 sivil öldü, 150 kişi yaralandı.
AA muhabirinin sivil savunma yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Rus ordusuna ait savaş uçakları, ülkenin kuzeybatısında yer alan muhaliflerin denetimindeki İdlib’de mahkeme binasına 8 füze attı. Sivil savunma ekiplerinin onlarca kişiyi enkaz altından çıkardığı ifade edilirken, Rus uçaklarının saldırdığı bölgede ciddi hasar meydana geldiği dile getirildi.
İdlib yerel koordinasyon komitesi üyesi Firas Ebu Muhammed, AA’ya yaptığı açıklamada, “Rus uçakları, İdlib ve çevresinde sivil yerleşim yerlerini hedef alıyor. İdlib bölgesinde terör örgütü DAEŞ (IŞİD) yok ki Ruslar buralara saldırsın” dedi. Rus uçakları Suriye’ye geldiği günden bu yana sivil katliamı yapıyor” diyen Muhammed, “Ruslar özellikle muhaliflerin denetiminde olan bölgelerle sivil yerleşim yerlerine saldırıyor. Hama, Halep ve İdlib’de Rus uçakları çok sayıda katliama imza attı” ifadelerini kullandı. Hürriyet
AA muhabirinin sivil savunma yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Rus ordusuna ait savaş uçakları, ülkenin kuzeybatısında yer alan muhaliflerin denetimindeki İdlib’de mahkeme binasına 8 füze attı. Sivil savunma ekiplerinin onlarca kişiyi enkaz altından çıkardığı ifade edilirken, Rus uçaklarının saldırdığı bölgede ciddi hasar meydana geldiği dile getirildi.
İdlib yerel koordinasyon komitesi üyesi Firas Ebu Muhammed, AA’ya yaptığı açıklamada, “Rus uçakları, İdlib ve çevresinde sivil yerleşim yerlerini hedef alıyor. İdlib bölgesinde terör örgütü DAEŞ (IŞİD) yok ki Ruslar buralara saldırsın” dedi. Rus uçakları Suriye’ye geldiği günden bu yana sivil katliamı yapıyor” diyen Muhammed, “Ruslar özellikle muhaliflerin denetiminde olan bölgelerle sivil yerleşim yerlerine saldırıyor. Hama, Halep ve İdlib’de Rus uçakları çok sayıda katliama imza attı” ifadelerini kullandı. Hürriyet
Rasim Ozan Kütahyalı'ya icra takibi
Gazeteci-yorumcu Rasim Ozan Kütahyalı hakkında icra takibi başlatıldığı öğrenildi. 28 bin lirayı bulan icra takibi, Kütahyalı’nın evine aldığı bahçe mobilyalarının parasını ödemediği gerekçesi ile başlatıldığı öne sürüldü. Kütahyalı ise, Hürriyet'e yaptığı açıklamada, icra takibinden haberinin olmadığını, takibi yapan firmaya ise borcunun olmadığını kaydetti.
Kütahyalı hakkındaki icra takibinin tarihi 9 Aralık olarak kayıtlara girdi. Takip dosyasında yer alan bilgilere göre, Milenyum Mobilya Tasarım ve Turizm Sanayi Ticaret Limited Şirketi, Kütahyalı’dan alacaklı olduğunu iddia ediyor. İcra takibi ise Küçükçekmece 1. İcra Müdürlüğü’nden 2015/12351 numaralı dosya üzerinden yapıldı.
‘BAHÇE MOBİLYALARI ALDI’ İDDİASI
Dosyada yer alan bilgilere göre Kütahyalı İkitelli MASKO Mobilyacılar Sitesi’nde faaliyet gösteren şirketten bir kısım bahçe mobilyası aldı. Söz konusu mobilyalar geçtiğimiz ağustos ayında alındı. Söz konunu satışlar için iki ayrı fatura düzenlendi Biri 24 bin 270 diğer 3 bin 150 TL olarak düzenlenen faturalar takip dosyasına da sunuldu.
ÖDEME EMRİ ADRESİNE GÖNDERİLDİ
İddiaya göre, şirket yetkilileri, alınan ürünlerin ücretinin ödenmesi için Kütahyalı uzun süre görüşmeler yürüttü. İddiaya göre, Kütahyalı ödemeyi yapmadı. Şirket avukatı da ödeme için icra takip talebinde bulundu. Hazırlanan ödeme emri Kütahyalı’nın Üsküdar Çengelköy’deki evine gönderildi.
'BU FİRMAYA BİR BORCUM YOK'
Hürriyet Dünyası’nın telefonla ulaştığı Kütahyalı, söz konusu icra takibinden haberinin olmadığını söyledi. Kütahyalı, anılan firmadan daha önce ürün aldığını ve ödemesini de yaptığını söyledi. Kütahyalı, icra takibinin neden yapıldığını bilmediğini ifade ederek “Kimseye borcum yok” dedi. Kütahyalı, icra takibi yapan firma ile ilgili bir takım iddiaların olduğundan söz ederek kendisine yönelik icra takibi için ise 'kumpas' yorumunda bulundu.
