Kremlin Sarayı’nda ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yi kabul eden Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin, tokalaşma sırasında “Biliyorsunuz. Sizinle günümüzde karmaşık hâl alan kriz düğümlerine çözüm arıyoruz. Bizim bakan Lavrov sabah sizin getirdiğiniz teklifleri bana iletti. Şimdi oturup onları görüşelim” dedi.
Putin’e sıcak kabul için teşekkür eden Kerry ise “ABD ile Rusya, ileri adım atılabilmesi için çok şey yapabilir. Özellikle Suriye krizi konusunda Viyana’da aldığımız kararlar doğrultusunda çalışmalıyız” ifadesini kullandı.
Bu arada Kerry ile birlikte Kremlin Sarayı’na oldukça bitkin ve yorgun halde gelen Sergey Lavrov’u gören Putin, “Sizin mekik gibi bir yerden diğerine taşınmanızı takip etmekte artık güçlük çekiyoruz. Sizin gidip bir güzel dinlenmeniz lazım” diye espri yaptı. Hürriyet
15 Aralık 2015 Salı
'Tutuklu gazeteci' sıralamasında Türkiye beşinci
New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) yıllık raporuna göre, en fazla tutuklu gazeteci bulunan ülkeler listesinde Türkiye beşinci sırada.
Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, dünya genelinde 1 Aralık itibarıyla 199 gazeteci, mesleğiyle ilgili çalışmaları nedeniyle hapiste bulunuyor.
Hapisteki 49 gazeteciyle Çin listede başı çekerken, 23 gazetecinin hapiste bulunduğu Mısır ikinci, 19 gazetecinin hapiste bulunduğu İran üçüncü, Eritre ise 17 gazeteciyle dördüncü sırada yer alıyor. Beşinci sıradaki Türkiye'de hapisteki gazeteci sayısı ise 14 olarak kaydedildi.
Raporda, Çin'de hapisteki gazeteci sayısının, CPJ'nin yıllık rapor tutmaya başladığı 1990 yılından bu yana en yüksek sayıya ulaştığı belirtiliyor.
BU YIL İKİYE KATLANDI
2014 yılında Türkiye'nin onlarca gazeteciyi serbest bıraktığının belirtildiği raporda, 2015'te hapisteki gazeteci sayısının ikiye katlanarak 14'e yükseldiğine dikkat çekiliyor.
Geçen yıl Türkiye aynı listede 10'uncu sırada yer almıştı. CPJ, Türkiye’nin 2012 ve 2013 yıllarında en çok gazeteciyi hapseden ülke olduğunu bildirmişti.
CPJ raporunda sadece devletler tarafından tutuklanan gazeteciler listeye dahil ediliyor. Komite, Ortadoğu ve Afrika'nın kuzeyinde IŞİD ve diğer militan grupların elinde en az 40 gazetecinin bulunduğuna işaret ediyor. hürriyet.com.tr
Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, dünya genelinde 1 Aralık itibarıyla 199 gazeteci, mesleğiyle ilgili çalışmaları nedeniyle hapiste bulunuyor.
Hapisteki 49 gazeteciyle Çin listede başı çekerken, 23 gazetecinin hapiste bulunduğu Mısır ikinci, 19 gazetecinin hapiste bulunduğu İran üçüncü, Eritre ise 17 gazeteciyle dördüncü sırada yer alıyor. Beşinci sıradaki Türkiye'de hapisteki gazeteci sayısı ise 14 olarak kaydedildi.
Raporda, Çin'de hapisteki gazeteci sayısının, CPJ'nin yıllık rapor tutmaya başladığı 1990 yılından bu yana en yüksek sayıya ulaştığı belirtiliyor.
BU YIL İKİYE KATLANDI
2014 yılında Türkiye'nin onlarca gazeteciyi serbest bıraktığının belirtildiği raporda, 2015'te hapisteki gazeteci sayısının ikiye katlanarak 14'e yükseldiğine dikkat çekiliyor.
Geçen yıl Türkiye aynı listede 10'uncu sırada yer almıştı. CPJ, Türkiye’nin 2012 ve 2013 yıllarında en çok gazeteciyi hapseden ülke olduğunu bildirmişti.
CPJ raporunda sadece devletler tarafından tutuklanan gazeteciler listeye dahil ediliyor. Komite, Ortadoğu ve Afrika'nın kuzeyinde IŞİD ve diğer militan grupların elinde en az 40 gazetecinin bulunduğuna işaret ediyor. hürriyet.com.tr
Bahçeli’den Cizre ve Silopi açıklaması
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleriyle, Mardin Nusaybin’de dünden itibaren sokağa çıkma yasağı getirilmiştir. Bunun yanında, Cizre ve Silopi’de görev yapan 3 bini aşkın öğretmene milli eğitim müdürlükleri tarafından gönderilen cep telefonu mesajıyla bulundukları yerleri terk etmeleri istenmiştir. Bu devlet nerededir? Bu hükümet ne iş yapmaktadır? Öğretmenini koruyamayan, okulunu açık tutamayan, asayişi temin edemeyen bir iktidara Türk milleti daha ne zamana kadara tahammül ve sabır gösterecektir?" dedi.
"TÜRKİYE GERÇEKÇİ BAŞARI VE KAZANIMLARA SUSAMIŞTIR"
MHP Grup Toplantısı’ndaki konuşmasında Türkiye’nin gerçekçi başarı ve kazanımlara susadığını öne süren Bahçeli, "Takdir edeceğiniz üzere, güçlü milletlerin en önemli vasfı maddi ve manevi kalkınmayı eşanlı başarmış olmalarıdır. Ekonomisi tökezleyen, siyaseti patinaj yapan, krizden krize koşan, buna karşılık bilimsel ve teknik buluşlar alanında da yıldızı parlayan bir ülkeye kolay kolay tesadüf etmek mümkün değildir. Toplumsal birliğini sağlamada zorluk çeken, diğer yanda bölgesel ve küresel gelişmelere yön verme iddiasında bulunan bir ülkenin inandırıcılığı doğal olarak görülemeyecektir. Gelişme, büyüme, ilerleme, sıçrama her alanda, her kesimde etki ve neticesini gösterdiği zaman anlamlı ve kalıcıdır. Dengeli, derinlikli, dinamik, milli ve stratejik hedefleri gözeten politikalar tutarlı, ahlaklı ve istikrarlı olduğu müddetçe sorunlar temelden kavranacak, kökten çözülecektir. Dürüstçe itiraf etmeliyiz ki, Türkiye gerçekçi başarı ve kazanımlara susamıştır. Ve bu başarılar nadiren de olsa vardır, tabii olarak hepimizin göğsünü kabartmaktadır. Türk milleti adından dünya çapında söz ettiren evlatlarını bağrından çıkardıkça, gıpta edilecek neferlerini yetiştirdikçe hem bahtiyarlığı hem de gururu haklı olarak yaşamaktadır" diye konuştu.
"AZİZ SANCAR NOBEL KİMYA ÖDÜLÜNÜ HAKKIYLA, ZEKASIYLA, EMEĞİYLE ALMIŞTIR"
Nobel’li Türk bilim insanı Aziz Sancar hakkında konuşan Bahçeli, Sancar’ın ödülünü zekası ve emeğiyle hak ettiğini belirterek "İnsanlık tarihi Müslüman Türk milletinin hayranlık uyandıran nice keşfine, nice muhteşem başarı hikyesine şahitlik etmiştir. Milli hafızamızda sosyal ve beşeri ilimler kategorisinde bireysel gayretleriyle öne çıkmış birçok değerimizin yer ettiği malumlarınızdır. Uzunca bir süredir durgunluk ve bocalama döneminden geçsek de mayamız sağlam, kültürümüz göz kamaştırıcı, geçmişimiz şan ve zaferlerle doludur. İnsanlığın yararına geceli gündüzlü ter akıtan, azimle mücadele eden ve bunun da mükafatını alan bilim, fikir ve düşünce insanlarımız halen mevcuttur ve bizlerin onur kaynağıdır. İşte bunlardan birisi de uzmanlık alanında yeni bir çığır açan Prof.Dr. Aziz Sancar Bey’dir. Sayın Sancar, DNA onarım mekanizmasının nasıl işlediğiyle ilgili parlak çalışması sonucunda 2015 Nobel Kimya Ödülünü hakkıyla, zekasıyla, emeğiyle almıştır. Sayın Sancar bizlere çölde tertemiz bir vaha ikram etmiştir. Karanlık gecemizi ilmi ve ismiyle aydınlatmıştır. Umutsuzluğumuzun koyu sisini bilgisiyle dağıtmıştır. Sonuçsuz tartışmalarla kıvranan Türkiye’ye özgüven aşılamıştır" ifadelerini kullandı.
"MİLLETİMİZİN SİNESİNDEN DAHA PEK ÇOK AZİZ SANCARLAR'IN ÇIKMASINI İÇTENLİKLE TEMENNİ EDİYORUM"
Bahçeli, "Sayın Sancar inanmış bir yürek, yetişmiş bir milletperver, kökünü ve geçmişini unutmamış bir vatan kahramanıdır. O kahraman ki, dünyaya mal olmuş, insanlığa örnek teşkil etmiştir. Hepsinden önemlisi, Türklüğüyle iftihar eden, değerleriyle bütünleşen bir şahsiyetin neleri yapabileceğini, nelerin üstesinden gelebileceğini herkese ispatlamıştır. Huzurlarınızda değerli bilim insanımızı milletimiz ve partimiz adına tebrik ediyor, üstün başarılarının devamını diliyor, milletimizin sinesinden daha pek çok Aziz Sancarların çıkmasını içtenlikle temenni ediyorum" dedi.
"İSTİKRAR VE GÜVENİN YERLEŞECEĞİNİ İDDİA EDİYORLARDI"
Bahçeli, 1 Kasım seçiminden sonra yaşanan gelişmelere değinerek "1 Kasım’da yapılan 26.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’nin üzerinden 45 güne yakın bir süre geçmiştir. Başbakan, AKP’li yöneticiler ve havuz medyası ağız birliği etmiş gibi; 1 Kasım’dan sonra huzurun geleceğini, siyasi belirsizliğin biteceğini söylüyorlardı. İstikrar ve güvenin yerleşeceğini iddia ediyorlardı. Dilinin ayarı kaçmış bazı AKP’liler ise şehitlerin gelmeyeceğini ileri sürüyorlardı. Maalesef hazin ve vahim sonuç ortadadır. 1 Kasım’dan buyana 14 polisimiz, 15 Mehmetimiz şehit edilmiştir. 20 Temmuz’dan bu tarafa kabaran bilanço ise korkunç boyutlara ulaşmıştır. Şu vereceğim rakamlara çok dikkat etmenizi istiyorum: Suruç’taki canlı bomba saldırısıyla başlayan terör eylemlerinde toplam 94 polisimiz, 119 Mehmetimiz, 5 korucumuz şehit düşmüştür. Yani 218 aile yanmış, yıkılmıştır" açıklamasında bulundu.
"EYMENLER YETİM KALIRKEN ERDOĞAN NE HİSSETMEKTE, DAVUTOĞLU NE DÜŞÜNMEKTEDİR?"
MHP lideri Bahçeli, "9 Aralık günü, Diyarbakır Kurşunlu Camii bahçesinde, PKK’nın tuzakladığı patlayıcıyı imha ederken başından vurularak şehit edilen Ankaralı polis memuru Haydar Çetin’in 6 yaşındaki oğlu Eymen’in sözleri hepimizi deriden sarsmıştır. Eymen yaşlı gözlerle babasının bayrağa sarılı tabutuna uzun uzun bakmış, gören ve vicdanı olan her insanının ciğerini dağlamıştır. Şimdi şu sözlere bakınız; ’Keşke son bir kez daha görseydim. Anne, babam cennete mi gidecek? Anne sen gitme ne olur.’ 6 yaşındaki bir çocuğa böylesi bir tramva yaşatmaya kimin ne hakkı vardır? Eymenler yetim kalırken, Erdoğan ne hissetmekte, Davutoğlu ne düşünmektedir? Çorumlu polis memurumuz Mesut Demirkan’ı 8 Aralık günü Mardin Nusaybin’de şehit ettiler. Muhterem annesi ’O benim tek yavrumdu’ diye feryat edip iki gözü iki çeşme ağıt yakarken, 1 Kasım’dan sonra şehit gelmeyecek diyen soytarılar nereye sinmiş, biz gelmezsek beyaz Toroslar gelir diyen şuursuzlar nereye kaçmıştır? 5 Aralık’ta Şırnak Cizre’de şehit edilen Osmaniyeli Astsubay Mehmet Burak Demirci’nin muhterem eşi Hümeyra Demirci’nin, eşinin tabutuna sarılıp ’Kuzum seni çok seviyorum, bizi bırakıp nereye gidiyorsun’ yakarışı kurşun gibidir" dedi.
"TÜRKİYE’NİN ÇELİŞKİSİ BU KADAR GÜN YÜZÜNDE"
Bahçeli, "1 Kasımla beraber milletin reformdan ve güvenlikten yana güçlü bir tavır koyduğunu söyleyenler dilinizi yutmadıysanız açık açık konuşunuz. Dökülen şehit kanlarının vebali kimlerin omuzlarındadır? Küçücük yaşta babasız kalan yavruların sorumluluğunu kimler, nasıl üstlenecektir? Sayın Erdoğan, evladının İstanbul’da 5 adet restoran açmasıyla ilgili itiraflarını, ’Gıda sektöründe küçük çaplı işler’ diyerek savunmayı biliyorsun da, bu milletin tertemiz çocuklarının yarınsız kalmasını ne hakla mesele etmiyorsun? Bir yanda haram limanlarında demirleyen gemicik filosu sahipliğinden karlı restoran zincirine uzanan talihli mahdumlar, diğer yanda yetim ve zorda kalan körpecik çocuklar. İşte Türkiye’nin çelişkisi bu kadar gün yüzünde, Türk milletinin dramı bu kadar meydandadır. Var olan, günden güne yoğunlaşan, gittikçe çetrefilleşen ve anormal boyutlara ulaşan haksızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin üzerine üzerine gitmeden ülke olarak belimizi doğrultmamız hayaldir" diye konuştu.
"DAVUTOĞLU’NUN KAMU DÜZENİNİ SAĞLAMA SÖZ VE KARARLILIĞI DEFALARCA BOŞA ÇIKMIŞTIR"
Doğu ve Güneydoğu’daki bazı bölgelerde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarına değinen Bahçeli, "Türkiye’de kazanan, servetine servet ekleyen bir avuç sonradan görmedir. Türkiye’de hali ve vakti imrenilecek seviyede iyi olan küçük bir saray azınlığı, iktidardan nemalanan ufak bir zümre dışında hiç kimsenin memnuniyetinden bahsetmek söz konusu değildir. Devletin hazinesine hortum bağlayanlar için şehit gelmiş, teröristler saldırmış, Türkiye yönetilemez duruma düşmüş, önemli değildir. Onlar saltanatlarını sürdürmekle meşgullerdir. Görüyorsunuz, Doğu ve Güneydoğu’da Türk devleti adeta geri çekilmektedir. Şu anda ülkemizde tam bir kaos hakimdir. Davutoğlu’nun kamu düzenini sağlama söz ve kararlılığı defalarca boşa çıkmıştır. Son altı ayda, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkri ve Muş’un ilçeleri başta olmak üzere sokağa çıkma yasağı uygulanan gün sayısı 170’i bulmuştur. Yapılan açıklamalara itibar edersek, 16 Ağustos ile 11 Aralık tarihleri arasında 7 farklı kentin 17 ilçesinde 52 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir" ifadelerini kullandı.
