diyanet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diyanet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2017 Salı

Diyanet’ten Bitcoin açıklaması geldi! Bitcoin caiz mi? Bitcoin nedir?

Diyanet İşleri Bitcoin hakkında açıklama yaptı. Hızla yükselen kripto para birimi Bitcoin sürekli yükseliş hareketiyle gündeme gelirken bu sefer dini bir konuyla gündeme geldi. Diyanet'e sorulan "Bitcoin caiz mi?" sorusunun cevabı "hayır" oldu...
Bitcoin yükselişiyle bu sıralar sık sık gündeme geliyor. Bitcoin hakkında Diyanet’ten açıklama geldi, “Bitcoin ve Ethereum gibi sanal paraları yatırım amaçlı almak caiz midir?” şeklinde sorulan soruya Diyanet İşleri’nden dinen uygun olmadığı cevabı geldi.
“MERKEZİ OTORİTEYE SAHİP DEĞİL”
BitcoinTalk'ta yer alan konu başlığında da belirtildiği üzere, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı'na “Bitcoin ve Ethereum gibi sanal paraları yatırım amaçlı almak caiz midir?” şeklinde bir soru yöneltiliyor. Din İşleri ise kripto paraların merkezi bir otoriteye sahip olmadığına ve bu yüzden devlet teminatı altında olmadığına dikkat çekerken değer kazanıp kaybetme konusunda spekülasyonlara açık olması ve kara para aklamak için kullanıldığı gerekçesiyle şu aşamada dinen uygun olmadığı yönünde soruyu cevaplıyor.
BİTCOİN NEDİR?
Avustralyalı iş adamı Craig Wright, sanal parayı bulan kişi olduğunu ve uzun süredir Nakamoto lakabını kullandığını duyurdu. Bitcoin'in önde gelen kullanıcıları ve sanal parayı geliştiren yazılımcılar da Craig Wright'ın Bitcoin'i bulan kişi olduğunu teyit ediyor. BBC'nin haberine göre Craig Wright kimliğini açıklarken, Bitcoin'in yaratıcısına ait olduğu bilinen Bitcoinlere dair teknik verileri de paylaştı ve böylece sanal paranın yaratıcısı olduğunu da kanıtlamış oldu. Kimliğini BBC, Economist ve GQ yayın kuruluşlarına eş zamanlı olarak açıklayan Wright, BBC'ye tarihte gerçekleşen ilk Bitcoin para transferine dair dijital belgeleri de gösterdi. Craig Wright, kimliğini açıklayarak Bitcoin'in mucidinin kim olduğu tartışmalarına bir son vermek istediğini ifade etti.
Bitcoin'in yüzü olmak istemediğini ifade eden Craig Wright, “Kimliğimi açıkladım çünkü son zamanlarda üstümde giderek artan bir baskı vardı. Sevdiğim insanların da aslı olmayan dedikodulardan olumsuz etkilenmesini istemedim” diyor. Yetkililer Wright'in kimliğini devam eden bir vergi soruşturması yüzünden açıkladığını belirtti. u sanal para biriminin bağlı olduğu bir güç veya merkez bulunmadığı için fiyatını tamamen arz ve talep koşulları belirliyor. Normal ekonomi şartlarında olduğu gibi talep artınca fiyat yükselirken, talep azalınca fiyat düşüyor.
Ancak, bu sana para birimi son yıllarda ciddi bir düşüş yaşamış olsa da, tekrar yükselişe geçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

17 Eylül 2017 Pazar

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş oldu

Mehmet Görmez'in istifasının ardından Diyanet İşleri Başkanlığı'na Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Erbaş atandı.

Son dakika haberi! Diyanet İşleri Başkanlığı görevine Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Erbaş atandı.
Prof. Dr. Erbaş'ın, Diyanet İşleri Başkanlığı görevine atanmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının, Resmi Gazete'nin yarınki sayısında yayımlanacağı öğrenildi.
Bu yılın haziran ayında Yalova Üniversitesi Rektörlüğü'ne getirilen Prof. Dr. Erbaş'ın, 12 kitabı ve çok sayıda makalesi bulunuyor.
Erbaş'ın ayrıca Fetullahçı Terör Örgütü'yle (FETÖ) ilgili önemli tespitler yaptığı makaleleri yer alıyor. Erbaş'ın, "Mesih Mehdi Beklentisi ve İstismarı" başlıklı makalesi de bunlardan biri.
Geçtiğimiz yıl eylül ayında Diyanet İşleri Başkanlığının dergisinde yayımlanan makalesinde, FETÖ'yü "karanlık hareket" olarak nitelendiren Erbaş, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimiyle FETÖ'nün, dünyada eşi benzeri olmayan bir terör örgütü olduğunu gösterdiğini belirtmişti.
Makalesinde, "Sadece peygamberlere has olan masumiyet karinesinin, bağlılarınca örgüt liderine de has kılınmış olması onun emir ve söylemlerinin hiç bir şekilde sorgulanmasına izin vermemekte, bu yüzden de akla hayale gelmedik yanlış yollara tevessül etmektedirler." değerlendirmesinde bulunan Erbaş, İslam'ın inanç esaslarına uymayan pek çok hususun örgüt tarafından zihinlere yerleştirilmeye çalışıldığına işaret etmişti.
FETÖ'nün dini bir yapı olarak nitelendirilemeyeceğini vurgulayan Erbaş, örgütün elebaşı Fetullah Gülen'e atfedilen sıfatların ise İslam dini ile asla bağdaştırlamayacağını ifade etmişti.
Örgütün açık bir din istismarı yaptığına işaret eden Prof. Dr. Erbaş, makalesinde, "15 Temmuz gecesi çıldırmış ve cinnet geçirmiş örgüt mensuplarının, elinde bayraktan başka bir şey olmayan masum insanların üzerine, ülkenin Meclisine ve devletin en önemli müesseselerine gözlerini kırpmadan ölüm yağdırarak, yabancı ülkeler ve o ülkelerin istihbaratlarıyla iş birliği yaparak, kendi kardeşlerine, kendi vatanına, kendi değerlerine ihanet etmek milletimizin binlerce yıllık şanlı tarihinde görülmüş bir şey değildir." değerlendirmesini yapmıştı.
PROF. DR. ALİ ERBAŞ KİMDİR?
Ordu'nun Kabadüz ilçesine bağlı Yeşilyurt köyünde 1961 yılında doğan Prof. Dr. Erbaş, Sakarya İmam Hatip Lisesi'ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu.
İstanbul Fatih Müftülüğüne bağlı çeşitli camilerde din görevlisi olan Erbaş, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yüksek lisans yaptı. Daha sonra doktorasını tamamlayan Erbaş, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Ana Bilim Dalında Yardımcı Doçent görevinde bulundu.
Dinler tarihi ve din bilimleri alanlarında araştırmalar yapan Erbaş, misafir öğretim üyesi olarak Strazburg Beşeri Bilimler Üniversitesi'nde alanıyla ilgili araştırmalar yaptı.
Erbaş, 1998 yılında doçent, 2004 yılında ise profesör unvanı aldı.
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevini yürüten Erbaş, daha sonra bu fakültede dekanlık görevini yürüttü.
Sakarya Üniversitesi Senato Üyeliği yapan Erbaş, 2006-2011 arasında aynı üniversitede yönetim kurulu üyeliği görevini üstlendi.
Erbaş, 2011 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü'ne atandı. Ali Erbaş, daha sonra bu yılın Haziran ayında Yalova Üniversitesi Rektörlüğü görevine getirildi.
Prof. Dr. Ali Erbaş, evli ve 4 çocuk babası.

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Müftü nikahı imama devredebilecek

Müftülere nikah kıyma yetkisi getiren yeni kanun tasarısında 'nikah sayısının yüksek olacağı' ve 'müftünün her nikaha yetişemeyeceği' gerekçeleriyle yetkinin imam ve vaizlere devredilebilmesi yönünde çalışma yapılıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın, “Tasarıda ‘Şuna devredilir’ demiyor. Bence böyle de kalmalı. Müftü kıysın nikâhı; imam niye kıysın?” açıklamasına rağmen hazırlanan kanun tasarısında müftülerin yetkilerini imam ve vaizlere devredebilmelerine izin verecek şekilde çalışma yürütülüyor.
Habertürk’ten Bülent Aydemir’in haberine göre kararnameyle göreve atanan ve yemin ederek göreve başlayan, yüksek nitelikli kamu personeli olan müftülerin nikâh kıyma konusunda yetkilendirilmelerinde kamu idare hukuku ve kuralları açısından herhangi bir sorun görünmüyor. Şimdi ise tasarı yasalaştığında müftülere tanınan bu yetkinin, imamlara ve vaizlere devredilip devredilmeyeceği tartışılıyor.
Müftü başına yılda 300 nikah…
İl ve ilçe müftülerinin sayısı, nikâh konusunda oluşabilecek talebi karşılamaya yetmiyor. Türkiye’de 81 il, 957 ilçe var ve tüm kadroların dolu olduğu kabul edildiğinde bin 38 müftü görev yapıyor. Nüfusu 500 binin üzerinde 24 ilçe bulunuyor. Yılda ortalama 600 bin nikâh kıyılıyor. Her bir müftü nikâh kıyma bakımından ortalama 77 bin kişilik nüfus ölçeğine hitap ediyor. Bir yılda kıyılan 600 bin nikâhın yarısından, yani 300 bin kişiden müftü nikâhı için talep geleceğini kabul edersek, müftü başına yılda ortalama 300 nikâh düşüyor. Büyük ilçelerde ise bu sayı yılda 3 bine kadar çıkabiliyor. Müftülerin bu talebe tek başlarına yetişmesi mümkün görünmüyor. Müftülerin günlük rutin iş yükleri ve diğer sorumlulukları da dikkate alındığında fiziki olarak bunun karşılanamayacağı anlaşılıyor.
Müftülerin talebe yetişemeyecekleri göz önünde bulundurularak nikâh kıyma yetkisini geçici olarak imam ya da vaize devretmeleri, resmi işlemlerin ve imzaların müftüler tarafından yapılması planlanıyor. Yetki, müftüler tarafından alt kadrolara devredilirse imam ya da vaizlerin kıydığı nikâhların resmileştirilmesi ve denetimiyle ilgili bir mekanizma üzerinde çalışılıyor.
Gerekçe: Her nikaha yetişemez
Müftülerin yetkisini alt kadrolara devretmelerinin gerekçeleri ise şöyle sıralanıyor:
- Köyde, küçük beldelerde, kırsalda/taşrada yaşayıp müftü nikâhı isteyenlerin taleplerinin tümünün karşılanması zor.
- Müftünün sorumluluk sahasındaki geniş il sınırları, ulaşım, terör bölgelerinde güvenliğinin sağlanması gibi gerekçelerle her nikâha gidebilmesi, yetişebilmesi mümkün değil.
- Müftü nikâhına erişebilmenin maddi koşullarının (ne kadar ücret alacaklarının) belirlenmesi gerekiyor. Teşvik edici olacak ve suiistimalleri önleyecek bir uygulama getirilecek.
- Müftülerin yoğun talep karşısında yapacakları tercihler eşitsizlik tartışmalarına yol açabilecek.
Bakan Kaya ‘İmam niye kıysın?’ demişti
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, nikâh konusunda müftülerin yetkilendirilmesini, “Müftü nikâh kıydığında resmi olacak, yasal zorunlulukları yerine getirecek. Küçük yaşta evlilikler olamayacak, kadının tüm hakları korunacak. Evlilik yaşı değişmeyecek. Birden çok eş durumu olmayacak” diye açıkladı. Kaya, henüz netleşmeyen ve yönetmelikle belirlenecek olan, yetkinin imamlara da devredilmesi konusunda ise “O konuda hassas olmak lazım. İlçe ve il müftülerine yetki veriliyor sadece. Tasarıda ‘Şuna devredilir’ demiyor. Bence böyle de kalmalı. Müftü kıysın nikâhı; imam niye kıysın?” demişti. Habertürk