DÖRT AY ÖNCE SATIN ALDI
Alacaklı olduğu iddia edilen şirketin avukatı Cevat Kazma ise “Kütahyalı ürünleri Ağustos ayında satın alıyor. Müvekkilim bir süre sonra alacağını tahsil etmek istediğinde hükümetin olmaması ve piyasalardaki durgunluk gerekçe gösterilerek ödeme yapılmıyor. Aradan 4 aylık bir süre geçti, ancak hala ödeme yapılmadığı gibi, Kütahyalı son görüşmede bahsi geçen ürünleri almadığını söylüyor” şeklinde konuştu.Hürriyet
Kütahyalı hakkındaki icra takibinin tarihi 9 Aralık olarak kayıtlara girdi. Takip dosyasında yer alan bilgilere göre, Milenyum Mobilya Tasarım ve Turizm Sanayi Ticaret Limited Şirketi, Kütahyalı’dan alacaklı olduğunu iddia ediyor. İcra takibi ise Küçükçekmece 1. İcra Müdürlüğü’nden 2015/12351 numaralı dosya üzerinden yapıldı.
‘BAHÇE MOBİLYALARI ALDI’ İDDİASI
Dosyada yer alan bilgilere göre Kütahyalı İkitelli MASKO Mobilyacılar Sitesi’nde faaliyet gösteren şirketten bir kısım bahçe mobilyası aldı. Söz konusu mobilyalar geçtiğimiz ağustos ayında alındı. Söz konunu satışlar için iki ayrı fatura düzenlendi Biri 24 bin 270 diğer 3 bin 150 TL olarak düzenlenen faturalar takip dosyasına da sunuldu.
ÖDEME EMRİ ADRESİNE GÖNDERİLDİ
İddiaya göre, şirket yetkilileri, alınan ürünlerin ücretinin ödenmesi için Kütahyalı uzun süre görüşmeler yürüttü. İddiaya göre, Kütahyalı ödemeyi yapmadı. Şirket avukatı da ödeme için icra takip talebinde bulundu. Hazırlanan ödeme emri Kütahyalı’nın Üsküdar Çengelköy’deki evine gönderildi.
'BU FİRMAYA BİR BORCUM YOK'
Hürriyet Dünyası’nın telefonla ulaştığı Kütahyalı, söz konusu icra takibinden haberinin olmadığını söyledi. Kütahyalı, anılan firmadan daha önce ürün aldığını ve ödemesini de yaptığını söyledi. Kütahyalı, icra takibinin neden yapıldığını bilmediğini ifade ederek “Kimseye borcum yok” dedi. Kütahyalı, icra takibi yapan firma ile ilgili bir takım iddiaların olduğundan söz ederek kendisine yönelik icra takibi için ise 'kumpas' yorumunda bulundu.
DÖRT AY ÖNCE SATIN ALDI
Alacaklı olduğu iddia edilen şirketin avukatı Cevat Kazma ise “Kütahyalı ürünleri Ağustos ayında satın alıyor. Müvekkilim bir süre sonra alacağını tahsil etmek istediğinde hükümetin olmaması ve piyasalardaki durgunluk gerekçe gösterilerek ödeme yapılmıyor. Aradan 4 aylık bir süre geçti, ancak hala ödeme yapılmadığı gibi, Kütahyalı son görüşmede bahsi geçen ürünleri almadığını söylüyor” şeklinde konuştu.Hürriyet
20 Aralık 2015 Pazar
Gözyaşlarıyla kapattılar
İngiltere, faaliyetteki son derin kömür madeni Kellingley’i de kapattı. 1965 yılında açılan maden o tarihten bu yana Kuzey Yorkshire bölgesinde birçok toplumun birincil geçim kaynağını oluşturmuştu.
Madende çalışmakta olan 450 işçi Cuma günü son kez yer altına indikten sonra buruk geçen bir törenle Kellingley’e veda etti. Kapanış töreninde bazı işçilerin gözyaşlarını tutamadıkları görülürken, tüm çalışanlara madenin kapanmasının ardından 12 haftalık maaşlarını içeren bir tazminat paketinin sunulacağı açıklandı.
Madenin kapısında bir Birleşik Krallık bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektiren ve bol bol da çay içen İngiliz işçiler, “Madenin kapanmasından sonra bölgede yaşanacak ekonomik durağanlığın kendilerini endişelendirdiğini” dile getirdi.