"BU DEVLET NEREDEDİR? BU HÜKÜMET NE İŞ YAPMAKTADIR?"
Bahçeli, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Diyarbakır’ın Sur ve Silvan, Mardin’in Nusaybin, Şırnak’ın Cizre gibi çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yerleşim yerlerinden 200 binin üzerinde insan göç etmiştir. Bu adı konulmamış ve örtülü etnik bir tasfiyedir. Kobani’de devreye koyulan kirli plan, aynısıyla ülkemizin değişik il ve ilçelerinde sistematik olarak gündemdedir. Türkiye Cumhuriyeti sanki egemenlik haklarından vazgeçmektedir. Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleriyle, Mardin Nusaybin’de dünden itibaren sokağa çıkma yasağı getirilmiştir. Bunun yanında, Cizre ve Silopi’de görev yapan 3 bini aşkın öğretmene milli eğitim müdürlükleri tarafından gönderilen cep telefonu mesajıyla bulundukları yerleri terk etmeleri istenmiştir. Bu devlet nerededir? Bu hükümet ne iş yapmaktadır? Öğretmenini koruyamayan, okulunu açık tutamayan, asayişi temin edemeyen bir iktidara Türk milleti daha ne zamana kadara tahammül ve sabır gösterecektir? AKP’ye oy veren kardeşlerim, lütfen şu sorunun cevabı üzerinde tefekkür ediniz; bugüne kadar cami yakıldığını, kutsallarımıza el uzatıldığını hiç duydunuz mu? Devletin aczini ve köhnemişliğini hiç bu kadar gördünüz mü? Bugüne kadar hiç bu kadar korkak ve tabansız bir iktidara şahit oldunuz mu?"
"DÜŞMANLIĞI CAMİ YAKMAYA KADAR VARDIRAN ŞEREFSİZLERE ÇOKTANDIR İLK KEZ RASTLANMAKTADIR"
MHP lideri Bahçeli, konuşmasında şunları kaydetti:
"Savaş sırasında bile dokunulmayacak yerler olan okullar, camiler PKK’lı caniler tarafından yakılmakta; maskeli eşkıyalar yollara, sokak aralarına hendekler kazmaktadır. Bu aziz topraklarda düşmanlığı cami yakmaya kadar vardıran şerefsizlere, iblis elçilerine çoktandır ilk kez rastlanmaktadır. Ve bunlar AKP’nin çözüm ve barış ortaklarıdır. Yalnızca yollar değil, birlik ve dirliğimiz de kazılmaktadır. Yalnızca şehirlerimiz değil, huzur ve iç barışımız da harabeye çevrilmektedir. Doğu ve Güneydoğu’da açılan çukurlar ihanetin, nifakın, kanın ve ölümün çukurlarıdır. Bu çukurlarda isyan ve başkaldırının zehirli emelleri barınmaktadır. Bu çukurların içine hainlerin niyet ve talepleri gömülmezse sonumuz hüsran, sonramız felakettir. Sayın Erdoğan, sana soruyorum, kaçak sarayda muhtarlarla toplanıp ona buna sataşmayı biliyorsun da, elimizden kayıp giden vatan coğrafyasını nasıl görmüyorsun? Durduk yere iki referandumdan bahsedip başkanlık çetelesi tutarak, yeni anayasa ezberini havada karada dillendiriyorsun da, Türkiye’nin milli çıkar ve güvenliği için niçin gerekli müdahaleleri yapmıyorsun? Sayın Davutoğlu, peki sana ne demeli, seni nasıl izah etmeli?"
"ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU İHANETİ MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK PROJESİ UYDURMASIYLA KAPATMAYA ÇALIŞIYOR"
Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yönelik eleştirilerde bulunan Bahçeli, "MHP’nin olağan üstü kurultayına kafa yorduğun kadar Türkiye’nin hak ve hukukunu konuşmuyor, müdafaa etmiyor, üstelik siniyor ve pısıyorsun. Taşıdığın Başbakanlık unvanına yakışmıyor, Saray'ın parmak sallamasına, azar ve ayarına terbiyeli çocuk gibi uyuyor, çıtını bile çıkaramıyorsun. Sayın Davutoğlu, unutmuşsan hatırlatayım; sen bu ülkenin Başbakanısın ve yetki sendedir. Hala Erdoğan’ın gözünün içine bakmaktan, Dışişleri Bakanı gibi davranmaktan gocunmuyor musun? Saray almış ipleri, Davutoğlu konu mankeni, durum aynısıyla budur. PKK silahlanıyor, her yere bomba döşüyor, cephane yığıyor, militan devşiriyor; gelin görün ki Erdoğan ve Davutoğlu ihaneti milli birlik ve kardeşlik projesi uydurmasıyla kapatmaya çalışıyor. PKK küresel ve bölgesel aktörlerce desteklenip kışkırtılıyor, Erdoğan ve Davutoğlu büyük ülke olmakla, muasır medeniyetler üzerine çıkmakla, devin uyanma masallarıyla avunuyor. Çevir kazı yanmasın, dostlar alışverişte görsün türünden açıklama ve değerlendirmeler aziz milletimizi aldatmak, gerçekleri açıkça saptırmaktır" dedi.
"İKİ ÇIBANBAŞI TÜRKİYE’NİN ALEYHİNDEKİ MUSİBET ODAKLARIDIR"
Bahçeli, "AKP, PKK terör örgütüne boyun eğmiş, buyur etmiştir. AKP, PKK terör örgütünün güç kazanmasına göz yummuştur. AKP, devleti geriletmiş, PKK’yı ilerletmiştir. Hıyanet alenileşmiş ve iktidarda vücut bulmuştur. Teslimiyet yayılmış ve iktidarı ele geçirmiştir.Aksi halde yaşananların başka türlü izahı nasıl yapılacaktır? Türk vatanı adım adım kundaklanırken, AKP iktidarının sorumsuzluğu, somutlaşan dağınıklık, netleşen işbirlikçilik başkaca nasıl yorumlanacaktır? PKK’nın yedeği, Kandil’in siyasi tetikçisi HDP’nin grup toplantısını Diyarbakır’da yapma kararı başlıbaşına bir komplo, sözde özyönetim adı altında başlatılan çözülme sürecinin bir ara durağıdır. HDP, bu cüreti hiç şüpheniz olmasın ki AKP’den almıştır. Türkiye’nin bölünmesi için kurulan hain ittifakın bir ucunda HDP, diğerinde AKP vardır. Bu iki çıbanbaşı Türkiye’nin aleyhindeki musibet odaklarıdır" diye konuştu.
"ÖZYÖNETİM ADI ALTINDA TÜRKİYE’YE FİİLİ BAŞKALDIRMA TEŞEBBÜSLERİ GÖRÜLMÜŞTÜR"
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşanan gelişmelere değinen Bahçeli, "HDP-PKK Türk vatanın muhtelif il ve ilçelerinde özyönetim, yani sözde özerklik ilan edip Kürdistan’ın çatısını örerken AKP dut yemiş bülbül gibi bunları izlemiş, hatta alttan alta teşvik etmiştir. Bugüne kadar; Şırnak il merkezi, Cizre ve Silopi, Mardin Nusyabin, Hakkari il merkezi, Yüksekova, Şemdinli, Batman il merkezi, Muş Varto ve Bulanık, Van Edremit ve İpekyolu, Diyarbakır Sur, Silvan ve Lice, Ağrı Doğubayazıt ve Bitlis Hizan’da özyönetim adı altında Türkiye’ye fiili başkaldırma teşebbüsleri görülmüştür. Demokratik Bölgeler Partisi isimli fitnenin bir eşbaşkanı, ’Özerklik ve özyönetim aynı şeydir, bölge halkı kendini yönetecek’ sözleriyle malumun ilanını yapmıştır. HDP’nin bir eşbaşkanı da, halkın özyönetim kararının meşru olduğunu, iktidarla müzakere yürütürlerse yönetim modeli olarak özerkliği önereceklerini utanmadan sıkılmadan ifade etmiştir. Bu kokuşmuş beyanatlar, bir bakıma AKP’yle sahne arkasında uzlaşılan ve ardından kamuoyunun alıştırılması gayesiyle servis edilen PKK tezleridir. İşin püf ve nirengi noktası da Davutoğlu’nun buna dünden razı olmasıdır" ifadelerini kullandı.
"20 İLİ KAPSAMINA ALAN HAKİMİYETİ HDP-PKK VE GİZLİ ORTAĞI AKP TARAFINDAN HAYATA GEÇİRİLMEK İSTENMEKTE"
MHP Lideri Bahçeli, "Erdoğan ise başkanlık olduktan sonra her rezaleti benimsemeye ve hazmetmeye çoktan hazırdır. Nitekim Türkiye onca buhran yaşarken, dış politikada kaybedilmemiş mevzi kalmamışken, Rus uçağının düşürülmesinden hemen sonra başkanlık sistemiyle ilgili anketler yayınlayıp destek artıyor propagandası yapmak tamı tamamına ahlaksızlıktır. Erdoğan’ın başkanlık takıntı ve rüyası milletimizin acılı ve sorunlu halini alaya almak, bencilliği ve koltuk sevdasını her şeyin önüne geçirmekten başka bir manaya gelmemektedir. Dört parçalı Kürdistan sapması Erdoğan’a göre makuldür. Kaldı ki bunu doğrulayacak çok sayıda söz ve kanaati vardır.Bizim sürekli olarak vurguladığımız 20 ili kapsamına alan hakimiyeti HDP-PKK ve gizli ortağı AKP tarafından hayata geçirilmek istenmektedir. Şırnak, Hakkri, Ağrı, Van, Muş, Bingöl, Tunceli, Şanlıurfa, Batman, Bitlis, Mardin, Kilis, Malatya, Elazığ, Gaziantep, Adıyaman, Iğdır ve Kars illerinin toplam nüfusu 8 milyon 644 bin 92’dir. Bu illerin kapsadığı coğrafi alan Türkiye yüzölçümünün yüzde 14,50’si civarındadır. Planlanan dört parçalı Kürdistan’ın Türkiye ayağında bu 20 il bulunmaktadır. Ve Türkiye süratle uçuruma yuvarlanmakta, oldubittiye getirilerek parçalanması, yeniden masaya çıkarılan Şark Meselesi çerçevesinde insan ve toprak temelinde bölünmesi dayatılmaktadır" açıklamasında bulundu.
"HDP HALKI TAHRİK EDECEK, PKK SALDIRARAK MİLLETİ YILDIRACAK"
Bahçeli, "Tehlike çok büyüktür. Küresel güçlerin esas ve gizli gündemi Suriye’nin bölünüp bölünmemesinden, Irak’ın ne olup olmamasından ziyade Türkiye’nin hangi doz, süre ve hızda parçalanacağıdır. Bize göre düğmeye basılmış, kanlı görev taksimi yapılmıştır. TBMM’de Kürdistan ve Kürt illeri lafları olağanlaşmış, sık sık duyulur hale gelmiştir. Tam bir karanlığa mahkum olan Diyarbakır’da bir kadının, Türk polisine, ’Burası Kürdistan, ne istiyorsunuz?’ sataşmasına, şerefli polisimizin; ’Ne Kürdistan’ı, burası Türkiye’, şeklinde cevabı özlem duyduğumuz bir iradenin belirtisidir. Evet, bu ülkenin ismi Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde yaşayan beşeri zenginlik Türk milletidir. Ve Anadolu coğrafyası ebedi Türk vatanıdır. Kurgu sinsi ve kurnazdır. HDP halkı tahrik edecek, PKK saldırarak milleti yıldıracak, AKP ne yapalım durum kötü, federasyon ve başkanlık sisteminden kaçış yok mazeretine sığınarak son darbeyi indirecektir. Bu durum, 1.Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli anlaşmaların tezahürü, Paris ve San Remo Konferanslarının güncellenerek Sevr şeytanının uyandırılması demektir. Milliyetçi Hareket Partisi de Türkiye’nin bölünmesine hiçbir şart altında tepkisiz ve sessiz kalmayacak, alayının karşında tek başına kalsa da milleti için lazım gelen fedakrlıklardan asla kaçınmayacaktır. Eninde sonunda ihanetin beli kırılacak, Türk milletinin muhatap kaldığı şer oyunu sevdalıları eliyle mutlaka bozulacaktır" dedi.
"RUSYA’YLA SÜREN KRİZ VE KARŞILIKLI YILDIRICI HAMLELER KRİTİK BİR AŞAMADA"
Türkiye ve Rusya arasında yaşanan uçak krizine ilişkin konuşan Bahçeli, şunları söyledi:
"Farkındaysanız, hiçbir komşu ülkeyle aramız yoktur. Bölgemizde ters düşmediğimiz, köprüleri atmadığımız, kutuplaşmadığımız hiçbir devlet kalmamıştır. Etrafımız ateş çemberindeyken AKP hükümeti yanlışlarına sürekli yenilerini ilave etmekte, devamlı mayına basmaktadır. 24 Kasım’dan bu tarafa Rusya’yla süren kriz ve karşılıklı yıldırıcı hamleler kritik bir aşamadadır. Putin yönetimi tehditlerin hacmini gün geçtikçe genişletmektedir. Akdeniz ve Karadeniz savaş gemilerinden geçilmemektedir. Türkiye Rusya gerilimi her alanda tesirini göstermektedir. Putin yönetiminin uzlaşmaz ve küstah politikaları bölgesel işbirliği dinamiklerini sakatlamıştır. Ülkemizin Rusya’dan kaynaklanan ekonomik kaybı ise ciddi seviyelere ulaşma riski taşımakta olup, yapılan hesaplamalar bunun 9 milyar dolara çıkacağı yönündedir. Biz bu konuda gerekli inceleme ve araştırmayı yapmak üzere Genel Başkan Yardımcımız ve İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu’nu, Genel Başkan Yardımcımız ve Denizli Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan’ın görevlendirmiş bulunmaktayız"
"RUSYA TÜRKİYE’YE KARŞI GÜÇ VE İTTİFAK ARAYIŞINDADIR"
MHP Lideri Bahçeli, konuşmasında şunları kaydetti:
"Rusya Türkiye’ye karşı güç ve ittifak arayışındadır. PYD’ye silah vermesi, PKK’yı desteklemesi, Irak, Suriye ve İranla ortak hareket etmesi düşmanca tutumdur. Rusya uçak düşürülmesini fırsata dönüştürmenin, aşırılıkları tırmandırmanın hevesindedir. Doğal olarak tansiyon oldukça yüksektir. ABD ve diğer batı ülkeleri de düşen uçaktan sonra Ortadoğu’ya ve sınırlarımıza vakit kaybetmeden üşüşmüşlerdir. Gemisini, füzesini, uçağını, bombasını alan bölgemize koşmuştur. Soğuk Savaş yıllarında hüküm süren ideolojik, politik, ekonomik ve stratejik mücadelelerin aynısı tekrar yeşermiştir. Bununla beraber 19.yüzyılın sonuna kadar hakim olan Avrupa güç dengesi sistemi yeniden vasat bulmuş, bu yüzden ülkeler arası ilişkiler sertleşmiştir. Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, Putin nükleer savaşı bile telaffuz etmiştir. Dış politikayı tekeline alan, hükümete ambargo koyan, Davutoğlu’nun manevra ve etki alanını daraltan Erdoğan’ın Rusya konusunda kafa karıştıran ve gelgit yaşayan söylemleri bir başka düşündürücü husustur. Erdoğan’ın ’Gerilimden yana değiliz’ geri adımının henüz bir karşılığı olmamıştır. ’Putin beni iyi tanıyor, duygusal davranıyor, kusur uyarılara kulak asmayan pilotlardadır, stratejik ilişkileri toparlamayız’ açıklamaları da eften püften sızlanmalardır"
"1914 ŞARTLARINI ARATMAYACAK BİR ATMOSFER GİTTİKÇE YAYILMAKTADIR"
Bahçeli, "Erdoğan hala gerilime fırsat vermeyelim havasındadır. Oysaki farklı sebepleri olan uluslararası gerginlikten ve aşırı bloklaşmadan dolayı hiçbir ülkenin geri adım atmayarak dünya savaşına çanak tuttuğu 1914 şartlarını aratmayacak bir atmosfer gittikçe yayılmaktadır. Bu sancılı seyrin nerede durup, nerede soluklanacağı ise belirsizdir. IŞİD’in Ortadoğu’dan sökülüp atılması için icra edilen askeri faaliyetlerin henüz bir sonuç vermediği de ortadadır. Rusya destekli Esad yönetimi de Lazkiye kırsalındaki Kızıldağ’ın güneyinde yer alan ve stratejik değeri olan Kırıkaltı Tepesi ve başta Gökdağ olmak üzere birçok Türkmen köyünü acımasızca bombalamıştır. Zalimler Türkmenlere vicdansızca saldırmaktadır. Unutulmasın ki, Türk milleti Türkmen kardeşlerinin yanındadır, onları hiç kimseye muhtaç etmeme konusunda da samimidir. Bütün dikkatler, Türkmen Dağı’na ve Cerablus-Azez arasındaki bölgeye çevrilmişken bir anda Musul eksenli tartışmalar tekrar gündeme oturmuştur" dedi.
