25 Kasım 2014 Salı

Çocuğu olana erken emeklilik

Sadece erkeklere değil, çalışan annelere de erken emeklilik imkanı var. 3 çocuk borçlanması yapanlar, toplamda 2 bin 160 gün kazanacak. Böylece 6 yıl beklemeden erken emekli olabilecek

Erkeklerdeki askerlik borçlanmasının benzeri, kadınlar için doğumla devreye giriyor.Çalışan anneler, doğum borçlanması yaparak erken emeklilik imkanına kavuşuyor. Doğum borçlanması hakkı yeni bir uygulama değil ancak, torba yasa ile kapsamı genişletildi. Daha önce sadece SSK'lı kadınlara tanınan doğum borçlanması hakkı, torba yasa ile Bağ- Kur'lu ve memur kadınlara da verildi. Daha önce en fazla 2 çocuk için borçlanma yapılabilirken, borçlanma yapılabilecek çocuk sayısı da 3'e çıkarıldı.

ŞARTLARI VAR

Sigortalı olduktan sonra doğum yapan anneler, 3 çocuğa kadar borçlanma yapabiliyor. 3 çocuk için doğum borçlanması yapanlar, 2 bin 160 gün, yani 6 yıl prim kazanabiliyor. Ancak borçlanacağınız sürelerde çalışmamış, yani adınıza prim ödenmemiş olması ve çocuğun yaşaması şartı var. Her çocuk için 720 gün borçlanma hakkı bulunuyor.

EKSİĞİNİZİ TAMAMLAYIN

Ne kadar prim eksiğiniz varsa o kadar borçlanarak, bu süreleri beklemeden emeklilik hesabınıza katabiliyorsunuz. Başvuruda ödeyeceğiniz miktarı siz belirliyorsunuz. Priminiz tamam ise ve yaşı bekliyorsanız o zaman borçlanmaya gerek yok. Çünkü doğum borçlanması yaşı geriye çekmiyor. Kadınlar, doğum borçlanması için stajyerlik başlangıçlarını ilk tarih olarak kullanabiliyor. Doğum borçlanması başvurusu yapıp sonrasında ödeme yapılmazsa, işlem iptal ediliyor. Ancak hak kaybedilmiyor, sonradan yeniden başvurarak borçlanma yapılabiliyor

ASGARİ ÜCRET BELİRLİYOR

Yapılacak borçlanma miktarını asgari ücret belirliyor. Burada ihtiyacınız kadar prim gününü aylık ya da günlük olarak hesaplayıp ödeyebilirsiniz. En alt seviyeden ödemek yerine yüksek miktarda yapacağınız ödemeler emekli maaşınızda artışa da yol açacaktır.

KAYNAK:TAKVİM

Binlerce zehirli ayakkabı sır oldu

Çin'den gelen ayakkabılarda kanserojen madde belirlendi. İmhaya götürülen kutuların içindeki ayakkabıların değiştirildiği ortaya çıktı.

Milliyet Gazetesi'nden Tolga Şardan'ın haberine göre, İstanbul Erenköy Gümrüğü'nde incelenen 25 bin 510 çift ayakkabıda kanserojen madde olarak bilinen azor boyaya rastlandı ve ithalat izni verilmedi. 20 Ekim'de yapılan tespitin ardından ayakkabılarla ilgili gerekli işlemler tamamlandıve imha kararı alındı.

Tekrar TIR'lara yüklenen ayakkabılar Kocaeli'ndeki bir atık imha tesisine götürüldü. İşlem için tespit yapılmak istenince; kolilerde imha amacıyla gönderilen gerçek ayakkabıların olmadığı, daha önce piyasadan iade alınan eski ve yırtık ayakkabıların bulunduğu görüldü. Aralarında çocuk ayakkabılarının da olduğu kanserli madde içeren ayakkabıların izine rastlanamadı. Ayakkabıların bekletildiği antrepoyla ilgili inceleme başlatıldı.  

Yeni bir devlet kurumu geliyor

Hükümet, inşaat sektöründe suistimallerin yaşandığı standartların takip edilmesi ve malzeme niteliğinin araştırılması amacıyla ‘Yapı Araştırma Merkezi’ kurmaya hazırlanıyor. Böylelikle, Ar-Ge faaliyetlerinden elde edilecek sonuçlar kentsel dönüşüm de dahil olmak üzere sektörün üretim sürecine doğrudan kanalize edilebilecek. Merkezle başta deprem olmak üzere doğal afetlere karşı dayanıklı uygulamaların üretilmesi de amaçlanıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yapılarla ilgili önerilerin ve standartların geliştirilmesi, yenilikçi tasarımların yapılması, yapım tekniklerinin yükseltilmesi, malzemelerin araştırılması ve geliştirilmesi amacıyla Yapı Araştırma Merkezi kurulmasına yönelik çalışmalara başladı. Merkezin kurulması için önümüzdeki günlerde hukuki altyapı hazırlanacak. Kurulacak Yapı Araştırma Merkezi’nce yürütülecek araştırma ve geliştirme faaliyetleriyle üretim ve pazarlama stratejisi oluşturulacak. Elde edilecek sonuçlar kentsel dönüşüm süreci de dahil olmak üzere inşaat sektörünün üretim sürecine doğrudan kanalize edilebilecek.

YERLİ FİRMA DESTEĞİ
Söz konusu merkez, yerli ve yabancı üniversiteler, sektör temsilcileri ve şirketlerle işbirliği içinde çalışacak. Merkez, protokol veya geçici görevlendirme yoluyla uzman desteği alarak faaliyetlerini yürütebilecek. Yapı Araştırma Merkezi’nin çalışmalarıyla inşaat malzemeleri sanayinin tüm segmentlerini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılacak. Böylece daha düşük maliyetlerle birçok sıkıntının yaşandığı inşaat sektöründe kullanılan malzemelerle ilgili Ar-Ge yapılmasının önü açılacak. Merkezde yenilikçi, çevreye duyarlı, yerli ürünler öncelikle desteklenecek. İleri malzemelerin geliştirilmesi, akıllı ve yeşil bina teknolojileri, doğal afetlere dayanıklı uygulamalar gibi Ar-Ge alanları belirlenecek. Geliştirilen ürünlerin yerli üretimi için yurtiçindeki üreticilere teşvik ve destekler sağlanacak. Ayrıca yerel malzeme ve kaynakların kentsel dönüşümde değerlendirilmesi de teşvik edilecek. Hürriyet

24 Kasım 2014 Pazartesi

Borcunu ödemeyenler, bu habere dikkat!

Vergi ve trafik para cezası borçlarında torba yasa ile getirilen yapılandırma fırsatından yararlanmak için son haftaya girildi.

Milliyet'te yer alan habere göre borçlarını, faiz yükünden kurtularak peşin ya da taksitle ödemek isteyenlerin başvuru süresini kaçırmaması gerekiyor. Motorlu Taşıtlar Vergisi, emlak Vergisi, Çevre Temizlik Vergisi ile trafik cezası borçlarına yapılandırma için başvuru süresi 1 Aralık'ta doluyor. 1 Aralık günü mesai bitimine kadar başvurmayanlar, fırsatı kaçıracak.

NASIL BAŞVURULACAK?

Motorlu Taşıtlar Vergisi ve trafik para cezası borçları için Gelir İdaresi'nin internet adresi www.gib.gov.tr üzerinden internet aracılığıyla, bağlı bulunulan vergi dairesine şahsen ya da posta yoluyla başvurulabiliyor. Emlak Vergisi ve Çevre Temizlik Vergisi borçları için ise başvuru adresi belediyeler... Yetkililer, borçluların yapılandırma fırsatından yararlanmak isteyenlerin başvurularını son güne bırakmamalarını öneriyor. Vergi ve trafik para cezası borcunu yapılandırmak için başvuranlar, peşin, ya da 6, 9, 12, 18 eşit taksitte ödeme seçeneklerinden birini seçecek. Taksit ödemeleri 2 ayda bir yapılacak.