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Diyanet İşleri Başkanlığı'nda, Mehmet Görmez'in yerine kim gelecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı açıklama sonrası gözler Diyanet İşleri Başkanlığı'na çevrildi. 7 yıl Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı, 7 yıl da Diyanet İşleri Başkanlığı görevini üstlenen Görmez’le ilgili iki iddia gündeme getiriliyor. Biri Mehmet Görmez’in yurtdışı görevinin başına getirilecek olması. Diğeri ise Görmez’in İstanbul’da kurulacak ve Türkçe, Arapça, İngilizce eğitim verecek bir İslam Üniversitesi’nin kurucu rektörü olacağı yönünde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup toplantısına gelişinde gazetecilerin, “Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili kurduğunuz cümleler çokça tartışılıyor. Bir açıklamanız olacak mı?” sorusu üzerine “Zaten tartışılması için öyle kurdum” dedi.
Görmez’in geçen hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşüp emekliliğini istediği iddiası kulislere yansımıştı. Görmez’in, bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra Başbakan Binali Yıldırım ile de görüştüğü öğrenildi.
İslam imajına zarar veren örgütler
Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre 7 yıl Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı, 7 yıl da Diyanet İşleri Başkanlığı görevini üstlenen Görmez’le ilgili iki iddia gündeme getiriliyor. Biri Mehmet Görmez’in DEAŞ, Boko Haram, FETÖ gibi İslam imajına zarar veren terör örgütlerine karşı dünyaya gerçek İslam’ı anlatmaya yönelik hazırlanacak bir yurtdışı görevinin başına getirilecek olması. Diğer görüş ise Görmez’in İstanbul’da kurulacak ve Türkçe, Arapça, İngilizce eğitim verecek bir İslam Üniversitesi’nin kurucu rektörü olacağı yönünde.
Yerine kim gelecek?
Görmez’in yerine gelecek ismin Erdoğan’ın isteği üzerine Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emin Aşıkkutlu olacağı, atamaya ilişkin kararnamenin hazırlandığı iddia edildi.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Bardakoğlu: "Öfkeli bir İslam dünyası oluştu"

Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, bir arada yaşayan insanların birbirine düşman olduğunu belirterek "Öfkeli bir İslam dünyası oluştu" dedi.

Bursa Sanayicileri ve İş Adamları Derneği'nin (BUSİAD) toplantısında konuşan Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu "İslam dünyasında bugüne kadar farklı mezhepler, farklı meşrepler farklı anlayışlar hep zenginlik olarak geldi. Ama şimdi aynı coğrafyada, aynı mahallede, aynı ülkede insanlar birbirine hayatı zindan etmeye başladılar, birbirinin boğazını sıkmaya başladılar. Öfkeli bir İslam dünyası oluştu" dedi.
BUSİAD'ın mayıs ayı Çekirge toplantısı ve geleneksel iftar programına konuşmacı olarak katılan Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, 'Sevgi ve hoşgörü üzerine' konulu konuşma yaptı. 'İslam sevgi dinidir, İslam hoşgörü dinidir' demekle toplumda sevgi ve hoşgörü olmayacağını ifade eden Bardakoğlu "Birşeyi çok konuşmak, o şeyi yaşadığımız ve o şeye ulaştığımız anlamına gelmez. Mesela bizim toplumumuz ahlakı çok konuşur. Her cümlesinde ahlak kelimesi öyle veya böyle geçer. Sevgi geçer, barış geçer, ama bütün bu kelimeleri biz aşındırdık, yıprattık ve içi boşaldı bu kelimelerin. İslam sevgi dini barış dini diyoruz ama 57 İslam ülkesi var bunlara baktığımız vakit hiç böyle olmadığını görüyoruz. Sevgi dini, tölerans dini, hoşgörü dini diyoruz ama, insanlarımız birbirine öfke kusuyor, birbirinin boğazını sıkıyor. birbirinden nefret ediyor ve birbirine hep mesafe koyuyor. Bir türlü o huzuru, ahengi sağlayamadık" dedi.
"Allahın dediği dışında kişisel yorumlar anlatılmaya başladı"
Prof.Dr. Ali Bardakoğlu bugün İslam dünyasında Allah'ın ve peygamberin dediği dışında insanların kişisel yorumları ve kanaatlerinin de din olarak anlatılmaya başlandığını belirterek "Hatta insanlar kendi kanaaterini söylerken bile 'İslama göre', 'İslamda' diyerek cümleye başlıyorlar. Halbuki İslam'a göre deyince Allah'ın ve peygamberin dediği anlatılır. Ondan sonra kişisel yorumlar ve bakış açıları devreye girer" diye konuştu.
İslam dünyasında bugüne kadar farklı mezhepler, farklı meşrepler, farklı anlayışların hep zenginlik olarak geldiğini belirten Bardakoğlu şöyle devam etti:
"Ama şimdi aynı coğrafyada, aynı mahallede, aynı ülkede insanlar birbirine hayatı zindan etmeye başladılar, birbirinin boğazını sıkmaya başladılar. Öfkeli bir İslam dünyası oluştu. Şia dünyası 14 asırdır acı ve hüzünle ayakta duruyor. Kerbela acısı. Doğru, büyük bir acıdır. Ama bir kimliği acı ve kin üzerine oluşturamazsınız. Bu müsbet bir kimlik inşaası değildir. Maalesef hem şia dünyası hem sünni dünya hep öfke ve kin üzerine kimlikler oluşturmaya başladı. İşte İslam dünyası öfkeli. Niçin öfkeli? bir defa son derece geri kalmış görüyor. Son derece dünya standardının altında görüyor. Bilimde teknolojide fende hiçbir şey yapamadığını hep ötekinin yaptığını, onlara mahkum olduğunu görüyor. Üretme yani 'Sünnetullah' diye bildiğimiz Allah'ın dünya kuralları konusunda artık sınıfta kaldığını görüyor. Bu sefer sorumlu bulması lazım. Suçlu kimdir? Ötekidir. Öteki olmasaydı ben böyle olmayacaktım diyerek telafi mekanizmasını işletiyor ve kendine dönüp bakmıyor."
"Bireyler iki kişilikli olmaya başladı"
Günümüz İslam dünyasında bireylerin iki kişilikli olmaya başladığını ifade eden Ali Bardakoğlu "Bir, zihninde inandığı biriktirdiği dini bilgi açısından bir başka geçerlilik ölçüsü oluştu. Yaşadığı hayat itibariyle devletin kanunları kurallar, üyesi olduğu grubun kuralları itibariyle bir başka geçerlilik ölçütü var. Sıkıştığı vakit hangisi daha kolayına geliyor sa ona kaçabiliyor. Yeri geliyor 'devletin kanunu nizamı var' oluyor, yeri geliyor 'Tamam var ama dinen bu doğru' deyip kendi zihnindeki dini düşüncesini referans alarak bir başka meşruiyet arayışı bulabiliyor. Hatta birde cemaati tarikatı falan varsa, bağlı olduğu bir şeyh efendi varsa, bir de onun onayı geçerlilik ölçütü oluşursa, üç ayrı yolu olan bir insan tipi oluşturuyor. İslam dünyasında her an herşeyi yapabilir bir insan tipolojisi çıktı" diye konuştu.
Konuşmaların ardından BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Günay Baylan, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'na plaket verdi. (Kaynak:cnntürk.com.tr)

23 Mayıs 2017 Salı

22 saat oruç tutacaklar

İsveç, Norveç ve İzlanda'nın bazı kentlerinde Müslümanlar ramazanda yaklaşık 22 saat oruç tutacak.

İskandinav ülkelerinde yaşayan Müslümanlar, bu yıl ramazan ayı boyunca en uzun orucu tutacak.
Diyanet İşleri Başkanlığının imsakiyesine göre, yaz gün dönümünün yaşanacağı, aynı zamanda en uzun gün olan 21 Haziran'da, İsveç'in Kiruna, Norveç'in Tromso ve İzlanda'nın Reykjavik şehrinde, 22 saat oruç tutulacak. Stockholm, Oslo, Kopenhag ve Helsinki'de oruç süresi 20 saati bulacak.
Stockholm'de Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Fittja Ulu Cami Görevlisi Cihat Kullay, yaptığı açıklamada, ''Ramazanın 15 ile 20'si arasında İsveç'in başkenti Stockholm'de 20 saat 8 dakika oruç tutacağız. İsveç'in kuzeyindeki Kiruna ve Norveç'in Tromso kentlerinde oruç tutma süresi 22 saati bulacak'' diye konuştu.
İsveç'te sürenin uzun olmasına rağmen Müslümanların zorlanmadan oruç tuttuğu değerlendirmesinde bulunan Kullay, ''Havaların serin, mevsimin ılıman olması bizim rahat biçimde oruç tutmamıza vesile olmaktadır. Burada Müslümanlar ramazanı canlı şekilde idrak edip, ellerinden geldiğince ihya etmeye çalışıyorlar. İkindi namazından sonra düzenli olarak mukabele okuyoruz. Yassı namazından sonra da teravih namazları kılıyoruz'' dedi.
"ÇALIŞANA ORUÇ ZOR"
İsveç'te 28 yıldır yaşayan, 53 yaşındaki belediye otobüsü şoförü Musa Karadağ, sabah çok erken işe başladığından ramazanın kendisi için zor geçtiğini söyledi.
Karadağ, ''Sabah 04.00 veya 05.00 gibi işe başlıyorum. İki devriye halinde çalışıyorum. Saat 05.00'ten 09.00'a kadar çalışıyorum. Daha sonra ara verip 14.00'te tekrar başlayıp akşam 18.00 gibi bitiriyorum. Oruç tutarken bu benim için zor oluyor. Yatsı namazını kılıp yatayım diyene kadar saat 23.30 oluyor. Bu yüzden sahura yetişemiyorum" ifadesini kullandı.
TOPLU İFTAR YAPILACAK
Fittja Ulu Camisi Kadın Kolları Başkanı Berrin Pektaş, kadın kolları olarak ramazan ayında toplu iftarlar yapacaklarını belirterek, "Aynı zamanda camimizde mukabelemiz olacak. Topluca teravih namazları kılacağız. İnşallah güzel bir şekilde, birlik ve beraberlik içinde bereketli bir ramazan geçireceğiz'' dedi. ntvmsnc

14 Mayıs 2017 Pazar

Diyanet İşleri Bakanı Görmez'den Twitter uyarısı

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, "sabah namazı buluşmaları" kapsamında geldiği Konya'da gençlere, "Sevgili gençler 140 karakterli lüzumsuz ifadelerden uzak durun. İnternette sosyal medyada beyninizi teslim alan yüreğinizi işgal eden her türlü görüntüden, lüzumsuz sözden ve yazıdan uzak durun." uyarısında bulundu.