"IRAK MERKEZİ YÖNETİMİ TÜRKİYE’NİN ASKER SEVKİYATINI KONTROLSÜZ TEPKİYLE KARŞILAMIŞTIR"
Irak’ta yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan Bahçeli, "Irak Merkezi Yönetimi Musul’un Beşika Bölgesine Türkiye’nin asker sevkiyatını kontrolsüz tepkiyle karşılamıştır. Başbakan Davutoğlu, Musul’daki eğitim ve istihbarat birliklerimizin takviyesini anlatırken ’Kimsenin toprağında gözümüz yok’ dese de, Irak’taki farklı çevreler Türk askerini işgalci diye itham etmişlerdir. Irak’ın Basra bölgesinde bir caddeye asılan pankartla Türk şirketleri tehdit edilmiş, Nuri El Maliki tarafından provoke edilen kalabalıklar Türk Bayrağını Bağdat’ta hayasızca, çirkince yakmışlardır. Bu alçaklığı kınıyor, komşuluk hukukuyla asla bağdaşmadığını bu vesileyle hatırlatmak istiyorum. Türk bayrağına edepsizce saldıranlar, ABD Irak’ı işgal ettiğinde acaba neredeydiler? Irak’lı kadınlara tecavüz edilirken, yüzbinlerce masum katledilirken, bugün Türkiye’ye meydan okuyan, olmadık hakareti savuran çakma yiğitler, fason kahramanlar hangi delikteydi?" ifadelerini kullandı.
"AKP’NİN IRAK POLİTİKASI BAŞTAN AYAĞA YANLIŞTIR"
AK Parti’nin Irak politikasını eleştiren Bahçeli, "IŞİD, 10 Haziran 2014’te Irak ordusunu bozguna uğratıp Musul’u ele geçirirken, Konsolosluğumuz basılırken, Musul Merkez Bankası’ndaki 420 milyon dolara el koyarken bugünkü sözde cengaverler ne yapıyorlardı, nereye kaçmışlardı? Şurası bir gerçektir ki, Irak’ın toprak bütünlüğü, egemenlik hakları, ülkesel çıkarları bizim için hayati önemdedir ve saygıya layıktır. Ancak aynı saygının Türkiye’ye de gösterilme mecburiyeti vardır. Doğrudur, AKP’nin Irak politikası baştan ayağa yanlıştır. Fakat Türk askerini davet eden, Musul’un Beşika bölgesinde yer gösteren yine bu ülkedir. Dünden bugüne ne değişmiştir? Bu maksatla Türkiye’nin, Türkmeneli’ndeki soydaşlarına ve Irak’taki diğer unsurlara eğitim ve yardım amacıyla gitmesi son derece normaldir. Bunun da büyütülecek bir yanı yoktur. Irak Başbakanı İbadi, Türk askerinin çekilmesi için BM Güvenlik Konseyi’ne resmi başvuruda bulunmuştur. MİT ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarları apar topar Bağdat’a gitseler de soğuyan ilişkiler düzelmemiştir" diye konuştu.
"BAŞİKA’DAKİ ASKERİ UNSURLARIMIZIN KUZEYE KAYDIRILMASI GÜNDEMDEDİR"
Türk askerinin Musul’daki varlığına ilişkin konuşan Bahçeli, "Beşika Kampı’nın bir harekat üssü olmayıp, Irak hükümetinin bilgi ve onayı içinde kurulan bir eğitim kampı olduğu vurgulanmaktadır. Takviye birliklerin özel kuvvetlerden değil, kampın güvenliğini artırmak üzere komando birliklerinden seçilmiş olduğu da dile getirilmiştir. Bağdat yönetiminin birlik takviyesi operasyonunu ilk kez duyuyormuş gibi tepki vermesi anlaşılır değildir. Davutoğlu geçen hafta, Irak Başbakanı Haydar el İbadi’ye bir mektup göndererek Irak hükümetinin hassasiyeti giderilinceye kadar Beşika’ya kuvvet intikali gerçekleştirilemeyeceğini söylese de, gelişmeler bunun hilafına seyretmiştir. Şimdi de Başika’daki askeri unsurlarımızın kuzeye kaydırılması gündemdedir. Erdoğan’ın ’Musul’dan askerimizi çekmemiz söz konusu olamaz’ duruşunun ne kadar gerçekçi olduğu da yakında daha iyi anlaşılacaktır" açıklamasında bulundu.
"TÜRKMENLER HEM IŞİD’İN HEM PEŞMERGENİN TEHDİDİ ALTINDADIR"
Bahçeli, "Türkiye’nin Irak’ta 1.Körfez Savaşı’ndan bu yana bir askeri gözlem gücü bulunmaktadır. Bu gücümüz, Uludere ve Çukurca arasında sınır oluşturan dağların Irak tarafındaki eteklerinde kalan bölgede konuşlanmıştır. Bizim beklentimiz ve talebimiz peşmergenin eğitilmesi değil, Türkmenlerin hak ve hukukuna ne pahasına olursa olsun arka çıkılmasıdır. Zira Türkmenler hem IŞİD’in, hem peşmergenin tehdidi altındadır. Erdoğan’ın Türkmenistan seyahatine çıkmadan evvel, ’Terör örgütleri Türkiye için her an bir tehdit unsurudur. Irak Merkezi Yönetimi oradan ülkemize yapılacak herhangi bir terör saldırısına gerekli tedbiri alamıyorsa biz alırız’ dediğine göre, Kandil Dağı’nın dümdüz edilmesi de bir an evvel temin edilmelidir. Kandil Dağı Irak’ın sınırları içerisindedir. Terörizmin asıl kaynaklarından birisi de burasıdır" ifadelerini kullandı.
"BARZANİ KÜRDİSTAN BAYRAĞI ALTINDA BAŞBAKANLA BULUŞMUŞTUR"
Bahçeli, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Erdoğan tedbir alacaksa ve Davutoğlu’nun yüreği yetiyorsa, hodri meydan, Kandil’den işe başlasınlar da görelim, Bağdat’ta yakılan Türk Bayrağı’nı Kandil’de dalgalandırsınlar da kendilerini hararetle alkışlayalım. Irakla kopma noktasına gelen ilişkilerin gölgesinde Barzani’nin Ankara’da en üst düzeyde ağırlanması, Erdoğan ve Davutoğlu tarafından kucaklanması bize göre kara mizahtır. Peşmerge başı devletin mahrem sayılan kuruluşlarına evine girer gibi, elini kolunu sallayarak girmiştir. MİT Müsteşarlığı ve Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı bir numaralı PKK himayecisi Barzani’yi konuk etmiştir. Hükümet de buna izin vermiş, kanal açmıştır. Barzani öyle taltif edilmiştir ki, sarayda karşılanmış, Kürdistan bayrağı altında Başbakanla buluşmuştur. Erdoğan, 2007’de Barzani muhatabımız olamaz, teröre örgütüne yataklık yapıyor derken sanıyorum bugünleri hiç hesaba katmamıştır. Şimdilerde en has dostu ve müttefiki olan da yine Barzani olmuştur. Bu ne kepazeliktir? Erdoğan Türkmenistan’dan dönerken, Barzani’nin PKK konusunda bazı rahatsızlıkları olduğunu söylemiştir. Erdoğan, peşmergenin rahatsızlığına çare olmuş mudur? Ona petrol ve bazı özel ticari ilişkiler karşılığında açık çek vermiş midir? Kaçak saraydan ise, Erdoğan’ın Barzani’yle IŞİD ve PKK başta olmak üzere, tüm terör örgütleriyle mücadele konularını ele aldıkları bilgisi sızdırılmıştır"
"HA ÖCALAN, HA BARZANİ, SORARIM SİZLERE, ARALARINDA NE FARK VAR?"
MHP Lideri Bahçeli, konuşmasında şunları kaydetti:
"Demek ki, binlerce Türkmen’in katiliyle terörle mücadele konuşulmuştur. Diyorum ki, Barzani’den gelecek hayır Allah’tan gelsin. Barzani kimdir de, terörle mücadelede işbirliği yapılacaktır? Ha Öcalan, ha Barzani, sorarım sizlere, aralarında ne fark vardır? Şehitlerimizin kanlılarından birisi de bu peşmerge kalıntısı değil midir? Erdoğan ve Davutoğlu kimden medet beklemektedir? Türkiye çöken dış politikasının acı faturasına katlanmaktadır. Ülkemiz böyle gidemeyecek, normalleşme ve güvenlik sağlanmadan, komşu ülkelerle ilişkiler rayına oturmadan terörizmle mücadelede mesafe alınamayacaktır. Sayın Davutoğlu, görüyorum ki bazı şeylerin farkındasın. Dün katıldığın bir televizyon programında sarfettiğin bazı düşünceler buna işaret etmektedir. Ülkemizin en öncelikli gündemini terörle mücadele, Rusya, Irak ve Suriye’den kaynaklanan ek güvenlik riskleri olduğunu samimiyetle kabulleniyorsan, Erdoğan’ın hayalperestliğine, milli iradeyi sabote etmesine izin verme, sorumluluğunun derhal gereğini yapacak ataklığı göster. Türkiye’nin üstesinden gelemeyeceği siyasi ve ekonomik krizlere ramak kalmışken, Türk milletinin verdiği yetkiye layık ol, çift başlılıktan şikayet eden Erdoğan’ın egolarına partini ve ülkemizi kesinlikle teslim etme"
"MİLLET ADINA VE MENFAATİNE YAPILACAK HER REFORM VE GELİŞMENİN YANINDA DURACAĞIZ"
Bahçeli, 64’üncü Hükümetin 2016 Yılı Eylem Planı hakkında değerlendirmede bulunarak "Başbakan Davutoğlu, 10 Aralık günü, ATO Kongre Merkezi’nde 64. Hükümetin 2016 Yılı Eylem Planını milletimize takdim etmiştir. Davutoğlu, seçim döneminde ortaya koydukları vaatleri tartışmaya açmadan, kendileriyle çelişmeden verdikleri sözleri birer birer gerçekleştireceklerini belirtmiştir. Yeni bir sayfa açtıklarını ve ’Vira Bismillah’ diyerek kolları sıvadıklarını dile getirmiştir. Davutoğlu, Eylem Planlarını milletimizin talepleri doğrultusunda hazırladıklarını, vaatlerini 3 ay, 6 ay ve 1 yıllık periyot içinde hayata geçireceklerini peşinen iddia etmiştir. Biz millet adına ve menfaatine yapılacak her reform ve gelişmenin yanında duracağız. AKP’nin, partimizden esinlenerek bire bir alıp hayata geçirme sözü verdiği her vaadin titizlikle takipçisi olacağız. Nitekim partimizde ’Ak Vaatleri Takip Merkezi’ kurduğumuzu, takvime bağlanmış eylem planını an be an izleyeceğimizi buradan duyurmak istiyorum. Asgari ücretin 1300 liraya çıkmasından tutun da, kadınlara, gençlere, emeklilere, çiftçilere, esnaflara, çalışanlara varıncaya kadar atılacak her olumlu adımın bizzat peşinde olacak, AKP’nin yakasını bırakmayacağız" dedi. DHA
3 aylık evli kadının şüpheli ölümü
İstanbul Kadıköy'deki bir hastanede anestezi teknikeri olarak görev yapan, daha önce bir moda yarışmasına da katılan Vildan Kalender Artan (25) Kartal'daki evinde ölü bulundu. 3 aylık evli olduğu öğrenilen genç kadının ölümünü şüpheli bulan polis, soruşturma başlattı.
İddiaya göre, Vildan Kalender Artan'ın eşi Buğrahan Artan dün sabaha karşı saat 05.00'te uyandı. Eşinin yanında olmadığını fark eden Buğrahan Artan, salona geçtiğinde eşinin kendini iple asarak intihar ettiğini gördü. Artan, durumu sağlık ekiplerine bildirdi ancak olay yerine gelen ekipler anestezi teknikeri genç kadının hayatını kaybettiğini tespit etti. Polisin incelemesinin ardından, Artan'ın cesedi önce Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi morguna, buradan da kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu'na sevk edildi.
Marmara Üniversitesi Anestezi Bölümü mezunu 25 yaşındaki Vildan Kalender Artan'ın, 20 Eylül'de Buğrahan Artan ile evlendiği belirtildi. Bir televizyon kanalındaki moda yarışmasına katılan ve çevresinde 'hayat dolu' olarak bilinen genç kadının ölümünü şüpheli bulan polis, olayla ilgili soruşturma başlattı.
İddiaya göre, Vildan Kalender Artan'ın eşi Buğrahan Artan dün sabaha karşı saat 05.00'te uyandı. Eşinin yanında olmadığını fark eden Buğrahan Artan, salona geçtiğinde eşinin kendini iple asarak intihar ettiğini gördü. Artan, durumu sağlık ekiplerine bildirdi ancak olay yerine gelen ekipler anestezi teknikeri genç kadının hayatını kaybettiğini tespit etti. Polisin incelemesinin ardından, Artan'ın cesedi önce Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi morguna, buradan da kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu'na sevk edildi.
Marmara Üniversitesi Anestezi Bölümü mezunu 25 yaşındaki Vildan Kalender Artan'ın, 20 Eylül'de Buğrahan Artan ile evlendiği belirtildi. Bir televizyon kanalındaki moda yarışmasına katılan ve çevresinde 'hayat dolu' olarak bilinen genç kadının ölümünü şüpheli bulan polis, olayla ilgili soruşturma başlattı.
Kılıçdaroğlu: Efelendiler şimdi geri çekiliyorlar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında konuştu.
Başika kampındaki askerlerin durumuna ilişkin Kılıçdaroğlu, ""Irak merkezi yönetiminden izin alırsınız askerinizi gönderirsiniz. Evrensel hukuku bilmeniz gerekiyor. NATO, BM …var. Bütün bu hukuka uyacaksınız. Bunu yapmıyorlar tankeri, askeri gönderdik. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde saygınlığı, ağırlığı olan bir cumhuriyeti nasıl bu hale getirirsiniz. Bunun hesabı sorulmayacak mı? Arap kardeşlerimizle dostluğumuz var. neden bozuyoruz? Açıkca Türk halkına yalan söylediler. ’Biz oraya davetli olarak gidiyoruz’ dediler. Irak’ın Başbakanı, Dışişleri Bakanı biz davet etmedik diyor. Merak ediyorum sizi kim davet etti? Efelendiler kahramanlık edebiyatı yaptılar şimdi geri çekiliyorlar. Bunlar birike birike Türkiye’nin itibar kaybına yol açıyor. Türkiye’nin uluslararası saygınlığına kim gölge düşürüyor?" dedi.
