Ordu'da teneffüs bitince okul bahçesinde arkadaşlarıyla el ele tutuşup sınıfına doğru yürürken kalp krizi geçiren ilkokul 2’nci sınıf öğrencisi 8 yaşındaki Seçil Aydoğan, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
Olay bugün Ordu’nun Altınordu İlçesi’ndeki Mehmet Akif İnan İlkokulu’nun bahçesinde meydana geldi. Teneffüste arkadaşlarıyla oyun oynayan 2/A sınıfı öğrencisi Seçil Aydoğan, zilin çalmasıyla birlikte arkadaşlarıyla elele tutuşarak sınıfına doğru yürümeye başladı. Minik Seçil, bu sırada aniden fenalaşarak yere yığıldı. Tekrar ayağa kalkmaya çalışan Seçil, arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında bir kez daha yerde kaldı. Arkadaşlarının çığlık sesleri üzerine hemen yardıma koşan öğretmenler ve okul idarecileri 112’yi arayarak yardım istedi. Kısa sürede olay yerine gelen 112 sağlık ekipleri, nabzının atmadığını belirlediği Seçil Aydoğan’ı kalp masajı yaparak müdahalede bulundu. Kalbi tekrar çalıştırıldıktan sonra ambulansla Ordu Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Seçil Aydoğan, burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak öldü.
Seçil Aydoğan’ın okul bahçesinde yürürken yere yığıldığı anlar ise okulun güvenlik kamerası tarafından saniye saniye kaydedildi. Diğer öğrenciler ise Aydoğan’ın yürürken birden yere düştüğünü söyledi.
Kalp krizinden öldüğü belirtilen çocuğun cenazesi, kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için otopsi yapılmak üzere hastane morguna kaldırıldı. Jandarma olayla ilgili soruşturma başlattı. DHA
21 Ekim 2015 Çarşamba
50 bin mülteci Türkiye'ye geliyor...
Esad rejiminin Rus hava operasyonları desteğinde Halep’te beş gün önce başlattığı harekât yüzünden kent sakinleri şehri terk ediyor. Türkmenlere göre 50 bin kişi Türkiye’ye yöneldi.
Türkiye’nin, Suriye’den yeni bir göç dalgasına dair duyduğu endişenin ilk sinyalleri gelmeye başladı. Rusya’ya ait savaş uçaklarının başta Halep’in güney ve doğusu olmak üzere ılımlı muhalifler ile kentin dışında IŞİD’in hâkim olduğu bölgelere yoğun operasyon düzenlemesi, sonrasında da Esad’a bağlı güçlerin kara harekatına başlamasıyla, ilk etapta kentten ayrılmaya çalışan 70 bin kişiden 50 bininin Türkiye istikametine yönelmek için hazırlık yaptığı bildirildi.
BÖYLE SÜRERSE 350 BİN KİŞİ GÖÇ EDECEK
Hürriyet'in haberine göre; Bölgeden alınan istihbaratlar doğrultusunda Halep ve civarına yönelik Esad güçlerinin karadan yaptığı harekâta İran ve Hizbullah da destek veriyor. Türk yetkililer, havadan ve karadan operasyonun bu şiddette devam etmesi halinde Halep’ten hafta sonuna doğru 350 bin kişinin ayrılabileceğini, bunun büyük bir bölümünün de Türkiye sınırına dayanabileceğini belirttiler. Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa da, 50 bin kişinin Türkiye yoluna döküldüğü bilgisini doğruladı. Mustafa, Hürriyet’e şunları söyledi:
‘DURUM KÖTÜLEŞECEK’: “Asıl göç, Halep’in güneyinden başladı. Türkmenler, kırsal ve kuzey kesimlerde. Rejim güçleri buraya ulaştığı zaman göç tehdidi daha da büyüyecek. Bayırbucak bölgesinde de şiddetli çatışmalar oluyor. Türkmendağı’nın yanında Cebelekrat’ta (Kürtdağı) rejim güçleri Rusya’nın hava desteği ile yoğun bir operasyon başlattı. Bayırbucak Türkmenlerini de bir yandan Esad, diğer yandan da Rusya ve IŞİD vuruyor. Böyle giderse Türkmenler için durum iyice kötüleşecek.”
HAZIRLIKLAR TAMAM: AFAD yetkilileri de Halep ve civarından yoğun göç tehdidine karşılık Hatay ve Kilis’te gereken tüm önlemlerin alındığını söylediler. Cenevre’deki BM ajansı İnsani Olaylar Koordinasyonu Ofisi’nden (OCHA) dün yapılan açıklamada çatışmalar yüzünden 35 bin civarında insanın evini terk ettiği belirtildi. OCHA Sözcüsü Vanessa Huguenin, “İnsanların acilen gıda, temel barınma ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Yardım ajanslarının havanın giderek soğumasından ötürü dışarda yaşayan aileler konusunda endişeleri artıyor” diye konuştu.
RUSYA’DAN MUHALİF GRUPLARA AĞIR DARBE
Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşan örgütlere Amerikan yapımı tanksavar TOW füzelerinin ulaştırıldığına dair haberlerin ardından Rusya, Batı-Körfez destekli gruplara ağır darbe vurdu. Son saldırılarda Nureddin Zenki Tugayları ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı Birinci Sahil Tümeni’nin komutanları öldü. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SİHG) göre önceki gün Lazkiye’nin doğusundaki Cebel Akrad bölgesinde Birinci Sahil Tümeni’nin mevzileri havadan vuruldu. Ölen 45 kişi arasında örgütün lideri Basil Zamo da var. Yerel Koordinasyon Komiteleri ise Lazkiye’de kayıpların sayısını 57 olarak verdi.
HAVADAN-KARADAN SALDIRI
Yine önceki gün Halep’in güneyindeki çatışmalarda Nureddin Zenki Tugayları komutanı İsmail Nassif öldürüldü. Bu iki örgüt de ABD’nin askeri yardım programlarından yararlanıyor. Halep’in güneyindeki operasyonlara havadan Rusya karadan Suriye ordusu, Hizbullah, rejimin milis gücü Ulusal Savunma Güçleri, Baas Partisi üyelerinden oluşan Baas Tugayları ve Iraklı milislerle kurulan Neceba Hareketi katılıyor. Suriye ordusu ve müttefikleri önceki gün Halep kırsalında Tel Nağmus, Tel Sebıyn, El Muflese, Nasıriye, Havica ve Bakaca beldelerini kontrol altına aldı.
BİLGİ NOTU
Suriye ordusu, Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğiyle Halep’te 16 Ekim’de büyük çaplı bir operasyon başlattı. 2012’den bu yana Halep merkezi olan batı kısmı Esad rejiminin, doğusu ve güney kırsalı muhaliflerin denetiminde. Şehirdeki Şehy Maksud semti ise PKK bağlantılı YPG’nin denetiminde. Halep’in doğusundaki kırsal kesimlerde ise IŞİD’in etkinliği söz konusu.
Türkiye’nin, Suriye’den yeni bir göç dalgasına dair duyduğu endişenin ilk sinyalleri gelmeye başladı. Rusya’ya ait savaş uçaklarının başta Halep’in güney ve doğusu olmak üzere ılımlı muhalifler ile kentin dışında IŞİD’in hâkim olduğu bölgelere yoğun operasyon düzenlemesi, sonrasında da Esad’a bağlı güçlerin kara harekatına başlamasıyla, ilk etapta kentten ayrılmaya çalışan 70 bin kişiden 50 bininin Türkiye istikametine yönelmek için hazırlık yaptığı bildirildi.
BÖYLE SÜRERSE 350 BİN KİŞİ GÖÇ EDECEK
Hürriyet'in haberine göre; Bölgeden alınan istihbaratlar doğrultusunda Halep ve civarına yönelik Esad güçlerinin karadan yaptığı harekâta İran ve Hizbullah da destek veriyor. Türk yetkililer, havadan ve karadan operasyonun bu şiddette devam etmesi halinde Halep’ten hafta sonuna doğru 350 bin kişinin ayrılabileceğini, bunun büyük bir bölümünün de Türkiye sınırına dayanabileceğini belirttiler. Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa da, 50 bin kişinin Türkiye yoluna döküldüğü bilgisini doğruladı. Mustafa, Hürriyet’e şunları söyledi:
‘DURUM KÖTÜLEŞECEK’: “Asıl göç, Halep’in güneyinden başladı. Türkmenler, kırsal ve kuzey kesimlerde. Rejim güçleri buraya ulaştığı zaman göç tehdidi daha da büyüyecek. Bayırbucak bölgesinde de şiddetli çatışmalar oluyor. Türkmendağı’nın yanında Cebelekrat’ta (Kürtdağı) rejim güçleri Rusya’nın hava desteği ile yoğun bir operasyon başlattı. Bayırbucak Türkmenlerini de bir yandan Esad, diğer yandan da Rusya ve IŞİD vuruyor. Böyle giderse Türkmenler için durum iyice kötüleşecek.”