Görmez, "Sabah namazı buluşmaları" kapsamında tarihi bedesten içerisinde yer alan Kapu Camisi'nde sabah namazını kıldırıp, vaaz verdi.
Vaazında sabah namazının faziletlerini anlatan Görmez, "Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde, 'Eğer siz sabah namazını bu şekilde cemaatle kılmanın faziletini bilseydiniz ve gücünüz yetmeseydi sürünerek gelirdiniz.' buyuruyor. Elhamdülillah biz ayakta geliyoruz. Sürekli bu nimeti Yüce Mevlamızdan niyaz ediyorum. Sevgili gençler bu nimetten kendinizi mahrum bırakmayın." diye konuştu.
Gençlere çeşitli nasihatlarda bulunan Görmez, müminin hayatını cennete dönüştürmek için anlamsız, faydasız ve lüzumsuz sözlerden, davranışlardan, tartışmalardan uzak durması gerektiğini söyledi.
Günde beş vakit kılmanın önemine değinen Yılmaz, şu değerlendirmede bulundu:
"Sevgili gençler 140 karakterli lüzumsuz ifadelerden uzak durun. İnternette sosyal medyada beyninizi teslim alan yüreğinizi işgal eden her türlü görüntüden, lüzumsuz sözden ve yazıdan uzak durun. Ta ki kimse gelip kalbinizi cep telefonuyla işgal etmeye ve cep telefonuyla aklınızı ve ruhunuzu teslim almaya kalkmasın."
Kılınan beş vakit namazla Allah ile buluşulduğunu aktaran Görmez, gençlerden Onunla konuşmaktan, secdede muhabbet etmekten kendilerini mahrum bırakmamalarını isteyerek, "Cenabıhak bizleri bu büyük nimetten hiçbir zaman mahrum bırakmasın, Müslüman zürriyetini kıyamet sabahına kadar ibadetsiz, namazsız, niyazsız eylemesin inşallah." diye konuştu. Cumhuriyet

6 Nisan 2017 Perşembe

Eski Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu: Biz din ile siyaseti iç içe kıldık

Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, İstanbul'da düzenlenen 20. Avrasya Ekonomi Forumu'nda, "İslam'la Dayanışma Ruhu Çerçevesinde Şiddet ve Terör Ortamında Dinlerin Barışa Katkısı, Mültecilik ve Terörün İlişkisi" konulu oturumda konuştu.

20. Avrasya Ekonomi Forumu'nda, "İslam'la Dayanışma Ruhu Çerçevesinde Şiddet ve Terör Ortamında Dinlerin Barışa Katkısı, Mültecilik ve Terörün İlişkisi" konulu oturumda konuian Prof. Dr. Bardakoğlu sorunların çözümünü sadece dinde aramanın yanıltıcı olacağını söyledi. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, "Sadece bütün başarıyı ve bütün umudu dine bağlama da, bütün sorumluluğu, bütün günahı, vebali dine atfetmek yetersiz kalır. Aslında sorun dinde değil insandadır, sorun bizdedir. Kendi elimizde yapıp ettiklerimizdedir. Allah bu dini insanlar kavga etsinler diye göndermiyor. Allah peygamberleri insanlar birbirine düşsün diye göndermiyor. Ama bizim dini anlamamız, dini anlayış tarzımız, uygulama tarzımız, iç dünyamızın sorunları, neticede dinleri de bu savaş ortamında bir araç olarak kullanmaya itiyor" dedi.
"Din toplayıcı, siyaset ayrıştırıcıdır"
"Biz din ile siyaseti içiçe kıldık" diyen Bardakoğlu, "Ve bundan en çok zarar gören dini değerler oldu. En başta belki dindarlar, siyasetle dinin içiçe geçmesinden dolayı dinin siyaset eliyle daha yaygın ve daha güçlü olacağını düşündüler. Ama din toplayıcı, siyaset ayrıştırır. Ve farkında olmadan din, ayrıştırmaya ve öfke üretmeye başladı" diye konuştu.
"Mezhepler kavga nedeni olmaya başladı"
Din ile ticaretin de iç içe geçtiğini söyleyen Ali Bardakoğlu, "Halbuki din biraz da fedakarlık içerir. Ticaretten, çıkar ilişkisinden, kişisel menfaatten uzak kalıp daha fedakar olabilmeyi, daha diğerini düşünebilmeyi önerir. Çıkar ilişkileri dinin çok içine yerleşince, din buluşturmak ve birleştirmek yerine ayrıştırmaya başladı, kavga aracı oldu. Mezhep grupları, etnik gruplar din ile ideolojiyle, akide ile içiçe geçtiği vakit, artık bir kavga sebebi olmaya başladı. Etnik aidiyetlerimiz Allah'ın bir lütfüdür. Bir çeşitliliktir. Halbuki hepimiz Adem'in çocuklarıyız. Ahiretin huzurunda tekrar toplanacağız. Biz büyük bir aileyiz. Ama bu etnik gruplar kavga sebebi oldu. Mezhepler din değildir. Ortadoğu'da bilhassa, mezhep aidiyetleri adeta ideoloji haline geldi. İnsanların kavga etmesine araç haline getirildi" diye konuştu.
"Sorunların üstü dinle örtülmemeli"
Ülkelerin kendi sorunlarını çözmek için dini kullanmasının büyük bir tehlike doğuracağını söyleyen Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, " Ülkeler kendi iç sorunlarını, kendi dinamizmi içinde çözmez de dinle, dini değerleri kullanarak bastırmaya çalışırsa, bundan en çok zararı din görür. Her ülkenin çözmesi gereken, sosyal, siyasal sorunlar olabilir. Her ülkenin dostları ve düşmanları olabilir. Ama biz bunu kendi bağlamı içinde ele almak zorundayız. Biz bu sorunları çözmekte dini çok fazla araç olarak kullanmaya başlarsak, o zaman kavgaya din dahil olur. Sorunları çözme kabiliyetimiz azalır. Ve dini adeta insanları uyutma, avutma, sorunların üstesinden gelme yerine, sorunları görmezden gelmek için dini kullanmış oluruz. Sorunların üzerini dinle örtmek, dini duyguları tahrik ederek sorunları yok farz etmek mümkün değildir" diye konuştu.
"Cemaatleşmeler ayrıştırmaya yol açıyor"
Dini örgütlenmelerin aslında bir sivil özgürlük alanları olduğunu söyleyen Bardakoğlu,"Ama görüyoruz ki bilhassa İslam dünyasında dini örgütlenmeler, dini cemaatleşmeler giderek ayrıştırmaya ve insanların birbirini ötekileştirmesine yol açıyor" dedi. Çok güzel bir sivil özgürlük alanının farkında olmadan sivil kargaşaya yol açtığını, barış ve huzurun yok olmasına yol açabildiğini belirten Bardakoğlu, "Dini örgütlenmelerin kendi örgütlü alanlarında kalması, toplumsal alanda etkin rol almamaya, pastadan pay alma mücadelesine girmemesi gerekiyor" şeklinde konuştu.
"Yayılmacılık barışa katkıyı azaltır"
Dinlerin yayılmacılık tutkularının da dinlerin barışa katkısını azaltan bir husus olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, "Her din mensubu diğerlerin de kendi dininden olmasını ister. Bu insani birşeydir. Gönlümüz ister ki herkes bizim gibi inansın. Allah'ın gösterdiği töleransı, merhameti biz niye göstermiyoruz? Allah buyuruyor Kuranı Kerim'de; 'Rabbim isteseydi insanlar hepsi tek bir inanç ve din üzerine olurdu'. Ama öyle demedi. İnsanları dünyada serbest bıraktı. Herkes kendi yolunu kendi seçti. Dinler ideolojik hale geldiği vakit, yayılmacılık dinlerin çok temel bir hedefi olduğu vakit, artık dinin barışa katkısı yerine, dinin barışı dinamitlemesi söz konusu olabilir. Öyleyse dini hoşgörü, dini müsamaha çatısı altında insanları buluşturmamız gerekiyor" dedi.
"Tevhid-i Tedrisat korunmalı"
Son olarak dini öğretimin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, "Bir de bizim coğrafyamızda din eğitimine çok önem vermemiz gerekiyor. Dini nasıl öğreteceğiz ? Dini nasıl anlatacağız ? Birçok İslam ülkesindeki çok büyük kargaşanın, krizin, kavganın, ayrışmanın, şiddetin temelinde yanlış din eğitimleri yatmaktadır. Din adına birçok öfkenin, kavganın insanları din adına aktarılması ve genç beyinlerin din adına yönlendirilmesi yatmaktadır "dedi. Bardakoğlu, Tevhid-i Tedrisat kanununun Türkiye'yi diğer İslam ülkelerinden farlı kıldığını söyledi. Bardakoğlu , "Türkiye Cumhuriyeti'nin çok önemli bir özelliği vardır. O da Tevhid-i Tedrisat. Yani din eğitimi konusunda Tevhid-i Tedrisat ilkesiyle biz, din adına neyin nasıl öğretileceği konusunda belli bir ortak paydayı bulmuş bulunuyoruz. Bunu korumamız lazım. Bu baskı değildir. Bu dinin aydınlık belgesinin insanlara açık ulaştırılması, ticaretten uzak, siyasetten uzak, öfkeden, şiddetten uzak , ötekileştirmeden uzak, iç sorunlarına bulaştırılmasından uzak, dini din olarak doğru şekilde öğretme çabasıdır. Din anahtar teslimi bir güvenlik ve barış toplumu vaat etmez. Bir dine inanmakla, bütün sorunlarınızı çözmüş olmazsınız. Hastaysanız, iyileşmezsiniz. Fakirseniz, zengin olmazsınız. Kargaşa ortamıysa barış ve huzura ermersiniz. Dinin böyle bir vaadi yok. Dinin, İslam'ın, Kuran'ın şöyle bir açıklaması var; Diyorki, 'başınıza ne gelirse, kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin sonucudur'. Din bir ilahi inayettir. Bir rahmettir. Yol göstermedir. Size doğruyu anlatır. Kötüyü anlatır. Ama doğruyu yapacak olan, gerçekleştiren olan, kötüyü önleyecek olan sizsiniz" ifadelerini kullandı. DHA