"GELİRİM MAAŞIMI DA ALIRIM DURUMUM DA İYİ MİLLETVEKİLİ OYUNUNU OYNARIM"
Sorunların çözüm merkezi olarak TBMM’yi adres gösteren Kılıdaroğlu, "Ne olursa olsun herhangi bir çocuğumuzun burnu kanamasın istiyoruz. Bizim gösterdiğimiz duyarlılığı siz de gösterin. Parlamentoyu daha güzel çalıştıralım. Eğer bunları yapamayacaksak bu parlamentoda ne işimiz var. Nasıl olsa gelirim maaşımı da alırım durumum da iyi milletvekili oyununu oynarım. Bu parlamento, kurucu gazi parlamento. O zaman gereğini yapalım" dedi.
"O BİZİM ONURUMUZ, GURURUMUZ SEVGİLİ AZİZ SANCAR SENİ ÇOK SEVİYORUZ BİZE MUTLULUK YAŞATTIĞIN İÇİN"
Aziz Sancar’ı tebrik eden Kılıçdaroğlu, "Bizi sevince boğan başka bir olay var. Aziz Sancar, Nobel Kimya ödülünü aldı. Hepimizi gururlandıran bir olay. İlk duyduğumda olağanüstü sevindim. Üstelik kimya gibi bir dalda alıyorsunuz çığır açacak bir ödül. Yeni ödüllerle umarım başarısını perçinleştirir. O bir cumhuriyet çocuğu. Zor koşullarda okudu. Dünyanın en prestijli ödüllerinden birini aldı. O bizim onurumuz, gururumuz sevgili Aziz Sancar seni çok seviyoruz bize mutluluk yaşattığın için. Aziz Sancar’ın bir başka özelliği Mustafa Kemal’e olan hayranlığı. Bir kez daha Mustafa Kemal’i haklı çıkardılar. ’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir’ diyor. Sevgili Aziz Sancar bu ödül ’Atamız sayesinde alınmıştır’ diyor. Cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk’e saygının gereği olarak söylüyor" diye konuştu.
"TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI SAYGINLIĞINA KİM GÖLGE DÜŞÜRÜYOR?"
Basın özgürlüğüne vurgu yapan Kılıçdaroğlu, "Basının özgür olamadığı bir ülkede toplum da özgür değildir. Gazeteci yazdığı haberden dolayı hapise atılıyorsa, neden bu haberi yaptın diye baskı kuruluyor işinden atılıyorsa hep beraber düşünmemiz lazım. bu işin sağı solu, ilerisi gerisi yok. Şucusu bucusu yok. Medyanın her koşulda özgür olması gerekir. bunun olmadı yerde demokrasi yara almış demektir. Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Türkiye’nin uluslararası saygınlığına kim gölge düşürüyor?" diye sorudu.
"BUNUN HESABINI VERECEKLER DİYOR BİR DİKTATÖR BOZUNTUSU BUNUN HESABINI SEN VERECEKSİN SEN"
Kılıçdaroğlu, "Bunun hesabını verecekler’ diyor bir diktatör bozuntusu. Bunun hesabını sen vereceksin sen. Hiç kimsenin Türkiye’nin onuru ile oynamaya hakkı yoktur. 32 gazetecimiz hapiste. Bir ülkenin başbakanı veya cumhurbaşkanı herhangi bir ülkeye gittiğinde en zor soru sinin ülkenizde gazeteciler niye hapiste bu sorularla muhatap olunması Türkiye açısından en büyük ayıptır bunun farkında bile değiller. Biz yargılanmasınlar demiyoruz. Efendim kaçacaklar olur mu telefon açıyorsunuz geliyorlar. Niye kaçsınlar haberleri karartacaklar zaten yazmış ne yazacaksa" dedi.
"BİRİLERİ YARGIÇ CÜPPESİ GİYEREK BİRİLERİNİN TALİMATINI YERİNE GETİRİYOR"
Kılıçdaroğlu, "Birileri yargıç cüppesi giyerek birilerinin talimatını yerine getiriyorsa o ülke yargı bağımsızlığı konusunda sorun var demektir. Bir yargıç mahkum ederken bir başka yargıç mektup yazıp haksızlığa dikkat çekiyorsa o ülkede en azından umut da vardır. Türkiye bu nokta. Ayıp olan bir başka şey daha var" dedi.
"GAZETECİLERDEN BİRİ TUTUKLU GAZETECİLERİ SORMUYOR KORKUYORSANIZ O UÇAĞA NİYE BİNİYORSUNUZ?"
Kılıçdaroğlu, "Sayın cumhurbaşkanı gazetecilerle geliyor. Uçakta çok sayıda gazeteci var. Ağırlıklı olan havuz medyası her şey soruluyor. Birinin aklına şu tutuklu gazetecileri sorayım gelmiyor. Niçin gelmiyor? Korkuyorsanız o uçağa niye biniyorsunuz? Dünyanın sorduğu soruyu sormaktan korkuyorlar. Osmanlı görkemli bir geçmişimizdir. Ama Osmanlı da medya özgürlüğüne önem vermiştir. Ali Paşa; ’basın hürriyeti ancak hatalarını düzeltmek istemeyen hükümetler için bir tehlikedir’ diyor. Bari Ali Paşa’ya saygı duy. 100 yıl önceden bunu söylemiş. Gazeteci kamu adına görev yapar. O nedenle bütün dünyada korunurlar. Anayasal güvence altına alınmışlardır. Ama siz darbe dönemlerini aratmayacak bir yargılama süreci içerisinde gazetecileri hapise atıyorsunuz" ifadelerini kullandı.
"EFELENDİLER, KAHRAMANLIK EDEBİYATI YAPTILAR ŞİMDİ GERİ ÇEKİLİYORLAR"
Başika kampındaki askerlerin durumuna ilişkin Kılıçdaroğlu, "Suriye sorunumuz azmış gibi bir de üstüne Irak’ı ekledik. Irak merkezi yönetiminden izin alırsınız askerinizi gönderirsiniz. Ne için Türkiye’nin güvenliği için peşmergeleri eğitmek, IŞİD ile mücadele için olabilir. Kimsenin itiraz ettiği yok. Evrensel hukuku bilmeniz gerekiyor. NOTO, BM …var. Bütün bu hukuka uyacaksınız. Bunu yapmıyorlar tankeri, askeri gönderdik. Arkasından bir de kahramanlık edebiyatı yaptık. Efendim kimse geri gönderemez. Onlardan mı izin alacağız. Benzeri daha önce yaşamıştık. Eski Enerji ve Tabi Kaynaklar bakanımız Taner Yıldız vardı. 4 Aralık 2012’de o da biniyor GAP uçağına Erbil’e gideceğiz diyor pilota. Konferansa gideceğiz diyorlar. Uçak bir süre sonra Kayseri’ye iniyor. Niye Kayseri? O merkezi hükümet izin vermiyor. Kardeşim niye daha önce izin almıyorsunuz Türkiye’yi rezil ediyorsun. Şimdi aynı şey gönderdik. Efelendiler, kahramanlık edebiyatı yaptılar. Şimdi geri çekiliyorlar. Hani sen geri çekilmeyecektin Türkiye’nin saygınlığını ayaklar altına almak için sana bu yetkiyi kim verdi? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde saygınlığı, ağırlığı olan bir cumhuriyeti nasıl bu hale getirirsiniz" diye konuştu.
"BUNLAR BİRİKE BİRİKE TÜRKİYE’NİN İTİBAR KAYBINA YOL AÇIYOR"
Kılıçdaroğlu, "Bunun hesabı sorulmayacak mı? Arap kardeşlerimizle dostluğumuz var. neden bozuyoruz? Açıkca Türk halkına yalan söylediler. ’Biz oraya davetli olarak gidiyoruz’ dediler. Irak’ın Başbakanı, Dışişleri Bakanı biz davet etmedik diyor. Merak ediyorum sizi kim davet etti? Diyecekler ki yine bizi kandırdılar. E sen çocuk musun? Türkiye’nin onuru ile oynamaya bu yetkiyi hakkı size kim verdi? Devlet yönetmek bu kadar ucuz kolay mı? sanki Trabzon’a, Rize’ye…gönderiyoruz. Orası başka bir ülke. Irak’8ın toprak bütünlüğüne saygılıyız diyorsun. Peki bu geri çekilme nedir o zaman? Niye gittin niye geri çekildin? Heyetin önceden gitmesi gerekirken sonradan gitti. Mutabakat sağlandıysa niye geri çekiliyorsun. Kim seni kandırdı niye geri çekiliyorsun. Bunlar birike birike Türkiye’nin itibar kaybına yol açıyor" açıklamasında bulundu.
Hakime TORUN / ANKARA (DHA)
Başika kampındaki askerlerin durumuna ilişkin Kılıçdaroğlu, ""Irak merkezi yönetiminden izin alırsınız askerinizi gönderirsiniz. Evrensel hukuku bilmeniz gerekiyor. NATO, BM …var. Bütün bu hukuka uyacaksınız. Bunu yapmıyorlar tankeri, askeri gönderdik. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde saygınlığı, ağırlığı olan bir cumhuriyeti nasıl bu hale getirirsiniz. Bunun hesabı sorulmayacak mı? Arap kardeşlerimizle dostluğumuz var. neden bozuyoruz? Açıkca Türk halkına yalan söylediler. ’Biz oraya davetli olarak gidiyoruz’ dediler. Irak’ın Başbakanı, Dışişleri Bakanı biz davet etmedik diyor. Merak ediyorum sizi kim davet etti? Efelendiler kahramanlık edebiyatı yaptılar şimdi geri çekiliyorlar. Bunlar birike birike Türkiye’nin itibar kaybına yol açıyor. Türkiye’nin uluslararası saygınlığına kim gölge düşürüyor?" dedi.
"GELİRİM MAAŞIMI DA ALIRIM DURUMUM DA İYİ MİLLETVEKİLİ OYUNUNU OYNARIM"
Sorunların çözüm merkezi olarak TBMM’yi adres gösteren Kılıdaroğlu, "Ne olursa olsun herhangi bir çocuğumuzun burnu kanamasın istiyoruz. Bizim gösterdiğimiz duyarlılığı siz de gösterin. Parlamentoyu daha güzel çalıştıralım. Eğer bunları yapamayacaksak bu parlamentoda ne işimiz var. Nasıl olsa gelirim maaşımı da alırım durumum da iyi milletvekili oyununu oynarım. Bu parlamento, kurucu gazi parlamento. O zaman gereğini yapalım" dedi.
"O BİZİM ONURUMUZ, GURURUMUZ SEVGİLİ AZİZ SANCAR SENİ ÇOK SEVİYORUZ BİZE MUTLULUK YAŞATTIĞIN İÇİN"
Aziz Sancar’ı tebrik eden Kılıçdaroğlu, "Bizi sevince boğan başka bir olay var. Aziz Sancar, Nobel Kimya ödülünü aldı. Hepimizi gururlandıran bir olay. İlk duyduğumda olağanüstü sevindim. Üstelik kimya gibi bir dalda alıyorsunuz çığır açacak bir ödül. Yeni ödüllerle umarım başarısını perçinleştirir. O bir cumhuriyet çocuğu. Zor koşullarda okudu. Dünyanın en prestijli ödüllerinden birini aldı. O bizim onurumuz, gururumuz sevgili Aziz Sancar seni çok seviyoruz bize mutluluk yaşattığın için. Aziz Sancar’ın bir başka özelliği Mustafa Kemal’e olan hayranlığı. Bir kez daha Mustafa Kemal’i haklı çıkardılar. ’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir’ diyor. Sevgili Aziz Sancar bu ödül ’Atamız sayesinde alınmıştır’ diyor. Cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk’e saygının gereği olarak söylüyor" diye konuştu.
"TÜRKİYE’NİN ULUSLARARASI SAYGINLIĞINA KİM GÖLGE DÜŞÜRÜYOR?"
Basın özgürlüğüne vurgu yapan Kılıçdaroğlu, "Basının özgür olamadığı bir ülkede toplum da özgür değildir. Gazeteci yazdığı haberden dolayı hapise atılıyorsa, neden bu haberi yaptın diye baskı kuruluyor işinden atılıyorsa hep beraber düşünmemiz lazım. bu işin sağı solu, ilerisi gerisi yok. Şucusu bucusu yok. Medyanın her koşulda özgür olması gerekir. bunun olmadı yerde demokrasi yara almış demektir. Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Türkiye’nin uluslararası saygınlığına kim gölge düşürüyor?" diye sorudu.
"BUNUN HESABINI VERECEKLER DİYOR BİR DİKTATÖR BOZUNTUSU BUNUN HESABINI SEN VERECEKSİN SEN"
Kılıçdaroğlu, "Bunun hesabını verecekler’ diyor bir diktatör bozuntusu. Bunun hesabını sen vereceksin sen. Hiç kimsenin Türkiye’nin onuru ile oynamaya hakkı yoktur. 32 gazetecimiz hapiste. Bir ülkenin başbakanı veya cumhurbaşkanı herhangi bir ülkeye gittiğinde en zor soru sinin ülkenizde gazeteciler niye hapiste bu sorularla muhatap olunması Türkiye açısından en büyük ayıptır bunun farkında bile değiller. Biz yargılanmasınlar demiyoruz. Efendim kaçacaklar olur mu telefon açıyorsunuz geliyorlar. Niye kaçsınlar haberleri karartacaklar zaten yazmış ne yazacaksa" dedi.
"BİRİLERİ YARGIÇ CÜPPESİ GİYEREK BİRİLERİNİN TALİMATINI YERİNE GETİRİYOR"
Kılıçdaroğlu, "Birileri yargıç cüppesi giyerek birilerinin talimatını yerine getiriyorsa o ülke yargı bağımsızlığı konusunda sorun var demektir. Bir yargıç mahkum ederken bir başka yargıç mektup yazıp haksızlığa dikkat çekiyorsa o ülkede en azından umut da vardır. Türkiye bu nokta. Ayıp olan bir başka şey daha var" dedi.
"GAZETECİLERDEN BİRİ TUTUKLU GAZETECİLERİ SORMUYOR KORKUYORSANIZ O UÇAĞA NİYE BİNİYORSUNUZ?"
Kılıçdaroğlu, "Sayın cumhurbaşkanı gazetecilerle geliyor. Uçakta çok sayıda gazeteci var. Ağırlıklı olan havuz medyası her şey soruluyor. Birinin aklına şu tutuklu gazetecileri sorayım gelmiyor. Niçin gelmiyor? Korkuyorsanız o uçağa niye biniyorsunuz? Dünyanın sorduğu soruyu sormaktan korkuyorlar. Osmanlı görkemli bir geçmişimizdir. Ama Osmanlı da medya özgürlüğüne önem vermiştir. Ali Paşa; ’basın hürriyeti ancak hatalarını düzeltmek istemeyen hükümetler için bir tehlikedir’ diyor. Bari Ali Paşa’ya saygı duy. 100 yıl önceden bunu söylemiş. Gazeteci kamu adına görev yapar. O nedenle bütün dünyada korunurlar. Anayasal güvence altına alınmışlardır. Ama siz darbe dönemlerini aratmayacak bir yargılama süreci içerisinde gazetecileri hapise atıyorsunuz" ifadelerini kullandı.