HAZIRLIKLAR TAMAM: AFAD yetkilileri de Halep ve civarından yoğun göç tehdidine karşılık Hatay ve Kilis’te gereken tüm önlemlerin alındığını söylediler. Cenevre’deki BM ajansı İnsani Olaylar Koordinasyonu Ofisi’nden (OCHA) dün yapılan açıklamada çatışmalar yüzünden 35 bin civarında insanın evini terk ettiği belirtildi. OCHA Sözcüsü Vanessa Huguenin, “İnsanların acilen gıda, temel barınma ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Yardım ajanslarının havanın giderek soğumasından ötürü dışarda yaşayan aileler konusunda endişeleri artıyor” diye konuştu.
RUSYA’DAN MUHALİF GRUPLARA AĞIR DARBE
Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşan örgütlere Amerikan yapımı tanksavar TOW füzelerinin ulaştırıldığına dair haberlerin ardından Rusya, Batı-Körfez destekli gruplara ağır darbe vurdu. Son saldırılarda Nureddin Zenki Tugayları ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı Birinci Sahil Tümeni’nin komutanları öldü. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SİHG) göre önceki gün Lazkiye’nin doğusundaki Cebel Akrad bölgesinde Birinci Sahil Tümeni’nin mevzileri havadan vuruldu. Ölen 45 kişi arasında örgütün lideri Basil Zamo da var. Yerel Koordinasyon Komiteleri ise Lazkiye’de kayıpların sayısını 57 olarak verdi.
HAVADAN-KARADAN SALDIRI
Yine önceki gün Halep’in güneyindeki çatışmalarda Nureddin Zenki Tugayları komutanı İsmail Nassif öldürüldü. Bu iki örgüt de ABD’nin askeri yardım programlarından yararlanıyor. Halep’in güneyindeki operasyonlara havadan Rusya karadan Suriye ordusu, Hizbullah, rejimin milis gücü Ulusal Savunma Güçleri, Baas Partisi üyelerinden oluşan Baas Tugayları ve Iraklı milislerle kurulan Neceba Hareketi katılıyor. Suriye ordusu ve müttefikleri önceki gün Halep kırsalında Tel Nağmus, Tel Sebıyn, El Muflese, Nasıriye, Havica ve Bakaca beldelerini kontrol altına aldı.
BİLGİ NOTU
Suriye ordusu, Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğiyle Halep’te 16 Ekim’de büyük çaplı bir operasyon başlattı. 2012’den bu yana Halep merkezi olan batı kısmı Esad rejiminin, doğusu ve güney kırsalı muhaliflerin denetiminde. Şehirdeki Şehy Maksud semti ise PKK bağlantılı YPG’nin denetiminde. Halep’in doğusundaki kırsal kesimlerde ise IŞİD’in etkinliği söz konusu.
20 Ekim 2015 Salı
Hac faciasında ölenlerin sayısı en az 2 bin 177
Associated Press haber ajansı, Eylül ayı sonunda Hac'da şeytan taşlama sırasında yaşanan izdihamda hayatını kaybeden hacıların sayısının açıklanan resmi rakamların çok daha üzerinde olduğunu ve olayda en az 2 bin 177 kişinin hayatını kaybettiğini yazdı.
Suudi Arabistan, izdihamın ardından yaptığı açıklamalarda ölü sayısını önce 769 olarak vermiş ancak ardından sayının 1000'e yaklaştığını açıklamıştı.
Ancak Associated Press, çok sayıda cansız bedenin hâlâ teşhis edilemediğini ve birçok kişinin de kayıp olduğunu aktarıyor.
Pazar günü İçişleri Başkanı Prens Muhammed bin Naif Abdülaziz başkanlığında toplanan bir heyet, Mina'da yaşanan faciayı değerlendirdi.
Devlet haber ajansında yer alan haberde "Prens, yetkililere soruşturmanıun sağlıklı bir şekilde ilerlediği yönünde güvence verdi" deniyor.
Associated Press, hac faciasıyla ilgili 30 ülkeden gelen açıklamaların yanı sıra Suudi Arabistan devlet yayın organlarının haberlerini derleyerek toplam ölü sayısına ulaşmaya çalıştı.
İran 465 vatandaşının hayatını kaybettiğini açıklıyor. Mali 254, Nijerya 199, Kamerun ise 76 vatandaşının hayatını kaybettiğini açıkladı.
Nijer 72, Senegal 61, Fildişi Sahilleri ile Benin ise 52'şer vatandaşını hac faciasında yitirdiğini açıklamıştı.
BBC Türkçe
Suudi Arabistan, izdihamın ardından yaptığı açıklamalarda ölü sayısını önce 769 olarak vermiş ancak ardından sayının 1000'e yaklaştığını açıklamıştı.
Ancak Associated Press, çok sayıda cansız bedenin hâlâ teşhis edilemediğini ve birçok kişinin de kayıp olduğunu aktarıyor.
Pazar günü İçişleri Başkanı Prens Muhammed bin Naif Abdülaziz başkanlığında toplanan bir heyet, Mina'da yaşanan faciayı değerlendirdi.
Devlet haber ajansında yer alan haberde "Prens, yetkililere soruşturmanıun sağlıklı bir şekilde ilerlediği yönünde güvence verdi" deniyor.
Associated Press, hac faciasıyla ilgili 30 ülkeden gelen açıklamaların yanı sıra Suudi Arabistan devlet yayın organlarının haberlerini derleyerek toplam ölü sayısına ulaşmaya çalıştı.
İran 465 vatandaşının hayatını kaybettiğini açıklıyor. Mali 254, Nijerya 199, Kamerun ise 76 vatandaşının hayatını kaybettiğini açıkladı.
Nijer 72, Senegal 61, Fildişi Sahilleri ile Benin ise 52'şer vatandaşını hac faciasında yitirdiğini açıklamıştı.
BBC Türkçe
"Yolda geçen süre mesaiye dahildir"
Avrupa Birliği Adalet Divanı bütün şirketleri ilgilendiren, ilginç ama çok tartışılacak bir karar verdi: Ofis dışında çalışan personelin sabah evden işe, akşam işten eve giderken yolda geçirdikleri süre, kanunî mesaiye dahildir.
Adalet Divanı bu kararı (yangın ve elektronik güvenliği sektöründe çalışan) İspanyol Tyco şirketiyle ilgili bir davada aldı. Şirket 2011 yılında bölge bürolarını kapadığından, görevli teknisyenlerin sabit bir ofisi yok. Bu sebeple, Madrid’deki merkeze bağlı çalışan teknisyenler çalışma noktalarıyla ofis arasında her gün saatlerce yol yapmak zorunda kalıyorlar. Bu yol bazı günler 100 km’yi ve 3 saati aşabiliyor. Tyco yönetimi sabah-akşam işe gidip gelirken geçen sürenin çalışanın ‘dinlenme vakti’ne dahil olduğunu öne sürüyordu. İspanyol mahkemelerinde açılan davayı kaybeden şirket, konuyu Avrupa Adalet Divanı’na götürmüştü.
Hukukçular: Bütün çalışanlara yayılacaktır
Geçen hafta görülen davada mahkeme “sabit veya alışılmış bir çalışma yeri olmayan çalışanların sabah evleriyle (şirket tarafından belirlenmiş) ilk çalışma noktaları ve akşam, son çalışma noktaları ile evleri arasında geçen süre, mesai süresine dahildir” şeklinde özetlenebilecek bir karar verdi.
Avrupa Birliği (AB) mevzuatı çalışma (mesai) süresini “çalışanın işinde, işverenin tasarrufunda ve işini yapmakla mükellef olduğu süre” şeklinde tanımlıyor. AB ülkelerinde, özel sözleşmeler veya özel tanınan haklar hariç, çalışanların genellikle evleri ile iş yerleri arasında geçen ulaşım süresi için bir maddi karşılık talep etme hakları bulunmuyor.
Avrupalı hukukçular, Adalet Divanı’nın bu kararının bütün üye ülkeler için bağlayıcı olduğunu hatırlatıyorlar. Bu durumda önce (plasiyerler, satıcılar, teknisyenler gibi) ofis dışında çalışanların yolda geçen sürelerinin mesaiden sayılacağını, sonra, büyük olasılıkla, bu hakkın diğer çalışanlara da yaygınlaştırılacağını öngörüyorlar. Ancak bunun uzun süre alacağını da düşünüyorlar.
İK uzmanları: Çalışanlara zarar verebilir
İK uzmanları ise, çalışanların lehine önemli bir kazanım gibi görünse de, böyle bir uygulamanın, (şirketler için, pratik uygulamadaki zorlukların ötesinde, ağır bir mali yük anlamına geleceğinden) uzun vâdede çalışanların aleyhine işleyebileceği uyarısında bulunuyorlar. Şirketlerin, ofise yakın bölgede ikamet eden personeli tercih edeceklerini, bunun da iş bulmayı ve işsizlikle mücadeleyi zorlaştıracağını düşünüyorlar.
Türkiye’de durum nedir? Bu karar Türkiye’yi bağlar mı?
Türkiye’de mevzuata göre mesai, o işyerinde mesai olarak bilerlenen saatte başlamaktadır. Buna göre ev ile işyeri arasında geçen süre mesaiye dahil değildir. Çalışan ofis dışında görevlendirildiğinde, yolda geçen süre mesaiye dahildir. Ancak görev tanımı gereği sürekli ofis dışında çalışanlar için yolda geçen süre mesaiye dahil değildir.
Nihayet, Türkiye AB üyesi olmadığından, AB Adalet Divanı’nın kararları Türk mahkemeleri için bağlayıcı değildir.