36 AY VADE

6 taksitte 12 ayda yapılacak ödemelerde 1.05, 9 taksitte 18 ayda yapılacak ödemelerde 1.07, 12 taksitte 24 ayda yapılacak ödemelerde 1.10, 18 taksitte 36 ayda yapılacak ödemelerde ise 1.15 katsayısı esas alınacak. Peşin ödeme için de taksitli ödemelerde ilk taksitin yatırılması için de son tarih 31 Aralık.

294 BİN KİŞİ YAPILANDIRDI

Gençlik ve spor Bakanlığı'nın 2015 yılı bütçe sunumunda, öğrenim katkı kredileriyle ilgili rakamlara yer verildi. 11 yılda tahsil edilen öğrenim katkı kredisi miktarı 6 milyar 148 milyon lirayı buldu. Takibe alınmış öğrenim veya katkı kredisi borçları, ilgili kanunlar kapsamında yeniden yapılandırılırken, bu haktan 294 bin 174 kişi yararlandı.

Adalet Bakanlığı'nda 220 bin liralık makam odaları!

Adalet Bakanlığı'nda makam odaları için 220 bin TL harcanmış.

Hürriyet'ten Zeynep Gürcanlı'nın haberine göre Adalet Bakanlığı, geçen yıl bakanlık yöneticilerinin makam odalarının teşrifi için 220 bin TL harcadı.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, "651 adet harcama birimi yöneticilerine ait makam odası mobilyaları için 2012 yılında genel bütçeden yaklaşık 175.000,00 Türk Lirası; 2013 yılında ise yaklaşık 220.000,00 Türk Lirası ödenek tahsis edilmiştir" bilgisini verdi.

Bakan Bozdağ, Adli Tıp Kurumu'nda da makam odaları için 2012-2013 yılları arasında KDV hariç 53.793 Türk Lirası tutarında harcama yapıldını belirtti. .

Bozdağ, makam odalarının teşrifine ilişkin alımların, mevzuatta öngörülen limit ve usuller dahilinde, "doğrudan temin ve ihale yoluyla çeşitli firmalardan" gerçekleştirildiğini, bazı alımların da Devlet Malzeme Ofisinden gerçekleştirildiğini bildirdi.

BAKANLIK KIRTASİYE GİDERLERİ

Bozdağ, soru önergesine yanıtta, Adalet Bakanlığı'nın kırtasiye masraflarını açıkladı.

Buna göre, Adalet Bakanlığı Merkez teşkilâtı kırtasiye ihtiyaçları için 2006 yılında 305.883,00 Türk Lirası; 2007 yılında 565.640,00 Türk Lirası; 2008 yılında 318.388,00; 2009 yılında 573.711,00 Türk Lirası; 2010 yılında 590.785,00 Türk Lirası; 2011 yılında 833.806,00 Türk Lirası ve 2012 yılında 638.015,00 Türk Lirası ödenek kullanıldı.

Kazak çocuklar IŞİD’in cihat eğitim kampında

Irak ve Suriye’de etkili cihatçı örgüt IŞİD tarafından yayınlanan son propaganda videolarından birinde Kazakistan kökenli küçük çocuklara askeri eğitim verildiği görülüyor.

Kazakistan makamlarına gören en az 300 Kazak, Suriye’ye giderek IŞİD’e katıldı. Kazakça konuşulan videoda Arapça ve İngilizce altyazı mevcut.

‘Dünyayı sallayacağız’

Kayıtlarda, IŞİD eğitimindeki küçük çocuklara ilk olarak Arapça okuma ve yazma dersleri verildiği söyleniyor. Bu dersleri tamamladıktan sonra fiziksel ve askeri eğitim verileceği belirtiliyor. Farklı yaşlardaki çocuk ve yetişkinlere keskin nişancılık dersi verildiği görülüyor.

Videoda eğitim alan Kazak çocukların ‘çok yakında IŞİD ordusuna katılmak için hazır olacakları ve Allah’ın izniyle dünyayı sallayacakları’ söyleniyor.

Birleşmiş Milletler bünyesindeki Uluslararası Suriye Araştırma Komisyonu’na göre IŞİD giderek daha fazla çocuğu saflarına çekip istismar ediyor. (Milliyet)

Odun kırıp, soba yakan "Eğitim Melekleri"

Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Çatak Değirmen köyünde görevli İzmir ve Antalyalı iki kadın öğretmen, öğrenciler üşümesin diye ellerine ilk kez aldıkları baltayla odun kırıp, soba yakıyor. Öğretmenlerden Zeynep Kiraz: "Doğu'ya ilk defa geldim ve alışılmadık bir yaşam tarzıyla karşılaştım. Öğrenciler bana odun kırmayı ve soba yakmayı öğretti"

Hizan'ın Çatak Değirmen  köyünde görev yapan kadın öğretmenler, tüm zorluk ve imkansızlığa rağmen  öğrencilerini geleceğe hazırlıyor. Alışılagelmiş yaşamlarını geride bırakıp Hizan'a 50 kilometre  mesafedeki Çatak Değirmen köyünde öğretmenlik yapan İzmirli Zeynep Kiraz ile  Antalyalı İpek Şekerci, ailelerinden ve sevdiklerinden kilometrelerce uzakta  eğitim veren öğretmenlerden yalnızca ikisi...

Köydeki imkansızlıklar nedeniyle ilçe merkezinde oturan ve her gün  kilometrelerce yol katederek günün ilk ışıklarıyla köye ulaşan Zeynep ve İpek  öğretmen, öğrencilerini sıcak dersliklerde karşılamanın çabasını gösteriyor.

Öğrencileri okula gelmeden ellerine aldıkları baltayla odun kıran ve  sınıflardaki sobaları yakan fedakar öğretmenler, kendi çocuklarından ve  kardeşlerinden ayırt etmedikleri öğrencilerine hem anne hem de abla şefkati  gösteriyor.

İlk görev yeri

Alışık olmadıkları köy şartlarında tüm zorluklara göğüs gererek  öğrencilerine iyi bir gelecek sunmanın uğraşını veren genç öğretmenlerin bu  özverisi, köy halkı tarafından da takdir ediliyor. Antalya'dan ilk görev yeri olan Çatak Değirmen köyüne gelen  öğretmenlerden İpek Şekerci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, öğrencilerinin iyi  bir eğitim alması için gün doğmadan yola koyulduklarını söyledi.

Şekerci, hafta içi her gün bir saat süren yolculuğun ardından köye  ulaştıklarını ve ilk iş olarak odun kırıp dersliklerdeki sobaları yaktıklarını  vurgulayarak, şöyle konuştu:  "Antalya'dan geldiğim için hiç soba yakmamıştım. Öğrencilerin  yardımıyla soba yakmayı öğrendim. Hava şartları bizi zorluyor. Soğuk kış  günlerinde soba yakmak zor oluyor. Fakat hem köylüler hem de öğrencilerimiz bize  çok destek oluyor.

'Hiç alışık olmadığım bir yaşam tarzı'

Antalya'dan geldiğimde burada hiç alışık olmadığım bir yaşam  tarzıyla karşılaştım. Biraz zorlandım ama öğrencilerimizin gözündeki o ışık, her  şeye değiyor. Tüm zorluklara rağmen öğrencilerimizin sevgisi bizi mutlu ediyor.  Onlar için buradayız. Onların mutlu olduğunu görmek benim de hoşuma gidiyor. Bizi  buraya tek bağlayan unsur öğrencilerimiz." Geçen yıl kış mevsiminde köy yolunun kar nedeniyle kapandığını ve  kendilerinin de birkaç defa yolda kaldığını ifade eden Şekerci, aracın yolda  kaldığı günlerde saatlerce yürüyüp okula gittiklerini dile getirdi.