"EFELENDİLER, KAHRAMANLIK EDEBİYATI YAPTILAR ŞİMDİ GERİ ÇEKİLİYORLAR"
Başika kampındaki askerlerin durumuna ilişkin Kılıçdaroğlu, "Suriye sorunumuz azmış gibi bir de üstüne Irak’ı ekledik. Irak merkezi yönetiminden izin alırsınız askerinizi gönderirsiniz. Ne için Türkiye’nin güvenliği için peşmergeleri eğitmek, IŞİD ile mücadele için olabilir. Kimsenin itiraz ettiği yok. Evrensel hukuku bilmeniz gerekiyor. NOTO, BM …var. Bütün bu hukuka uyacaksınız. Bunu yapmıyorlar tankeri, askeri gönderdik. Arkasından bir de kahramanlık edebiyatı yaptık. Efendim kimse geri gönderemez. Onlardan mı izin alacağız. Benzeri daha önce yaşamıştık. Eski Enerji ve Tabi Kaynaklar bakanımız Taner Yıldız vardı. 4 Aralık 2012’de o da biniyor GAP uçağına Erbil’e gideceğiz diyor pilota. Konferansa gideceğiz diyorlar. Uçak bir süre sonra Kayseri’ye iniyor. Niye Kayseri? O merkezi hükümet izin vermiyor. Kardeşim niye daha önce izin almıyorsunuz Türkiye’yi rezil ediyorsun. Şimdi aynı şey gönderdik. Efelendiler, kahramanlık edebiyatı yaptılar. Şimdi geri çekiliyorlar. Hani sen geri çekilmeyecektin Türkiye’nin saygınlığını ayaklar altına almak için sana bu yetkiyi kim verdi? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde saygınlığı, ağırlığı olan bir cumhuriyeti nasıl bu hale getirirsiniz" diye konuştu.
"BUNLAR BİRİKE BİRİKE TÜRKİYE’NİN İTİBAR KAYBINA YOL AÇIYOR"
Kılıçdaroğlu, "Bunun hesabı sorulmayacak mı? Arap kardeşlerimizle dostluğumuz var. neden bozuyoruz? Açıkca Türk halkına yalan söylediler. ’Biz oraya davetli olarak gidiyoruz’ dediler. Irak’ın Başbakanı, Dışişleri Bakanı biz davet etmedik diyor. Merak ediyorum sizi kim davet etti? Diyecekler ki yine bizi kandırdılar. E sen çocuk musun? Türkiye’nin onuru ile oynamaya bu yetkiyi hakkı size kim verdi? Devlet yönetmek bu kadar ucuz kolay mı? sanki Trabzon’a, Rize’ye…gönderiyoruz. Orası başka bir ülke. Irak’8ın toprak bütünlüğüne saygılıyız diyorsun. Peki bu geri çekilme nedir o zaman? Niye gittin niye geri çekildin? Heyetin önceden gitmesi gerekirken sonradan gitti. Mutabakat sağlandıysa niye geri çekiliyorsun. Kim seni kandırdı niye geri çekiliyorsun. Bunlar birike birike Türkiye’nin itibar kaybına yol açıyor" açıklamasında bulundu.
Hakime TORUN / ANKARA (DHA)
Aylan'ın yürek burkan o fotoğrafını 12 saatte milyonlar gördü
Cansız bedeni Bodrum sahillerine vuran 3 yaşındaki Aylan’ın akıllara kazınan o fotoğrafı, 12 saat içinde 20 milyon farklı bilgisayar ekranında görüntülendi. Bu detay, İngiltere’deki Sheffield Üniversitesi’nden bilim insanlarının gerçekleştirdiği yeni bir sosyal medya deneyiyle ortaya çıkarıldı.
Bilim insanları fotoğrafın Eylül ayında yayınlanmasından sonra bu konuda yapılan 3 milyon sosyal medya paylaşımını inceledi. Araştırmacılar bir avuç gazetecinin fotoğrafı paylaşmasından kısa bir süre sonra bu görüntünün sosyal medyayı etkisi altına aldığını ve fotoğrafla ilgili saatte 53 bin tweet atıldığını belirtti.
GÖÇMEN KRİZİNE BAKIŞI DEĞİŞTİRDİ
Sheffield Üniversitesi Görsel Sosyal Medya Laboratuvarı Direktörü Farida Vis, konuyla ilgili Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, “Biz bu fotoğrafı ve aldığı tepkileri görünce şaşırtıcı bir olayla karşı karşıya olduğumuzu anladık” dedi. Fotoğrafın kısa sürede milyonlarca kişi tarafından görüntülendiğini ve dünyanın göçmen krizine bakışını değiştirdiğini söyleyen Vis, “Biz bu görüntülerin göçmen ve mültecilerle ilgili tartışmaları nasıl etkilediğini anlamak istedik. Yaptığımız analiz, bu hikâyenin sadece tüm dünyadan kitlelerin ilgisini çekmekle kalmadığını, sosyal medya kullanıcılarının göç kavramına olan bakışını da değiştirdiğini gösterdi” dedi.
İNSANLAR 'MÜLTECİ' SÖZCÜĞÜNÜ KULLANMAYA BAŞLADI
Araştırmayı gerçekleştiren ekip, Pulsar şirketinin topladığı sosyal medya verilerinden yararlandı. Pulsar Ürün ve Araştırma Departmanı Başkan Yardımcısı Francesco D’Orazio “2015 yılının büyük bir kısmında göçmen ve mülteci kelimeleri tartışmalarda eşit ağırlıkta kullanıldı. 9 ay boyunca 5.2 milyon tweet’te göçmen, 5.3 milyon tweet’te ise mülteci kelimesine yer verildi. Ancak 2 Eylül’den (DHA Muhabiri Nilüfer Demir’in çektiği fotoğrafın servis edildiği tarih) sonra bu yaklaşım değişti. İnsanlar mülteci kelimesini kullanmaya başladı. 2.9 milyon tweet’te göçmen kelimesi geçerken, 6.5 milyon tweet’te mülteci kelimesi kullanıldı” dedi.
İKİ KAVRAM ARASINDAKİ FARK
Uluslararası hukukta “mülteci” kavramı, vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve "ırkı, dini, uyruğu, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir. Göçmen ise mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye giden kişiler için kullanılıyor.
hürriyet.com.tr
Bilim insanları fotoğrafın Eylül ayında yayınlanmasından sonra bu konuda yapılan 3 milyon sosyal medya paylaşımını inceledi. Araştırmacılar bir avuç gazetecinin fotoğrafı paylaşmasından kısa bir süre sonra bu görüntünün sosyal medyayı etkisi altına aldığını ve fotoğrafla ilgili saatte 53 bin tweet atıldığını belirtti.
GÖÇMEN KRİZİNE BAKIŞI DEĞİŞTİRDİ
Sheffield Üniversitesi Görsel Sosyal Medya Laboratuvarı Direktörü Farida Vis, konuyla ilgili Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, “Biz bu fotoğrafı ve aldığı tepkileri görünce şaşırtıcı bir olayla karşı karşıya olduğumuzu anladık” dedi. Fotoğrafın kısa sürede milyonlarca kişi tarafından görüntülendiğini ve dünyanın göçmen krizine bakışını değiştirdiğini söyleyen Vis, “Biz bu görüntülerin göçmen ve mültecilerle ilgili tartışmaları nasıl etkilediğini anlamak istedik. Yaptığımız analiz, bu hikâyenin sadece tüm dünyadan kitlelerin ilgisini çekmekle kalmadığını, sosyal medya kullanıcılarının göç kavramına olan bakışını da değiştirdiğini gösterdi” dedi.
İNSANLAR 'MÜLTECİ' SÖZCÜĞÜNÜ KULLANMAYA BAŞLADI
Araştırmayı gerçekleştiren ekip, Pulsar şirketinin topladığı sosyal medya verilerinden yararlandı. Pulsar Ürün ve Araştırma Departmanı Başkan Yardımcısı Francesco D’Orazio “2015 yılının büyük bir kısmında göçmen ve mülteci kelimeleri tartışmalarda eşit ağırlıkta kullanıldı. 9 ay boyunca 5.2 milyon tweet’te göçmen, 5.3 milyon tweet’te ise mülteci kelimesine yer verildi. Ancak 2 Eylül’den (DHA Muhabiri Nilüfer Demir’in çektiği fotoğrafın servis edildiği tarih) sonra bu yaklaşım değişti. İnsanlar mülteci kelimesini kullanmaya başladı. 2.9 milyon tweet’te göçmen kelimesi geçerken, 6.5 milyon tweet’te mülteci kelimesi kullanıldı” dedi.
İKİ KAVRAM ARASINDAKİ FARK
Uluslararası hukukta “mülteci” kavramı, vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve "ırkı, dini, uyruğu, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir. Göçmen ise mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye giden kişiler için kullanılıyor.
hürriyet.com.tr
Aziz Sancar Nobel sertifikası ve madalyasını Anıtkabir'e verecek
Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Nobel için kendisine verilen madalya ve sertifika Genelkurmay'da kasaya konuldu. Sancar, madalya ve sertifikayı 19 Mayıs'ta Anıtkabir'e teslim edeceğini söyledi.
NOBEL Kimya ödülü sahibi Aziz Sancar bu sabah Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'la karargahta görüştüğünü söyledi.
Sancar, Nobel için kendisine verilen madalya ve sertifikayı Orgeneral Akar'a teslim ettiğini 19 Mayıs tarihinde de Anıtkabir'e giderek Atatürk’e hediye edeceğini açıkladı.
Akar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesinden sonra soruları yanıtlarken şöyle konuştu :
"Genelkurmay Başkanına teslim ettim ve Genelkurmay Başkanlığı kasasında saklanacak. Ödülü madalyayı teslim ettim hem sertifikayı hem madalyayı teslim ettim. 19 Mayıs'ta Allah kısmet ederse Anıtkabir’e koyacağız. Bu Atatürk’ün ve cumhuriyetin madalyasıdır. 19 Mayıs'ta tekrar geleceğim ve Anıtkabir’e koyacağız. "
Sancar, bir başka soru üzerine de "En çok Ankara simidini ve İzmir incirini özledim" dedi.Hürriyet
NOBEL Kimya ödülü sahibi Aziz Sancar bu sabah Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'la karargahta görüştüğünü söyledi.
Sancar, Nobel için kendisine verilen madalya ve sertifikayı Orgeneral Akar'a teslim ettiğini 19 Mayıs tarihinde de Anıtkabir'e giderek Atatürk’e hediye edeceğini açıkladı.
Akar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesinden sonra soruları yanıtlarken şöyle konuştu :
"Genelkurmay Başkanına teslim ettim ve Genelkurmay Başkanlığı kasasında saklanacak. Ödülü madalyayı teslim ettim hem sertifikayı hem madalyayı teslim ettim. 19 Mayıs'ta Allah kısmet ederse Anıtkabir’e koyacağız. Bu Atatürk’ün ve cumhuriyetin madalyasıdır. 19 Mayıs'ta tekrar geleceğim ve Anıtkabir’e koyacağız. "
Sancar, bir başka soru üzerine de "En çok Ankara simidini ve İzmir incirini özledim" dedi.Hürriyet
Ali Ağaoğlu üniversite kuruyor
Ağaoğlu Şirketler Grubu Başkanı Ali Ağaoğlu, üniversite kuruyor. Bugüne kadar inşaat projeleriyle bilinen Ağaoğlu, hurriyet.com.tr'ye yaptığı açıklamada, üniversite için gerekli izinleri almaları durumunda gelecek öğretim yılına yetiştirmek istediklerini söyledi.
Üniversitenin yeri için Maslak'ı düşündüklerini belirten Ağaoğlu şöyle devam etti:
"Şimdilik ilk aşamada 1500 öğrenci kapasiteli bir okul olacak. Bugüne kadar yüzlerce okul yaptık. Damla bile bir mermer üzerine sürekli damlasa o mermeri deler biliyorsunuz. Biz artık kendi okulumuzu açmak istiyoruz. Evet 1500 kişi ile başlayıp, sayıyı daha da genişletmek istiyoruz" dedi.
Ali Ağaoğlu, üniversite için yer olarak Maslak'ı düşündüklerini belirtti ve " Üniverite için Maslak'taki projemiz Maslak 1453'ü düşünüyoruz. Kampüs için yeterli alanımız da var" diye devam etti.
"AMACIM TİCARİ DEĞİL"
Ağaoğlu, üniversite kurmaktaki kesinlikle ticari bir amaç gütmediğinin altını çizerken, tek düşüncesinin "Tamamen üst düzey bir insan kaynağı yetiştirmek istiyorum" dedi.
Ağaoğlu, ilk aşamada mimarlık ve mühendis fakülteleri hedeflerinde olduğunu, daha sonra üniversitenin eğitim kapasitesinin daha da genişletileceğini ifade etti.
Ağaoğlu, okulun özel üniversite şartlarında eğitim vereceğini ve burslu öğrencilerin de kabul edileceğini sözlerine ekledi.
Üniversitenin adı Ali Ağaoğlu Üniversitesi olacak.
Üniversitenin yeri için Maslak'ı düşündüklerini belirten Ağaoğlu şöyle devam etti:
"Şimdilik ilk aşamada 1500 öğrenci kapasiteli bir okul olacak. Bugüne kadar yüzlerce okul yaptık. Damla bile bir mermer üzerine sürekli damlasa o mermeri deler biliyorsunuz. Biz artık kendi okulumuzu açmak istiyoruz. Evet 1500 kişi ile başlayıp, sayıyı daha da genişletmek istiyoruz" dedi.
Ali Ağaoğlu, üniversite için yer olarak Maslak'ı düşündüklerini belirtti ve " Üniverite için Maslak'taki projemiz Maslak 1453'ü düşünüyoruz. Kampüs için yeterli alanımız da var" diye devam etti.
"AMACIM TİCARİ DEĞİL"
Ağaoğlu, üniversite kurmaktaki kesinlikle ticari bir amaç gütmediğinin altını çizerken, tek düşüncesinin "Tamamen üst düzey bir insan kaynağı yetiştirmek istiyorum" dedi.
Ağaoğlu, ilk aşamada mimarlık ve mühendis fakülteleri hedeflerinde olduğunu, daha sonra üniversitenin eğitim kapasitesinin daha da genişletileceğini ifade etti.
Ağaoğlu, okulun özel üniversite şartlarında eğitim vereceğini ve burslu öğrencilerin de kabul edileceğini sözlerine ekledi.
Üniversitenin adı Ali Ağaoğlu Üniversitesi olacak.
Özgecan Aslan davasının gerekçeli kararı açıklandı
Tarsus 1. Ağır Ceza Mahkemesi, üniversite öğrencisi öğrencisi Özgecan Aslan'ın öldürülmesiyle ilgili 3 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdiği kararın gerekçesini açıkladı.
Mahkeme tarafından hazırlanan 74 sayfalık gerekçeli kararda, savcılığın davaya ilişkin iddianamesine, sanıklar Ahmet Suphi ve babası Necmettin Altındöken ile Fatih Gökçe ve tanıkların ifadeleri ile delillere yer verildi.
Olayın detaylarıyla anlatıldığı kararda, okuldan çıktıktan sonra bir arkadaşıyla Tarsus ilçesindeki alışveriş merkezine giden Özgecan Aslan'ın, evine dönmek üzere yolcu taşımacılığı yapan sanık Ahmet Suphi Altındöken'in minibüsüne bindiği, aracın normal seyrinde E-5 karayoluna çıktığı, daha sonra Mersin istikametine doğru ilerlerken birden sanığın aracı otoban bağlantı yoluna doğru sürdüğü belirtildi.