TAZMİNAT YETERSİZ
Ancak bazı vekiller madencilere verilen tazminatın yetersiz olduğunu iddia etti. İşçi Partili Yvette Cooper 1980’li yıllarda o zamanki başbakan Margaret Thatcher’ın kapattığı madenlerce çalışan işçilerin bundan çok daha yüksek miktarlarda tazminat alma hakkını elde etmiş olduğunu hatırlattı ve “Kellingley’de madencilik endüstrisinde 29 yıldır çalışmış olan bir adam bana 1988 yılında işi bırakan babasının kendisinden üç kat fazla tazminatla madenden ayrıldığını söyledi” dedi.
Konuyla ilgili Press Association’a konuşan Cooper, “Bu bizim için karanlık bir gün. İki yıldır Kellingley’i açık tutmak için uğraşıyorduk. Şimdi biz ithal kömüre daha da bağımlı hale geleceğiz” dedi. Hürriyet
Madende çalışmakta olan 450 işçi Cuma günü son kez yer altına indikten sonra buruk geçen bir törenle Kellingley’e veda etti. Kapanış töreninde bazı işçilerin gözyaşlarını tutamadıkları görülürken, tüm çalışanlara madenin kapanmasının ardından 12 haftalık maaşlarını içeren bir tazminat paketinin sunulacağı açıklandı.
Madenin kapısında bir Birleşik Krallık bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektiren ve bol bol da çay içen İngiliz işçiler, “Madenin kapanmasından sonra bölgede yaşanacak ekonomik durağanlığın kendilerini endişelendirdiğini” dile getirdi.
TAZMİNAT YETERSİZ
Ancak bazı vekiller madencilere verilen tazminatın yetersiz olduğunu iddia etti. İşçi Partili Yvette Cooper 1980’li yıllarda o zamanki başbakan Margaret Thatcher’ın kapattığı madenlerce çalışan işçilerin bundan çok daha yüksek miktarlarda tazminat alma hakkını elde etmiş olduğunu hatırlattı ve “Kellingley’de madencilik endüstrisinde 29 yıldır çalışmış olan bir adam bana 1988 yılında işi bırakan babasının kendisinden üç kat fazla tazminatla madenden ayrıldığını söyledi” dedi.
Konuyla ilgili Press Association’a konuşan Cooper, “Bu bizim için karanlık bir gün. İki yıldır Kellingley’i açık tutmak için uğraşıyorduk. Şimdi biz ithal kömüre daha da bağımlı hale geleceğiz” dedi. Hürriyet
Görmez: Mina’da 2 bine yakın kardeşimizi ezerek öldürdük
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, "Mekke’de vinç kazasında yaralılar imdat isterken hacı adaylarının tavafa devam etmesi, İslam ilmihallerine girecek bir konudur. Müslümanlığımızdaki çelişkileri göstermek bakımında önemlidir. Bu sene Arafat’ta çok sivrisinek olduğunu ancak, hacı adaylarının ihramlı oldukları için onları öldüremediğini belirten Görmez, "Ama Mina’da 2 bine yakın kardeşimizi ezerek öldürdük. Bunun izahı mümkün değildir" dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce Kızılcahamam’da ’2015 Yılı Hac Organizasyonu Değerlendirme Toplantısı’, dün akşam Kızılcahamam’daki Swiss Otel’de Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Görmez’in katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıya Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürü Enver Günenç, Diyanet İşleri Başkanlığı üst düzey yöneticileri, 2015 yılı hac organizasyonunda görev yapan ekip ve kafile başkanları da katıldı. Toplantı açılışında konuşan Prof.Dr. Mehmet Görmez, şöyle dedi:
"Organizasyonda görev yapan arkadaşların bu hizmeti enine boyuna tartışması, eksikleri tartışması ve çözüm önerileri sunması son derece önemlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve diğer kurumlarda da bizleri bekleyen en büyük tehlike, işlerimizin rutinleşmesidir. Bunun izahı mümkün değil."
Bu yıl Mekke’deki kazalardan dolayı hac ibadetinin hüzünlü geçtiğini belirten Prof.Dr. Görmez, "Haccın hem başında, hem sonunda iki büyük acı yaşadık. Önce vinç kazasını, sonra da Mina izdihamını yaşadık. Bu kazalarda hayatını kaybedenlere bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor ve bütün İslam dünyasına başsağlığı diliyorum. Vinç kazasında yaralılar ’imdat’ isterken hacı adaylarının tavafa devam etmesi, İslam ilmihallerine girecek bir konudur. Müslümanlığımızdaki çelişkileri göstermek bakımından önemlidir" değerlendirmesinde bulundu.
"MİNA’DA 2 BİNE YAKIN KARDEŞİMİZİ EZEREK ÖLDÜRDÜK"
Bu yıl Arafat’ta çok sivrisinek olduğunu ancak, hacı adaylarının ihramlı oldukları için onları öldüremediğini belirten Görmez, "Ama Mina’da 2 bine yakın kardeşimizi ezerek öldürdük. Bunun izahı mümkün değildir. Bu, biz Müslümanlar’ın ciddi bir sorunudur. Bunu çözmeden masum insanları katleden DAİŞ sorununu çözemeyiz, Afrika’daki Müslümanların sorununu çözemeyiz. Bu, bizim İslam anlayışımızla ilgili bir sorundur" diye konuştu.