Adalet Divanı bu kararı (yangın ve elektronik güvenliği sektöründe çalışan) İspanyol Tyco şirketiyle ilgili bir davada aldı. Şirket 2011 yılında bölge bürolarını kapadığından, görevli teknisyenlerin sabit bir ofisi yok. Bu sebeple, Madrid’deki merkeze bağlı çalışan teknisyenler çalışma noktalarıyla ofis arasında her gün saatlerce yol yapmak zorunda kalıyorlar. Bu yol bazı günler 100 km’yi ve 3 saati aşabiliyor. Tyco yönetimi sabah-akşam işe gidip gelirken geçen sürenin çalışanın ‘dinlenme vakti’ne dahil olduğunu öne sürüyordu. İspanyol mahkemelerinde açılan davayı kaybeden şirket, konuyu Avrupa Adalet Divanı’na götürmüştü.
Hukukçular: Bütün çalışanlara yayılacaktır
Geçen hafta görülen davada mahkeme “sabit veya alışılmış bir çalışma yeri olmayan çalışanların sabah evleriyle (şirket tarafından belirlenmiş) ilk çalışma noktaları ve akşam, son çalışma noktaları ile evleri arasında geçen süre, mesai süresine dahildir” şeklinde özetlenebilecek bir karar verdi.
Avrupa Birliği (AB) mevzuatı çalışma (mesai) süresini “çalışanın işinde, işverenin tasarrufunda ve işini yapmakla mükellef olduğu süre” şeklinde tanımlıyor. AB ülkelerinde, özel sözleşmeler veya özel tanınan haklar hariç, çalışanların genellikle evleri ile iş yerleri arasında geçen ulaşım süresi için bir maddi karşılık talep etme hakları bulunmuyor.
Avrupalı hukukçular, Adalet Divanı’nın bu kararının bütün üye ülkeler için bağlayıcı olduğunu hatırlatıyorlar. Bu durumda önce (plasiyerler, satıcılar, teknisyenler gibi) ofis dışında çalışanların yolda geçen sürelerinin mesaiden sayılacağını, sonra, büyük olasılıkla, bu hakkın diğer çalışanlara da yaygınlaştırılacağını öngörüyorlar. Ancak bunun uzun süre alacağını da düşünüyorlar.
İK uzmanları: Çalışanlara zarar verebilir
İK uzmanları ise, çalışanların lehine önemli bir kazanım gibi görünse de, böyle bir uygulamanın, (şirketler için, pratik uygulamadaki zorlukların ötesinde, ağır bir mali yük anlamına geleceğinden) uzun vâdede çalışanların aleyhine işleyebileceği uyarısında bulunuyorlar. Şirketlerin, ofise yakın bölgede ikamet eden personeli tercih edeceklerini, bunun da iş bulmayı ve işsizlikle mücadeleyi zorlaştıracağını düşünüyorlar.
Türkiye’de durum nedir? Bu karar Türkiye’yi bağlar mı?
Türkiye’de mevzuata göre mesai, o işyerinde mesai olarak bilerlenen saatte başlamaktadır. Buna göre ev ile işyeri arasında geçen süre mesaiye dahil değildir. Çalışan ofis dışında görevlendirildiğinde, yolda geçen süre mesaiye dahildir. Ancak görev tanımı gereği sürekli ofis dışında çalışanlar için yolda geçen süre mesaiye dahil değildir.
Nihayet, Türkiye AB üyesi olmadığından, AB Adalet Divanı’nın kararları Türk mahkemeleri için bağlayıcı değildir.
Soma davasında, madenci ailelerinden büyük suçlama
Manisa’nın Soma İlçesi’nde 301 madencinin yaşamını yitirdiği faciayla ilgili 8’i tutuklu 46 sanıklı davanın, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde, görülmesine devam edildi. Duruşmayı takip eden mağdur madenci ailelerinden de önemli bir iddia geldi. Aileler, duruşmalarda dinleneceği önceden belli olan işsiz madencileri, 13 Ekim’den önce arayan şirket yetkililerinin "İşe alınacaksınız. Bizden haber bekleyin" dediğini, bu vaatle ifadelerin etkilendiğini öne sürdü.
Soma’da geçen yıl 13 Mayıs’ta meydana gelen faciada, 301 madencinin yaşamını yitirmesi ardından başlatılan adli soruşturmada, haklarında, ’Olası kastla öldürme’, ’Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma’, ’Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama’ suçlarından 301 kez, 2 yıldan 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılan toplam 46 sanığın yargılanmasına, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi.
Duruşmada, tutuklu sanıklar Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürü Ramazan Doğru, İşletme Müdürü Akın Çelik, Maden Mühendisi, İşletme Müdür Yardımcısı İsmail Adalı, maden mühendisleri Yasin Kurnaz, Hilmi Kazık, Ertan Ersoy, emniyet teknikeri Mehmet Ali Günay Çelik’in yanı sıra tutuksuz sanıkların bir bölümü hazır bulundu. Duruşmada, maden ocağında çalıştıkları sırada, faciayı yaşayan mağdur ve tanık işçilerin dinlenmesine, bugün de kaldığı yerden devam edilecek.
AİLELER, İŞÇİLER KANDIRILMAYA ÇALIŞILIYOR
Bu arada, ölen madencilerin aileleri de, toplu olarak geldikleri arama noktasından geçip, duruşmayı takip etmek için mahkeme salonuna geldi. Aileler, bu sırada da önemli bir iddiada bulundu. Savcılık soruşturması sırasında şikayetçi olan ya da anlatımlarıyla suçlamalarda bulunan madencilerin, duruşmalardaki ifadelerini değiştirmelerine dikkat çeken aileler, bunun şirketin bir kandırma planından kaynaklandığını ileri sürdü. Aileler, şirket yetkililerinin, ilk olarak kendilerine başvuruları bulunan işsiz madencilerden, duruşmada ifade vereceklerin isimlerini belirlediğini anlattı. Ardından da bu işçilerin, 13 Ekim’de başlayan duruşmalar öncesinde arandığını ve onlara, "İşe alınacaksınız. Bizden haber bekleyin" dendiğini söyledi. Faciadan sonra yaklaşık 1.5 yıldır işsiz kalan işçilerin, bu vaatlerle, ifadelerin etkilendiği öne sürüldü.
Taylan YILDIRIM- Barış GEZİCİ/ AKHİSAR (Manisa) (DHA)
Soma’da geçen yıl 13 Mayıs’ta meydana gelen faciada, 301 madencinin yaşamını yitirmesi ardından başlatılan adli soruşturmada, haklarında, ’Olası kastla öldürme’, ’Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma’, ’Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama’ suçlarından 301 kez, 2 yıldan 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılan toplam 46 sanığın yargılanmasına, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi.
Duruşmada, tutuklu sanıklar Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürü Ramazan Doğru, İşletme Müdürü Akın Çelik, Maden Mühendisi, İşletme Müdür Yardımcısı İsmail Adalı, maden mühendisleri Yasin Kurnaz, Hilmi Kazık, Ertan Ersoy, emniyet teknikeri Mehmet Ali Günay Çelik’in yanı sıra tutuksuz sanıkların bir bölümü hazır bulundu. Duruşmada, maden ocağında çalıştıkları sırada, faciayı yaşayan mağdur ve tanık işçilerin dinlenmesine, bugün de kaldığı yerden devam edilecek.
AİLELER, İŞÇİLER KANDIRILMAYA ÇALIŞILIYOR
Bu arada, ölen madencilerin aileleri de, toplu olarak geldikleri arama noktasından geçip, duruşmayı takip etmek için mahkeme salonuna geldi. Aileler, bu sırada da önemli bir iddiada bulundu. Savcılık soruşturması sırasında şikayetçi olan ya da anlatımlarıyla suçlamalarda bulunan madencilerin, duruşmalardaki ifadelerini değiştirmelerine dikkat çeken aileler, bunun şirketin bir kandırma planından kaynaklandığını ileri sürdü. Aileler, şirket yetkililerinin, ilk olarak kendilerine başvuruları bulunan işsiz madencilerden, duruşmada ifade vereceklerin isimlerini belirlediğini anlattı. Ardından da bu işçilerin, 13 Ekim’de başlayan duruşmalar öncesinde arandığını ve onlara, "İşe alınacaksınız. Bizden haber bekleyin" dendiğini söyledi. Faciadan sonra yaklaşık 1.5 yıldır işsiz kalan işçilerin, bu vaatlerle, ifadelerin etkilendiği öne sürüldü.
Taylan YILDIRIM- Barış GEZİCİ/ AKHİSAR (Manisa) (DHA)
Erdoğan ve Defne Samyeli'nin şikayetçi olduğu 'hakaret' davasında karar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile haber spikeri ve eski Türkiye Güzeli Defne Samyeli'nin fotoğraflarını, kurduğu web sitesinde yan yana koyarak, yazdığı yazı ile hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan Semih K., 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.
İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 42. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmaya tutuksuz sanık Semih K. ile şikayetçi Defne Samyeli'nin avukatı katıldı. Erdoğan'ın avukatı ise duruşmada yer almadı.