'Ankara'nın doğusunu ilk kez gördüm'

İzmirli Zeynep öğretmen ise Ankara'nın doğusunu ilk kez gördüğünü, bu  nedenle de alışık olmadığı bir yaşantıya adapte olmakta büyük zorluklar  yaşadığını belirtti. Tüm zorlukları öğrencilerin ve köylülerin desteğiyle aştıklarına  değinen Zeynep Kiraz, şunları kaydetti: "Buraya ilk geldiğimde soba yakmayı bilmiyordum. Daha önce hiç böyle  bir deneyimim olmamıştı. Okulu ilk gördüğümde büyük şaşkınlık yaşadım. Okulda iki  bayan öğretmen olduğumuz için her şeyle biz ilgileniyoruz. Okulun sobalı olması,  kışın aşırı soğuk geçmesi ve konuşulan dil nedeniyle çok sıkıntı yaşadım. Ama  çocuklar benim alışmam için çok yardımcı oldular. Doğu'ya ilk defa geldim ve  alışılmadık bir yaşam tarzıyla karşılaştım. Öğrenciler bana odun kırmayı ve soba  yakmayı öğretti. Şimdi işimi severek yapıyorum. İyi ki öğretmen olmuşum ve iyi ki  buradayım." (milliyet.com.tr)

Maden ocaklarında 162 kişilik işe 4 bin 269 başvuru

Zonguldak’ta, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) maden ocaklarına alınacak 162 nitelikli işçi için Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğü’ne 4 bin 269 kişi başvurdu.

Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Gönül Demirsu, TTK Genel Müdürlüğü’nün 162 kişilik nitelikli işçi talebine başvuruların 20 Kasım’da sona erdiğini ve toplam 4 bin 269 kişinin müracaat ettiğini açıkladı. Demirsu, en çok müracaatın 1128 kişi ile yeraltı nakliyat işçiliğine olduğunu söyledi. Her meslek dalında yeterli başvurunun alındığını ifade eden Demirsu, Kamu Personeli Seçme Sınavı puanına göre oluşturulan listelerde taban puanın 70 olduğunu söyledi. Daha önceki taleplere göre yüksek puanlı başvurular olduğunu belirten Demirsu, işe alınacak işçi sayısının 3 katı oranında oluşturulan nihai listelerin TTK Genel Müdürlüğü’ne teslim edildiğini kaydetti.

TTK’da mekanizasyon, pres, elektrik, talaşlı imalat, kaynak, tarama ve söküm, bakım-onarım, yer altı ve yer üstü nakliyat, kuyu vinç, sinyal, sondaj işçisi, iş yeri sağlık görevlisi ve iş makinası operatörü olmak üzere 13 meslekte alınacak 162 kişi, TTK tarafından yapılacak mülakatla belirlenecek.

Valilere olağanüstü yetki geliyor

Hükümetin TBMM'ye gönderdiği yeni güvenlik paketiyle, suç kovuşturmasında valilere, önemli yetkiler veriliyor.

Tasarının 7. maddesinde, İl İdaresi Kanunu'nda değişiklik yapılmasına ilişkin bir hüküm yer alıyor. Bu hükümle, yürütmenin parçası olan valilere, yargının parçası olan yetkilerin bir bölümü sağlanıyor.

İlgili madde şöyle;

MADDE 7- 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun;

(1) 11 inci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“G) Vali, lüzumu halinde, kolluk amir ve memurlarına suçun aydınlatılması ve suç faillerinin bulunması için gereken acele tedbirlerin alınması hususunda doğrudan emirler verebilir. Kolluk bu emirleri mevzuatta belirlenen usule uygun olarak yerine getirir."

BELEDİYELER DE ARAÇLARINI VALİ EMRİNE VERMEK ZORUNDA

Yasa tasarısında Valilere verilen bir başka yetki ise, gerekli gördüğü hallerde belediyelerin de araçlarını kullanma yetkisi.

Yeni düzenleme ile valilere, kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra, bölgedeki mahalli idarelerin de tüm araç ve gereçlerini gerekli gördüğü hallerde kullanma yetkisi veriyor.

Valiye, araç ve gereçlerini valinin emrine vermeyen kamu kurumları ve mahalli idarelerden, bu araç ve gereci "kolluk kuvvetleri yardımıyla" alma yetkisi de tanınıyor. Emre uymayanlardan da, meydana gelen zararın tazmin edilmesi tasarıya dahil edilmiş durumda.
Tasarıdaki ilgili madde şöyle;

"H) Vali, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini sağlamak amacıyla aldığı tedbir ve kararların uygulanması için adli kuruluşlar ile (D) fıkrası hükmü saklı kalmak kaydıyla askeri kuruluşlar dışında, mahalli idareler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının itfaiye, ambulans, çekici, iş makinesi ve tedbirlerin zorunlu kıldığı diğer araç ve gereçlerinden yararlanabilir, personeline görev verebilir. Kamu kurum ve kuruluşları, valinin bu konudaki emir ve talimatlarını yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde vali emir ve talimatlarını' kolluk aracılığıyla uygular. Bu fıkradaki yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya geciktirilmesi sebebiyle oluşan kamu zararı ile gerçek ve tüzel kişilerin Devlet tarafından karşılanan zararları ilgili idarece genel hükümlere göre sorumlu kamu görevlilerinden tazmin edilir.

İ) (G) ve (H) fıkraları ile valiye verilmiş olan yetkiler, ilçede kaymakam tarafından da kullanılabilir.”

(Zeynep Gürcanlı / hürriyet.com.tr)

Erdoğan: Kadın erkek eşitliği fıtrata ters..

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da düzenlenen KADEM 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'ne katıldı.

İşte Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:

Konuşmamın hemen başında öğretmenler gününde tüm öğretmenlerimiz için kutlu olmasını diliyorum. Tüm öğretmenlerimize bu anlamlı gün vesilesiyle şahsım ülkem ve aziz milletim adına sonsuz şükranlarımı ifade ediyorum. zaten bu akşam Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda 81 vilayetimizden gelecek öğretmenlerimizle bir arada olacağız, öğretmenler günümüzü beraber kutlayacağız.    

“ASIL OLAN ÖNCE DİNLEMEK SONRA DA DİNLETEBİLMEKTİR”
Kadın ve demokrasi derneği KADEM, 8 Mart 2013 tarihinde kuruldu ve yaklaşık 1,5 yıllık geçmişi olmasına rağmen ses getiren dikkat çeken uyaran ve uyandıran çok sayıda faaliyete başarıyla imza attı. KADEM mevcut tüm diğer sivil toplum örgütlerine nazaran farkını çok net biçimde ortaya koydu. Bu fikrini masada ortaya koymak başka bir şey, hizmetle ortaya koymak başka bir şey ama birde toplum içerisinde gerilimler meydana getirmek suretiyle acaba sesimi duyurabilir miyim demek başka bir şey. Asıl olan önce dinlemek sonra da dinletebilmektir. Türkiye’nin kadın sorunlarına farklı açılımlar getiren bir derneğe gerçekten ihtiyacı vardı.

KADEM kısa zamanda bu ihtiyacı karşılar konuma geldi. Uluslararası kadın ve adalet zirvesinin esasında KADEM’in o farklı bakış açısını yansıtan çok önemli bir etkinlik olacağına inanıyorum. Modern dünyada insana ve insanlığa ilişkin her meselenin bir şekilde ele alındığını biliyoruz. Ama sorunlara karşı bütüncül adil yaklaşım ortaya konulmadığını görüyoruz. Zihinlerin ve vicdanların kompartımanlara bölmelere ayrıldığı kendi ilgi alanlarına yoğunlaşan kesimlerin başka dünyalara duyarsız hale geldiği bir çağda yaşıyoruz. Bunun onlarca yüzlerce örneği var. Çevre konusunda aşırı duyarlılık kesim gösteren kimselerin silahlanma konusunda duyarsız kaldığını görüyorsunuz. Başka ülkelerin çevre sorunlarına karşı hassas olanların, kendi ülkelerinin çevreye verdiği zarar karşı duyarsız kaldığına şahit olduğunu görüyorsunuz.