"HAC İBADETİYLE DÖNÜŞEMİYORUZ"
Prof. Dr. Görmez, bireyselleşmenin, hac ibadetinin mahiyetini ihlal ettiğini anlatırken, haccın büyük bir dönüşüm ve değişim hareketi olduğunu ifade etti. Prof.Dr. Görmez, "Ancak biz hac ibadetiyle dönüşmüyoruz, dönüşemiyoruz. Kısa süreli bir realiteye uğruyoruz, ama köklü bir dönüşüm gerçekleşmiyor" dedi. Hac ibadetinde Müslümanları bekleyen tehlikelere dikkati çeken Görmez, ibadetteki amaç ve araçların birbiriyle karıştırıldığını belirterek, "Önceliklerimizi kaybediyoruz. Modern zamanlarda artan bireyselleşmeyi hacda da yaşatıyoruz. Bireyselleşme ya da bencillik, hac ibadetinin mahiyetini ihlal ediyor. İbadet asıl manasını kaybediyor. Diğer husus ise, hacı adaylarının ve görevlilerin eğitilmesidir. Haccın hikmeti konusunda hacılarımızı daha iyi bilgilendirmemiz gerekir" dedi.
Nurullah TOSUN/KIZILCAHAMAM (Ankara), (DHA)
Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce Kızılcahamam’da ’2015 Yılı Hac Organizasyonu Değerlendirme Toplantısı’, dün akşam Kızılcahamam’daki Swiss Otel’de Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Görmez’in katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıya Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürü Enver Günenç, Diyanet İşleri Başkanlığı üst düzey yöneticileri, 2015 yılı hac organizasyonunda görev yapan ekip ve kafile başkanları da katıldı. Toplantı açılışında konuşan Prof.Dr. Mehmet Görmez, şöyle dedi:
"Organizasyonda görev yapan arkadaşların bu hizmeti enine boyuna tartışması, eksikleri tartışması ve çözüm önerileri sunması son derece önemlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve diğer kurumlarda da bizleri bekleyen en büyük tehlike, işlerimizin rutinleşmesidir. Bunun izahı mümkün değil."
Bu yıl Mekke’deki kazalardan dolayı hac ibadetinin hüzünlü geçtiğini belirten Prof.Dr. Görmez, "Haccın hem başında, hem sonunda iki büyük acı yaşadık. Önce vinç kazasını, sonra da Mina izdihamını yaşadık. Bu kazalarda hayatını kaybedenlere bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor ve bütün İslam dünyasına başsağlığı diliyorum. Vinç kazasında yaralılar ’imdat’ isterken hacı adaylarının tavafa devam etmesi, İslam ilmihallerine girecek bir konudur. Müslümanlığımızdaki çelişkileri göstermek bakımından önemlidir" değerlendirmesinde bulundu.
"MİNA’DA 2 BİNE YAKIN KARDEŞİMİZİ EZEREK ÖLDÜRDÜK"
Bu yıl Arafat’ta çok sivrisinek olduğunu ancak, hacı adaylarının ihramlı oldukları için onları öldüremediğini belirten Görmez, "Ama Mina’da 2 bine yakın kardeşimizi ezerek öldürdük. Bunun izahı mümkün değildir. Bu, biz Müslümanlar’ın ciddi bir sorunudur. Bunu çözmeden masum insanları katleden DAİŞ sorununu çözemeyiz, Afrika’daki Müslümanların sorununu çözemeyiz. Bu, bizim İslam anlayışımızla ilgili bir sorundur" diye konuştu.
"HAC İBADETİYLE DÖNÜŞEMİYORUZ"
Prof. Dr. Görmez, bireyselleşmenin, hac ibadetinin mahiyetini ihlal ettiğini anlatırken, haccın büyük bir dönüşüm ve değişim hareketi olduğunu ifade etti. Prof.Dr. Görmez, "Ancak biz hac ibadetiyle dönüşmüyoruz, dönüşemiyoruz. Kısa süreli bir realiteye uğruyoruz, ama köklü bir dönüşüm gerçekleşmiyor" dedi. Hac ibadetinde Müslümanları bekleyen tehlikelere dikkati çeken Görmez, ibadetteki amaç ve araçların birbiriyle karıştırıldığını belirterek, "Önceliklerimizi kaybediyoruz. Modern zamanlarda artan bireyselleşmeyi hacda da yaşatıyoruz. Bireyselleşme ya da bencillik, hac ibadetinin mahiyetini ihlal ediyor. İbadet asıl manasını kaybediyor. Diğer husus ise, hacı adaylarının ve görevlilerin eğitilmesidir. Haccın hikmeti konusunda hacılarımızı daha iyi bilgilendirmemiz gerekir" dedi.