Samyeli'nin avukatı söz alarak sanıktan şikayetçi olduklarını beyan etti. Son sözü sorulan sanık Semih K. ise "Dedikodular daha önceden de internet ortamında vardı. Ben orada geçen cümleleri kullandım. Olay tarihinde Defne hanımın avukatıyla telefon görüşmesi yaptık. Ardından fotoğrafları hemen sildim ve siteyi de kapattım. Kasıtlı olarak yapmadım" dedi.
HAKİM 1 YIL 15 GÜN CEZA VERDİ
Duruşmaya verdiği kısa aranın ardından kararını açıklayan mahkeme hakimi, sanık Semih K.'ya 1 yıl 15 gün hapis cezası verdiğini açıkladı. Sanığın sabıkasız oluşunu göz önünde bulunduran hakim, cezanın ertelenmesine hükmetti.
İDDİANAMEDE 2 YILA KADAR HAPSİ İSTENMİŞTİ
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca hazırlanan iddianamede, bilgisayar programcısı olan Semih K.'nın 2014 yılında bir web sitesinde Erdoğan ve Samyeli'nin fotoğraflarını yan yana koyarak, yazdığı yazı ile Defne Samyeli'ye hakaret ettiği iddia edildi. Şüpheli Semih K.'nın 'hakaret' suçundan 3 aydan 2 yıla kadar hapsi istendi. Öte yandan söz konusu internet sitesi 25 Mart 2014 tarihinde 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararıyla kapatılmıştı.
HER İKİ DAVA BİRLEŞTİRİLMİŞTİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da şikayet etmesi üzerine Semih K. hakkında Anadolu 11. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açılmıştı. 42. Asliye Ceza Mahkemesi, görülen davalar arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan birleştirilmesine karar vermişti. DHA
İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 42. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmaya tutuksuz sanık Semih K. ile şikayetçi Defne Samyeli'nin avukatı katıldı. Erdoğan'ın avukatı ise duruşmada yer almadı.
Samyeli'nin avukatı söz alarak sanıktan şikayetçi olduklarını beyan etti. Son sözü sorulan sanık Semih K. ise "Dedikodular daha önceden de internet ortamında vardı. Ben orada geçen cümleleri kullandım. Olay tarihinde Defne hanımın avukatıyla telefon görüşmesi yaptık. Ardından fotoğrafları hemen sildim ve siteyi de kapattım. Kasıtlı olarak yapmadım" dedi.
HAKİM 1 YIL 15 GÜN CEZA VERDİ
Duruşmaya verdiği kısa aranın ardından kararını açıklayan mahkeme hakimi, sanık Semih K.'ya 1 yıl 15 gün hapis cezası verdiğini açıkladı. Sanığın sabıkasız oluşunu göz önünde bulunduran hakim, cezanın ertelenmesine hükmetti.
İDDİANAMEDE 2 YILA KADAR HAPSİ İSTENMİŞTİ
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nca hazırlanan iddianamede, bilgisayar programcısı olan Semih K.'nın 2014 yılında bir web sitesinde Erdoğan ve Samyeli'nin fotoğraflarını yan yana koyarak, yazdığı yazı ile Defne Samyeli'ye hakaret ettiği iddia edildi. Şüpheli Semih K.'nın 'hakaret' suçundan 3 aydan 2 yıla kadar hapsi istendi. Öte yandan söz konusu internet sitesi 25 Mart 2014 tarihinde 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararıyla kapatılmıştı.
HER İKİ DAVA BİRLEŞTİRİLMİŞTİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da şikayet etmesi üzerine Semih K. hakkında Anadolu 11. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açılmıştı. 42. Asliye Ceza Mahkemesi, görülen davalar arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan birleştirilmesine karar vermişti. DHA
Diz çökecekler
Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtarlarla buluşma toplantısının 12’ncisinde, Balıkesir, Bursa, Edirne, Erzurum, Gümüşhane, İstanbul, Kocaeli, Malatya, Sakarya ve Mersin’den gelen muhtarları Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ağırladı. Erdoğan, “Teröre Allah’ın izniyle diz çöktüreceğiz. Türkiye’yi rotasından çıkarmak hedefinde yürüyenlere sesleniyorum; başaramayacaksınız. Bizim için kurduğunuz tuzaklara inşallah siz düşeceksiniz” dedi.
KAÇAK SARAY KAÇAK SARAY
“(1998 yılında aldığı hapis cezası sonrası ‘Muhtar bile olamaz’ manşetini anımsatarak) En makbul muhtar, belediye başkanı, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı milletin değil kendilerinin emrinde olanlardır. Biz 1994 yılında bu vesayet odaklarının değil, İstanbul halkının emrinde belediye başkanlığı yaptığımız için o manşete maruz kaldık. Burada onların değil, sizin bulunmanızdan, onların değil, sizin sesinizin duyuluyor olmasından rahatsızlar. Cumhurbaşkanlığı Külliyesiyle ilgili eleştirilerin gerisindeki asıl sebep de budur. Yoksa onlar da bu külliyeyle ilgili sorun olmadığını biliyorlar. Tek sıkıntıları Beştepe’nin kendilerinin değil, milletin emrinde olmasıdır. İkide bir tutturmuşlar ‘kaçak saray, kaçak saray’. Elinde bir belgen mi var, bir bilgi mi var? Varsa çık açıkla. Danıştay kararlarını açıklamamıza rağmen ısrarla bunu söylemeye devam ettiler. Geçenlerde bir muhalefet partisinin genel başkanı televizyonda konuşuyor, ‘kaçak saray’ diyor. Anamuhalefetin genel başkanı zaten bunları söylüyordu. Bu sefer ‘Çağırırlarsa gelirim’ demeye başladı. Önce ‘Ben kaçak saraya çıkmam’ diyordu.
TUZAĞA SİZ DÜŞECEKSİNİZ
Hürriyet'in haberine göre; Biz hizmet siyasetine mi önem vereceğiz, teröre mi? Teröre Allah’ın izniyle diz çöktüreceğiz, kimsenin şüphesi olmasın. Şehitlerimiz bizim kanayan yaramız. Ama şunu bilin ki bir milletin zaferinin, geleceğinin altında şehitler yatmaktadır. Bu vatan şehit kanları ile yoğruldu. Önceki hafta sonu Ankara Garı önünde meydana gelen bombalı saldırıda kaybettiğimiz vatandaşlarımızın acısı tüm tazeliği ile içimizi yakıyor. Terörün amacının Türkiye’yi bu gündeminden, yatırımlardan uzaklaştırmak olduğunu biliyoruz. Türkiye’yi rotasından çıkarmak hedefinde yürüyenlere sesleniyorum; Başaramayacaksınız, kardeşliğimizi bozamayacaksınız, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bizi 2023 hedeflerimizden vazgeçiremeyeceksiniz. Bizim için kurduğunuz tuzaklara inşallah siz düşeceksiniz.
DEMOKRASİ BU DEĞİL
Demokrasilerde muhalefet ve eleştiri olmazsa olmaz bir unsurdur. Hiçbir muhalefetin kendi ülkesine, kendi toplumuna karşı olma hatta düşmanlık yapma hakkı yoktur. Ülkemizde hükümeti ve devlet kurumlarını eleştirmek adına terör örgütlerine, bölücü örgütün güdümündeki siyasi organizasyona ki bakınız ‘parti’ demeye bile dilim varmıyor. Bunun için ‘organizasyon’ diyorum. Bu tür yapılara destek vermeyi, muhalefet adı altında meşrulaştırmaya çalışanlar var. Bir takım medya kuruluşları, akademisyenler, siyasetçiler, işi gücü bırakmış terör örgütünün ve onun güdümündeki siyasi organizasyonun propaganda makinesi haline dönmüştür. Demokrasi bu değil. Bunun adı terör örgütü yandaşlığıdır.
1 KASIM’DA YETKİYİ ALIN...
Kendi çıkarları için 78 milyonun geleceğini tehlikeye atanlar, istiyorlar ki Cumhurbaşkanı devreden çıksın, biz de eskiden olduğu gibi Türkiye’yi yönetelim. Allah ömür, halkımız destek verdiği sürece milli iradeden gücünü almayan hiç kimse at oynatamayacak, borusunu öttüremeyecek. Türkiye’yi yönetmek mi istiyorsunuz? İşte sandık orada. Geçin milletin karşısına, anlatın derdinizi. Şayet 1 Kasım’da yetkiyi alırsanız, o zaman gelin karşımıza. Bizim için esas olan milletimizin tercihidir. O tercihe saygı duymak bugüne kadar savunduğumuz değerlerin de, bulunduğumuz makamın da gereğidir. . Tekrar seçim bu ülkede güveni ve istikrarı getirecek. Bu sağlanırsa Türkiye 13 yıldır yakaladığı bu yükseliş trendini devam ettirir.”
AKADEMİSYENLERE: BUNLAR MANKURT
ERDOĞAN, Merkel’e mektup yazarak bu dönemde Türkiye’ye ziyarette bulunmasını eleştiren 100 akademisyene ‘mankurt’ dedi: “Kendilerine akademisyen diyen bir güruh, bir sürü gerekçenin ardından ‘Gelmeyin, ziyaret Erdoğan ve Davutoğlu’na destek anlamı taşır’ diyor. Bu girişimin adı 5. kol faaliyetidir, içinde yer alanları birer mankurt olarak görüyorum. Önemli bir bölümü devletten maaş alan, milletin sağladığı imkânlarla refah içinde yaşayan kişilerdir.”