Sanık Ahmet Suphi Altındöken'in Aslan'ın tepkisine rağmen aracın kapılarını açmadığının anlaşıldığı ifade edilen kararda, "Sanığın aracı yolun kenarına tenha bir yere çekerek durdurduğu, böylelikle mağduru hürriyetinden yoksun kıldığı, akabinde maktule nitelikli cinsel saldırıda bulunduğu" bilgisine yer verildi.
Maktulün sanığa direndiği ve yüzünü tırnakladığı kaydedilen gerekçeli kararda, sanığın Aslan'ı darbettiği, bu darbelerin etkisiyle genç kızın aracın koridorundaki demir aksamlara çarparak baygınlık geçirdiği bildirildi.
Kararda, "Nitelikli cinsel saldırı suçu için maktulün hürriyetini tahdit ettiği de dikkate alındığında sanık Ahmet Suphi'nin cinsel amaçlı, cebir, tehdit ve hile kullanarak hürriyeti tahdit ile insanların toplu yaşama zorunluluğunda bulunduğu halk otobüsü gibi bir yerin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği anlaşılmaktadır" değerlendirmesinde bulunuldu.
Öldürüp, delilleri yok etmeye çalıştılar
Panikleyen Altındöken'in daha sonra arkadaşı Fatih Gökçe'yi aradığı ve ne yapacaklarına karar vermek üzere üniversite yerleşkesi yakınlarındaki ıssız alana gittikleri belirtilen kararda, sanıklardan Gökçe'nin, olaydan haberi olmadığı kanaatine varılarak hakkında ek takipsizlik kararı verilen tanık Osman T'den benzin istediği, şahsın benzini getirmesinin ardından sanıkların, Altındöken'in babası Necmettin Altındöken'in evine gittikleri kaydedildi.
Altındöken'in, babasına, "Arabada kavga ettiğim birisi yatıyor, öldü mü, kaldı mı, bilmiyorum" dediği, yaptıkları kontrolde Aslan'ın halen yaşadığı ve kendisinden gelen hırıltıyı fark ettikleri aktarılan kararda, Ahmet Suphi Altındöken'in eve çıkarak üzerini değiştirip, elini ve yüzünü yıkadığı bilgisine yer verildi.
Kararda, Gökçe'nin minibüse girdiği ve nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği belirtilerek, şunlar kaydedildi:
"Sanık Gökçe cinsel saldırı suçunu işlemediğini belirtmiş ise de sanık Ahmet Suphi Altındöken ile eskiye dayalı sıkı dostlukları bulunması, başının belada olduğunu duyduktan sonra bir telefonla hemen yardımına gitmesi nazara alındığında, sanık Altındöken'in, sanık Gökçe'ye iftira atması için sebep bulunmadığı, ayrıca olayı haber almasından sonra özellikle maktulün öldürülmesi, bileklerinin kesilmesi ve yakılarak suç delillerinin gizlenmesindeki gayreti, hayatın olağan akışına göre maktule karşı suç işlemeyen kişinin sırf arkadaşı için yapabileceği yardım olarak değerlendirilememiştir."
Gerekçeli kararda, sanıkların maktulü öldürme ve delilleri yok etme konusunda hep birlikte plan yaptıkları aktarılarak, sanıklardan Gökçe'nin minibüste maktule cinsel saldırı eylemini gerçekleştirmesi karşısında kendisinin de delil bırakmış olabileceği şüphesiyle sanık Ahmet Suphi Altındöken'e, "Başladığın işi bitir, öldür, sen kimliğini kızın parmakları arasında bıraktın, oradan her türlü seni bulurlar, bileklerini kes" dediği, sanık Necmettin Altındöken'in bu sözü duymasına rağmen karşı davranış göstermediği, sanıkların hepsinin maktulden gelen hırıltıyı duydukları vurgulandı.
Maktulün yakılması konusunda da sanıkların fikir birliğine vardığı bildirilen kararda, şu ifadelere yer verildi:
"Sanık Ahmet Suphi'nin işlemiş olduğu cinsel saldırı ve hürriyeti tahdit suçlarını gizlemek için canavarca hisle ve eziyet çektirerek, baygın olması sebebiyle kendisini savunamayacak durumdaki maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği, sanık Gökçe'nin işlemiş olduğu nitelikli cinsel istismar suçunu gizlemek için canavarca hisle ve eziyet çektirerek, baygın olması sebebiyle kendisini savunamayacak durumda bulunan maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği, sanık Necmettin'in ise yine diğer sanıklarla konuşmalarında müsnet cinsel saldırı suçunu gizlemeye dönük öldürme fiillerinde bizzat yanlarında bulunarak, maktulün sanık Ahmet Suphi tarafından bıçakla boğazının ve bileklerinin kesildiği sırada can çekişme seslerini duymasına rağmen engel olmayarak, maktulün kesilen bileklerini saklayarak, öldürülme fiilinin başından sonuna kadar diğer sanıklarla fikir birliğiyle hareket edip fiile ortak hakimiyet kurarak, diğer sanıklarla, onların cinsel saldırı suçlarını gizlemek için canavarca hisle, baygınlığı sebebiyle kendisini savunamayacak durumdaki maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği anlaşıldığından aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
Gerekçeli kararda, sanıklara verilen cezalara ilişkin detaylar da yer aldı.
Verilen cezalar
Tarsus 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Aralık'taki duruşmada, sanıklardan Ahmet Suphi Altındöken'in "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme, nitelikli cinsel saldırıya teşebbüs ve cinsel saikle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve çeşitli suçlardan 27 yıl hapisle cezalandırılmasına karar vermişti.
Mahkeme heyeti, Fatih Gökçe'nin "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, nitelikli cinsel saldırı, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve çeşitli suçlardan 24 yıl hapisle cezalandırılmasını kararlaştırmıştı.
Mahkeme, baba Necmettin Altındöken'i ise "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmıştı. hürriyet.com.tr
Mahkeme tarafından hazırlanan 74 sayfalık gerekçeli kararda, savcılığın davaya ilişkin iddianamesine, sanıklar Ahmet Suphi ve babası Necmettin Altındöken ile Fatih Gökçe ve tanıkların ifadeleri ile delillere yer verildi.
Olayın detaylarıyla anlatıldığı kararda, okuldan çıktıktan sonra bir arkadaşıyla Tarsus ilçesindeki alışveriş merkezine giden Özgecan Aslan'ın, evine dönmek üzere yolcu taşımacılığı yapan sanık Ahmet Suphi Altındöken'in minibüsüne bindiği, aracın normal seyrinde E-5 karayoluna çıktığı, daha sonra Mersin istikametine doğru ilerlerken birden sanığın aracı otoban bağlantı yoluna doğru sürdüğü belirtildi.
Sanık Ahmet Suphi Altındöken'in Aslan'ın tepkisine rağmen aracın kapılarını açmadığının anlaşıldığı ifade edilen kararda, "Sanığın aracı yolun kenarına tenha bir yere çekerek durdurduğu, böylelikle mağduru hürriyetinden yoksun kıldığı, akabinde maktule nitelikli cinsel saldırıda bulunduğu" bilgisine yer verildi.
Maktulün sanığa direndiği ve yüzünü tırnakladığı kaydedilen gerekçeli kararda, sanığın Aslan'ı darbettiği, bu darbelerin etkisiyle genç kızın aracın koridorundaki demir aksamlara çarparak baygınlık geçirdiği bildirildi.
Kararda, "Nitelikli cinsel saldırı suçu için maktulün hürriyetini tahdit ettiği de dikkate alındığında sanık Ahmet Suphi'nin cinsel amaçlı, cebir, tehdit ve hile kullanarak hürriyeti tahdit ile insanların toplu yaşama zorunluluğunda bulunduğu halk otobüsü gibi bir yerin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği anlaşılmaktadır" değerlendirmesinde bulunuldu.
Öldürüp, delilleri yok etmeye çalıştılar
Panikleyen Altındöken'in daha sonra arkadaşı Fatih Gökçe'yi aradığı ve ne yapacaklarına karar vermek üzere üniversite yerleşkesi yakınlarındaki ıssız alana gittikleri belirtilen kararda, sanıklardan Gökçe'nin, olaydan haberi olmadığı kanaatine varılarak hakkında ek takipsizlik kararı verilen tanık Osman T'den benzin istediği, şahsın benzini getirmesinin ardından sanıkların, Altındöken'in babası Necmettin Altındöken'in evine gittikleri kaydedildi.
Altındöken'in, babasına, "Arabada kavga ettiğim birisi yatıyor, öldü mü, kaldı mı, bilmiyorum" dediği, yaptıkları kontrolde Aslan'ın halen yaşadığı ve kendisinden gelen hırıltıyı fark ettikleri aktarılan kararda, Ahmet Suphi Altındöken'in eve çıkarak üzerini değiştirip, elini ve yüzünü yıkadığı bilgisine yer verildi.
Kararda, Gökçe'nin minibüse girdiği ve nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği belirtilerek, şunlar kaydedildi:
"Sanık Gökçe cinsel saldırı suçunu işlemediğini belirtmiş ise de sanık Ahmet Suphi Altındöken ile eskiye dayalı sıkı dostlukları bulunması, başının belada olduğunu duyduktan sonra bir telefonla hemen yardımına gitmesi nazara alındığında, sanık Altındöken'in, sanık Gökçe'ye iftira atması için sebep bulunmadığı, ayrıca olayı haber almasından sonra özellikle maktulün öldürülmesi, bileklerinin kesilmesi ve yakılarak suç delillerinin gizlenmesindeki gayreti, hayatın olağan akışına göre maktule karşı suç işlemeyen kişinin sırf arkadaşı için yapabileceği yardım olarak değerlendirilememiştir."
Gerekçeli kararda, sanıkların maktulü öldürme ve delilleri yok etme konusunda hep birlikte plan yaptıkları aktarılarak, sanıklardan Gökçe'nin minibüste maktule cinsel saldırı eylemini gerçekleştirmesi karşısında kendisinin de delil bırakmış olabileceği şüphesiyle sanık Ahmet Suphi Altındöken'e, "Başladığın işi bitir, öldür, sen kimliğini kızın parmakları arasında bıraktın, oradan her türlü seni bulurlar, bileklerini kes" dediği, sanık Necmettin Altındöken'in bu sözü duymasına rağmen karşı davranış göstermediği, sanıkların hepsinin maktulden gelen hırıltıyı duydukları vurgulandı.
Maktulün yakılması konusunda da sanıkların fikir birliğine vardığı bildirilen kararda, şu ifadelere yer verildi:
"Sanık Ahmet Suphi'nin işlemiş olduğu cinsel saldırı ve hürriyeti tahdit suçlarını gizlemek için canavarca hisle ve eziyet çektirerek, baygın olması sebebiyle kendisini savunamayacak durumdaki maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği, sanık Gökçe'nin işlemiş olduğu nitelikli cinsel istismar suçunu gizlemek için canavarca hisle ve eziyet çektirerek, baygın olması sebebiyle kendisini savunamayacak durumda bulunan maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği, sanık Necmettin'in ise yine diğer sanıklarla konuşmalarında müsnet cinsel saldırı suçunu gizlemeye dönük öldürme fiillerinde bizzat yanlarında bulunarak, maktulün sanık Ahmet Suphi tarafından bıçakla boğazının ve bileklerinin kesildiği sırada can çekişme seslerini duymasına rağmen engel olmayarak, maktulün kesilen bileklerini saklayarak, öldürülme fiilinin başından sonuna kadar diğer sanıklarla fikir birliğiyle hareket edip fiile ortak hakimiyet kurarak, diğer sanıklarla, onların cinsel saldırı suçlarını gizlemek için canavarca hisle, baygınlığı sebebiyle kendisini savunamayacak durumdaki maktule karşı kasten öldürme suçunu işlediği anlaşıldığından aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
Gerekçeli kararda, sanıklara verilen cezalara ilişkin detaylar da yer aldı.
Verilen cezalar
Tarsus 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Aralık'taki duruşmada, sanıklardan Ahmet Suphi Altındöken'in "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme, nitelikli cinsel saldırıya teşebbüs ve cinsel saikle kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve çeşitli suçlardan 27 yıl hapisle cezalandırılmasına karar vermişti.
Mahkeme heyeti, Fatih Gökçe'nin "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, nitelikli cinsel saldırı, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve çeşitli suçlardan 24 yıl hapisle cezalandırılmasını kararlaştırmıştı.
Mahkeme, baba Necmettin Altındöken'i ise "canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, başka bir suçu işleyememekten kaynaklanan infialle öldürme" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmıştı. hürriyet.com.tr
Diyanet İşleri Başkanı Görmez'in sözleri tartışılıyor
Diyaneti İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son açıklamasıyla sosyal medyanın en büyük tartışmalarından birini yarattı.
Dün ABD Başkanı Barack Obama’nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyeti kabul eden Görmez, İslam coğrafyasının zor bir dönemden geçtiğini ve bu dönemde Zafer’in yaptığı işin önemine ve zorluğuna dikkat çekti.
Anadolu Ajansı’na göre Görmez, “sekülerizmin dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekun bir savaşın içine soktuğunu” ifade etti.
Doğan Haber Ajansı’na göre Görmez şu ifadeyi kullandı: "Fransız ihtilaliyle birlikte insanlık başka bir arayış içine girdi. Dinlerin dışında daha seküler bir dünya kurmayı tasarladı. Fakat sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekun bir savaşın içine soktu. İnsanlar da bilimsel keşiflerle atom bombasını düşünebildi. Kimyasal silahları üretti ve tarihteki savaşlarda ölen bütün insanların birkaç katını modern zamanlardaki savaşlarda kaybettik. İki büyük dünya savaşı yaşandı ve şimdi üçüncü dünya savaşından söz ediliyor ve sayın Papa’nın ağzından bile böyle bir cümle dökülebiliyor."
Türk Dil Kurumu’na göre “sekülarizm” şu anlama geliyor: “Dünyacılık. Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti.”
Sosyal medyada Görmez’i eleştirenler, laikliğin de dinin devletten ayrılması anlamına geldiğini ve Türkiye’nin laik bir düzene sahip olduğunu vurguladılar.
Görmez’i haklı bulanlar ise laiklik ile sekülerizmin farklı kavramlar olduğunu, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinin çarptıldığını savundular. DHA
Dün ABD Başkanı Barack Obama’nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyeti kabul eden Görmez, İslam coğrafyasının zor bir dönemden geçtiğini ve bu dönemde Zafer’in yaptığı işin önemine ve zorluğuna dikkat çekti.
Anadolu Ajansı’na göre Görmez, “sekülerizmin dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekun bir savaşın içine soktuğunu” ifade etti.
Doğan Haber Ajansı’na göre Görmez şu ifadeyi kullandı: "Fransız ihtilaliyle birlikte insanlık başka bir arayış içine girdi. Dinlerin dışında daha seküler bir dünya kurmayı tasarladı. Fakat sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekun bir savaşın içine soktu. İnsanlar da bilimsel keşiflerle atom bombasını düşünebildi. Kimyasal silahları üretti ve tarihteki savaşlarda ölen bütün insanların birkaç katını modern zamanlardaki savaşlarda kaybettik. İki büyük dünya savaşı yaşandı ve şimdi üçüncü dünya savaşından söz ediliyor ve sayın Papa’nın ağzından bile böyle bir cümle dökülebiliyor."
Türk Dil Kurumu’na göre “sekülarizm” şu anlama geliyor: “Dünyacılık. Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti.”