Nurullah TOSUN/KIZILCAHAMAM (Ankara), (DHA)
Irak’ta 43 yıldan sonra güzellik yarışması
Irak'ın başkenti Bağdat'ta 43 yıl aradan sonra güzellik yarışması düzenlendi.
Kültür, Sanat ve Medya Grubu el-Mada tarafından “Irak’ın güzelini seçiyoruz” adıyla Bağdat’taki İştar Sheraton Oteli’nde düzenlenen yarışmaya 10 kişi katıldı. Adaylar arasında bulunan Şeyma Kasım, jüri üyeleri tarafından 2015 yılı Irak güzeli seçildi.
Irak’ta 1972′den bu yana güzellik yarışması düzenlenmiyordu. Yarışmaya 150 başvuru yapıldığı ve 110 kişinin mülakata çağrıldığı belirtilirken, elemeler sonucu 10 kişi yarışmaya katılabildi.
Yarışmanın organizatörü, birinci seçilen Şeyma Kasım’ın, dünya güzellik yarışmasında Irak’ı temsil edeceğini belirtti.
Güzellik yarışmasına Bağdat’ta bulunan yabancı misyon temsilcileri, Iraklı bazı bakan, siyasetçi ve sanatçılar katıldı.
Kültür, Sanat ve Medya Grubu el-Mada tarafından “Irak’ın güzelini seçiyoruz” adıyla Bağdat’taki İştar Sheraton Oteli’nde düzenlenen yarışmaya 10 kişi katıldı. Adaylar arasında bulunan Şeyma Kasım, jüri üyeleri tarafından 2015 yılı Irak güzeli seçildi.
Irak’ta 1972′den bu yana güzellik yarışması düzenlenmiyordu. Yarışmaya 150 başvuru yapıldığı ve 110 kişinin mülakata çağrıldığı belirtilirken, elemeler sonucu 10 kişi yarışmaya katılabildi.
Yarışmanın organizatörü, birinci seçilen Şeyma Kasım’ın, dünya güzellik yarışmasında Irak’ı temsil edeceğini belirtti.
Güzellik yarışmasına Bağdat’ta bulunan yabancı misyon temsilcileri, Iraklı bazı bakan, siyasetçi ve sanatçılar katıldı.
TÜİK 1300 lirayı az buldu
1300 liralık asgari ücret tartışması devam ederken, TÜİK’ten şaşırtıcı bir hesaplama geldi.
Hükümetin seçim vadi olan bin 300 liralık asgari ücret, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaptığı teknik çalışmanın altında kaldı. TÜİK’in enflasyonu da dikkate alarak yaptığı hesaplamaya göre, tek bir işçinin asgari geçim şartlarını sağlayabilmesi için ayda bin 300 lira değil, bin 599 lira 60 kuruş maaş alması gerekiyor.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu üçüncü toplantısını Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ev sahipliğinde yapıldı. Toplantıda, bin 300 liralık asgari ücretin maliyetinin ne kadarının devlet tarafından üstlenileceğine ilişkin rakamın ortaya çıkması bekleniyordu. Ancak, toplantıya başkanlık eden Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, işçi ve işveren temsilcilerine, “Henüz bu konuda kesin verilmiş bir karar yok” bilgisini vermekle yetindi. İlave maliyetin nasıl karşılanacağı konusundaki belirsizliğin bir sonraki toplantıda biteceği ifade ediliyor.
TÜİK, HÜKÜMETİ KATLADI
CHP’nin bin 500 liralık asgari ücret vadini yüksek bulan AKP, seçim meydanlarında ilk kez bin 300 liralık vaatte bulunmuştu. Normalde asgari ücret artışlarında enflasyonun üzerine çıkmayan AKP Hükümeti’nin ilk kez ortaya attığı bin 300 liralık ücret karşısında TÜİK’in komisyona nasıl bir rakam sunacağı merak konusu oldu. Geçen yıl, bir işçinin asgari yaşam koşullarını sağlayabilmesi için bin 425 lira maaş alması gerektiğini bildiren TÜİK, bu yıl komisyona tam bin 599 lira 60 kuruşluk asgari ücret sundu. Böylece TÜİK’in yaptığı teknik hesap, hükümetin bin 300 liralık vadinin de asgari geçim şartlarını karşılayamayacağını ortaya koydu.