İNSAN KATLİAMLARINA GÖZLERİNİ KAPATIYORLAR”
Dünyada özellikle çevre konusunda atılan adımlar, demokraside çok ileriyiz diyen ülkelerde aynı hassasiyetin olmadığını görüyorsunuz. Belli ülkelerde en küçük insan hakları ihlalini çok büyük meseleler haline getirenlerin, başka ülkelerdeki demokrasi katliamlarına insan katliamlarına gözlerini kapattıklarını görüyorsunuz.

“SÖYLEDİĞİMLE KALIYORUM”
Fok balıklarının avlanmasını küresel mesele haline getirenlerin, Suriye’de Filistin’de binlerce çocuğun kadının katledilmesine en küçük bir duyarlılık göstermediğini görüyorsunuz. Suriye’de 300 bini aşkın insan öldürüldü. Hala dünyadan ses yok. Kendileriyle görüşüyorum, ama söylediklerimle kalıyorum.

“DÜN BİR MİSAFİRİM VARDI…”
En ufak hassasiyetleri yok. Tek hassasiyetleri var petrol. İşte kucağında yavrusuyla ölen, dün bir misafirim vardı 30 yaşındaki evladının Mısır’da helikopterlerden nasıl öldürüldüğünü anlatıyor, göz yaşlarıyla yanımızda hakikaten eşimle beraber dinledik evimde, o tabloyu bize sergiledi.

“BATSIN BU DÜNYA”
Ben uluslararası mahkemeye gidebilecek miyim, ülkemde açamıyorum diyor. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Onlarca yüzlerce binlerce örneği var bunun. Bütün bu çifte standartlar bu ikircikli yaklaşımlar aslında sorunların çözümünde en büyük eksiğin adalet duygusunun olduğunu bizlere gösteriyor. Hani bizim Gencebayımız var ya, batsın bu dünya diyor ya, işte batsın bu dünya.

“X ÜLKENİN LİDERİYLE BİR BARIŞSANIZ DEDİLER”
Bu hafta sonu Türkiye Afrika zirvesine katıldım. Orada bazı dost ülkelerin liderleri yanıma gelerek benimle bir şeyi paylaştılar. X ülkenin lideriyle bir barışsanız dediler, barışamam dedim. Ve onu kabul de edemem dedim. Zira zalimin zulmüne rıza zulümdür dedim. Zalimlerden olmak istemiyorum. Onun içinde bu zulme rıza gösteremem, kendisini de asla kabul edemem dedim. Ama işte şöyle oluyor böyle oluyor… Beni ne öylesi ne böylesi ilgilendirmiyor dedim. Bu makamda bulunduğum sürece böyle bir şeyi asla yapmam dedim. Niye? Çünkü günde bir günde 3 bin insanın öldürüldüğü yakın siyasi tarihte görülmüş hiçbir ülke yok. İşte Mısır bunu yaşadı. Mısır’da bunu hiçbir lider kendinden önce böyle bir uygulama yapmadı. Oylarıyla iktidara gelmiş bir insanı devirdiler. Demokratız diyen ülkeler ne dedi? Bir ses çıkardı mı? Ne yapıyorsun dediler mi? Bakıyorsunuz hala baş göz ediyorlar. Meşruiyet kavgasını sürdürüyorlar. Siz meşru görseniz de biz meşru görmeyeceğiz, farkımız bu.

“BUNU AÇIKLAMAK ZORUNDAYIZ”
Saraybosna’da kadınlar ölürken susarsan, Mısır’da Libya’da Irak’ta insanlık ölürken tepkisiz kalırsan, asla haktan hukuktan bahsedemezsin. Burada bir noktayı açık açık ifade etmek istiyorum, bunu açıklamak zorundayız. Bugün bizim küresel sorunların her birinde asıl ihtiyacımız olan adalettir. Adalet mülkün temelidir. Bu çok önemli. Irkçılığın çözümü adalettir. Beyaz adam ile siyah adam arasındaki ayrımcılığı kaldırmanın yegane yolu adalettir. İslamafobianın da çözümü adalettir. Çevre kirlenmesinin demokrasi ihlallerinin gerçek çözümü adalettir. Yoksulluğun işsizliğin azaltılmasında ihtiyacımız olan yegane duygu adalettir. Aynı şekilde küresel ölçekte kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümünde yegane başvurulacak yol hiç kuşkusuz adalettir.

“BEN HUKUK ARIYORUM, YASA BENİM İÇİN ÖNEMLİ DEĞİL”
Adalet bambaşka bir şeydir. Hukuk ve yasalar başkadır. Eşitlik başkadır. Bazıları hukukla yasayı karıştırıyor. Hukuk başka bir şey yasa başka bir şeydir. Ben hukuk arıyorum hukuk, yasa benim için önemli değil. hakkımı arıyorum, adil yöneticiler yargıçlar arıyorum. Bunlar odluğu anda o ülkede huzuru bulursunuz. İstediğiniz kadar cumhurbaşkanı başbakan olur adil yargıçlar yoksa durumunuz felakettir. Elbette eşitlik olacak, haklar hukukla korunacak. Eğer yasa hukuka uygunsa değerlidir. Eğer yasa hukuka uygun değilse hiçbir değeri yoktur. Eşitlik olsa bile yasa eğer hukuka uygun değilse adalet yoksa sorunlar gerçek çözümler üretilemez. Haklar gerçek manada sahiplerine teslim edilemez.

Hukuk… Şimdi onu düzenli adil bir yasa olarak tanımlayalım. Otorite tarafından yapılır. Ama adalet hakikat duygusundan yola çıkar ve gerçek vicdanlar tarafından yapılırsa netice alırız. Her meseleye, adalet gözlüğüyle bakmak zorundayız. Her meseleyi en başta adalet ve vicdan terazisinde tartmak zorundayız.

“DEVLET YASALARI DAYATIRSA ZULÜM DOĞAR”
Bizim köklü devlet geleneğimizi özetleyen bir ilkemiz var. Osman Gazi’ye hocası nasihat ediyor. Diyor ki insanı yaşat ki devlet yaşasın. Bizim medeniyetimizde, devlet ve millet anlayışımızda işte bu temel ilke vardır. İnsanın yaşaması adaletle mümkün olur. Eğer devlet yasalar yapıp milletine bu yasaları dayatırsa oradan hukuk değil zulüm doğar.

GALATAPORT İHALESİ İPTALİNE ELEŞTİRİ
Bir örnek olsun diye veriyorum. Başbakanlığım döneminde biz meşhur Tophane’deki Galataport’un ihalesini yaptık. İhale bitti, kazananı belli hepsi belli. Bakın ihaleden sonra iki yıl geçti. Şimdi yargı karar veriyor yürütmeyi durdurma. Böyle bir anlayış olabilir mi? Siz iki yıl sonra karar veriyorsunuz. Bu yatırımcı projelerini yapmış her şeyini yapmış, milyonlarca dolar harcamış. Ee, bu yatırımcı bundan sonra yatırım yapabilir mi?