27 Mart 2017 Pazartesi

Gençleri yargılamayın, küpesine dövmesine karışmayın

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Afyonkarahisar'da düzenlenen hizmet içi eğitim seminerinde konuştu. Dini zorlaştırmayın diyen görmez sürekli üniversitedeki gençlerle bir araya geldiklerini söyleyerek, "Gençleri yargılamayın, yargılayıcı bir dil kullanmayın. Özel hayatına müdahil olmayın. Küpesine, dövmesine saçına, sakalına kıyafetine kotuna botuna asla müdahil olmayın. Bilakis ruhuna, kalbine hitap edin" diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Gençleri yargılamayın, yargılayıcı bir dil kullanmayın. Özel hayatına müdahil olmayın. Küpesine, dövmesine saçına, sakalına kıyafetine kotuna botuna asla müdahil olmayın." dedi. Görmez, Sandıklı ilçesinde bir termal otelde düzenlenen hizmet içi eğitim seminerinde, geçmişte üniversitelerde öğrencilerin ve çalışanların ibadetlerini zor şartlar altında yaptıklarını söyledi.
'Mabetsiz olması kabul edilemez'
Dünyada birçok üniversiteyi ziyaret ettiğini anlatan Görmez, Türkiye'deki üniversitelerin mabetsiz olmasının kabul edilemez olduğunu aktardı. Her üniversitede erkek ve kadın öğrencilerin, rahatlıkla ibadetlerini yapabilecekleri mekanların bulunmasının gençlerin geleceği için önemine işaret eden Görmez, şöyle konuştu:
"O fizik okuyan öğrencilerimizin, fiziğin arkasındaki metafizikle tanışması bakımından, matematik okuyan öğrencimizin tabiata, kainata Allah'ın yerleştirdiği kanunların yanında mabette Allah'ın kitabına yerleştirdiği kanunları öğrenmesi ona sadece bir zenginlik kazandırır. Onu mahrum etmez, onu fakirleştirmez. Onu çok daha geleceğe hazır hale gelen, kendi ülkesine yabancı olmayan, kendi ülkesinin tarihiyle, kültürüyle, medeniyetiyle barışık bir insan, bir bilim adamı veya bir yönetici olmasını sağlamaktan başka bir faydası olmaz. Bütün bunlar kendisi için son derece faydalı şeylerdir. Onun için bu konuda gecikmiş olmamız affedilecek bir şey değildir. Her camimizi her kampüsün içinde, o kampüsün mimarisiyle barışık, bütün öğrencilerimizi kalplerine ruhlarına açık bir mabedin varlığı ülkemizin geleceği açısından da önem arz ediyordu."
'Üniversitedeki din gönüllüleri daha nitelikli olmalı'
Görmez, her din gönüllüsünün sahip olması gereken nitelikleri bulunduğuna dikkati çekerek, üniversitelerde görev yapacak din gönüllülerinin de daha farklı niteliklere ihtiyacı olduğunu belirtti. Diyarbakır'daki üniversiteside okunan hutbeden Yıldız Üniversitesindeki camide görev yapan imam hatibin bilgisinin olması gerektiğini anlatan Görmez, "ODTÜ'de görev yapan arkadaşımız ile Iğdır Üniversitesinde görev yapan arkadaşımız arasında bir iletişim olmalı. Her birimiz birbirimizin tecrübesinden istifade ederek, yararlanarak farklı uygulamaları, kendi illerimize, kendi üniversitelerimize, kendi camilerimize taşıyabilmeliyiz." diye konuştu.
'Sakın dini zorlaştırmaya kalkışmayın'
Görmez, sürekli üniversitedeki gençlerle bir araya geldiğini ve onların sıkıntılarını dinlemeye çalıştığını aktardı. Gençlerin de eleştirilerini kabul ettiklerini ve bu yönde çalışmalar yapıldığını anlatan Görmez, şöyle konuştu: "Gençlerimiz 'Hayat tarzımızdan dolayı bize ön yargılı bakmasınlar, küpemi görünce dudak bükmesinler, top sakalımı, kuyruklu saçımı görünce beni yadırgamasın' diyor. Daha önce 'Gençliğin küpesiyle, dövmesiyle uğraşmayın' demiştim. Ben bunu demeye devam edeceğim arkadaşlar. Şekle takılmayın, öze ve ruha yönelin, kalbe girin. Kalbe girdiğinizde sizi rahatsız eden hususlarda, inanın o kişi kendine çekin düzen verecektir zaten. Allah'ın mubah kıldığı alanları daraltmayın. Allah'ın yasak kıldıklarını ortadan kaldırmak için uğraşın. Allah'ın mubah kıldıklarıyla insanların kendi haline, örfüne, vicdanına bıraktığı alanları daraltırsanız, dini yaşanmaz kılarsınız. Her kim dini zorlaştırırsa ona bağlı mağdur olur yaşayamaz. Din kolaylıktır. Dini hele genç dostlarınızla konuşurken sakın dini zorlaştırmaya kalkışmayın. Gençleri yargılamayın, yargılayıcı bir dil kullanmayın. Özel hayatına müdahil olmayın. Küpesine, dövmesine saçına, sakalına kıyafetine kotuna botuna asla müdahil olmayın. Bilakis ruhuna kalbine hitap edin." cnntürk

27 Şubat 2017 Pazartesi

Hac ücretleri açıklandı: Açık büfe, Kabe'ye yürüme mesafesinde 40 bin lira

2017 hac ücretleri Diyanet İşler Başkanlığı tarafından açıklandı. Yapılan açıklamaya göre bu yıl hacı adayları en az 15 bin 500 lira en fazla da 39 bin 500 lira ödeyecek. 'Otel 1' türü hac seçen hacı adayları 39 bin 500 lira ödeyerek Kâbe'ye yürüme mesafesinde ve açık büfe olarak konaklayacak.

Diyanet İşleri Başkanlığı, oda ve otel tercihli iki seçenekli belirlediği 2017 yılı hac ücretlerini açıkladı. Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre Hac ücretlerinin ulaşım, konaklama, Arafat’ta klimalı çadır gibi hizmetler, Suudi Arabistan devletine ödenen ücretler, sağlık, yemek, rehberlik, görevli personel giderleri, hacı adaylarına verilen malzemeler, kurban vesair kalemler dikkate alınarak belirlendiğinin ifade edildiği Diyanet’in açıklamasına göre, bu yıl hacı adayları oda tercih ederlerse, hepsi kişi başı olmak üzere, iki kişilik oda için 15 bin 500, üç kişilik odaya 14 bin, 4 kişilik odaya ise 12 bin 250 lira (Kâbe’ye uzak, servisli ve tabldot yemekli) ödeyecekler.
Kâbe'ye mesafesine göre ücret
Otel konaklama türünde ise otellerin tür ve niteliğine göre ‘otel 2’ türü hac ücretleri 22 bin 750 ile 24 bin 500 lira, ‘otel 1’ türü ücretler ise 27 bin 500 ile 39 bin 750 lira (Kâbe’ye yürüme mesafesinde, açık büfe yemekli) arasında belirlendi. Başkanlık, ‘şehit ailelerinin hac kurasına girip girmeyecekleriyle’ ilgili soruyu da şöyle yanıtladı: “Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulu, şehit aileleri için 600 olan kotayı müracaat eden kişi sayısı kadar artırmıştır. Bu yıl 4 bin 600 şehit yakını 80 bin kotaya ilave olarak kutsal topraklara gitme imkânına kavuşacak. Bu hakkı elde edenlerin kayıtları ise 16-24 Mart tarihleri arasında yapılacak.”
"Sırayla olursa 25 yıl sonra..."
Diyanet İşleri Başkanlığı, hacı adaylarından gelen, “Hacca neden sırayla götürmüyorsunuz?” sorusunu da şöyle yanıtladı: “Sıraya koyulması halinde kayıtlı mevcut hacı adayı sayısına göre 25 yıl sonrasına sıra verilmiş olacak. Bu da toplumda her türlü hac talebini ve hac heyecanını ortadan kaldıracak ve bir süre sonra toplumsal soruna dönüşecektir.”

24 Şubat 2017 Cuma

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2017 yılı hac kuraları çekildi

Merakla beklenen Hac kuraları çekildi. Kuraya, kayıt yenileme ve ön kayıt yaptıran toplam 1 milyon 892 bin 724 kişi katıldı. Kura sonuçları saat 23.00'ten itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı'nın internet sitesinden yayımlandı.

Türkiye Diyanet Vakfı Konferans Salonu'nda yapılan kura çekimi Kur'an tilaveti okunmasıyla başladı.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, hac ibadetine ilişkin, "Çıktığı, gitme imkanına kavuştuğumuzda sevinmeyi, coşmayı ne kadar haklı buluyorsak, çıkmadığında da üzülmeyi o kadar hak eden bir ibadet." değerlendirmesini yaptı.
Hac ibadetinin farklı ırkları, renkleri, coğrafyaları ve kültürleri olan ama aynı imanı, aşkı ve heyecanı olan müminleri senede bir defa Kabetullah'ın etrafında bir araya getiren "Muhteşem" bir ibadet olduğunu ifade eden Görmez, "Hac ibadeti hem kalbimize, hem ahiretimize, hem kardeşlerimize, hem Kabetullah'a yolculuktur. Ama hac ibadetinin en büyük gayesi Kabe'nin Rabb'ine yolculuktur, onun sahibine yolculuktur." dedi.
"Bu sisteme geçmek zorundaydık"
Görmez, hac ibadeti için talebin arttığına dikkati çekerek, başvurular arasında hacca gitmek isteyenlerin katsayılı kura sistemiyle belirlendiğini aktardı.
Bu sisteme ilişkin Görmez, şu bilgileri verdi: "Büyüklerimiz, 'neden sıra ile götürmüyorsunuz?' diye soruyor. Sırayla olduğu zaman sadece 9, 10 sene önce müracaat edenler gitmiş olacak. Yeni müracaat edene ise başkanlık 20, 25 yıl sonraya randevu vermiş olacak. Bu da toplumda her türlü hac talebini, hac heyecanının ortadan kaldıracak. Niyetini ortaya koymak ve müracaat etmek durumunda olan bütün insanları bu ibadetten men etmiş olacağız. Başkanlık olarak bu riski göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bu sisteme geçmek zorundaydık."
Hac ibadeti için şehit ailelerine tanınan 600 kişilik kotaya değinen Görmez, şunları söyledi: "Ancak bu sene ülkemizin içinden geçtiği zorlu süreçleri de dikkate alarak, onların bu taleplerini, gözyaşlarını dikkate alarak müracaat eden 4 bin 600 kardeşimizi...Yani evladını, yavrusunu, eşini, çocuğunu bu vatan için, bu milletin bekası ve bu ülkenin geleceği için feda eden anneye, babaya da müsaade edin bu önceliği tanıyalım. Bu sene 80 bin kardeşimiz hac ibadetini ifa edecek. İnşallah 4 bin 600 şehit ailemiz de gitme imkanına kavuşacaklar."
Hac ibadetinin dünya standartları dikkate alındığında çok pahalı bir ibadet olduğuna dikkati çeken Görmez, "Dünyanın en pahalı seyahati haline geldi. Ama bu bizim elimizde olan bir şey değil, bunu bilmenizi isterim. Sadece konaklama ve uçak masrafları yüzde 61'ini karşılıyor. Diğerlerinin hepsi rakam rakam bellidir. Bu bizi de üzüyor. Acaba ne yapılabilir? Bütün yollar ve imkanlar değerlendiriliyor." diye konuştu.
Görmez, başkanlığın hedefinin huzurlu ve güvenli bir şekilde bu ibadetin yapılmasının sağlanması olduğunu belirtti.
"Lütfen umre ibadeti var"
Görmez, kurada çıkan ve çıkmayan vatandaşlara da şunları söyledi: "Her birimiz Rabb'imizin bizim için çizdiği o plan içerisinde zaten aynı niyetle buraya gelmişiz. Çıkmadığı zaman 'ben vazifemi yaptım Rabb'im, sen bana emrettin ben de gittim peş peşe 10 sene müracaat ettim ama çıkmadı, senin rızanı kazanacak yüzlerce, binlerce, milyonlarca iş ve ibadet var. Ben de onlarla senin rızanı kazanmaya çalışırım...' Aynı şekilde çıkan kardeşlerimiz de büyük bir yola talip olmanın mesuliyetini üzerine alarak, hac ibadetini bir eğitime dönüştürerek ve şimdiden okumaya başlayarak, 'bu ibadeti en güzel şekilde nasıl yapabilirim' diyerek hazırlığını yapsın.
Ayrıca bu ibadeti yapmış olan hiçbir kardeşimizin ikinci defa bütün yolları zorlayarak, talip olması doğru değil. Bütün bu insanların hakkını, hukukunu, gözyaşını unutmayalım. Başka ülkelerden, başka yerlerden kapıları zorlayarak...Lütfen umre ibadeti var. Umre ibadetiyle bu hasretinizi gönderme imkanınız varsa...Ama 2 milyon kardeşiniz gözyaşıyla hacca gitmek için beklerken lütfen yolları zorlayarak...'Bir defa bu ibadeti yaptıktan sonra bu yanlışı yapmayın' diye istirhamda bulunmak istiyorum."
Bu arada ekranda kuradan isminin çıktığını gören vatandaşlardan bazıları sevinçten ağladı.
Sonuçlar internet sitesinde 
Kuraların hayırlı olması temennisinde bulunulmasının ardından Görmez ve Bakanlıklar arası Hac ve Umre Kurulu üyelerinin de katılımıyla kura çekildi. Ankara'dan başlayan kura çekimi daha sonra illerin plaka sırasına göre devam etti.
Kura sonuçları, saat 23.00'ten itibaren Diyanet İşleri Başkanlığının internet sitesinden yayımlanacak.
Hac kesin kayıtları 3-13 Mart tarihleri arasında yapılacak. Belirlenen süre içerisinde kesin kayıt yaptırmayanların yerine, kura sırası gözetilerek 16-24 Mart arasında dağıtılan kontenjanlar çerçevesinde kayıtlar alınacak. cnntürk

19 Şubat 2017 Pazar

Ezan sesi artık 80 desibeli aşmayacak

Diyanet İşleri Başkanlığı ezanın usulüne uygun yeni standartları açıkladı. Buna göre artık ezan sesi 80 desibeli aşmayacak.