“ELMAYLA ARMUDU KARIŞTIRMAYIN”
TÜİK, asgari ücretle ilgili olarak komisyona her zaman olduğu gibi yine 3 rakam sundu. Sekreterlik gibi hafif iş sınıfı için bile bin 326 lira 60 kuruşluk yaşam ücreti hesaplayan TÜİK, orta ağır işler için bin 427 lira 40 kuruş ve ağır işler için de bin 599 lira 60 kuruş asgari maaş tespitinde bulundu. İşveren temsilcileri bu ücretlerin yüksekliğine işaret ederken kamu kurumlarının temsilcileri, TÜİK’in en düşük ücret tespitinin dikkate alınması gerektiğini savundular. Ancak Türk-İş temsilcileri, “Elmayla armudu karıştırmayın. TÜİK, geçen yıl bin 425 lira olarak hesapladığı bir işçinin yaşaması için gereken ücreti bu yıl bin 600 liraya yükseltiyor. TÜİK’in hesabı her yıl olduğu gibi bu yıl da Türk-İş’in teknik hesabıyla örtüştü. Türk-İş’in hesabı asgari ücretin bin 684 lira olması gerektiğini ortaya koyuyor” dediler. sözcü.com.tr
Hükümetin seçim vadi olan bin 300 liralık asgari ücret, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaptığı teknik çalışmanın altında kaldı. TÜİK’in enflasyonu da dikkate alarak yaptığı hesaplamaya göre, tek bir işçinin asgari geçim şartlarını sağlayabilmesi için ayda bin 300 lira değil, bin 599 lira 60 kuruş maaş alması gerekiyor.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu üçüncü toplantısını Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ev sahipliğinde yapıldı. Toplantıda, bin 300 liralık asgari ücretin maliyetinin ne kadarının devlet tarafından üstlenileceğine ilişkin rakamın ortaya çıkması bekleniyordu. Ancak, toplantıya başkanlık eden Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, işçi ve işveren temsilcilerine, “Henüz bu konuda kesin verilmiş bir karar yok” bilgisini vermekle yetindi. İlave maliyetin nasıl karşılanacağı konusundaki belirsizliğin bir sonraki toplantıda biteceği ifade ediliyor.
TÜİK, HÜKÜMETİ KATLADI
CHP’nin bin 500 liralık asgari ücret vadini yüksek bulan AKP, seçim meydanlarında ilk kez bin 300 liralık vaatte bulunmuştu. Normalde asgari ücret artışlarında enflasyonun üzerine çıkmayan AKP Hükümeti’nin ilk kez ortaya attığı bin 300 liralık ücret karşısında TÜİK’in komisyona nasıl bir rakam sunacağı merak konusu oldu. Geçen yıl, bir işçinin asgari yaşam koşullarını sağlayabilmesi için bin 425 lira maaş alması gerektiğini bildiren TÜİK, bu yıl komisyona tam bin 599 lira 60 kuruşluk asgari ücret sundu. Böylece TÜİK’in yaptığı teknik hesap, hükümetin bin 300 liralık vadinin de asgari geçim şartlarını karşılayamayacağını ortaya koydu.
“ELMAYLA ARMUDU KARIŞTIRMAYIN”
TÜİK, asgari ücretle ilgili olarak komisyona her zaman olduğu gibi yine 3 rakam sundu. Sekreterlik gibi hafif iş sınıfı için bile bin 326 lira 60 kuruşluk yaşam ücreti hesaplayan TÜİK, orta ağır işler için bin 427 lira 40 kuruş ve ağır işler için de bin 599 lira 60 kuruş asgari maaş tespitinde bulundu. İşveren temsilcileri bu ücretlerin yüksekliğine işaret ederken kamu kurumlarının temsilcileri, TÜİK’in en düşük ücret tespitinin dikkate alınması gerektiğini savundular. Ancak Türk-İş temsilcileri, “Elmayla armudu karıştırmayın. TÜİK, geçen yıl bin 425 lira olarak hesapladığı bir işçinin yaşaması için gereken ücreti bu yıl bin 600 liraya yükseltiyor. TÜİK’in hesabı her yıl olduğu gibi bu yıl da Türk-İş’in teknik hesabıyla örtüştü. Türk-İş’in hesabı asgari ücretin bin 684 lira olması gerektiğini ortaya koyuyor” dediler. sözcü.com.tr
Asgari ücretle çalışanlara 70 TL’lik vergi piyangosu
Yılbaşından itibaren devreye girmesi beklenen AGİ seçeneği çalışanın maaşında en az 70 liralık artış getirecek.
Yılbaşından itibaren devreye girmesi beklenen asgari ücretin işverene maliyetini azaltacak alternatifler arasında yer alan AGİ seçeneği çalışanın maaşında en az 70 liralık artış getirecek.
Bin 300 liralık asgari ücretin işverene maliyetini düşürmek için yapılan alternatif çalışmalarda asgari geçim indiriminin (AGİ) yüzde 85’e çıkarılması seçeneği de tartışılıyor. Bu alternatifin uygulanması halinde işverenin maliyeti yaklaşık 106 lira düşerken, memurlar dahil tüm çalışanların gelirlerinde 70 lira civarında bir artış meydana gelecek.