“PEKİ YARGIÇ HIYANETİ VATANİYE İÇİNDE OLURSA NEDİR”
Ben ülkemde bu yargıya nasıl güveneceğim, inanacağım? Cumhurbaşkanı hıyaneti vataniye içinde olursa suçludur. Peki yargıç hıyaneti vataniye içinde olursa nedir? Bakın iki yıl geçiyor siz böyle bir karar vermiyorsunuz, iki yıl sonra veriyorsunuz. Bu nedir? Vatanperverlik midir? Bunu konuşmak dertleşmek zorundayız. Böyle gittiği zaman biz ülkemizi ayağa kaldıramayız uçuramayız. İşte burada bu proje neredeyse 1 milyar dolarlık proje. Böyle bir dev projeyi ne kadar rahat engelleyebiliyorsun ya, böyle bir şey olabilir mi? Bunun benzeri birçok proje var. Eğer devlet insanları arasında hakkı muhafaza eder, yani yasalarını hak üzerine inşa ederse işte oradan da adalet zuhur eder. Fakat güzel bir söz var. Bazıları rivayetten Konfiçyus’un olduğunu da söylerken, bazıları Hazreti Ömer’e ait olduğunu da söylerler, fakat söz güzel. “Yasalar ne kadar kötü olursa olsun eğer adil bir sultanın elindeyse oradan güzel bir netice doğar. Yasalar ne kadar iyi olursa olsun eğer zalim bir sultanın elindeyse oradan zulüm doğar” mesele bu.

“BİRİLERİ CÜZDANI BİR YERDE UNUTMUŞ”
Bir yargıç söylemişti, vicdanıyla cüzdanı arasında diye. Herhalde böyle bir şey var burada. Birileri cüzdanı bir yerde unutmuş. Vicdanda olmayınca böyle şeyler doğuyor.

“KADINLARIN İHTİYACI EŞİTLİKTEN ZİYADE EŞDEĞER OLMAKTIR”
Kadınların ihtiyacı olan şey nedir? Burada bazen erkek kadın eşitliği diyorlar. Kadın kadına eşitlik doğru olandır. Erkek erkeğe eşitlik doğru olandır. Ancak kadının özellikle adalet karşısındaki eşitliği asıl olandır. Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani adalettir. Buna ihtiyacımız var.

"KADIN VE ERKEĞİN EŞİT OLMASI FITRATA TERS"
Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır. İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız.  Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işi yaptıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi.  Eline ver kazmayı küreği çalışsın, olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer. Anadolu'da da böyle yapılmadı mı? O garibim analarımız ne çileler çektiler be, kamburları çıktı. Erkekte kahvede pişpirik oynasın zar atsın.

“BUNU FEMİNİSTLERE ANLATAMAZSINIZ”
Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik makamı. Anneye bir makam daha vermiş. Cenneti ayakları altına sermiş. Babanın değil annenin ayakları altına koymuş. Annenin ayağının altı öpülür. Ben anacığımın ayağının altını öperdim. Anam nazlanırdı, anacığım çekme ayağını derdim, çünkü burada cennetin kokusu var. Bazen ağlardı. Anne başka bir şey. Ve makamların o ulaşılamazdır. Ama bunu anlayanlar olur anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesele, onlar anneliği kabul etmiyor. Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz.

“İNANÇLI BİR İNSAN KADINA ŞİDDET YAPABİLİR Mİ?”
Kadın cinayetleri oluyor değil mi? Gerçek olarak düşüneceğiz işi. İnançlı bir insan, böyle sapıklardan bahsetmiyorum. Gerçekten bu işin değerini bilenden bahsediyorum. Bir kadın cinayeti kadına şiddet böyle bir şeye girebilir mi? Mümkün mü? Giremez. Niye? Çünkü bir Müslüman olarak konuşuyorum, diniz İslam. Biz bir barış dininin mensuplarıyız. Bunun mensupları olarak bizim dinimizde kadına bu şekilde bir zulmü asla yapamazsın. Şiddet uygulayamazsın. Hatta evlatları için kesin hüküm nedir? Yanınızda yaşlanırlarsa annenize babanıza öf bile demeyiniz diyor. Çekeceksin nazını. Ana bu. Ona öf bile dedirtmeyeceksin. Bizim değer ölçülerimiz bu kadar hassas.

Değerli dostlarım kardeşlerim, Türkiye son yıllarda hem bölgesel sorunlara hem küresel sorunlara farklı bakış açılarını yansıtmaya, bunu da çok cesur şekilde savunmaya başladı.

“KADINLAR HAK MÜCADELESİNDE EŞİTLİK KAVRAMINA TAKILIYOR”
Kadınların hak mücadelesinde de Türkiye’nin yeni açılımlar yapması hayati derecede önem arz ediyor. KADEM’e bu alanda çok farklı bir görev düşüyor. Yılmayacaksınız usanmayacaksınız sonunda maksuda ulaşacaksınız. Bugün birçok gelişmiş ülkede kadınların hak mücadelesinin belli kalıplara söylemlere hapsolduğunu görüyoruz. Kadınların hak mücadelesinin eşitlik kavramına takıldığını adalet duygusunu ıskaladığını gözlemliyoruz.

KADEM’in tüm yöneticilerinden ricam var. Bu tavır asla geri adım atmamalıdır. Yapılan eleştiriler KADEM’in duruşunu hiç bozmamladır. Sizler cesur olacaksınız, adam ol diyorsunuz ya. Sizler özgüven sahibi olacaksınız. Sizler bu konuda dünyaya söyleyecek sözünüz olduğunu, bölge ülkelerin kadınları adına söyleyecek sözünüz olduğunu hiç unutmayacaksınız.

Aynı anda bir meta olarak istismar malzemesi olarak kullanılan kadının da, Suriye’de Filistin’de zulüm gören kadını dile getirecek olan sizlersiniz. Sizler sadece Türkiye’nin kadınları değil, bölgenin tüm mazlum mağdur kadınları için umut ışığısınız. KADEM’in, KADEM gibi sivil toplum örgütlerinin yapacağı her çalışma siyasetin ve idarenin de mutlaka ilgi alanına girecektir.

1994 yılında belediye başkanlığı seçimlerine hazırlanırken, hanım kardeşlerimizi siyasete teşvik edici oldum. O seçimlerde beni de gerçekten hiç yalnız bırakmadılar. Kapı kapı dolaştılar. 13 yıllık genel başkanlık sürecinde, başbakanlık sürecinde kadınların siyasete girmesi siyaset yapması siyasi alanda da varlık göstermesi için mücadele verdim. Hanım kardeşlerimizle birlikte verdiğimiz mücadelenin Türkiye’yi 1994 yılına göre çok farklı bir yere taşıdığını bugün görüyorum. Anayasada değişiklik yaptık. Cumhuriyet tarihinde, bizim anayasada yapmış olduğumuz kadınlar lehine değişikliği hiçbir iktidar yapmamıştır. Bunu referanduma getirdik. Halkımız yüzde 58 destek verdi. Lehte yasal düzenlemeleri böylece çıkardık.  (hürriyet.com.tr)

Gülen'den şok sözler! Bütün tiranlar gibi onlar da..

Fethullah Gülen: 'Gittiği her yerde Türk milletinin son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran tirana lanet olsun diyecekler' dedi.

Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen, isim vermeden AKP hükümetine ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik ağır eleştirilerde bulundu. “Bunlar milleti sömürürler, kendi saltanatlarını tesis ederler… Ama bir yere kadar Allah fırsat verir. Bir yerden sonra bütün tiranlar gibi onlar da devrilir giderler" diyen Gülen, ‘Gelecekte de bir sürü tiran çıkacak’ diyerek “o tiranlar karşısında Yusuflar olmazsa, dünyada genel huzur olmaz, kardeşlik teessüs etmez, sevgi atmosferi oluşmaz” şeklinde konuştu.

Erdoğan'ın Ekvator Ginesi'nde Afrikalılara seslenerek, "Faaliyet gösterdikleri hemen her ülkede gizli yapılanma içine giren ve ajanlık faaliyetleri artık daha da somutlaşan bu örgütlere karşı işbirliğine hazırız" sözlerine de üstü kapalı bir şekilde değinen Gülen, “Gittiği her yerde Türk milletinin son açılmasını, son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran, dünyanın değişik yerlerinde dinin intişârını engellemek isteyen tirana lanet olsun, diyecekler” ifadelerini kullandı.