Diyanet İşleri Başkanlığı, 8 Şubat'ta Ankara'da 'Ezan ve Cami Odaklı Din Hizmetleri Çalıştayı' düzenledi.
Yeni Şafak'ın haberine göre, çalıştayda 85 desibelin üzerindeki ses şiddetinin insan sağlığı açısından tehlikeli olduğu göz önünde bulundurularak camilerde ses cihazı kullanımına makul bir desibel sınırı getirilmesi ve bunun 80 desibel olması kararlaştırıldı.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yavuz Ünal, Diyanet'e gelen şikâyetlerin kahir ekseriyetinin ezanın okunuş biçiminin rahatsız etmesi, yanlış mikrofon kullanımı gibi konularda olduğunu söyledi.

Dini musiki müfredata alınmalı önerisi

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen çalıştaylarda İmam Hatip Liseleri ile İlahiyat Fakültesi müfredatında dini musikinin zorunlu ders olması için çalışma yapılmalı önerisi geldi. Çalıştayda ayrıca ezanlarda 80 desibeli aşmamaya özen gösterilmeli önerisi de yapıldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı, din görevlilerinin ezanı güzel okuma yeterliklerinin artırılması için bu yıl 2 çalıştay düzenledi. Habertürk gazetesinde yer alan habere göre İstanbul ve Ankara’daki çalıştaylarda camilerdeki ses cihazlarından kaynaklanan sorunlar da görüşüldü.
Önerilerden bazıları şöyle :
- Cami içi ve dışında kullanılan ses cihazlarının desibel ölçümleri yaptırılarak ezanın 80 desibeli aşmamasına özen gösterilmeli.
- Birbirine yakın camilerin ezan seslerinin karışması ezanı dinlenemez hale getirmektedir. Mahalle düzeyinde lokal merkezler oluşturulabilir.
-  Bazı camilerde kasetten yayın yapan cihazlar kullanılıyor. Bu kullanım yaygınlaşmadan gerekli tedbirler alınmalı.
- Ezanı usulüne uygun icra edenlerin kayıtlarıyla ezan portalı oluşturulmalı.
-  İmam hatip liseleri ile ilahiyat fakültesi müfredatında dini musikinin zorunlu ders olması için çalışma yapılmalı.
-  Cami içi seslendirmelerde kullanılan hoparlörlerin insan boyunu aşmamasına ve karşıya değil cemaatin sağ ve soluna monte edilmesine dikkat edilmelidir.
- Müezzin kayyum atamalarında öncelikle görevlinin ezanı usulüne uygun okuyup okuyamadığına dikkat edilmelidir.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Diyanetin analizi: İmam hatip mezunu sayısı kontrolsüz

Diyanet İşleri Başkanlığı 2017-2021 yılları için stratejik plan hazırladı. Planda imam hatip liselerinin mezun sayısının kontrolsüz olduğunun altı çizildi.

Hürriyet'ten Meltem Özgenç'in haberine göre, planda, başkanlığı etkileyebilecek dış kaynaklı değişimler ve eğilimler değerlendirildi. Personel ve vatandaşlarla anket ve mülakatlar da yapıldı. Sonuçlar politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik faktörler, tehditler incelenerek yapılan analizlerde özetle şu sonuçlara ulaşıldı:
Değerler aşınıyor
"Dine yönelik ilgi ve alaka artıyor ancak ahlaki değerlerdeki aşınma da yaygınlaşıyor. Personelde kurumsal aidiyet duygusu zayıf. İrşat dili zayıf. Kayırma yapıldığı algısı personelde yok edilemiyor. Personelin eğitim durumuna göre istihdamı yapılmıyor. Yetişmiş kalifiye personelin başka kurumlara geçişi devam ediyor.
Nitelik sorunu var
İlahiyat ve imam-hatip lisesi mezunu sayısı kontrolsüz. Mezunların nitelik sorunu bulunuyor. İslamofobi ve olumsuz İslam algısı yaygınlaştırılıyor. Kurumun üzerinde siyasi etki bulunuyor. Dernek ve vakıflar kontrolsüz şekilde cami ve Kuran kursu inşa ediyor. Hurafe ve batıl inanışlar yaygınlaşıyor. İnsana ve evrene dair yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Din, terör ve şiddet içeren yapılanmalarla ilişkilendiriliyor. Ulusal ve uluslararası din referanslı siyasal yapılanmaların sayısı artıyor."

3 Şubat 2017 Cuma

Diyanet hutbesinde evlilik programları

Diyanet İşleri Başkanlığı tüm camilerde okunacak cuma hutbesinde nikah konusunu ele aldı. Televizyon programlarında yayınlanan evlilik programlarının aile kurumuna zarar verdiğini söyledi.

"Nikahtaki misak üzere kurulan aile yuvasının temeli sadakate dayanır. Ahitler verilerek, yeminler edilerek kurulan nice aileler sadakatsizlik, sevgisizlik, merhametsizlik girdabında savrulabilmektedir" denilen hutbede, evlendirme programlarının aileye yönelik değerleri istismar ettiği ve bu değerleri ayaklar altına alarak itibarsızlaştırdığı belirtildi. Yarın ki hutbe şöyle:
Nikah sadakattir
"Nikah, sadece iki bedeni bir araya getiren şekilsel bir ritüel değildir. Nikah, eşlerin Yüce Allah'ın adını şahit tutarak bir ömrü paylaşmak üzere birbirlerine verdikleri sözdür. Nikah, hem bir ahid, hem bir akit, hem bir misaktır. Ahit ve muahede, yani sözleşme olması itibariyle nikah bize ahlâki bir sorumluluk yükler.
Nikahtaki misak üzere kurulan aile yuvasının temeli sadakate dayanır. Aile olmak, iyi günde, kötü günde, varlıkta ve yoklukta eşlerin birbirlerine sadık kalmalarını gerektirir. Birbirlerinin hak ve hukukuna sahip çıkmalarını icap ettirir. Ailenin temelinde emanet bilincine sahip olmak vardır. Zira eşler, birbirine Allah'ın emanetidirler.
Onlar, nikahta birbirlerine söz verirlerken aslında emanetini koruyacaklarına dair Allah'a söz verirler. Kendisi gibi mükerrem bir varlık olan eşinin gönlünü incitmeyeceğini, haysiyetini zedelemeyeceğini, Allah'ın emanetine asla ihanet etmeyeceğini dile getirirler.
Evlilik programları
Aile kurumunun günümüzde nice tehlikelere maruz kaldığı bir gerçektir. Özellikle bazı yayınlarda aile mahremiyetinin çiğnenmesi ve nikahsız birlikteliklerin adeta özendirilmesi, aile anlayışı ve yaşantımızda büyük tahriplere yol açmaktadır.
Evlendirme adı altında yapılan kimi programlarda ise aileye yönelik değerlerin istismar edilmesi ve ayaklar altına alınmasıyla aile müessesesi itibarsızlaştırılmaktadır. Diğer yandan ihanet, aldatma, şiddet gibi sebeplerden dolayı işlenen cinayetlerin, kararan hayatların, dağılan yuvaların, tükenen umutların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. En üzücü olanı ise bu olumsuzlukların neden olduğu mağduriyetten en fazla masum çocukların ve kadınların etkilenmesidir.
Örneğin 2015 yılında ülkemizde 602 bin 982 çift evlenirken, 131 bin 830 çift boşanmıştır. Bu boşanmalar neticesinde 109 bin 978 çocuk, anne şefkatinden, baba merhametinden mahrum bırakılmıştır. Ailede sadakat ve meveddeti temel şiar kabul eden bir dinin müminleri için bu sayılar ürkütücü boyutlardadır.
Öyleyse geliniz. Rabbimizin büyük bir nimeti olan huzur ve muhabbet ocağımız ailelerimize sahip çıkalım."

23 Ocak 2017 Pazartesi

Satranç tartışmasına Diyanet İşleri noktayı koydu

Cübbeli Ahmet Hoca olarak kamuoyunda tanınan Ahmet Mahmut Ünlü'nün başlattığı satranç tartışmasına Diyanet son noktayı koydu. Diyanet'in İslam Ansiklopedisi'nde satranç ile ilgili, "Nitekim birçok İslâm âlimi satrancın zihni kuvvetlendirdiği, mizacı geliştirdiği, iş hayatında azimli ve mücadeleci olmayı öğrettiği, görüş ufkunu genişlettiği, kendine güveni arttırdığı, insanı sosyalleştirdiği, güçlü arkadaşlıklar kurulmasını sağladığı yönündeki faydalarını hatırlatarak satranç oynamanın mübah olduğunu ifade etmiştir" dendiği ortaya çıktı.