KAÇAK SARAY KAÇAK SARAY
“(1998 yılında aldığı hapis cezası sonrası ‘Muhtar bile olamaz’ manşetini anımsatarak) En makbul muhtar, belediye başkanı, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı milletin değil kendilerinin emrinde olanlardır. Biz 1994 yılında bu vesayet odaklarının değil, İstanbul halkının emrinde belediye başkanlığı yaptığımız için o manşete maruz kaldık. Burada onların değil, sizin bulunmanızdan, onların değil, sizin sesinizin duyuluyor olmasından rahatsızlar. Cumhurbaşkanlığı Külliyesiyle ilgili eleştirilerin gerisindeki asıl sebep de budur. Yoksa onlar da bu külliyeyle ilgili sorun olmadığını biliyorlar. Tek sıkıntıları Beştepe’nin kendilerinin değil, milletin emrinde olmasıdır. İkide bir tutturmuşlar ‘kaçak saray, kaçak saray’. Elinde bir belgen mi var, bir bilgi mi var? Varsa çık açıkla. Danıştay kararlarını açıklamamıza rağmen ısrarla bunu söylemeye devam ettiler. Geçenlerde bir muhalefet partisinin genel başkanı televizyonda konuşuyor, ‘kaçak saray’ diyor. Anamuhalefetin genel başkanı zaten bunları söylüyordu. Bu sefer ‘Çağırırlarsa gelirim’ demeye başladı. Önce ‘Ben kaçak saraya çıkmam’ diyordu.
TUZAĞA SİZ DÜŞECEKSİNİZ
Hürriyet'in haberine göre; Biz hizmet siyasetine mi önem vereceğiz, teröre mi? Teröre Allah’ın izniyle diz çöktüreceğiz, kimsenin şüphesi olmasın. Şehitlerimiz bizim kanayan yaramız. Ama şunu bilin ki bir milletin zaferinin, geleceğinin altında şehitler yatmaktadır. Bu vatan şehit kanları ile yoğruldu. Önceki hafta sonu Ankara Garı önünde meydana gelen bombalı saldırıda kaybettiğimiz vatandaşlarımızın acısı tüm tazeliği ile içimizi yakıyor. Terörün amacının Türkiye’yi bu gündeminden, yatırımlardan uzaklaştırmak olduğunu biliyoruz. Türkiye’yi rotasından çıkarmak hedefinde yürüyenlere sesleniyorum; Başaramayacaksınız, kardeşliğimizi bozamayacaksınız, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bizi 2023 hedeflerimizden vazgeçiremeyeceksiniz. Bizim için kurduğunuz tuzaklara inşallah siz düşeceksiniz.
DEMOKRASİ BU DEĞİL
Demokrasilerde muhalefet ve eleştiri olmazsa olmaz bir unsurdur. Hiçbir muhalefetin kendi ülkesine, kendi toplumuna karşı olma hatta düşmanlık yapma hakkı yoktur. Ülkemizde hükümeti ve devlet kurumlarını eleştirmek adına terör örgütlerine, bölücü örgütün güdümündeki siyasi organizasyona ki bakınız ‘parti’ demeye bile dilim varmıyor. Bunun için ‘organizasyon’ diyorum. Bu tür yapılara destek vermeyi, muhalefet adı altında meşrulaştırmaya çalışanlar var. Bir takım medya kuruluşları, akademisyenler, siyasetçiler, işi gücü bırakmış terör örgütünün ve onun güdümündeki siyasi organizasyonun propaganda makinesi haline dönmüştür. Demokrasi bu değil. Bunun adı terör örgütü yandaşlığıdır.
1 KASIM’DA YETKİYİ ALIN...
Kendi çıkarları için 78 milyonun geleceğini tehlikeye atanlar, istiyorlar ki Cumhurbaşkanı devreden çıksın, biz de eskiden olduğu gibi Türkiye’yi yönetelim. Allah ömür, halkımız destek verdiği sürece milli iradeden gücünü almayan hiç kimse at oynatamayacak, borusunu öttüremeyecek. Türkiye’yi yönetmek mi istiyorsunuz? İşte sandık orada. Geçin milletin karşısına, anlatın derdinizi. Şayet 1 Kasım’da yetkiyi alırsanız, o zaman gelin karşımıza. Bizim için esas olan milletimizin tercihidir. O tercihe saygı duymak bugüne kadar savunduğumuz değerlerin de, bulunduğumuz makamın da gereğidir. . Tekrar seçim bu ülkede güveni ve istikrarı getirecek. Bu sağlanırsa Türkiye 13 yıldır yakaladığı bu yükseliş trendini devam ettirir.”
AKADEMİSYENLERE: BUNLAR MANKURT
ERDOĞAN, Merkel’e mektup yazarak bu dönemde Türkiye’ye ziyarette bulunmasını eleştiren 100 akademisyene ‘mankurt’ dedi: “Kendilerine akademisyen diyen bir güruh, bir sürü gerekçenin ardından ‘Gelmeyin, ziyaret Erdoğan ve Davutoğlu’na destek anlamı taşır’ diyor. Bu girişimin adı 5. kol faaliyetidir, içinde yer alanları birer mankurt olarak görüyorum. Önemli bir bölümü devletten maaş alan, milletin sağladığı imkânlarla refah içinde yaşayan kişilerdir.”
Yeni Kıbrıs’a 220 bin Türk
KIBRIS’ta Türk ve Rumlar arasında devam eden müzakerelerde önemli görülen nüfus konusunda da anlaşma sağlandı.
Hürriyet'in haberine göre; Taraflar, yeni kurulacak federasyonda 4 Rum 1 Türk eşitliği tartışmasını sona erdirerek, 734 bin Rum’a karşılık 220 bin KKTC vatandaşının ortak devletin ve AB’nin vatandaşı olmasında anlaştı. Kıbrıs Rum yönetimi, bugüne kadar kendi nüfuslarını 4’e bölerek 180 bin KKTC vatandaşının yeni federasyonunun vatandaşı olması gerektiğini savunuyor, Türkiye kökenli KKTC kimliği taşıyanların, evlilik gibi kriterlerle vatandaş yapılmasını istiyordu. Türk tarafı ise KKTC vatandaşları arasında ayrım yapamayacağını belirterek, 220 bin KKTC vatandaşının tümünün AB vatandaşı olmasında ısrar ediyordu.
ÇOĞUNLUK KİMLİK ALDI
Kıbrıs’ta ebeveynleri 1974 öncesi Kıbrıs’ta doğan Türklerin büyük çoğunluğu, Rumlar’dan kimlik ve pasaport aldı. Rum yönetimi, Türkiye’den Ada’ya gelerek yerleşen veya Kıbrıs’ta doğmalarına rağmen ebeveynlerin Türkiye kökenli olanları ‘yerleşik’ diye nitelendiriyor ve Ada’da serbest dolaşıma izin vermiyor.
Hürriyet'in haberine göre; Taraflar, yeni kurulacak federasyonda 4 Rum 1 Türk eşitliği tartışmasını sona erdirerek, 734 bin Rum’a karşılık 220 bin KKTC vatandaşının ortak devletin ve AB’nin vatandaşı olmasında anlaştı. Kıbrıs Rum yönetimi, bugüne kadar kendi nüfuslarını 4’e bölerek 180 bin KKTC vatandaşının yeni federasyonunun vatandaşı olması gerektiğini savunuyor, Türkiye kökenli KKTC kimliği taşıyanların, evlilik gibi kriterlerle vatandaş yapılmasını istiyordu. Türk tarafı ise KKTC vatandaşları arasında ayrım yapamayacağını belirterek, 220 bin KKTC vatandaşının tümünün AB vatandaşı olmasında ısrar ediyordu.
ÇOĞUNLUK KİMLİK ALDI
Kıbrıs’ta ebeveynleri 1974 öncesi Kıbrıs’ta doğan Türklerin büyük çoğunluğu, Rumlar’dan kimlik ve pasaport aldı. Rum yönetimi, Türkiye’den Ada’ya gelerek yerleşen veya Kıbrıs’ta doğmalarına rağmen ebeveynlerin Türkiye kökenli olanları ‘yerleşik’ diye nitelendiriyor ve Ada’da serbest dolaşıma izin vermiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu: Kuzu kuzu yetki verecek
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yönelik eleştirilerle ilgili “Önce ‘Biz oraya gitmeyiz’ diyorlardı. ‘Çağrılırsak gideriz’ demeye başladılar. Kuzu kuzu geleceksiniz” sözlerine şu yanıtı verdi: “Öyle anlaşılıyor ki kuzu kuzu yetki verecek.”
Kemal Kılıçdaroğlu, uçakta ve Samsun’un Çarşamba, Tekkeköy, Atakum, İlkadım, Bafra ve Havza ilçelerinde özetle şunları söyledi:
SEÇİM MECBUR BIRAKACAK
“(Cumhurbaşkanı’nın ‘Saray’a kuzu kuzu gelecekler’ sözü) Öyle anlaşılıyor ki kuzu kuzu yetki verecek. Seçim sonuçları buna mecbur bırakacak. Kendisine göre şimdiden onun alt yapısını oluşturmaya çalışıyor.