Sosyal medyada Görmez’i eleştirenler, laikliğin de dinin devletten ayrılması anlamına geldiğini ve Türkiye’nin laik bir düzene sahip olduğunu vurguladılar.
Görmez’i haklı bulanlar ise laiklik ile sekülerizmin farklı kavramlar olduğunu, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinin çarptıldığını savundular. DHA
İstanbul’da korkutan deprem!
İstanbul'un Şile ilçesi Karadeniz açıklarında bu gece 4.0 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Deprem Dairesi Başkanlığı Deprem Bilgilendirme Servisinin verilerine göre; Karadeniz’de Şile’ye 105 kilometre mesafede saat 03.13′te yerin 43.47 kilometre derinliğinde 4.0 büyüklüğünde bir deprem kaydedildi. Depremde herhangi can ve mal kaybının olmadığı belirtildi. DHA
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Deprem Dairesi Başkanlığı Deprem Bilgilendirme Servisinin verilerine göre; Karadeniz’de Şile’ye 105 kilometre mesafede saat 03.13′te yerin 43.47 kilometre derinliğinde 4.0 büyüklüğünde bir deprem kaydedildi. Depremde herhangi can ve mal kaybının olmadığı belirtildi. DHA
‘Puşt’ davasını Uğur Dündar kazandı
AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Gazeteci Uğur Dündar ve CHP Sözcüsü Haluk Koç’a tazminat ödemeye mahkum oldu.
Uğur Dündar yönetiminde Halk TV’de yayınlanan Halk Arenası programında yolsuzluklar konuşulurken, dönemin Yeni Asır gazetesi yazarı Kocabıyık, Twitter’da “Halk TV adlı kanalda 4 tane puşt Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor” diye yazmıştı. Mahkemeye taşınan hakarette mahkeme Hüseyin Kocabıyık’ın Uğur Dündar ve Haluk Koç’a 5’er bin TL tazminat ödemesine karar verdi.
AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, CHP Ankara Milletvekili Haluk Koç, CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ile Gazeteci Nedim Şener’in canlı yayın konuğu olarak katıldığı Uğur Dündar ile Halk Arenası programı ile ilgili olarak, “Dört puşt Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor” demişti. Kocabıyık ayrıca, “Cumhurbaşkanı’na rüşvet aldı diyen puşt oğlu puşttur” diye yazmıştı. Kocabıyık’ın Twitter hesabından yayınladığı bu ifadeler kamuoyunda tepki ile karşılanmıştı.
Haluk Koç ve Uğur Dündar, Kocabıyık hakkında ceza ve manevi tazminat davası açtı. İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki dava tek celsede sonuçlandı. Mahkeme Kocabıyık’a, Koç ve Dündar’a beşer bin lira manevi tazminat verilmesini kararlaştırdı. Koç ve Dündar’ın avukatı Murat Ergün, “Bütün Türkiye’yi rahatsız eden saldırı olmuştu. Hukuk çerçevesinde hak mücadelesi başlatıldı. Yargı manevi tazminata hükmetti. Konu ile ilgili savcılık da iddianame hazırlamıştı. Ancak söz konusu hakaretçi şahıs milletvekili seçilip, dokunulmazlık elde edince ceza yargılaması durdu. Kocabıyık’ın milletvekili olduğunu belirtip, yargılamasının durdurulması için yaptığı başvuruya mahkeme olumlu yanıt verdi. Ben ceza yargılamasında da milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasını istedim. Çünkü, hakaret yasama faaliyeti kapsamında değerlendirilemez” dedi. Ergün, Gazeteci Nedim Şener’in de aynı yönde dava açacağını sözlerine ekledi.
Uğur Dündar yönetiminde Halk TV’de yayınlanan Halk Arenası programında yolsuzluklar konuşulurken, dönemin Yeni Asır gazetesi yazarı Kocabıyık, Twitter’da “Halk TV adlı kanalda 4 tane puşt Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor” diye yazmıştı. Mahkemeye taşınan hakarette mahkeme Hüseyin Kocabıyık’ın Uğur Dündar ve Haluk Koç’a 5’er bin TL tazminat ödemesine karar verdi.
AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, CHP Ankara Milletvekili Haluk Koç, CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ile Gazeteci Nedim Şener’in canlı yayın konuğu olarak katıldığı Uğur Dündar ile Halk Arenası programı ile ilgili olarak, “Dört puşt Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor” demişti. Kocabıyık ayrıca, “Cumhurbaşkanı’na rüşvet aldı diyen puşt oğlu puşttur” diye yazmıştı. Kocabıyık’ın Twitter hesabından yayınladığı bu ifadeler kamuoyunda tepki ile karşılanmıştı.
Haluk Koç ve Uğur Dündar, Kocabıyık hakkında ceza ve manevi tazminat davası açtı. İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki dava tek celsede sonuçlandı. Mahkeme Kocabıyık’a, Koç ve Dündar’a beşer bin lira manevi tazminat verilmesini kararlaştırdı. Koç ve Dündar’ın avukatı Murat Ergün, “Bütün Türkiye’yi rahatsız eden saldırı olmuştu. Hukuk çerçevesinde hak mücadelesi başlatıldı. Yargı manevi tazminata hükmetti. Konu ile ilgili savcılık da iddianame hazırlamıştı. Ancak söz konusu hakaretçi şahıs milletvekili seçilip, dokunulmazlık elde edince ceza yargılaması durdu. Kocabıyık’ın milletvekili olduğunu belirtip, yargılamasının durdurulması için yaptığı başvuruya mahkeme olumlu yanıt verdi. Ben ceza yargılamasında da milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasını istedim. Çünkü, hakaret yasama faaliyeti kapsamında değerlendirilemez” dedi. Ergün, Gazeteci Nedim Şener’in de aynı yönde dava açacağını sözlerine ekledi.
Etiketler:
ak parti,
chp,
milletvekili,
Uğur Dündar
14 Aralık 2015 Pazartesi
Kremlin: Erdoğan-Putin zirvesi gerçekleşmeyecek
Kremlin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında St. Petersburg'da 15 Aralık'ta yapılması planlanan zirvenin gerçekleşmeyeceğini açıkladı.
Gazetecilerin, zirveyle ilgili sorularını yanıtlayan Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov, “Planlarda yok. Gerçekleşmesi söz konusu değil” dedi.
İki lider, zirvenin gerçekleştirilmesine, Antalya’da geçen ay düzenlenen G20 toplantıları sırasında karar vermişti. Türkiye-Rusya arasındaki uçak krizinin ardından bu zirvenin iptal edildiği öne sürülse de konuya ilişkin resmi bir açıklama yapılmamıştı.
Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından Moskova yönetimi, Türkiye ile birçok alandaki işbirliğini tek taraflı askıya aldığını açıklamıştı.
TÜRK TARAFI DA TEYİT ETTİ
Cumhurbaşkanlığı kaynakları da Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısının iptal edildiğini doğruladı.
Cumhurbaşkanlığı kaynakları, ÜDİK'e ev sahipliği sırasının Rusya'da olduğunu hatırlatarak, söz konusu toplantının daha önce sözü edilen 15 Aralık tarihinde gerçekleşme durumunun bulunmadığını belirtti.
KARAKUTU HÂLÂ AÇILAMADI
Öte yandan Rusya Genelkurmay Başkanı General Valeriy Gerasimov, vurulan Su-24 savaş uçağının karakutusunun açılmayı beklediğini söyledi.
Yabancı ülkelere Rusya’nın çağrısını yineleyen Gerasimov, “Türkiye tarafından vurulan uçağımızla ilgili dış gözlemcilerin katılacağı uluslararası bağımsız bir komisyon kurularak gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasını bekliyoruz” dedi.
RUSYA’DAN ÖSO’YA DESTEK
Moskova’da Rusya Savunma Bakanlığı Operasyon Dairesi’nde yabancı ülke askeri ataşelerine verdiği brifingde Suriye’deki duruma da değinen Gerasimov, “Rusya Silahlı Kuvvetleri Suriye’de Beşar Esad’a karşı olan, ancak Suriye ordusuyla birlikte İŞİD’e karşı savaşmayı kabul eden Özgür Suriye Ordusu gruplarına da askeri yardım yapmaya başlamıştır. Humus, Hama, Halep ve Rakka çevresinde yaklaşık 5 bin ÖSO mensubunua silah yardımı yapmaya başladık” diye konuştu. Hürriyet
Gazetecilerin, zirveyle ilgili sorularını yanıtlayan Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov, “Planlarda yok. Gerçekleşmesi söz konusu değil” dedi.
İki lider, zirvenin gerçekleştirilmesine, Antalya’da geçen ay düzenlenen G20 toplantıları sırasında karar vermişti. Türkiye-Rusya arasındaki uçak krizinin ardından bu zirvenin iptal edildiği öne sürülse de konuya ilişkin resmi bir açıklama yapılmamıştı.
Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından Moskova yönetimi, Türkiye ile birçok alandaki işbirliğini tek taraflı askıya aldığını açıklamıştı.
TÜRK TARAFI DA TEYİT ETTİ
Cumhurbaşkanlığı kaynakları da Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısının iptal edildiğini doğruladı.
Cumhurbaşkanlığı kaynakları, ÜDİK'e ev sahipliği sırasının Rusya'da olduğunu hatırlatarak, söz konusu toplantının daha önce sözü edilen 15 Aralık tarihinde gerçekleşme durumunun bulunmadığını belirtti.
KARAKUTU HÂLÂ AÇILAMADI
Öte yandan Rusya Genelkurmay Başkanı General Valeriy Gerasimov, vurulan Su-24 savaş uçağının karakutusunun açılmayı beklediğini söyledi.
Yabancı ülkelere Rusya’nın çağrısını yineleyen Gerasimov, “Türkiye tarafından vurulan uçağımızla ilgili dış gözlemcilerin katılacağı uluslararası bağımsız bir komisyon kurularak gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasını bekliyoruz” dedi.
RUSYA’DAN ÖSO’YA DESTEK
Moskova’da Rusya Savunma Bakanlığı Operasyon Dairesi’nde yabancı ülke askeri ataşelerine verdiği brifingde Suriye’deki duruma da değinen Gerasimov, “Rusya Silahlı Kuvvetleri Suriye’de Beşar Esad’a karşı olan, ancak Suriye ordusuyla birlikte İŞİD’e karşı savaşmayı kabul eden Özgür Suriye Ordusu gruplarına da askeri yardım yapmaya başlamıştır. Humus, Hama, Halep ve Rakka çevresinde yaklaşık 5 bin ÖSO mensubunua silah yardımı yapmaya başladık” diye konuştu. Hürriyet
Vatandaşlar Cizre ve Silopi'yi terk ediyor
Şırnak'ın Cizre ve Silopi ilçelerinde uygulanacak sokağa çıkma yasağı öncesi çok sayıda vatandaş evlerinden ayrıldı.
Şırnak Valiliğinin Cizre ve Silopi'de saat 23.00'ten itibaren sokağa çıkma yasağı uygulanacağı yönündeki açıklamasının ardından mahallelerinde hendek bulunan ailelerin bir kısmı evlerini terk etti.
Vatandaşların bir bölümü yanlarına aldıkları eşyaları yükledikleri araçlarıyla çevre köyler başta olmak üzere Şırnak, Batman ve Mardin'e gitti.
Cizre'de vatandaşların ilçeden çıkışını engellemek için PKK'lı teröristler, Nusaybin ve İdil caddelerinde durdurdukları araçların kontak anahtarlarına el koyarak, yolları ulaşıma kapattı.
Bu sırada durmayan bir araca teröristler, uzun namlulu silahla ateş açtı. Saldırıda, araçta bulunan Mevlüde İğdi (15), merminin kafasına isabet etmesi sonucu ağır yaralandı. Cizre Devlet Hastanesine kaldırılan İğdi, ilk müdahalenin ardından Şırnak Devlet Hastanesine sevk edildi.
Cizre'deki en büyük göç, teröristlerin çok sayıda hendek kazdığı Cudi, Nur, Sur ve Yafes mahallelerinde yaşanırken, kalan aileler gıda malzemesi almak için marketlere yöneldi.
Terminal ve marketlerde yoğunluk
Silopi'de de sokağa çıkma yasağının ilan edileceğini duyan vatandaşlar, ilçeyi terk etmek için terminallere gitti. Yanlarına alabildikleri eşyalarıyla şehir dışına çıkmaya çalışan vatandaşlar, terminallerde yoğunluğa neden oldu.
İlçede kalmayı planlayan vatandaşlar ise alışveriş için marketlere yöneldi. İlçe sakinlerinden Ömer Bilişik, imkanı olmadığı için ilçeden ayrılamadığını ve yasak nedeniyle gıda sıkıntısı çekmemek için alışveriş yaptığını söyledi.
Asker ve özel harekat timleri sevk edildi
Cizre ve Silopi'ye bugün öğleden sonra zırhlı araçlar ve otobüslerle asker ve polis harekat timleri sevk edildi. Dün akşam saatlerinden beri uçaklarla Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı'na getirilen asker ve polis özel harekat timleri, havadan helikopterle karadan da frekans karıştırıcı Jammer'li araçlar eşliğinde Kirpi araçları ve otobüslerle Cizre ve Silopi ilçelerine götürülerek, burada konuşlandırıldı.
Silopi'ye sevk edilen güvenlik güçleri Hastane Caddesi üzerinden, polis lojmanlarının bulunduğu TOKİ Konutları'na geldi. Yol boyunca güvenlik güçlerini taşıyan araçların oluşturduğu konvoya, 2 Sikorsky helikopteri de havadan eşlik etti. (milliyet.com.tr)
Şırnak Valiliğinin Cizre ve Silopi'de saat 23.00'ten itibaren sokağa çıkma yasağı uygulanacağı yönündeki açıklamasının ardından mahallelerinde hendek bulunan ailelerin bir kısmı evlerini terk etti.
Vatandaşların bir bölümü yanlarına aldıkları eşyaları yükledikleri araçlarıyla çevre köyler başta olmak üzere Şırnak, Batman ve Mardin'e gitti.
Cizre'de vatandaşların ilçeden çıkışını engellemek için PKK'lı teröristler, Nusaybin ve İdil caddelerinde durdurdukları araçların kontak anahtarlarına el koyarak, yolları ulaşıma kapattı.
Bu sırada durmayan bir araca teröristler, uzun namlulu silahla ateş açtı. Saldırıda, araçta bulunan Mevlüde İğdi (15), merminin kafasına isabet etmesi sonucu ağır yaralandı. Cizre Devlet Hastanesine kaldırılan İğdi, ilk müdahalenin ardından Şırnak Devlet Hastanesine sevk edildi.
Cizre'deki en büyük göç, teröristlerin çok sayıda hendek kazdığı Cudi, Nur, Sur ve Yafes mahallelerinde yaşanırken, kalan aileler gıda malzemesi almak için marketlere yöneldi.
Terminal ve marketlerde yoğunluk
Silopi'de de sokağa çıkma yasağının ilan edileceğini duyan vatandaşlar, ilçeyi terk etmek için terminallere gitti. Yanlarına alabildikleri eşyalarıyla şehir dışına çıkmaya çalışan vatandaşlar, terminallerde yoğunluğa neden oldu.
İlçede kalmayı planlayan vatandaşlar ise alışveriş için marketlere yöneldi. İlçe sakinlerinden Ömer Bilişik, imkanı olmadığı için ilçeden ayrılamadığını ve yasak nedeniyle gıda sıkıntısı çekmemek için alışveriş yaptığını söyledi.