Kamuoyunda Cübbeli Ahmet diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün satranç takıntısı bitmiyor. Ünlü’nün, satrancın günah olduğuna yönelik açıklamasını, “uydurma” bulan Diyanet’e verdiği, “Diyanet’in olaylardan etkilenerek yaptığı yorumlara bakmayın, kitaplarına, ilmihale bakın” şeklindeki yanıt yine tartışma yarattı. Milliyet gazetesinden Ayşegül Kahvecioğlu'nun haberine göre Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nde satranç oyunu ile ilgili, “Kumara bulaştırılmadığı, Allah’a, aileye ve topluma karşı görevler aksatılmadığı, daha önemli bir işin ihmaline yol açmadığı sürece satranç oynanmasında dinen bir sakınca yoktur. Nitekim birçok İslâm âlimi satrancın zihni kuvvetlendirdiği, mizacı geliştirdiği, iş hayatında azimli ve mücadeleci olmayı öğrettiği, görüş ufkunu genişlettiği, kendine güveni arttırdığı, insanı sosyalleştirdiği, güçlü arkadaşlıklar kurulmasını sağladığı yönündeki faydalarını hatırlatarak satranç oynamanın mübah olduğunu ifade etmiştir” denildiği ortaya çıktı.
Kiliseler aforoz ediyordu
Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde satranç ile ilgili de bir bölüm bulunduğu ortaya çıktı. Bölümde, 1061 yılında kilisenin, “satranç” oyununu İslâm kültürünün bir parçası saydığı için, oynayanları aforoz ettiği belirtildi.
Ansiklopedide, “1475’te Avrupa’da vezir yerine kraliçe, filler yerine papazlar ve atlar yerine şövalyeler konularak oyundaki İslâmî unsurlar, dolayısıyla aforoz edilme gerekçesi ortadan kaldırılmıştır. Satranç, İslâm’ın doğuşuna yakın bir tarihte Araplara intikal etmiş, ilk öğrenen kişi ise Amr b. Âs olmuştur. Satranç, Persler’e geçtiği ilk 50 yılda Arap coğrafyasının yanı sıra muhtemelen VI. yüzyılın sonunda Bizans sarayına ulaşmış, sarayda sık oynanan oyunlardan olmuştur. Adlî ve Ebû Bekir es-Sûlî’ye ait Kitâbü’ş-Şayer alan bir rivayetten satrancın Hz. Ömer döneminde Araplar tarafından bilindiği anlaşılmaktadır. Hz. Ali zamanında ise toplumda oynanmaya başlandığının açık işaretleri görülmektedir” ifadeleri yer alıyor.
Araplar sayesinde batı satrancı tanıdı
Satrancın Müslüman Araplara intikalinin önemli bir dönüm noktası olduğu belirtilen ansiklopedide, oyunun gelişmesi, kurallarının belirlenmesi, yazılması ve batıya intikalinin de Araplar sayesinde olduğu kaydediliyor. Ansiklopedide, şunlar ifade ediliyor: “En önemli gelişmelerden biri Müslümanların 7. yüzyılın sonunda oyunun kurumsallaşmasına katkıda bulunmalarıdır. Nitekim Emevî Halifesi Yezîd b. Abdülmelik’in hilâfeti döneminde Abdülhakem el-Cümahî, Mekke’de özel bir mekânı tavla, satranç vb. oyunlar için düzenlemiştir. İlgili bütün kaynaklarda yöneticisi, âlimi, şairi, hatta görme engellisiyle Müslümanların satranca büyük ilgi gösterdikleri, onun toplumda yayılmasına ve gelişmesine öncülük ettikleri bildirilir. Müslümanlar üstün yeteneklerini ortaya koyarak ilginç buluşlarla satranç oyununa önemli yenilikler katmıştır.
Her dönemde müslümanlar oynadı
Bilhassa halifeler ve üst düzey yöneticilerin huzurunda oynanırken daha dikkatli olmak gerekiyordu. Câhiz, iyi bir nedimin nitelikleri arasında okçuluk, avcılık, çevgânla birlikte satranç ustalığını da zikreder 7. yüzyılda birçok sahâbînin doğrudan veya dolaylı satrançla ilgisinin olduğu kaynaklarda belirtilir. Nitekim Ebû Hüreyre’nin, kölesini çağırıp onunla satranç oynadığı, sahâbe ve tâbiînden birçoklarının ve savaşla ilgili bir oyun olduğu gerekçesiyle Hz. Ömer’in buna izin verdiği anlaşılmaktadır. Kralların oyunu sayılan satranç her dönemde Müslüman devlet adamları, ulemâ, üdebâ ve halk tarafından oynanmıştır.”