ANKARA DA GEÇİŞTİRİLECEK
IŞİD terörü üzerine yeterince gidilmiyor. Terör örgütlerinin yerini, internet sitelerini, eğitim yerlerini hem polis hem istihbarat biliyor ama hükümet onlara yönelik bir operasyon yapılmasını istemiyor. Ta ki Ankara’nın göbeğinde, Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı yapılana kadar. Suruç olayı geçiştirildi, korkarım ki Ankara olayı da geçiştirilecek. Polis yapılan konuşmaları biliyordu, bildiği halde polise operasyon yapmayın emrini kim verdi? Terörün temel sorumlusu AKP hükümetidir. ‘Devlet yaptı’ demek AKP hükümetini aklamak anlamına gelir. Devlet tüzel kişiliktir. Devleti yöneten siyasi otoritedir. Kalkar İçişleri Bakanı’na ‘Gereğini yapın’ dersiniz. Gereğini yapmıyorsa görevden alırsınız. O teröristler Türkiye’ye geldiler, tedavi edildiler, Musul Başkonsolosluğu basıldı, Davutoğlu ‘Onlar teröristtir’ diyemedi, ‘yaramaz çocuk’ ifadesini kullandı. Sorumlu Davutoğlu ve hükümettir. AKP, IŞİD’ın üzerine gidemiyor.
DAVETLİ DEĞİLDİM
DİSK Genel Başkanı, Barış Mitingi nedeniyle beni ziyaret ettiği zaman kendisine zamanlama konusunda ‘Doğru bir zamanlama mıdır’ diyerek düşüncemi ilettim, çok gergin bir ortamda olduğumuzu söyledim. Kendileri de mitingi gerçekleştirme konusunda kararlılıklarını ilettiler. Yoksa özel olarak o mitinge davet edilmiş değildim.
KUTUPLAŞMA TEHLİKESİ
Kutuplaşmanın sona ermesi için yeni bir hükümet kurulması gerekir. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir dil kullanmalıyız. Biz toplumun bütün kesimlerini kucaklamaya hazırız. Biz hiçbir kesimi kutuplaştırmadık. Gençlere ‘Kininizi unutmayın’ demedik. Tam tersine toplumun tüm kesimlerinin barışık olmasını defalarca ifade ettik. Şimdi farklı bir söylemle çıkıp, yaşanan gerginlik kendilerinden kaynaklanmamış gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. ‘Ne olursan ol yine gel’ diyen Mevlana’nın kentinde, ölenler yuhalanıyor. Kutuplaşmanın kendilerine zarar verdiğini gördüler. Ancak oturup hepimizin şunu sorgulaması lazım; bu toplumu bu hale kim getirdi?
BABALARININ MALI GİBİ SATTILAR
13 yıldır ülkeyi yönetiyorlar, kim memnun hayatından; köşeyi dönen üç beş hortumcu. Davutoğlu saray için çalışır, Kılıçdaroğlu halk için çalışır. Seçim vaatlerimizi açıkladığımızda, ‘kaynağı nereden bulacaksınız’ dediler. Önce itiraz ettiler. 1 Kasım seçimleri için bizim bütün projelerimizi onlar kopya ettiler. Bafra sigarası vardı, tütün vardı. Babalarının malı gibi sattılar. Sayın Davutoğlu arzu ediyorsa öyle miting meydanlarından birbirimize laf yetiştireceğimize onun arzu ettiği gazetecilerle bir araya geleyim. Televizyonu izleyenler de bize not verir. (hürriyet.com.tr)
Kemal Kılıçdaroğlu, uçakta ve Samsun’un Çarşamba, Tekkeköy, Atakum, İlkadım, Bafra ve Havza ilçelerinde özetle şunları söyledi:
SEÇİM MECBUR BIRAKACAK
“(Cumhurbaşkanı’nın ‘Saray’a kuzu kuzu gelecekler’ sözü) Öyle anlaşılıyor ki kuzu kuzu yetki verecek. Seçim sonuçları buna mecbur bırakacak. Kendisine göre şimdiden onun alt yapısını oluşturmaya çalışıyor.
ANKARA DA GEÇİŞTİRİLECEK
IŞİD terörü üzerine yeterince gidilmiyor. Terör örgütlerinin yerini, internet sitelerini, eğitim yerlerini hem polis hem istihbarat biliyor ama hükümet onlara yönelik bir operasyon yapılmasını istemiyor. Ta ki Ankara’nın göbeğinde, Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı yapılana kadar. Suruç olayı geçiştirildi, korkarım ki Ankara olayı da geçiştirilecek. Polis yapılan konuşmaları biliyordu, bildiği halde polise operasyon yapmayın emrini kim verdi? Terörün temel sorumlusu AKP hükümetidir. ‘Devlet yaptı’ demek AKP hükümetini aklamak anlamına gelir. Devlet tüzel kişiliktir. Devleti yöneten siyasi otoritedir. Kalkar İçişleri Bakanı’na ‘Gereğini yapın’ dersiniz. Gereğini yapmıyorsa görevden alırsınız. O teröristler Türkiye’ye geldiler, tedavi edildiler, Musul Başkonsolosluğu basıldı, Davutoğlu ‘Onlar teröristtir’ diyemedi, ‘yaramaz çocuk’ ifadesini kullandı. Sorumlu Davutoğlu ve hükümettir. AKP, IŞİD’ın üzerine gidemiyor.
DAVETLİ DEĞİLDİM
DİSK Genel Başkanı, Barış Mitingi nedeniyle beni ziyaret ettiği zaman kendisine zamanlama konusunda ‘Doğru bir zamanlama mıdır’ diyerek düşüncemi ilettim, çok gergin bir ortamda olduğumuzu söyledim. Kendileri de mitingi gerçekleştirme konusunda kararlılıklarını ilettiler. Yoksa özel olarak o mitinge davet edilmiş değildim.
KUTUPLAŞMA TEHLİKESİ
Kutuplaşmanın sona ermesi için yeni bir hükümet kurulması gerekir. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir dil kullanmalıyız. Biz toplumun bütün kesimlerini kucaklamaya hazırız. Biz hiçbir kesimi kutuplaştırmadık. Gençlere ‘Kininizi unutmayın’ demedik. Tam tersine toplumun tüm kesimlerinin barışık olmasını defalarca ifade ettik. Şimdi farklı bir söylemle çıkıp, yaşanan gerginlik kendilerinden kaynaklanmamış gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. ‘Ne olursan ol yine gel’ diyen Mevlana’nın kentinde, ölenler yuhalanıyor. Kutuplaşmanın kendilerine zarar verdiğini gördüler. Ancak oturup hepimizin şunu sorgulaması lazım; bu toplumu bu hale kim getirdi?
BABALARININ MALI GİBİ SATTILAR
13 yıldır ülkeyi yönetiyorlar, kim memnun hayatından; köşeyi dönen üç beş hortumcu. Davutoğlu saray için çalışır, Kılıçdaroğlu halk için çalışır. Seçim vaatlerimizi açıkladığımızda, ‘kaynağı nereden bulacaksınız’ dediler. Önce itiraz ettiler. 1 Kasım seçimleri için bizim bütün projelerimizi onlar kopya ettiler. Bafra sigarası vardı, tütün vardı. Babalarının malı gibi sattılar. Sayın Davutoğlu arzu ediyorsa öyle miting meydanlarından birbirimize laf yetiştireceğimize onun arzu ettiği gazetecilerle bir araya geleyim. Televizyonu izleyenler de bize not verir. (hürriyet.com.tr)
19 Ekim 2015 Pazartesi
Şehit astsubay Onur Sönmez Kayseri'de toprağa verildi
Tunceli'de teröristlerce yola döşenen patlayıcının zırhlı askeri aracın geçişi sırasında infilak ettirilmesi sonucu şehit olan jandarma astsubay kıdemli çavuş Onur Sönmez'in cenazesi, memleketi Kayseri'de toprağa verildi.
Şehit Sönmez için Kalem Kırdı Camisi'nde düzenlenen törene şehidin yakınlarının yanı sıra Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve diğer yetkililer ile vatandaşlar katıldı.
Sönmez'in cenazesi, İl Müftüsü Şahin Güven tarafından kıldırılan namazın ardından kortej eşliğinde götürüldüğü Kartal Şehitliği'nde defnedildi.
Şehidin 8 aylık hamile eşi Bilge Sönmez, güçlükle ayakta kalabildi.
Şehidin tabutuna sarılı Türk bayrağı, cenaze töreninin ardından Vali Düzgün tarafından eşi Bilge Sönmez'e verildi.
Şehit Sönmez için Kalem Kırdı Camisi'nde düzenlenen törene şehidin yakınlarının yanı sıra Kayseri Valisi Orhan Düzgün, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve diğer yetkililer ile vatandaşlar katıldı.
Sönmez'in cenazesi, İl Müftüsü Şahin Güven tarafından kıldırılan namazın ardından kortej eşliğinde götürüldüğü Kartal Şehitliği'nde defnedildi.
Şehidin 8 aylık hamile eşi Bilge Sönmez, güçlükle ayakta kalabildi.
Şehidin tabutuna sarılı Türk bayrağı, cenaze töreninin ardından Vali Düzgün tarafından eşi Bilge Sönmez'e verildi.