3 SEÇENEK TARTIŞILIYOR
NET tutarı bin 300 lira olarak ilan edilen asgari ücretin işverene maliyet hesaplarında tüm çalışanları ilgilendiren kritik çalışmalar yapılıyor. Bugün yapılacak Asgari Ücret Komisyonu toplantısında, maliyeti azaltacak kalemlere ilişkin öneri ve teklifler işçi, işveren ve devlet üçlüsünde tartışılacak. Edinilen bilgilere göre, asgari ücretin işveren yükünü azaltma konusunda AGİ oranının vergiyi sıfırlayacak düzeyde yükseltilmesi, sigorta priminin indirilmesi ve Gelir Vergisi’nin düşürülmesinden oluşan 3 seçenek üzerinden çalışılıyor.
Seçenekler arasında yer alan AGİ oranının yükseltilmesi hem işveren hem de işçi lehine büyük avantajlar sağlayacak. Halen bu oran bekâr işçide yüzde 50’den başlayıp, 5 çocuklu evli işçilere sağlanan yüzde 85 indirim oranına kadar uzanıyor. Yüzde 85’lik indirim oranı, asgari ücretin tamamen vergiden muaf tutulacağı anlamına geliyor. Böyle bir durumda bugünkü asgari ücret üzerinden düşünüldüğünde 90 lira 11 kuruşluk destek tüm çalışanlar için 153 lira 19 kuruşa yükselecek.
AGİ PİYANGO OLUR
AGİ oranının en üst seviye olan yüzde 85’e yükseltilmesi halinde sadece asgari ücretliler değil, memurlar dahil tüm çalışanlar en üst seviyeden AGİ almaya başlayacak. AGİ seçeneği brüt asgari ücreti bin 646 liradan yaklaşık bin 540 liraya çekecek. Böylece işverenin yükü 106 lira civarında düşecek. Brüt asgari ücret düşeceği için işverenin kıdem tazminatı yükü de azalacak. Ancak bu seçenek Maliye için büyük vergi kaybı olacak. Çünkü sadece asgari ücretliler değil, tüm çalışanların ödediği vergi düşecek, maaşlar yükselecek.
BEŞ PUANLIK VERGİ İNDİRİMİ
Asgari ücrete uygulanan yüzde 15’lik Gelir Vergisi’nin 5 puan indirimle yüzde 10’a indirilmesi de seçenekler arasında. Maliye’nin vergi kaybına yol açacağı için karşı çıktığı bu indirimi hem işçi, hem de işveren kesimi destekliyor. Böyle bir indirim olması halinde asgari ücret yine bin 300 lira olacak ancak tüm çalışanların maaşı artacak. (sözcü.com.tr)
Yılbaşından itibaren devreye girmesi beklenen asgari ücretin işverene maliyetini azaltacak alternatifler arasında yer alan AGİ seçeneği çalışanın maaşında en az 70 liralık artış getirecek.
Bin 300 liralık asgari ücretin işverene maliyetini düşürmek için yapılan alternatif çalışmalarda asgari geçim indiriminin (AGİ) yüzde 85’e çıkarılması seçeneği de tartışılıyor. Bu alternatifin uygulanması halinde işverenin maliyeti yaklaşık 106 lira düşerken, memurlar dahil tüm çalışanların gelirlerinde 70 lira civarında bir artış meydana gelecek.
3 SEÇENEK TARTIŞILIYOR
NET tutarı bin 300 lira olarak ilan edilen asgari ücretin işverene maliyet hesaplarında tüm çalışanları ilgilendiren kritik çalışmalar yapılıyor. Bugün yapılacak Asgari Ücret Komisyonu toplantısında, maliyeti azaltacak kalemlere ilişkin öneri ve teklifler işçi, işveren ve devlet üçlüsünde tartışılacak. Edinilen bilgilere göre, asgari ücretin işveren yükünü azaltma konusunda AGİ oranının vergiyi sıfırlayacak düzeyde yükseltilmesi, sigorta priminin indirilmesi ve Gelir Vergisi’nin düşürülmesinden oluşan 3 seçenek üzerinden çalışılıyor.
Seçenekler arasında yer alan AGİ oranının yükseltilmesi hem işveren hem de işçi lehine büyük avantajlar sağlayacak. Halen bu oran bekâr işçide yüzde 50’den başlayıp, 5 çocuklu evli işçilere sağlanan yüzde 85 indirim oranına kadar uzanıyor. Yüzde 85’lik indirim oranı, asgari ücretin tamamen vergiden muaf tutulacağı anlamına geliyor. Böyle bir durumda bugünkü asgari ücret üzerinden düşünüldüğünde 90 lira 11 kuruşluk destek tüm çalışanlar için 153 lira 19 kuruşa yükselecek.