20 Ocak 2017 Cuma

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Alman medyasına konuştu

Alman medyasına konuşan Diyanet İşleri Başkan Mehmet Görmez, Almanya'daki bazı Diyanet imamlarının casusluk yaptığı iddialarıyla ilgili olarak "Müslümanları FETÖ ve DEAŞ gibi örgütlerin yanlış düşüncelerinden koruma reflekslerini, çabalarını ve gayretlerini casusluk olarak adlandırmak, akıldan uzak bir şeydir" yorumunu yaptı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Alman gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Almanya’da Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı camilerde görev yapan bazı imamların casusluk yaptığı iddialarıyla ilgili olarak "Din görevlilerinin yahut DİTİB’in kendi vatandaşlarımızı, Müslümanları FETÖ ve DEAŞ gibi örgütlerin yanlış düşüncelerinden koruma reflekslerini, çabalarını ve gayretlerini casusluk olarak adlandırmak, akıldan uzak bir şeydir" dedi.
Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığı ve DİTİB’in en önemli ilkelerden bir tanesinin, hizmet götürdükleri insanları her türlü aşırıcılıktan, yanlış düşünceden, yanlış dini anlayışlardan korumak ve doğru bilgilendirmek olduğunu belirtti. Almanya ve Avrupa’da, FETÖ’nün zararlarından, oradaki insanları korumak için gösterilen çabayı 'Diyanet’in görevlilerinin casusluk yaptığı' şeklinde takdim edilmesinin son derece üzüntü verici olduğu söyleyen Görmez, "Hiçbir din görevlisi, kendi cemaatinden herhangi birisinin mahrem hayatıyla ilgili hiçbir bilgiyi paylaşmaz, paylaşamaz. Bu suçlamaları kabul etmek mümkün değildir" diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortaya çıkan her türlü iddiayı araştıracağını ve gereğini yapacağını vurgulayan Görmez’in konuşmasından bazı başlıklar şöyle;
"Türkiye ile Almanya’nın ilişkisi; doğu ile batının, batı ile islam dünyasının ilişkisi demektir"
"Türkiye ile Almanya’nın derin ve köklü tarihsel ilişkileri vardır. Ayrıca günümüzde, ortak akrabaları ve vatandaşları olan, birbirine çok yakın, birbirine sırt çeviremeyecek iki önemli ülkedir. Almanya ile Türkiye’nin ilişkileri sadece iki ülkenin ilişkisi değildir; çünkü Almanya Avrupa’nın en önemli ülkesi, Türkiye de İslam dünyasının en önemli ülkesidir. Bu iki ülkenin ilişkisi aynı zamanda doğu ile batının, batı ile İslam dünyasının ilişkisi demektir. Son yüzyılda üretilen düşünce ve felsefeyle kültürel yakınlıklar kuran bu iki ülkenin, küresel dünyanın bu zor döneminde ilişkilerini sürekli geliştirerek dünyanın, barışa doğru yürümesine katkıda bulunmaları gerekir."
"DİTİB hukuka saygılı bir kuruluş olarak varlığını sürdürmüştür"
"DİTİB, Almanya’da kurulmuş en önemli din hizmeti yürüten, sosyal ve kültürel hizmetleri yapan çok önemli bir kuruluştur. Barışı önceleyen, her türlü dini ve kültürel aşırılıktan uzak, birlikte yaşamaya çok önem veren, hukuka saygılı bir Alman sivil toplum örgütü olarak hep varlığını sürdürmüştür. Avrupa’daki Müslüman topluluklara örnek bir kuruluş olmuş ve entegrasyona çok önemli katkılarda bulunmuştur. 35-40 yıllık geçmişinde, bir tek camisinde bile bir sorunun yaşanmamış olması, DİTİB’in tarihine kaydedilecek çok önemli bir değerdir."
"DİTİB, Diyanet’le ilişkilerini uluslararası hukuk ve her iki ülkenin hukuk sistemlerini dikkate alarak geliştirmiştir"
"DİTİB kuruluşundan itibaren, Diyanet’in manevi otoritesini kabul etmiş, din hizmetleri ve din eğitimi alanında Diyanet’in tecrübesinden istifade eden bir kuruluş olmuştur. DİTİB, Diyanet’le ilişkilerini uluslararası hukuk ve her iki ülkenin hukuk sistemlerini dikkate alarak geliştirmiştir. Bu ilişkide, Almanya’nın bilgisi dışında hiçbir unsur söz konusu değildir. Zaten her din görevlisinin gönderilmesi dahi Alman Büyükelçiliğine müracaat ederek, bu şartları yerine getirerek, hukuk göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmiştir. Bu ilişki hem DİTİB’e, hem Diyanet’e, hem Almanya’ya, hem Türkiye’ye çok şey kazandırmıştır. Çünkü göç başladığında hem gönderen ülke olarak Türkiye’nin, hem de kabul eden ülke olarak Almanya’nın bu topluluğun din hizmetini, dini rehberliğini nasıl yapacağına dair hiçbir öngörüleri olmamıştı. DİTİB’in bütün camileri, dernekleri ve lokalleri Almanya’da yaşayan ve sonra Alman vatandaşı olan Müslüman Türk vatandaşlarının kendi emeklerinin ürünüdür. Onlar, kendi çocukları için zor şartlarda kazandıkları paralardan biriktirerek bu camileri, dernekleri ve lokalleri yaptılar. Bu büyük merkezlerin ortaya çıkmasında devletler olarak ne Türkiye’nin, ne de Almanya’nın hiçbir katkısı yoktur. Bu çok saygın bir şeydir. Ancak kendi cami içinde yürüteceği din hizmeti noktasında, din eğitimi noktasında Diyanet’in rehberliğine ihtiyaç duyduğu için başlangıçtan itibaren böyle bir işbirliği oluşmuştur."
"DİTİB-Diyanet ilişkileri medyatik algılara feda edilemeyecek kadar önemlidir"
Gerek Türkiye-Almanya ilişkileri, gerekse DİTİB-Diyanet ilişkileri medyatik algılara feda edilemeyecek kadar önemlidir. Son zamanlarda yaşanan tartışmalardan çok büyük üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı ve DİTİB’in en önemli ilkelerden bir tanesi; hizmet götürdüğümüz insanları her türlü aşırıcılıktan, her türlü yanlış düşünceden, yanlış dini anlayışlardan korumak ve doğru bilgilendirmektir."
"Bu çabayı gösterirken elbette ayrım yapamayız"
"Coğrafyamız ve dünyamız çok zor zamanlardan geçiyor. Coğrafyada meydana gelen DEAŞ ve benzeri örgütlerin ideolojilerinin Avrupa’daki çocuklarımıza bulaşmaması için başladığı günden itibaren DİTİB’le birlikte çırpındığımızı bütün Alman dostlarımızın bilmesini isterim. Bu çabayı gösterirken elbette ayrım yapamayız. Her türlü aşırı, her türlü yanlış din yorumlarından oradaki vatandaşlarımızı korumak, hem Avrupa’nın hem de Türkiye’nin, hem bölgenin barışına önemli bir katkı olacaktır."
"Diyanet’in imamlarının casusluk yaptığı’ şeklinde takdim edilmesi son derece yanlış ve üzüntü vericidir"
"Ortaya çıkmıştır ki Türkiye’de neşvünema bulan FETÖ örgütü de tıpkı DEAŞ gibi bir şahıs kültü etrafında, dine dayanarak geliştiğini söylemiş ve sonra devlete sızarak bu milletin tanklarını, silahlarını, uçaklarını bu millete yöneltecek kadar ileri gitmiştir. Açıkça bir küresel dini istismar hareketi olduğunu ve 15 Temmuz’da da şiddete başvurduğunu bütün dünya görmüştür. Almanya ve Avrupa’da, FETÖ denilen örgütün zararlarından, oradaki insanları korumak için gösterdiğimiz çabayı “Diyanet’in görevlilerinin casusluk yaptığıö şeklinde takdim edilmesi son derece yanlış ve üzüntü vericidir."
"Hiçbir din görevlisi, kendi cemaatinden herhangi birisinin mahrem hayatıyla ilgili hiçbir bilgiyi paylaşmaz"
"Hiçbir din görevlisi, kendi cemaatinden herhangi birisinin mahrem hayatıyla ilgili hiçbir bilgiyi paylaşmaz, paylaşamaz. Din görevlilerinin yahut DİTİB’in kendi vatandaşlarımızı, Müslümanları, ortak vatandaşlarımızı bu tür örgütlerin yanlış düşüncelerinden koruma reflekslerini, çabalarını ve gayretlerini casusluk olarak adlandırmak, akıldan uzak bir şeydir. Bu görevliler 1 sene önce gitmediler. Bu hizmeti, Diyanet ve DİTİB, 3 senedir, 5 senedir değil 35 senedir yürütüyor. Bu ilişki 35 senedir ahlak ve hukuk temelinde yürümektedir. Bu ilişki gelişerek devam etmektedir. Bu suçlamaları kabul etmek mümkün değildir."
"Diyanet İşleri Başkanlığı, ortaya çıkan her türlü iddiayı araştırır ve gereğini yapar"
"Diyanet İşleri Başkanlığı, denetim kurumları olan son derece ciddi bir kuruluştur. Ortaya çıkan her türlü iddiayı araştırır ve gereğini yapar. Ahlak ve hukuktan taviz vermemiz mümkün değildir. Küresel dünyada dinler ve kültürler iç-içe geçti. Çok kültürlülüğü, çok dinli, çok inançlı hayatı yönetmek zorlaştı. Bu zorluk beraberinde nefretleri, düşmanlıkları doğurdu. Avrupa’nın ufkuna yakışmayan yabancı düşmanlığı, ırkçılık, aşırı sağcılık gibi hareketler ilerlemeye başladı. Her gün birkaç cami saldırıya uğramaya başladı. Bütün bunları konuşmamak, bütün bunları göz ardı etmek için, bazen yanlış bilgilerin peşinde koştuğumuzu ifade etmek isterim. Hâlbuki eğer dünyanın barışını birlikte kuracaksak bunları konuşmalıyız."
"Söz konusu yazışma şahıslarla ilgili değil, yanlış dini düşüncelerle ilgilidir"
"Medyaya yansıyan söz konusu yazışma şahıslarla ilgili değil, yanlış dini düşüncelerle ilgilidir. Bu yazışma ne camilerle, ne de din görevlileriyle ilgilidir. Sadece Büyükelçilikte, Diyanet’i temsil eden görevlilerle yapılmış ortak bir yazışmadır. Yazışmanın amacı; asla şahısların özeli, şahısların mahremiyetiyle ilgili değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve DİTİB’in ortak gayelerinden bir tanesi; Avrupa’da ve Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın yanlış din anlayışlarından, din istismarından ve şiddet içeren dini yorumlardan uzak tutulmasıdır. Biz, cami cemaatimizi DEAŞ ve El Kaide’nin yanlış, sapkın düşüncelerinden korumakla mükellef olduğumuz gibi, küresel çapta bir kötülük hareketi olduğu ortaya çıkan, aynı zamanda şiddet içeren, 15 Temmuz darbesiyle de kendi ülkesine, kendi insanlarına bu ülkenin tanklarını, uçaklarını, silahlarını yönelten bir hareketin de kötülüklerinden korumakla mükellefiz."
"Herkes Türkiye ile empati yapsın"
"Benim bu iddiada bulunanlara şöyle bir sorum olacak: Eğer bu yazışma FETÖ ile ilgili değil de DEAŞ’la ilgili olsaydı, acaba aynı eleştiriler olacak mıydı? Eğer bu yazışma El Kaide’yle ilgili olsaydı yahut Boko Haram’la ilgili olsaydı acaba aynı tepkiler olacak mıydı? Sayın Merkel’in bir çağrısını hatırlatmak isterim, dedi ki; ‘Herkes Türkiye ile empati yapsın. Bizim ordumuz, bizim meclisimizi bombalasaydı biz ne yapardık?’ Bu kurumun çok güçlü denetim mekanizmaları var, bunların tamamı incelenir, en küçük bir bireysel hata söz konusuysa bunun gereği yapılır.
"Suçsuz, şiddete ve kötülüğe bulaşmamış bir tek kardeşimizin dahi suçlanması bizi de yaralar"
(FETÖ mensuplarının, baskılar nedeniyle DİTİB’in camilerine gitmediği ile ilgili soru) "Adaletin en temel ilkesi, suçun şahsiliği ilkesidir. Suça ve şiddete bulaşmış insanla, bulaşmamış insanı birbirinden ayırt etmek, adaletin en temel görevidir. Bazı vatandaşlarımız oradaki dini söyleme aldanmış olabilirler, yanılmış olabilir, onları düzeltmek ve kazanmak da her din görevlisinin en temel vazifesidir. Hem DİTİB’in felsefesi, hem Diyanet’in felsefesi, hem ikisinin birlikte geliştirdiği işbirliğinin felsefesi, suçluyla suçsuzu, hainle masumu birbirinden ayırmaktır. Suçsuz, şiddete ve kötülüğe bulaşmamış bir tek kardeşimizin dahi bu şekilde suçlanması bizi de yaralar, bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Eğer böyle bir tehlike söz konusuysa, bu iki kurum işbirliği yaparak bunun üstesinden gelecektir."
"En büyük kötülük; barış, sevgi, hoşgörü ve diyalog kılığına bürünerek toplumlara sirayet eden kötülüktür"
"Ancak şu tehlikeyi de göz ardı etmemeliyiz: FETÖ’nün bunu bahane ederek alternatif camiler kurmaya başladıklarını, çalıştıklarını biliyorum. Alman dostlarımız şunu unutmasın: En büyük kötülük; barış, sevgi, hoşgörü ve diyalog kılığına bürünerek toplumlara sirayet eden kötülüktür. Biz bunu tecrübe ederek öğrendik ve yaşadık. İmam-hatiplerin Almanya’da yetiştirilmesi konusu…Bu konu, 11 Eylül olaylarıyla birlikte yeniden konuşulmaya başlandı. Biz, Alman dostlarımızı bu konuda ikna etmeye çalıştık, fakat müspet adım atılmadı. İlk adımı biz atmak durumunda kaldık ve Frankfurt Üniversitesinde Goethe Enstitüsü bünyesinde bir İslam İlahiyatı Kürsüsünün açılması çalışmalarını birlikte başlattık. Biz, bu konuda Alman dostlarımıza her türlü bilimsel desteği vereceğimizi ifade ettik. Bunun içindir ki, hem Osnabrück Üniversitesinde, Tübingen’de, Erlangen’de İslam İlahiyat Fakülteleri açıldı. Ancak, sadece imam sorununu çözmek için fakülteler açılmaz ve fakülteler açılsa dahi böyle birkaç ayda, birkaç senede sosyal sorunların tamamını çözecek konumda olamazlar. Ancak, Almanya’nın kendi Müslüman vatandaşlarını dikkate alarak, İslam ilahiyatını, üniversite içinde öğretmeye başlamış olmasının sadece Almanya için değil, Avrupa için de önemli olduğunu hep düşündük ve destek verdik. Alman dostlarımızın eleştirilerini dikkate alarak bir proje daha geliştirdik, bunu da birlikte gerçekleştirdik. Bu da, Avrupa’da doğup büyüyen ve Almanya’da doğup büyüyen, gymnasiumu bitirmiş öğrencilerin, isteyenlerin gelip Türkiye’de ilahiyat eğitimi almasıdır. Çünkü Türkiye’deki ilahiyat eğitimi, İslami ilimlerle sosyal bilimleri, felsefeyi, eğitim dillerini birleştiren evrensel bir programa sahiptir."
"Almanya'da 3 milyonu bulan millet varlığına da sırtını çeviremez"
Almanya’da yaşayan Müslümanların, kendi çocuklarını, en yüksek seviyede din eğitiminden geçirmeleri bizi sadece mutlu eder. Aynı şekilde, yüksek din tahsili görmüş çocuklarını, o camilerde görevlendirmeleri, birlikte hizmet etmeleri, bizi sadece mutlu eder. Diyanet’in herhangi bir ülkeye müdahil olmak gibi bir düşüncesi asla olamaz. Ancak Almanya’da 3 milyonu bulan millet varlığına da sırtını çeviremez. Biz istenmediğimiz bir yerde, hiçbir zaman olmadık. Rusya’daki Müslümanlar da bizden din hizmeti ve din eğitimi alanında hizmet istiyor, onlara da hizmet götürüyoruz. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bizden yardım istiyor, onlara da götürüyoruz. Balkanlar’daki Müslümanlar yardım istiyor, onlara da götürüyoruz. Afrika’dan, Latin Amerika’dan, Amerika’dan, Avustralya’dan, bizden birisi hizmet istediği zaman, biz bu hizmeti kendilerine sunuyoruz.
Fetvalar konusu
"Türkiye’de bu kurumu itibarsızlaştırmak için uydurulan haberlerin, Avrupa’da düşünen kafaları dahi etkisi altına almış olması üzüntü vericidir. Bunlar, nasıl kirli bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Artık bu tarz haberler bir yönteme dönüştü. Türkiye’de bir gazeteye haber yaptırılır ve Türkiye’de hiç kimse o habere inanmaz, sonra da o haber Avrupa medyasında abartılarak bir İslamofobik malzeme olarak kullanılır ve sonra da bu sorunlar hepimizi kuşatmaya başlar. Örnek olarak; Diyanet’in çocuk dergisi Çanakkale Savaşı’nı anlatan bir sayı çıkarır. Çanakkale Savaşı’nı anlatırken de ‘şehit’ kavramından söz eder. Türkiye’den bir gazete, “Diyanet’in IŞİD’çilik yaptığınaö dair haber yapar. İki gün sonra aynı haber, Alman basınında yer alır. Bu ahlaksızlık karşısında ne yapabiliriz söyler misiniz? Bu bir oyun olarak, iki ülke arasını bozmak için, her gün Alman basınını etkilemeye devam ediyor."
"Ancak 'herz power' (gönül gücü) olmayı tercih ederiz"
"Diyanet İşleri Başkanlığı, dini bir müessesedir. Diyanet İşleri Başkanlığının her personelinin siyaset yapma yasağı vardır. Dolayısıyla biz kendi alanımızda kalarak, dinler, kültürler, inançlar arasındaki barışı sağlayabilirsek kendimizi mutlu addederiz. Küresel dünyada, pek çok ülke, din kurumlarını bir ‘soft power’ olarak adlandırmak ister. Biz, başlangıçtan itibaren asla böyle bir şeyi kabul etmediğimizi ilan etmişiz. Biz ne ‘soft power’, ne de ‘hard power’ olmayı, dinlere ve dini kurumlara yakıştırmayız. Ancak ‘herz power’ (gönül gücü) olmayı tercih ederiz."
Görmez, açıklamalarını, "Dünyanın dostluğa, barışa, kardeşliğe çok ihtiyacı var. Hep beraber büyük bir çaba göstererek dünyamızı kuşatan kötülükleri ortadan kaldırmalıyız" temenniyle bitirdi. DHA

17 Ocak 2017 Salı

Diyanet Cübbeli'yi yalanladı: Satranç hadisi uydurma

Diyanet İşleri Başkanlığı, kamuoyunda Cübbeli Ahmet diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün satrançla ilgili hadis olduğunu iddia ettiği açıklamasını yalanladı.

Eski CHP Milletvekili Ziya Yergök’ün bilgi için başvurusu üzerine Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı gönderilen açıklamada özetle şunlar kaydedildi:
“Satranç oynayan lanetlenmiştir, oyunculara bakan da domuz eti yemiş gibidir, şeklinde söylenen söz, hadis değil uydurmadır. Peygamberimizden satrancı yasaklayan sahih hadis gelmemiştir. Dinimizde eğlenmenin ibadetleri ve asli görevleri terk ve ihmale yol açacak şekilde birinci plana alınmaması öngörülmekte ve oyunun yararlı olması tavsiye edilmektedir. Kumara vesile yapmaksızın, ibadetlere engel olmayacak tarzda, fazla zaman israfına da yol açmamak kaydıyla eğlenmek için oynamakta dini açıdan sakınca yoktur.”
Bu rada Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Sakarya’da Kuran kursunda terlikle dayak yiyen küçük A.P.’yi Ankara’ya davet etti ve olaydan dolayı özür diledi.