Şehit Mehmet Şimşek'in eşinden yürek yakan sözler
Tunceli’de PKK’lı teröristlerin askeri araca düzenlediği mayınlı saldırı sonucu şehit olan 2 askerden 26 yaşındaki Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Mehmet Şimşek, memleketi Afyonkarahisar’ın Çay İlçesi’nde toprağa verildi. Şehidin mezarına kapanan eşi Şeyda Şimşek, "Mehmedim burada üşür" diye ağladı.
Tunceli- Pülümür karayolunda dün yol kontrolü yapan askerlerin geçişi sırasında PKK’lı teröristlerce önceden yola döşenen el yapımı patlayıcının patlatılması sonucu 2 asker şehit oldu. Şehitlerden Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Mehmet Şimşek’in cenazesi askeri uçakla Kayseri’den Afyonkarahisar’a getirildi. Afyonkarahisar Askeri Havalimanı’nda karşılanan şehit Mehmet Şimşek’in cenazesi Çay’a bağlı Çayırpınar Köyü’ndeki baba evine getirildi. Şehidin cenazesini taşıyan ambulansın gelmesiyle evden feryatlar yükseldi. Yakınlarının tek tek ambulansa binerek şehidi son kez gördüğü helallik sırasında eşi Şeyda Şimşek’in çığlıkları ambulansın dışına taştı. Anne Adile Şimşek, eşi Şeyda Şimşek ile şehidin yakınlarının fenalık geçirdiği evin önünde helallik alınarak dua edildi.
BİNİ AŞKIN KİŞİ KATILDI
Daha sonra şehit Astsubay Mehmet Şimşek için Çayırpınar köy mezarlığı önünde askeri tören düzenlendi. Cenaze törenine Orman ve Su İşleri Bakanı Veeysel Eroğlu, Afyonkarahisar Valisi Hakan Yusuf Güner, İkmal ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Gökhan İsmet Gülmez, Afyonkarahisar milletvekilleri Ali Özkaya, Burcu Köksal ve Mehmet Parsak, Afyonkarahisar Belediye Başkanı Ak Partili Burhanettin Çoban, İl Genel Meclisi Başkanı Salih, protokol üyeleriyle 1000’i aşkın kişi katıldı.
’KALK, SON BİR KERE SARILAYIM’
Şehidin özgeçmişinin okunmasının ardından bir kez daha helallik istendi. İl Müftüsü Şükrü Kabukçu’nun kıldırdığı namazın ardından şehidin cenazesi köy mezarlığında defnedildi. Cenaze sonrası Kuran okunmasını da bekleyen Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, şehidin tabutunun üzerindeki bayrağı öperek eşi Şeyda Şimşek’e teslim etti. Eşinin fotoğrafını okşayan Şeyda Şimşek, "Mehmet’imin yüzü çok güzeldi ama parçalamışlar yüzünü" diye ağladı. Kuran okunması sonrası, "Kalk son bir kere sarılayım" diye feryat eden Şeyda Şimşek, eşinin mezarına kapanarak uzun süre gözyaşı döktü. "Mehmet’im burada üşür" diye ağıt yakan acılı eşi, iki kadın asker güçlükle sakinleştirirken, hala Fadime Saldoğan ise şehidin mezarındaki taşları tek tek öptü. Cenaze sonrası baba Osman Şimşek evde taziyeleri kabul etti. Şehit Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Mehmet Şimşek’in Çayırpınar Köyü’nün ilk şehidi olduğu belirtildi.
Onur BAYRAM- Muzaffer NAL/ÇAY (Afyonkarahisar), (DHA)
Tunceli- Pülümür karayolunda dün yol kontrolü yapan askerlerin geçişi sırasında PKK’lı teröristlerce önceden yola döşenen el yapımı patlayıcının patlatılması sonucu 2 asker şehit oldu. Şehitlerden Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Mehmet Şimşek’in cenazesi askeri uçakla Kayseri’den Afyonkarahisar’a getirildi. Afyonkarahisar Askeri Havalimanı’nda karşılanan şehit Mehmet Şimşek’in cenazesi Çay’a bağlı Çayırpınar Köyü’ndeki baba evine getirildi. Şehidin cenazesini taşıyan ambulansın gelmesiyle evden feryatlar yükseldi. Yakınlarının tek tek ambulansa binerek şehidi son kez gördüğü helallik sırasında eşi Şeyda Şimşek’in çığlıkları ambulansın dışına taştı. Anne Adile Şimşek, eşi Şeyda Şimşek ile şehidin yakınlarının fenalık geçirdiği evin önünde helallik alınarak dua edildi.
BİNİ AŞKIN KİŞİ KATILDI
Daha sonra şehit Astsubay Mehmet Şimşek için Çayırpınar köy mezarlığı önünde askeri tören düzenlendi. Cenaze törenine Orman ve Su İşleri Bakanı Veeysel Eroğlu, Afyonkarahisar Valisi Hakan Yusuf Güner, İkmal ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Gökhan İsmet Gülmez, Afyonkarahisar milletvekilleri Ali Özkaya, Burcu Köksal ve Mehmet Parsak, Afyonkarahisar Belediye Başkanı Ak Partili Burhanettin Çoban, İl Genel Meclisi Başkanı Salih, protokol üyeleriyle 1000’i aşkın kişi katıldı.
’KALK, SON BİR KERE SARILAYIM’
Şehidin özgeçmişinin okunmasının ardından bir kez daha helallik istendi. İl Müftüsü Şükrü Kabukçu’nun kıldırdığı namazın ardından şehidin cenazesi köy mezarlığında defnedildi. Cenaze sonrası Kuran okunmasını da bekleyen Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, şehidin tabutunun üzerindeki bayrağı öperek eşi Şeyda Şimşek’e teslim etti. Eşinin fotoğrafını okşayan Şeyda Şimşek, "Mehmet’imin yüzü çok güzeldi ama parçalamışlar yüzünü" diye ağladı. Kuran okunması sonrası, "Kalk son bir kere sarılayım" diye feryat eden Şeyda Şimşek, eşinin mezarına kapanarak uzun süre gözyaşı döktü. "Mehmet’im burada üşür" diye ağıt yakan acılı eşi, iki kadın asker güçlükle sakinleştirirken, hala Fadime Saldoğan ise şehidin mezarındaki taşları tek tek öptü. Cenaze sonrası baba Osman Şimşek evde taziyeleri kabul etti. Şehit Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Mehmet Şimşek’in Çayırpınar Köyü’nün ilk şehidi olduğu belirtildi.
Onur BAYRAM- Muzaffer NAL/ÇAY (Afyonkarahisar), (DHA)
“Kumpas iddianamesi” kabul edildi
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Fethullah Gülen’in bir numaralı sanık olduğu “Paralel yapı” iddianamesi kabul edildi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ABD’de bulunan Fethullah Gülen’in bir numaralı sanık olduğu “Paralel yapı” iddianamesiyle ilgili kararını verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “Paralel devlet” yapılanmasının "takipsizlikle sonuçlanan 25 Aralık soruşturmasında usulsüzlükler yaptığı ve şüphelilere kumpas kurduğu" iddiasıyla aralarında bir numaralı sanık olarak Fetullah Gülen'in de bulunduğu 69 şüpheli hakkında hazırlanan iddianameyi kabul etti.
Mahkeme heyeti, sanıklar Fetullah Gülen ile yardımcısı Sinan Dursun hakkında yakalama kararı çıkardı.
Mahkeme, Gülen ve Dursun hakkında Kırmızı Bülten çıkarılması amacıyla Adalet Bakanlığı'na yazı yazılmasına da hükmetti. ntvmsnc
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ABD’de bulunan Fethullah Gülen’in bir numaralı sanık olduğu “Paralel yapı” iddianamesiyle ilgili kararını verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “Paralel devlet” yapılanmasının "takipsizlikle sonuçlanan 25 Aralık soruşturmasında usulsüzlükler yaptığı ve şüphelilere kumpas kurduğu" iddiasıyla aralarında bir numaralı sanık olarak Fetullah Gülen'in de bulunduğu 69 şüpheli hakkında hazırlanan iddianameyi kabul etti.
Mahkeme heyeti, sanıklar Fetullah Gülen ile yardımcısı Sinan Dursun hakkında yakalama kararı çıkardı.
Mahkeme, Gülen ve Dursun hakkında Kırmızı Bülten çıkarılması amacıyla Adalet Bakanlığı'na yazı yazılmasına da hükmetti. ntvmsnc
18 Ekim 2015 Pazar
İşsiz kalınca bu işi kurdu... Şimdilik ayda 3 bin TL kazanıyor
Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinde yaşayan girişimci Nurhan Çolban, SYDV'nin verdiği 15 bin lira kredi ile bin tavuk alarak çiftlik kurdu. Günde ortalama 700 yumurta üreten Çolban, krediyi tamamen ödedikten sonra bin 500 tavuk daha alarak işini büyütmeyi planlıyor.
Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinde yaşayan girişimci Nurhan Çolban, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından (SYDV) aldığı kredi ile kurduğu tavuk çiftçiliğinde günde ortalama 700 yumurta üretiyor.
Maden Mahallesi'nde yaşayan Nurhan Çolban, AA muhabirine yaptığı açıklamada, eşi işten çıkarılınca ne yapabileceklerini düşündüklerini söyledi. Bir süre önce katıldığı kursta girişimci belgesi aldığını belirten Çolban, evde oturmaktan sıkıldığı için başvurduğu kaymakamlıkta kendilerine SYDV kredisi ile işlerini kurmalarının önerildiğini anlattı.