Gülen'in herkul.org'ta "Yaşatma İdeali ve Tebliğ Sancısı" başlığıyla yayımlanan (24 Kasım 2014) konuşmasından satırbaşları şöyle:

- Âlem, kalbî ve ruhî hayat itibarıyla Allah’ın istediği seviyeye yükselirse, bizim için isteyecek başka bir şey kalmaz.

- Hazreti Üstad diyor ki: “Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” Peygamberlik yüksek pâyesinin gölgesinde, daha sonra da gölgesinin gölgesinde, gölgesinin gölgesinde olan insanlar hiç kendileri için yaşamamışlardır. Bu, bütün büyüklerin lâzım-ı gayr-ı müfâriki, yani öteden beri ayrılmaz hususiyetleridir. Başta Râşid Halifeler; yolun en doğrusunu onlar belirlemiş, onlar yaşamış ve İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha ziyade onları nazara vermiş. Kendi zaten nazarda; muşârun bi’l-benân. Nebi olduğundan dolayı, herkes O’na uyulması gerektiğine milimi milimine inanıyor.

- Harun Reşid küçümsenmeyecek bir insandır. O dönemin çok büyük velilerinden birisi olan Fudayl bin Iyaz’ın gözünün içine bakar, iki dudağından dökülen kelimeleri lâl ü güher gibi alır değerlendirir. Çok defa yanında hıçkıra hıçkıra ağladığı olmuştur. “Padişahsın, hükümdarsın; haksızlık yapıyor, zulmediyorsun. Allah’tan korkmuyor musun?” deyince, tepki vermez ona. Belki o denen şeylerin hiçbiri onda yoktur ama ihtimal ki “O büyük veli bir şeyler görüyor, ondan dolayı böyle diyordur!” diye itiraz etmez. Yanındaki Fazl ikna edip susturur onu: “Hükümdarı öldüreceksin, kalbi duracak!”

- Bu türlü hakikatler karşısında kalbi duracak insanları kaybettiğimiz günden bu yana, bizler hakiki insan yetimiyiz. Hakikatler yüzüne çarpıldığı zaman, “Bunlar tam bana göre; numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Hırsız!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Mürteşî!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Hak yiyen insan!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Milletini ezen!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. Demek ki bu zâtlar benim hakikaten hatalarımı açıktan açığa görüyor ve söylüyorlar. Bana düşen şey, bu mevzuda, onların çağırdığı o istikamete yönelmektir.” diyebilecek muhasebe insanlarına hasretiz.

Hayatlarını başkalarını kurtarmaya adamış bahtiyar ruhlar

- Hepsinin etrafında böyle bir nur hâlesi.. ama biri asliyet planında, diğerleri de zılliyet, gölge planında. (…) Bunlar, başkalarının karanlık dünyalarını aydınlatmak adına, adeta hayatlarını hep karanlıkta geçiriyor gibi yaşarlar. Ellerindeki mumları hep başkalarına verirler. Ellerindeki bir mumla bütün mumları tutuşturmak için karanlıktan karanlığa koşarlar; sürekli ızdırap yudumlarlar; hep çileden çileye girerler. Fakat bu mevzuda gam da yemezler, şikayet de etmezler. Sızlanmazlar katiyyen ve kâtibeten! (…) İstemedikleri halde bunlar -öyle bir dertleri de yoktur- milletin ve gelecek nesillerin nazarında yâd-ı cemîl olurlar. Yâd-ı cemîl olurlar, hep yâd edilirler, hep parmakla onlara işaret edilir.

- Bazılarının yeryüzünde mezarları bile olmaz. Adlarına hiçbir şey yapılmaz. Adlarına yapılan ne bir okul vardır, ne kültür lokali vardır, ne üniversite vardır; çünkü yaptıkları her şeyi Allah için yapmışlardır ve “Ecrimizi, mükâfatımızı biz Allah’tan bekliyoruz. Başkalarından beklediğimiz bir şey yok.” deyip o peygamberâne tavır içinde silinip gitmişlerdir.

- Üstad Hazretleri, “Benim mezarımı kimsenin bilmemesi lazım, bir iki talebemden başka!” demiş. Malum bir yere gömülmüş, sonra istediği gibi hakikaten meçhulleştirilmiştir. Ama hiç kimse zihinlerden onu silemez, kimse onu unutturamaz! Tesbihatıyla, ortaya koyduğu âsâr-ı güzîdesiyle onu yâd ederler; hep onun ufkunda seyahat eder dururlar. İman-ı billahtan marifetullaha, marifetullahtan muhabbetullaha, onun çizdiği çizgide dolaşır dururlar; onun o seyr-i rûhanîsini geride bıraktığı eserlerde yaşar dururlar. Etrafındaki hâle de ondan geriye kalmamıştır. Tahirî Mutlulardan Hulûsi Efendilere kadar…

- Bunlar kendi dönemini yaşayan insanlar değil. Bu kirli dönemi, zift dönemini yaşayan insanlar değil. Bunlar sahabenin arkasında bir yer ihraz eden babayiğitlerdir. Nisbî ve izâfî insan-ı kâmil âbideleridir bunlar Allah’ın izni ve inâyetiyle. Cenâb-ı Hakk hüsn-ü zannımızda bizi yanıltmasın. Öyle olduğuna inandık onların; onları öyle kabul ettik ve ölünceye kadar da birer yâd-ı cemîl olarak zikretmeye devam edeceğiz. Çünkü dünyevî hiçbir talepleri olmadı; mâliyeciler üzerlerine gitsin bunların, dikili bir taşları dahi olmadıklarını görecekler.

Tiranlar devrilir gider ve bir yâd-ı kabîh olarak anılırlar!..

- Zira onlarda Kârun gibi kazanma düşüncesi yoktu. Kârun gibi dünyaya gömülme düşüncesi yoktu. Firavun gibi başkaları üzerinde hakimiyet kurma düşüncesi yoktu. Başkalarını hazmedememe gibi haset hastası değildi onlar. Kıskançlık hastası değildi onlar. Deli değildi onlar. Başkalarının yaptıklarını yıkmak için, gittikleri her yerde menfî propaganda yapan Firavun taslakları değildi onlar. Onlar Allah Rasûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) tevârüs ettikleri şeyleri -ciddî bir îsâr düşüncesiyle, başkaları için yaşama ve kendilerini feda etme düşüncesiyle, o mevzudaki her türlü çileye rağmen- ikâme etmeye çalışıyorlardı.

- Aslında Kıtmir’in bir mülahazası var: Yüksek mefkûresi uğrunda ezilmemiş, preslenmemiş, dövülmemiş, vurulmamış, hakarete maruz kalmamış, sürgün -ki bunların hepsi peygamberlerin yoludur- yaşamamış kimselerin “Millet adına bir şey yapıyorum!” iddialarına katiyen inanmıyorum! Yalancının, sahtekârın tâ kendileridir onlar. Preslenmesi lazım ki inandığı şeyden dolayı; kendi ruhî dünyasını, kalbî dünyasını ikâme etme adına değişik çilelere maruz kalması lazım ki, hakkaniyetini ortaya koymuş olsun. Hangi Peygamber vardır ki çileye maruz kalmamış, yerinden yurdundan edilmemiş? İnsanlığın İftihar Tablosu, Seyyidina Hazreti Mesih, testereyle biçilen Hazreti Zekeriya, hunharca şehit edilen Hazreti Yahya, yerinden sürgün edilen Hazreti İbrahim, yerinden sürgün edilen Hazreti Musa, yerinden sürgün edilen Hazreti Harun… hepsini sayabilirim burada. Peygamberlerin yolu bu ise, bence yol odur!