Asker ve özel harekat timleri sevk edildi
Cizre ve Silopi'ye bugün öğleden sonra zırhlı araçlar ve otobüslerle asker ve polis harekat timleri sevk edildi. Dün akşam saatlerinden beri uçaklarla Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı'na getirilen asker ve polis özel harekat timleri, havadan helikopterle karadan da frekans karıştırıcı Jammer'li araçlar eşliğinde Kirpi araçları ve otobüslerle Cizre ve Silopi ilçelerine götürülerek, burada konuşlandırıldı.
Silopi'ye sevk edilen güvenlik güçleri Hastane Caddesi üzerinden, polis lojmanlarının bulunduğu TOKİ Konutları'na geldi. Yol boyunca güvenlik güçlerini taşıyan araçların oluşturduğu konvoya, 2 Sikorsky helikopteri de havadan eşlik etti. (milliyet.com.tr)
'Başkanlık' sorusuna cevap verdi
Başbakan Ahmet Davutoğlu ‘başkanlık’ tartışmalarıyla ilgili konuştu.
Davutoğlu, A Haber'de katıldığı canlı yayında, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
"İKİ MEYDAN OKUMAYLA KARŞI KARŞIYAYIZ"
"Başkanlık sistemi ve yeni anayasa konusunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ayrı referandumdan bahsetti. Sizin düşünceniz nedir?" sorusu üzerine Davutoğlu, 12 Eylül Anayasası'nın, yetersizliği, getirdiği keşmekeş konusundaki tartışmaların hep olduğunu hatırlattı.
Bazı şeyleri AK Parti'nin tek başına yapabileceğini, bazılarında ise diğer partilerle işbirliği yapmak zorunda olunduğunu belirten Davutoğlu, "Önümüzde çok ciddi iki meydan okumayla tabiri caizse karşı karşıyayız, hemen, acil. Birisi güvenlikle ilgili, terörle mücadele. Bu konuda toplantılar yaptık. Yoğun bir terörle mücadele sürüyor. Bu konuda Irak ve Suriye'den kaynaklanan ek güvenlik riskleri de söz konusu. Dolayısıyla bu konuda atılacak adımlar, aciliyet kesbeden adımlar, toplumu bütünleştirmesi gereken adımlar" dedi.
DİKKATLERİ DAĞITMADAN TERÖRLE MÜCADELE VURGUSU
Rus uçağının sınırda düşmesi dolayısıyla bir güvenlik krizi yaşandığını, çarşamba günü açıklanması beklenen FED kararının, ekonomi üzerindeki etkileri de başta olmak üzere, dünyadaki küresel ekonomik krizin sancılarıyla uğraşmak durumunda olduklarını, hükümetin vaatlerinin, reform programlarının bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, bütün bu denklem içinde dikkatlerini, hiç dağıtmadan terörle mücadele, ekonomik yapılanma, Irak-Suriye bağlamındaki gelişmelere vermek durumunda olduklarını söyledi.
Başbakan Davutoğlu, dikkatlerin dağılması, muhalefetle ortak tutum alınmaması durumunda, özellikle terörle mücadelede doğabilecek sıkıntılar olabileceğine dikkati çekti.
"DİKKAT DAĞILMADAN MÜCADELE EDECEĞİZ"
Bütün bunların içinde yeni anayasanın da unutulmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, "ana gibi herkesi kuşatacak bir anayasa yapalım" çağrısında bulunduğunu, bu mücadeleyi sürdüreceklerini dile getirdi.
Bütçe ile ilgili atacakları adımlar sonrasında muhalefetle anayasayı, bütçeyi, iç tüzüğü, reformları konuşacaklarına işaret eden Davutoğlu, gelecek hafta bu görüşmelerin gerçekleşebileceğini ifade etti.
Toplumun bütününün sükunet içinde anayasayı konuşması gerektiğini belirten Davutoğlu, kimseye bir şey dayatmadan, sakin bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu bildirdi. Başbakan olarak görevinin, Türkiye'de bu sükuneti sağlamak olduğunu anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu sükunet sağlanmadan, kutuplaşma içinde bir anayasa yapılamayacağını geçmişte gördük. Matematiksel olarak da mümkün değil, psikolojik olarak da mümkün değil. Terörle mücadele ve ekonomik alanda bir kriz olmaması için çaba sarf edeceğiz, kendime biçtiğim misyon budur. Bunlarla ilgili hükümetimizin dikkati dağılmadan mücadele edeceğiz. Yoksa soyut olarak anayasa tartışmasını başlattığınız anda, buradan dikkat dağıldığında buralarda zaafa uğrarız. Öbür tarafta da anayasanın başkanlık sistemi de dahil olmak üzere sükunetle tartışılmasını, konuşulmasını, istişare edilmesini sağlayabilecek bir ortam hazırlayacağız. Bu nasıl olur? 2013'ten bu yana süregiden kutuplaşma atmosferinden çıkmak, herkesin kendi mahallesinden çıkması, herkesin kendi çevresiyle konuşmaktan çıkması ve başka çevrelerle konuşur hale gelmesi... Ben onun için sivil toplumla temasa geçeceğim, muhalefet liderleriyle..."
KILIÇDAROĞLU'NA ÇAĞRI
"Türkiye'de en büyük tehlike Alevilerin Alevilerle, Sunnilerin Sunnilerle, Kürtlerin Kürtlerle, Türklerin Türklerle konuşup ya da muhafazakarların muhafazakarlarla, ulusalcıların ulusalcılarla konuşup birbirleriyle konuşmamaları" diyen Davutoğlu, herkesin birbiriyle konuşmasını istedi.
Yeni anayasa konusunda kimsenin itirazının olmadığını belirten Davutoğlu, anayasanın muhtevası ve siyasal sistemin niteliğiyle ilgili farklılıkların olduğuna işaret etti.
Başkanlık sistemi de dahil olmak üzere bazı tartışmaların, 27 Nisan e-muhtırası yapılmasaydı, belki gündemde bile olmayacağına dikkati çeken Davutoğlu, "İhtiyaç olmadığı anlamında değil. Ama cumhurbaşkanını 'şuradan seçtiremezsiniz' dediğinde, 'o zaman halka gideriz' dedik ve başka bir yol ve yöntem benimsendi" dedi.
Davutoğlu, bütün bu tecrübeler ışığında, özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na şart getirmeden, herhangi bir bariyer ortaya koymadan her şeyi tartışma çağrısında bulunarak, "Sonra da sivil toplumumuza... Ben en aykırı fikirlerde olan kimlerse, onları bulacağım, konuşacağım, dinleyeceğim, buna söz veriyorum. En aykırı fikirde olan kimse... Onlara bu anayasanın getirdiği zaafları bizzat anlatacağım. Sonrasında o psikolojik ortam oluştuğunda bulacağımız yöntem; şu veya bu kişiye, ne Sayın Cumhurbaşkanımıza ne bana ne de başka bir isme bağlı olmayacak şekilde, kalıcı bir sistemin temellerini oluşturabilir" ifadesini kullandı.
"GÖNÜL İSTER Kİ TBMM'DE MUTABAKAT SAĞLANSIN"
Hiç kimsenin anayasa tartışmasını konjonktürel bir tartışma olarak yapmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, Türkiye'de sistemik ve anayasanın felsefesi açısından problem olduğunu söyledi.
"20-30 sene sonra biz yokken de şimdi nasıl 12 Eylül Anayasasını, 27 Mayıs'ı bırakanlara sitem ediyoruz, bize sitem etmemesi lazım yeni nesillerin. Ben bu konuda hiçbir fikrin dışlanmaması gerektiğini düşünüyorum" diyen Davutoğlu, "ortam psikolojisinin" önemine işaret etti.
Davutoğlu, hiçbir şeyi dayatmayacaklarına, hiç kimsenin dışlanmayacağına değinerek, "Sayın Cumhurbaşkanının zikrettiği iki referandum, farklı yöntemler, bunların hepsi konuşulabilir, konuşulmalı da" dedi.
TBMM'nin aldığı kararın da milletin kararı olduğunu hatırlatan Davutoğlu, "Gönül ister ki TBMM'de mutabakat sağlansın, referanduma bile gitmeye ihtiyaç kalmasın. O da milletin kararıdır, çünkü biz başkası adına karar vermiyoruz" diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, partilerin anlaşmasından milletin memnun olacağını belirterek, bu anlaşmanın olmaması durumunda referandum üzerinden millete gidilebileceğini kaydetti. Hürriyet
Davutoğlu, A Haber'de katıldığı canlı yayında, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
"İKİ MEYDAN OKUMAYLA KARŞI KARŞIYAYIZ"
"Başkanlık sistemi ve yeni anayasa konusunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ayrı referandumdan bahsetti. Sizin düşünceniz nedir?" sorusu üzerine Davutoğlu, 12 Eylül Anayasası'nın, yetersizliği, getirdiği keşmekeş konusundaki tartışmaların hep olduğunu hatırlattı.
Bazı şeyleri AK Parti'nin tek başına yapabileceğini, bazılarında ise diğer partilerle işbirliği yapmak zorunda olunduğunu belirten Davutoğlu, "Önümüzde çok ciddi iki meydan okumayla tabiri caizse karşı karşıyayız, hemen, acil. Birisi güvenlikle ilgili, terörle mücadele. Bu konuda toplantılar yaptık. Yoğun bir terörle mücadele sürüyor. Bu konuda Irak ve Suriye'den kaynaklanan ek güvenlik riskleri de söz konusu. Dolayısıyla bu konuda atılacak adımlar, aciliyet kesbeden adımlar, toplumu bütünleştirmesi gereken adımlar" dedi.
DİKKATLERİ DAĞITMADAN TERÖRLE MÜCADELE VURGUSU
Rus uçağının sınırda düşmesi dolayısıyla bir güvenlik krizi yaşandığını, çarşamba günü açıklanması beklenen FED kararının, ekonomi üzerindeki etkileri de başta olmak üzere, dünyadaki küresel ekonomik krizin sancılarıyla uğraşmak durumunda olduklarını, hükümetin vaatlerinin, reform programlarının bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, bütün bu denklem içinde dikkatlerini, hiç dağıtmadan terörle mücadele, ekonomik yapılanma, Irak-Suriye bağlamındaki gelişmelere vermek durumunda olduklarını söyledi.
Başbakan Davutoğlu, dikkatlerin dağılması, muhalefetle ortak tutum alınmaması durumunda, özellikle terörle mücadelede doğabilecek sıkıntılar olabileceğine dikkati çekti.
"DİKKAT DAĞILMADAN MÜCADELE EDECEĞİZ"
Bütün bunların içinde yeni anayasanın da unutulmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, "ana gibi herkesi kuşatacak bir anayasa yapalım" çağrısında bulunduğunu, bu mücadeleyi sürdüreceklerini dile getirdi.
Bütçe ile ilgili atacakları adımlar sonrasında muhalefetle anayasayı, bütçeyi, iç tüzüğü, reformları konuşacaklarına işaret eden Davutoğlu, gelecek hafta bu görüşmelerin gerçekleşebileceğini ifade etti.
Toplumun bütününün sükunet içinde anayasayı konuşması gerektiğini belirten Davutoğlu, kimseye bir şey dayatmadan, sakin bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu bildirdi. Başbakan olarak görevinin, Türkiye'de bu sükuneti sağlamak olduğunu anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bu sükunet sağlanmadan, kutuplaşma içinde bir anayasa yapılamayacağını geçmişte gördük. Matematiksel olarak da mümkün değil, psikolojik olarak da mümkün değil. Terörle mücadele ve ekonomik alanda bir kriz olmaması için çaba sarf edeceğiz, kendime biçtiğim misyon budur. Bunlarla ilgili hükümetimizin dikkati dağılmadan mücadele edeceğiz. Yoksa soyut olarak anayasa tartışmasını başlattığınız anda, buradan dikkat dağıldığında buralarda zaafa uğrarız. Öbür tarafta da anayasanın başkanlık sistemi de dahil olmak üzere sükunetle tartışılmasını, konuşulmasını, istişare edilmesini sağlayabilecek bir ortam hazırlayacağız. Bu nasıl olur? 2013'ten bu yana süregiden kutuplaşma atmosferinden çıkmak, herkesin kendi mahallesinden çıkması, herkesin kendi çevresiyle konuşmaktan çıkması ve başka çevrelerle konuşur hale gelmesi... Ben onun için sivil toplumla temasa geçeceğim, muhalefet liderleriyle..."
KILIÇDAROĞLU'NA ÇAĞRI
"Türkiye'de en büyük tehlike Alevilerin Alevilerle, Sunnilerin Sunnilerle, Kürtlerin Kürtlerle, Türklerin Türklerle konuşup ya da muhafazakarların muhafazakarlarla, ulusalcıların ulusalcılarla konuşup birbirleriyle konuşmamaları" diyen Davutoğlu, herkesin birbiriyle konuşmasını istedi.
Yeni anayasa konusunda kimsenin itirazının olmadığını belirten Davutoğlu, anayasanın muhtevası ve siyasal sistemin niteliğiyle ilgili farklılıkların olduğuna işaret etti.
Başkanlık sistemi de dahil olmak üzere bazı tartışmaların, 27 Nisan e-muhtırası yapılmasaydı, belki gündemde bile olmayacağına dikkati çeken Davutoğlu, "İhtiyaç olmadığı anlamında değil. Ama cumhurbaşkanını 'şuradan seçtiremezsiniz' dediğinde, 'o zaman halka gideriz' dedik ve başka bir yol ve yöntem benimsendi" dedi.
Davutoğlu, bütün bu tecrübeler ışığında, özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na şart getirmeden, herhangi bir bariyer ortaya koymadan her şeyi tartışma çağrısında bulunarak, "Sonra da sivil toplumumuza... Ben en aykırı fikirlerde olan kimlerse, onları bulacağım, konuşacağım, dinleyeceğim, buna söz veriyorum. En aykırı fikirde olan kimse... Onlara bu anayasanın getirdiği zaafları bizzat anlatacağım. Sonrasında o psikolojik ortam oluştuğunda bulacağımız yöntem; şu veya bu kişiye, ne Sayın Cumhurbaşkanımıza ne bana ne de başka bir isme bağlı olmayacak şekilde, kalıcı bir sistemin temellerini oluşturabilir" ifadesini kullandı.
"GÖNÜL İSTER Kİ TBMM'DE MUTABAKAT SAĞLANSIN"
Hiç kimsenin anayasa tartışmasını konjonktürel bir tartışma olarak yapmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, Türkiye'de sistemik ve anayasanın felsefesi açısından problem olduğunu söyledi.
"20-30 sene sonra biz yokken de şimdi nasıl 12 Eylül Anayasasını, 27 Mayıs'ı bırakanlara sitem ediyoruz, bize sitem etmemesi lazım yeni nesillerin. Ben bu konuda hiçbir fikrin dışlanmaması gerektiğini düşünüyorum" diyen Davutoğlu, "ortam psikolojisinin" önemine işaret etti.
Davutoğlu, hiçbir şeyi dayatmayacaklarına, hiç kimsenin dışlanmayacağına değinerek, "Sayın Cumhurbaşkanının zikrettiği iki referandum, farklı yöntemler, bunların hepsi konuşulabilir, konuşulmalı da" dedi.
TBMM'nin aldığı kararın da milletin kararı olduğunu hatırlatan Davutoğlu, "Gönül ister ki TBMM'de mutabakat sağlansın, referanduma bile gitmeye ihtiyaç kalmasın. O da milletin kararıdır, çünkü biz başkası adına karar vermiyoruz" diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, partilerin anlaşmasından milletin memnun olacağını belirterek, bu anlaşmanın olmaması durumunda referandum üzerinden millete gidilebileceğini kaydetti. Hürriyet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)