15 Ocak 2017 Pazar

Diyanet'ten Kuran Kursu'nda dayağa tepki

Sakarya'nın Erenler ilçesinde, Kuran Kursu'nda görevli hocanın küçük bir çocuğu terlikle döverken çekilen görüntülerin sosyal medyada yayılmasının ardından Sakarya Müftü Vekili Nejdet Arman konuyla ilgili idari soruşturma başlatıldığını açıkladı. Öğrenciye dayak atan hoca gözaltına alındı. Olayla ilgili Diyanet İşleri Başkanı Görmez de bir açıklama yaptı. Görmez, "Aradan uzun bir süre geçtikten sonra basına yansıyan bu içler acısı görüntülerden dolayı öncelikle gözümüzün nuru çocuklarımızdan özür diliyoruz" dedi.

Erenler Çaybaşı Yatılı Kuran Kursu'nda meydana geldiği belirtilen olayla ilgili görüntüler. sosyal medyada hızla yayıldı. Görüntülerde, görevli hoca terlikle vurmasının ardından geri geri giderek köşeye sıkışan küçük çocuk ağlarken, hoca terlikle çocuğa ardı ardına vurmayı sürdürüyor. Küçük çocuğun tüm yalvarmalarına rağmen hocanın çocuğu dövdüğü bu görüntülere sosyal medyada tepki yorumları yapıldı.
Sakarya Müftü Vekili Nejdet Arman olayla ilgili kendilerine şikayette bulunulduğunu, soruşturmanın sürdüğünü belirterek şunları söyledi: "Bahse konu görüntüler Erenler'de bulunan Kuran Kursu'nda 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde çekilmiş. Görüntüyü çeken de küçük çocuğun arkadaşı. Ancak çocuğun anne babası şikayetçi olmayıp, amcası şikayetçi olunca konuyla ilgili idari soruşturma başlattık. Ancak araya darbe girişimi girince süreç uzadı. Görüntülerdeki görevli de emekliye ayrıldı. Ancak idari soruşturma halen sürüyor. İdari soruşturmaya göre gereken yapılacaktır."
Geç saatlerde gözaltına alındı
Dayak olayının görüntülerinin yayılması üzerine Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. Sakarya Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Ercan yaptığı açıklamada, görüntülerin sosyal medyada paylaşılması üzerine küçük çocuğa terlikle dayak atan söz konusu kişi hakkında gözaltı kararı verildiğini belirterek daha önce yaşanan bir olayı kendilerine bildirmedikleri gerekçesiyle Müftülük yetkilileri hakkında da adli soruşturma başlatıldığını söyledi.
Olayla ilgili, Kur'an kursunda görevli Ş.Y. evinde polis ekiplerince gözaltına alındı.
Görmez: Gözümüzün nuru çocuklarımızdan özür diliyoruz
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de olay yaşanan olay hakkında Twitter'dan açıklamalarda bulundu. Yaşananların din, din eğitimi ve Diyanet İşleri Başkanlığının din eğitimi yöntemleriyle hiçbir alakası olmadığını, böyle vahim bir suçu işleyen şahsın görevden el çektirildiğini belirterek, "Aradan uzun bir süre geçtikten sonra basına yansıyan bu içler acısı görüntülerden dolayı öncelikle gözümüzün nuru çocuklarımızdan özür diliyoruz." ifadelerini kullandı.
Görevden alındı
Başkan Görmez, paylaşımında şu ifadelere yer verdi: "Sakarya'da bir Kur'an kursunda 2016 yılı Mayıs ayında yaşananların, din ile din eğitimiyle ve Diyanet İşleri Başkanlığının din eğitimi yöntemleriyle hiçbir şekilde alakası yoktur. Böyle vahim bir suçu işleyen şahıs hakkında Başkanlığımız tarafından derhal soruşturma açılmış, görevden el çektirilmiştir.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra basına yansıyan bu içler acısı görüntülerden dolayı öncelikle gözümüzün nuru çocuklarımızdan özür diliyoruz. Bu ve benzeri durumların yaşanmaması için gerekli hukuki ve ahlaki adımlar atılmıştır. Bizzat kendim ve bütün personelim, çocuklarımızı inciten, hırpalayan her türlü davranışla mücadelede sonuna kadar kararlı olduğumuzu bir defa daha dile getirmek istiyoruz. Çocuğunu yaralayan bir toplumun geleceği sağlıklı olamaz ve bir insan çocuğun üstün menfaatlerini öncelemedikçe, üzerindeki ilahi emaneti hakkıyla koruyor sayılamaz." cnntürk

11 Ocak 2017 Çarşamba

Hac ve Umre'de 50 dolarlık sahte kimlik kartı vurgunu!

TÜRSAB Bölgesel Yönetim Kurulu Üyesi Muharrem Güldemir, hac ve umre için yurt dışına çıkan vatandaşlara Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 50 dolar ücret karşılığı verilen kimlik kartlarının sahtelerinin basılarak bazı acenteler tarafından kullanıldığını ileri sürdü. Güldemir, geçen yıl 30 bine yakın kişinin bu şekilde mağdur edildiğini söyledi. Hac ve Umre Seyahat Acentaları Derneği de yazılı bir açıklama yaparak Umre'ye gidecek olan vatandaşları uyardı.

Sahte kimlik kartı basan acentelerin kişi başına 50 dolar haksız kazanç elde ettiğine dikkat çeken Turizmciler ve Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) BYK Yönetim Kurulu Üyesi ve Uzman Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Güldemir, bu konuda TÜRSAB ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın denetim görevini yerine getirmediğini ileri sürdü.
Hac ve Umre operasyonu yapan tüm acentelere, geriye dönük araştırma yapılması gerektiğini savunan Muharrem Güldemir, bu yıl sahte kart miktarında ciddi bir artış yaşandığını söyledi. 50 civarında acentenin sahte kart kullandığını iddia eden Muharrem Güldemir konuyla ilgili olarak yetkilileri ve Cumhuriyet savcılarını göreve çağırdı.
"Diyanet, Suudi Arabistan'da yakaladı"
Konuyla ilgili olarak cnnturk.com'dan Murat Aydın'ın sorularını cevaplayan Muharrem Güldemir, bu kartların dağıtımını Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaptığını belirterek, "Diyanet İşleri, daha önce Suudi Arabistan'da sahte kart kullananları yakaladı. Bununla ilgili gerekli işlemler yapıldı. Fakat hala aynı yerdeyiz" dedi.
Diyanet'in bununla ilgili bir işlemi olmadığını idida eden Güldemir, yine aynı kişiler tarafından bu sahtekarlığın devam ettiğini söyledi.
"50 dolar verip kimlik kartlarını alıyorlar"
Güldemir, "Bakanlıklar arası Hac ve Umre Kurulu var. Bu kurul kararı doğrultusunda umreye gidecek her aday şirketler aracılığıyla 50 dolar ücret vererek bu hac ve umre kimlik kartını alıyor. Bunu ödemekle yükümlü hacı adayı bunun karşılığında bir takım hizmetler alıyor. Bu ödemenni karşılığı olarak Diyanet'in görevlendirdiği bir din görevlisi, hastane hizmetlerii, PTT'nin Mekke ve Medine'deki bürolarından kargo hizmetinden faydalanıyorlar" diye konuştu.

SAHTE KART ÖRNEĞİ
Muharrem Güldemir, "Kurul kararında diyor ki bu kartı olmayanların yurt dışına çıkışı yapılamaz, yasak diyor. Biz bu konuda gerekli ihbarları İçişleri Bakanlığı'na, havaalanlarına yaptık. Ama bu adamlar hala bu işi yapıyor. Bu çok yüksek bir rakam" ifadelerini kullandı.
Kişi başına 125 dolarlık haksız kazanç
2016 yılında 30 bin kişinin bu şekilde mağdur edilidiğini iddia eden Güldemir, sahte kart kullanan acentelerin bu şekilde her hacı adayı başına 125 dolarlık bir haksız kazanç elde ettiklerini söyledi.
Güldemir bu durumu ise şöyle açıkladı: Bu kartları acenteler, gidip Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan alıyor. Şayet, örnek veriyorum. Bu bedeli ödemeyeceksem eğer, gidiyorum bir matbaya diyorum ki bana bu karttan yap kardeşim, yaptırıyorsun 50 dolar yok. Seyahat sigortası yok. HURSAD hizmet bedeli yok. Mesela öğlen yemeğinde kumanya verilecek, verilmiyor. Vergi de yok. Bunlarla beraber acentenin 125 dolara yakın karı var.

SAHTE KART ÖRNEĞİ
Hacı adaylarının bundan haberi olmadığını söyleyen Güldemir, "sahte olduğunu bilmez ki, parayı tahsil etmiş acente zaten. Gidip herhangi bir matbadan bu kartları yapıp getirip veriyorlar hacı adayına. Hacı adayı nereden bilecek bunun sahte olduğunu" dedi.
Dernekten yazılı açıklama
Öte yandan kısa adı HURSAD olan, Hac ve Umre Seyahat Acenteleri Derneği de yazılı bir açıklama yaparak Umre'ye gidecek olan vatandaşları uyardı.
İşte o uyarı
Umre'ye gidecek vatandaşlarımızın seyahatlerine başlamadan önce aşağıdaki konularda dikkatli olmaları kendileri ve ülkemiz menfaatine olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Seyahat acentelerin  Umre organizasyonlarında uyması gereken kurallar, Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulu kararları ve Diyanet İşleri Başkanlığının denetim ve gözetimi altında gerçekleştirilmektedir.
2016 Umre sezonu ile birlikte kötü niyetli kişi ve kurumların Diyanet İşleri Başkanlığı ile sözleşme imzalamadan veya sözleşme imzalamış olsa dahi usulsüz işlem yaparak tur düzenlediği yönünde kanıt ve bilgiler bulunmaktadır.
Diğer yandan, seyahat acentelerimiz dahil Umre'ye gidecek vatandaşlarımıza Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan “UMRE KİMLİK BELGESİ” verilme zorunluluğu vardır. Umre kimlik belgesinin üzerinde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın logosu bulunan hologramı bulunmaktadır.
Vatandaşlarımızın bu belgeleri kontrol etmeleri ve havalimanı çıkışlarında pasaport polisleri sormasa dahi umre kimlik belgelerini özellikle göstermelerini öneriyoruz.
Mağdur edilmemek için dikkat!
Vatandaşlarımızın bu kimlik belgelerine dikkat etmemeleri durumunda;
- Seyahatlerini ve kendilerinden tahsil edilen ücretleri de kapsayan sigorta kapsamında olmayacaklarını bilmelidirler.
- Rahatsızlanmaları durumunda geri dönüşlerini sağlayacak olan masraflar kendilerine ödenmeyecektir.
- Mekke ve Medine’de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülen ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanamayacaklardır.
- Medine’de yine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilen kargo hizmetlerinden faydalanamayacaklardır.
- Konaklama, ulaşım ve yemek konularında denetleneme yapılamayacağı için eksik hizmet alacaklardır.
- Devlet kurumları tarafından verilecek hizmetler ile ilgili yapılan çalışmalar aksatıldığı için kurumların maddi kayıplarına sebep olacaklardır.
- Kayıtsız gerçekleştirilen işlemler nedeni haksız kazanç ve vergi kaçırılmasına alet olacaklardır.
İbadet amacında olan vatandaşlarımızın bu hususlara dikkat etmeleri maddi manevi menfaatlerine olacaktır.
Bu güne kadar yapılan çalışmalarda binlerce kişinin sahte kart ile çıkış yaptığı bu kartların üzerinde “TRAVELTUR” yazdığı, böyle bir seyahat acentesinin olmadığı tespit edilmiştir.
İlgili tüm kurumları, vatandaşlarımızın ve ülkemizin haklarını korumaya, sektör içerisinde yıllardır emek harcayarak evlerini geçindirmeye çalışan acentelarımızın zan altında kalmamaları ve zarara uğramamaları adına göreve davet ediyoruz.
Murat Aydın / Cnnturk.com