- Konjonktürel olarak, şartları değerlendirerek gelip milletin başına musallat olan parazitlerin millete vadettiği hiçbir şey yoktur! Bunlar milleti sömürürler, kendi saltanatlarını tesis ederler.. ama bir yere kadar Allah fırsat verir. Bir yerden sonra bütün tiranlar gibi onlar da devrilir giderler. Birilerinin yâd-ı cemîl olmasına karşılık onlar da yâd-ı kabîh olarak yâd edilirler: Her akla geldikçe, “O münafığa da lanet olsun!” (derler.) “Gittiği her yerde Türk milletinin son açılmasını, son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran, dünyanın değişik yerlerinde dinin intişârını engellemek isteyen tirana lanet olsun!” diyecekler.

Yaşatmak için yaşamayan yaşıyor sayılmaz!..

- Gönlünüzü herkese açarsanız, herkesi kucaklarsanız size hakaret eden insanlara bile açık durursanız âlem de gönlünü size açar. Ne olursa olsun bir Hazreti Mevlana yaklaşımıyla, bir Yunus Emre yaklaşımıyla insanlara kucağını açmak ve “Esasen inandığım değerler beni işte böyle yoğura yoğura, şekillendire şekillendire bu hale getirdi!” diyebilmek.. inandırır mı inandırmaz mı bu mesele?!. Yani “Ben de insanım, benim de öfkem, hiddetim olabilir fakat inandığım değerler beni bir potada yoğura yoğura bu şekle getirdi. Bak siz sövüp sayıyorsunuz, bense size hâlâ kucağımı açıyorum!” mülahazası… Nihayet insan onlar da; insan olmanın kadirşinaslığı içinde bu meseleye karşı cevab-ı sevab verirler.

- Hususiyle günümüzde din farklılığı, mezhep farklılığı, ırk farklılığı sebebiyle arada mesafeler olabilir. Bize düşen: Bir yönüyle bunlara gözümüzü yumarak, bu farklılıkları görmezlikten gelerek, icabında bir sıcak çay içirme.. veya gidip çaylarını içme.. elimize bir hediye alarak “Bugün size ziyarete geldik.” deme… Bizim özel günlerimiz vardır ki bu günleri de çoğaltabiliriz: Vahyin ilk geldiği gün (semâvîleşme yolunun bize açıldığı gün), İnsanlığın İftihar Tablosu’nun boykottan sıyrıldığı dönem, Efendimiz’in Mirac’a urûcu, Hazreti Hatice validemizin ruhunun ufkuna yürümesi, Hicret… Bu türlü vesileleri değerlendirerek, bunları bahane yaparak insanlara onlardan uzak olmadığımızı ifade etme…

Tiranlar karşısında Yusuflar olmazsa dünya huzuru yakalayamaz!..

- Otuz kırk dakikalık bir tren yolculuğunda dahi müstaid bir sine arama da tebliğ aşk ve sancısından kaynaklanmaktadır. Hazreti Pîr-i Muğân’ı düşünebilirsiniz mesela. Zindana girince orayı tam bir medrese gibi değerlendiriyor, “Medrese-i Yusufiye” diyor. İmam Şazilî, Abdulkadir Geylanî, İmam Gazzalî ve İmam Rabbanî hazretleri gibi neredeyse bütün büyüklerin zindanlarda yaşamış olmaları da gösteriyor ki, zindana girme meselesi büyükler için Allah tarafından takdir

- On tane insanı zimmetleyin fakat bir ona gidin, bir ona gidin… Bu mevsim de tam zimmetleme mevsimidir; baharda ektiğiniz şeyler biraz geç başak çıkarırlar, fakat sonbaharda ekilen şeyler daha bahar ufukta görünür görünmez hemen filizlenir, yeşerir, sonra da başağa yürürler. Meselenin öyle olmasını istiyorsanız, bir sonbahar yaşadığımız bu dönemde sürekli tohum atmaya bakmalısınız.. sürekli her tarafa tohum atmak lazım.. granit kayalara bile tohum atmak lazım. Allah’ın kudret elinde bu, o kocaman kayaları bile, o tohumlar, o rüşeymler delerler, sonra gelişirler, neşv u nema bulurlar, başağa yürürler Allah’ın izni ve inayetiyle.

Anne katili kızlar aynı koğuşta

İzmir’in Aliağa ilçesinde, kendilerini erkeklere pazarlamak istediği iddiasıyla anneleri Gülseren Süngü’yü 26 yerinden bıçaklayarak öldürmek suçundan ceza alan Şeyda P. ile kız kardeşi Beyza P., aynı koğuşta kalmaya başladı.

Beyza P. ile Şeyda P., İzmir’in Aliağa ilçesinde geçen yıl Eylül ayında anneleri Gülseren Süngü’yü bıçakla öldürmüştü.

Eve getirdiği erkekler karşısında kendilerini zorla oynattığı, okumalarına engel olduğu iddiasıyla annelerini öldürdüklerini itiraf eden 19 yaşındaki Şeyda P., 20 yıl, olay tarihinde 17 yaşında olan kız kardeşi Beyza P de 10 yıl hapse mahkum olmuştu.

Yaşı küçük olduğu için çocuk koğuşunda kalan Beyza P., 15 gün önce 18 yaşına girdiği gibi cezaevi yönetimine dilekçe vererek ablasının yanında kalmak istediğini belirtti. Cezaevi yönetimi, Beyza P.’nin dilekçesine olumlu yanıt verdi.

Anne katili kız kardeşler, Aliğa Yeni Şakran Cezaevi kadınlar koğuşunda birlikte kalmaya başladı.

'Dini bir savaşın habercisi'

İsrail kabinesi, İsrail'i "Yahudi ulus devleti" olarak tanımlayan yasa tasarısını onayladı. Hamas, yasa tasarısını "dini bir savaşın habercisi" olarak nitelendirdi.

İsrail Başbakan Binyamin Netanyahu başkanlığında toplanan kabinede, "yeni vatandaşlık yasa tasarısı" görüşülerek, onaylandı.

Söz konusu tasarıda, İsrail "Yahudi halkının ana vatanı ve ulus devleti" olarak tanımlanıyor ve her vatandaşın eşit haklara sahip olduğu" vurgulanıyor.

Başbakan Netanyahu, toplantı öncesinde yaptığı açıklamada, kabineye sunulan "Yeni vatandaşlık yasa tasarısı"yla ilgili bilgi verdi.

Netanyahu, "İsrail Devleti, Yahudiler'in ulus devletidir. Her vatandaş eşit haklara sahiptir ve bu konuda ısrar ediyoruz. Fakat sadece Yahudiler'in bayrak, milli marş, her Yahudi için İsrail'e göç etme hakkı ve diğer semboller gibi ulusal hakları vardır" dedi.

İsrail'in "Yahudi kimliğine" karşı pek çok kesimin muhalefet ettiğini belirten Netanyahu, "Filistinliler bunu kabul etmiyor. Bu kesimden insanlar, Filistin devletinin tanınmasından memnuniyet duyarken, Yahudi ulus devletine şiddetle karşı çıkıyorlar" ifadelerine yer verdi.

İsrail'i "Yahudi halkının ulus devleti olarak" öngören ve kabine tarafından kabul edilen tasarının, yasalaşması için meclis onayına sunulacağı belirtildi.

Söz konusu yasa tasarısının, "İsrail devletinin yalnızca Yahudilere ait olduğu, Arap vatandaşların Yahudilerle eşit olmadığı ve onların ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü" fikrini teyit ettiği gerekçesiyle eleştiriliyor.

HAMAS'TAN SERT ELEŞTİRİ

Hamas, İsrail'deki yeni vatandaşlık yasa tasarısının "dini bir savaşın habercisi" olduğunu iddia etti.

Hamas'tan yapılan yazılı açıklamada, yasa tasarısı, "İsrail'in Yahudi devleti kimliğinin pekiştirilmesi anlamı taşıdığı" gerekçesiyle eleştirildi.

Açıklamada, "Bu kanun tasarısı, İsrail'in, Arap dünyasına her anlamıyla hakim olmak için kullanacağı dini bir savaşın habercisidir. Bu haliyle tüm Filistinliler ve bögedeki Arap ülkeleri için tehlike çanlarının çalınması anlamına gelmektedir" ifadesine yer verildi.