AGİ PİYANGO OLUR
AGİ oranının en üst seviye olan yüzde 85’e yükseltilmesi halinde sadece asgari ücretliler değil, memurlar dahil tüm çalışanlar en üst seviyeden AGİ almaya başlayacak. AGİ seçeneği brüt asgari ücreti bin 646 liradan yaklaşık bin 540 liraya çekecek. Böylece işverenin yükü 106 lira civarında düşecek. Brüt asgari ücret düşeceği için işverenin kıdem tazminatı yükü de azalacak. Ancak bu seçenek Maliye için büyük vergi kaybı olacak. Çünkü sadece asgari ücretliler değil, tüm çalışanların ödediği vergi düşecek, maaşlar yükselecek.
BEŞ PUANLIK VERGİ İNDİRİMİ
Asgari ücrete uygulanan yüzde 15’lik Gelir Vergisi’nin 5 puan indirimle yüzde 10’a indirilmesi de seçenekler arasında. Maliye’nin vergi kaybına yol açacağı için karşı çıktığı bu indirimi hem işçi, hem de işveren kesimi destekliyor. Böyle bir indirim olması halinde asgari ücret yine bin 300 lira olacak ancak tüm çalışanların maaşı artacak. (sözcü.com.tr)
19 Aralık 2015 Cumartesi
Cübbeli Ahmet: Şam, İslam'ın merkezi olacak
A Haber'de yayınlanan Erkan Tan'ın sunduğu Düşünce Atlası programına Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü konuk oldu.
A Haber'de yayınlanan Erkan Tan'ın sunduğu Düşünce Atlası programına Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü konuk oldu. Cübbeli Ahmet Hoca günümüzde Ortadoğudaki olaylara ve karışıklığa işaret eden hadisler bulunduğuna dikkat çekti. Ayrıca Cübbeli Ahmet Hoca, Şam'ın İslam'ın merkezi olacağını ve bir zaman sonra da kıyamet savaşı Armageddon'un yaşanacağını anlattı.
Şam İslam'ın merkezi olacak
Şam, İslam'ın merkezi olacak, din en çok orada yerleşecek. Bir de kıyamete yakın Şam'ın çok büyük önemi var; ahır zamandayız dedik, kıyamete yaklaştık. Bu dönemde görüyorsunuz bütün dünya Şam'ın üzerine yüklendi, Ürdün'e yüklendi, Filistin'e yüklendi, İsrail orada kuruldu… Buradaki mesele nedir; önümüzdeki günlerde de Hz. Mehdi zuhur ettiği zaman yine Şam'da, Kudüs'te imam olacak, Hz Mehdi Mekke de Medine'de imam olmayacak. Şam'ın önemi; başında da önemi var, ilk fetihlerde de önemi var Kudüs'ün özellikle. Hz.Mehdi'in imamlık yeri Mescid-i Aksa'dır. Hz.İsa (a.s) inecek hadis, ehl-i sünnete göre mütevatir Şam'da beyaz minareye inecek Sahih-i Müslim hadisidir. O noktaların hepsi Şam topraklarıdır. Onun için dünyanın sonuna kadar buralarda kargaşa bitmez. Akıbetinde bu savaşlar Armageddon, Amik Ovası'ndaki savaş, Halep-Antakya etrafı, Mercidabık, Avrupa güçlerinin yani Rum'ların, müşriklerin Rusya'da Rum sayılıyor. Denizden gelecekleri bile Hadis-i Şerif'de bildiriliyor. (medyafaresi.com.tr)
Şam, İslam'ın merkezi olacak, din en çok orada yerleşecek. Bir de kıyamete yakın Şam'ın çok büyük önemi var; ahır zamandayız dedik, kıyamete yaklaştık. Bu dönemde görüyorsunuz bütün dünya Şam'ın üzerine yüklendi, Ürdün'e yüklendi, Filistin'e yüklendi, İsrail orada kuruldu… Buradaki mesele nedir; önümüzdeki günlerde de Hz. Mehdi zuhur ettiği zaman yine Şam'da, Kudüs'te imam olacak, Hz Mehdi Mekke de Medine'de imam olmayacak. Şam'ın önemi; başında da önemi var, ilk fetihlerde de önemi var Kudüs'ün özellikle. Hz.Mehdi'in imamlık yeri Mescid-i Aksa'dır. Hz.İsa (a.s) inecek hadis, ehl-i sünnete göre mütevatir Şam'da beyaz minareye inecek Sahih-i Müslim hadisidir. O noktaların hepsi Şam topraklarıdır. Onun için dünyanın sonuna kadar buralarda kargaşa bitmez. Akıbetinde bu savaşlar Armageddon, Amik Ovası'ndaki savaş, Halep-Antakya etrafı, Mercidabık, Avrupa güçlerinin yani Rum'ların, müşriklerin Rusya'da Rum sayılıyor. Denizden gelecekleri bile Hadis-i Şerif'de bildiriliyor. (medyafaresi.com.tr)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)