Hamas'ın açıklamasında, Filistin halkının ve hareketlerinin, İsrail'in ırkçı yayılmacı projeleri sonuçsuz kalıncaya kadar direnmeye devam edeceği belirtildi.

(Kaynak: NTV)

Göztepe Acil'de çakma doktor skandalı

24 yaşındaki genç, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi’nde tam 3 ay gerçek doktor gibi muayene yaptı, reçete yazdı, vizitlere katıldı, hasta taburcu etti. Sahte doktor, ekim ayında TUS sonuçları yayınlandıktan sonra sırra kadem bastı.

Türkiye’nin en büyük Hastanelerinden İstanbul Göztepe eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne geçen ağustosta bir doktorun tavsiyesi ile başvuran Ali Haktan Yılman, pratisyen hekim olduğunu ve ekimdeki Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda (TUS ) hastanenin “acil” bölümünü tercih edeceğini söyledi. Bu süreçte acil serviste gözlemlerde bulunmak istediğini belirten Yılman’a izin verildi, ama muayene yaptırılmadı. Ancak hekimlerle arkadaşlığını ilerleten Yılman, kısa süre sonra “normal” mesaiye başladı.

VİZİTLERE KATILDI

Habertürk'ten Güngör karakuş'un haberine göre, Göztepe Acil Servis’te hasta kabul bölümü olan “yeşil alan”da çalışan Yılman muayene ile hekimlerin kaşelerini kullanarak yatış ve taburcu işlemleri yaptı. Reçete de yazan Yılman hastaların diğer servislere sevkini gerçekleştirdi. Hastanede kadrolu doktor gibi çalışmaya başlayan Yılman, asistan hekimler ile birlikte nöbete de kaldı, uzman doktorlar eşliğinde vizitlere de girdi. Kısa sürede gerçek doktorlar ile samimiyetini ilerleten Yılman, bazılarının evine misafir oldu, birlikte tatile gitti. Yılman, doktorlar ve hastalar ile çektirdiği resimleri Facebook adresinden de paylaştı. Bu fotoğrafların altlarına yazdığı mesajlarla da kadrolu doktor imajını pekiştirdi.

OYUNU TUS BOZDU

Sahte doktorun oyunu TUS sınavının yapıldığı ekim ayında ortaya çıktı. Sınav sonucunda Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Uzmanlığı Bölümü’nü kazanan üç ismin arasında Ali Haktan Yılman’ın adının yer almaması doktorları şüphelendirdi. Yılman, doktorların “Kazanan isimler arasında sen yoksun. Ne oldu?” sorusuna “Haydarpaşa Numune Hastanesi’ni kazandım” yanıtını verdi. Ancak ikna olmayan “mesai arkadaşları” yaptıkları araştırma sonunda Yılman’ın yalan söylediğini anlayınca hemen sosyal medya adreslerinden Yılman ile fotoğraflarını silerken, sahte doktor da ortadan kayboldu. Yılman’ın sağlık Bakanlığı Personel Takip Sistemi’nde ve Türk Tabipler Birliği listesinde de ismi yer almıyor.

HASTANEDE PANİK KAŞELERI

kullanılan asistan doktorlar arasında panik yaşanırken, hastane yönetimi çalışanlara “Bu konuyu daha fazla uzatmayın. Bu kişi pratisyen hekimmiş” uyarısında bulundu. Yılman’ın birçok klinik ve özel hastanede de nöbet tuttuğu belirlendi.

TIBBİ ATIK MERKEZİNDE ÇALIŞTI

Habertürk’ün edindiği bilgiye göre Yılman 2008’de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı Bölümü’nü kazandı ancak, kayıt yaptırdığı halde devam etmedi. 2010 ve 2011’de iki ayrı tıbbi atık merkezinde çalıştı.

HAMİLEYE SAKINCALI İĞNE

BIR hastane personeli Yılman’la ilgili yaşadığı olayı şöyle anlattı: “Asistan ve bazı uzman hekimlerin de bilgisi dahilinde kaşelerini kullanıyordu. Bazı tedavi yöntemlerinden şüpheleniyorduk. Hamile bir hasta geldi. Şikâyetlerini dinledikten sonra hamile olmasına rağmen yapılmaması gereken iğneleri yaptırdı. Hamile bir hastaya bu iğneyi yaptırması bizi şaşırtmıştı.”

ABAGNALE DOKTORLUĞU 11 AY YAPTI

DOKTOR, pilot ve savcı kılığında dolandırıcılık yapan Frank Abagnale Jr., 60’lı yıllarda ABD’nin en ünlü dolandırıcısı olarak kayda geçti. Pilot olarak defalarca yaptığı bir uçuş sonrası kimliği açığa çıkmış, New Orleans polisinden son anda kurtulmuştu. Georgia’da doktor olduğunu söyleyen Abagnale, doktor olan komşusunun teklifi üzerine çalıştığı hastanede “hatırı için” görev almıştı. Herhangi bir tıbbi müdahalede bulunmuyor, acil müdahaleleri diğer hemşire ve doktorlara devrediyordu. Abagnale, hastanede yaklaşık 11 ay çalıştı ve yeni doktor gelmesinin ardından kalpazanlık ve dolandırıcılığa devam etti. 26 ülkede 2.5 milyon dolar elde eden ve 8 farklı sahte kimlikle piyasaya sahte çek süren Abagnale, yıllar süren kovalamacanın ardından yakalandı ancak FBI ile çalışmayı kabul edince cezası kaldırıldı. Abagnale’in hikâyesi 2002’de Steven Spielberg’in “Sıkıysa Yakala” filmiyle beyazperdeye taşındı.

Çok sayıda Türk işsiz kalacak

Burger King, 89 şubesini kapatma kararı aldı. Dev restoran zincirinin bu kararı aralarında çok sayıda Türk'ün de bulunduğu yaklaşık üç bin kişiyi işsiz bırakacak.

Almanya!da ortaya çıkan hijyen skandalının ardından Burger King, 89 şubesini kapatma kararı aldı. Bu karar yaklaşık üç bin kişiyi işsiz bırakacak.

Dev restoran zinciri Burger King'in Almanya'da 89 şubesini kapatacak olması, aralarında çok sayıda Türk'ün de bulunduğu yaklaşık üç bin kişiyi işsiz bırakacak. Araştırmacı gazeteci Günter Wallraff ve ekibinin yaptığı gizli çekimler sonucunda, Yi-Ko Holding'e ait kapatılacağı açıklanan şubelerde hijyen kurallarına uyulmadığı, çalışanların ağır şartlarda işlerini yaptıkları ortaya çıkmıştı. Almanya genelinde başka işletmeci ya da şirketlerin sahip olduğu restoranlar ise faaliyetlerine devam edecek. Burger King Avrupa'nın, Almanya genelinde toplam 700 restoranı bulunuyor. Bu restoranlar 25 bin kişiyi istihdam ediyor.

"SUSMAYACAĞIZ"
Yaşanan bu gelişmelerin ardından işini kaybedecek olan 50'den fazla restoran çalışanı Türklerin yoğun olarak yaşadığı Köln Ehrenfeld'de bir araya geldi. Yaşananlar karşısında kendilerine çıkış mektubu verilmediğini, bunun da işsizlik parası bile almaya engel olduğunu belirten çalışanlar, kendilerini adeta kara bir deliğe düşmüş gibi hissettiklerini söylediler. Kimi arkadaşlarının kredi çekerek ev ve araba aldığını, kiminin ise ailenin tek çalışanı olduğu için bu durumdan dolayı büyük mağduriyet yaşadıklarını ifade ettiler. Bu haksızlık karşısında susmayacaklarını dile getiren çalışanlar, önümüzdeki günlerde daha büyük eylemlere imza atacaklarını sözlerine eklediler.