Bunun üzerine eşi Salim Çolban'ın yardımıyla 5 ay önce tavuk çiftliği kurmaya karar verdiğini dile getiren Çolban, "Kaymakamlık SYDV'den 15 bin lira kredi verdi. Biz de bununla evimizin yanında yaklaşık 3 dönümlük alanda tavuk çiftliği kurduk. Bin tavuk satın alarak üretime başladık" dedi.
Doğal yöntemlerle beslediği tavuklardan günde ortalama 700 yumurta aldıklarını ifade eden Çolban, "Ürettiğimiz yumurtaları eşimle Gümüşhacıköy ve Merzifon'daki marketlere veriyoruz. Çevre illerdeki pazarlara giderek satıyoruz. Satışlarımız çok güzel. Ayda 3 bin lira civarında gelirimiz var" diye konuştu.
1500 TAVUK DAHA ALACAKLAR
SYDV'den aldıkları krediyi geri ödedikten sonra işini büyütmeyi, bin 500 tavuk daha almayı planladıklarını bildiren Çolban, böylece gelirlerini de artırmış olacaklarını kaydetti.
RENGİ, KOKUSU FARKLI...
Çolban, salma tavukçuluk yaptıkları için yumurtalarının köy yumurtası tadında organik olduğuna işaret ederek, şöyle konuştu: "Tavuklarımız arazide yoncada yayılıyor. Verdiğimiz yemde tritikale, soya fasulyesi, Mısır, çavdar gibi bitkiler bulunuyor. Tavuklarımız yeşillikte yayıldıkları için suni yem verilen tavuklara göre yumurtamızın rengi, kokusu tadı çok farklı. Pazarda ilk önce birkaç tane alıyorlar. Tadına baktıktan sonra 30 tane alan oluyor. Memnun kalanlar eşine dostuna söylüyor, bizim de müşterilerimiz sürekli artıyor."
ÇOCUK GİBİ İLGİ İSTİYORLAR
Gümüşhacıköy Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ekiplerinin her hafta tavukların kontrolünü yaptığını bildiren Çolban, tavuklarda hastalık, bitlenme ve bulundukları yerin temizliğinin kontrol edildiğini söyledi. Çolban, "Tavuklarımda bitlenme olmaması ve vitaminlerinden düşmemesi için bakımlarını, ilaçlamalarını zamanında yapıyorum. Yumurtalarını sabit topluyorum. Çocuk annesinden nasıl ilgi istiyorsa onlarda bakım ve ilgi istiyor" ifadesini kullandı. Çolban, kendilerine bu fikri veren ve destekleyen Gümüşhacıköy Kaymakamı Hüseyin Tekin'e teşekkür etti. Milliyet
22 soruda Türkiye’de nükleer gerçeği
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun, Türkiye’de üçüncü nükleer tesis için İğneada’yı işaret edince nükleer meselemiz tekrar gündeme geldi. Peki Türkiye’nin gerçekten nükleer tesislere ihtiyacı var mı? Avrupa vazgeçerken biz niye santral yapmaya çalışıyoruz? Ve en önemlisi; ne kadar risk altındayız? Uzmanları cevapladı.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kriterlerine göre Türkiye’de denenmemiş bir teknoloji kurulamaz ama hem Mersin hem de Sinop’ta daha önce hiçbir yerde denenmemiş olan reaktörler kullanılacak. Anlaşmalarda Mersin için VVER-1200, Sinop için ise ATMEA1 reaktörlerinin adı geçiyor. Fransız AREVA firması tarafından geliştirilen ATMEA1 için Fransız Nükleer Güvenlik Ajansı, 2012’de reaktörün ana güvenlik özelliklerini onaylamasının hemen ardından bu onayın sadece pratik açıdan güvenilir olduğunu ve geniş kapsamlı teknik inceleme barındırmadığını açıkladı. Pek çok ülke bu teknolojiyi kabul etmek istemiyor.
Nükleer santral inşaatları büyük sanayi tesislerinin inşaatına benzer. İnşaat sırasındaki etkiyi o sanayi tesislerinin çevreye verdiği etkiye bakarak kıyaslayabilirsiniz. İşletme aşamasındaki etki ise hiçbir sanayi tesisiyle kıyaslanamaz. Her yıl çıkan yüksek, orta ve düşük seviyedeki radyoaktif atıklar binlerce yıl kalır ve bunların bertarafı mümkün değildir. Aralarında 240 bin yıl radyoaktif kalan atıkların bulunduğu bu tonlarca tehlikeli maddenin nasıl saklanacağı, doğadan yalıtılacağı bilinmiyor. Bilim henüz böyle bir sınavdan geçmedi.
Bu konuda iddialar muhtelif. En son, nükleer silahlanma konusunda çalışan Alman gazeteci Hans Rühle, The National Interest dergisinde Türkiye’nin, uranyum zenginleştirme teknolojisiyle silah sahibi olmayı hedeflediğini iddia etti. Hatta, Alman istihbaratının Türk yetkilileri dinleme skandalının bu yüzden gerçekleştiğini yazdı. Rühle, Türkiye’nin, ROSATOM ve Japon-Fransız ortaklığıyla yaptığı anlaşmada üçüncü reaktörde silah üretebileceği iddiasında. Resmi ağızlardan bu konuda bir açıklama yok. Ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek geçen sene ‘gönlünden geçen’i bir televizyonda açıklamıştı: “Şu anda en büyük korkuları ne biliyor musunuz? Ya bu Türkler atom bombası yaparsa, ondan sonra bunlarla baş edilmez. Yapacağız inşallah. Onun için ‘Nükleer santrallara hayır’ diyorlar. İki tanesinin temeli atıldı. Geliyor arkası. Herkes yapmış mı, yapmış. Biz niye yapmayacağız? İsrail yapmış da biz niye yapamayacağız? İsrail oradan atom bombasını atacak, biz böyle elimiz kolumuz bağlı oturacağız. Var mı böyle hayat? Atom bombası bir ülkenin güvencesidir. Benim gönlümden geçen bu.”
Greenpeace’in 2011 yılında yapmış olduğu bir araştırmaya göre Türkiye’de halkın yüzde 64’ü nükleer santrallara karşı. Aynı araştırmaya katılanların yüzde 86,4’ü nükleer santrala yakın bir yerde yaşamak istemediğini söylüyor. KONDA’nın 2013’teki araştırmasında da nükleer enerjiye karşı çıkanların oranının yüzde 63’ün üstünde olduğu ortaya çıkmıştı. Nükleer santral istemeyen 250 bin kişi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na imza göndermişti.
Akdeniz’de en uygun yer Akkuyu. Buraya en yakın Ecemiş kırığı vardır. Onun üreteceği deprem 6.5’i geçmez. Ancak Akdeniz doğru bir yer mi? Kesinlikle hayır. Buradaki santral çok düşük verimlilikle çalışacaktır. Çünkü su soğutmalı sisteme sahip olacak. Yani binlerce ton suyu saniyelik sürelerde çevirerek çalışacak. Akdeniz ise bizim en sıcak suyumuz. Santralın verimi düşük olacak. Sinop’a gelince. Karadeniz dalma batma kuşağı yer alıyor. Burası çok dingindir. Büyük deprem üretmez. Üreteceği 5.5’u geçmez. İğneada deprem açısından en güvenli olanı.
1) Türkiye nükleer enerjiyi neden istiyor?Doç. Dr. Şule Ergün/ Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Öğretim Üyesi
Türkiye’nin büyüme hedefleri doğrultusunda enerji ihtiyacının artacağı aşikâr. Bu ihtiyacın karşılanmasında diğer tüm alternatiflerle beraber nükleer enerjinin de değerlendirilmesi ucuz, sürekli ve güvenli elektrik elde edilmesi amacıyla... Nükleer santrallar, güvenli işletildikleri sürece elektrik üretimi maliyetinin çok düşük olduğu sistemlerdir. Ayrıca sadece nükleer santral kurup ucuz elektrik satın almak mesele değil. Nükleer teknolojinin edinilmesi, ülkede teknolojik gelişmeleri de tetikleyecektir. Bu, nükleer teknoloji ve nükleer kültürü edinmiş her ülke için geçerli olmuştur.
2) Santrallar kurulursa Türkiye nükleer güç mü olacak?
Prof. Dr. Ahmet Ercan / İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü
Türkiye santralları yapsa bile kesinlikle nükleer güç olmayacak. İran’da bu konuda danışmanlık yaptım. Onlar yaptıkları anlaşmalarla sadece santralları kurmuyor, bütün teknik bilgiyi de alıyor. Bütün anlaşmalarını böyle yaptılar. Bizim, ne Japonlarla ne de Ruslarla yaptığımız anlaşmalarda böyle bir şey var.
Prof. Dr. Ahmet Ercan / İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü
Türkiye santralları yapsa bile kesinlikle nükleer güç olmayacak. İran’da bu konuda danışmanlık yaptım. Onlar yaptıkları anlaşmalarla sadece santralları kurmuyor, bütün teknik bilgiyi de alıyor. Bütün anlaşmalarını böyle yaptılar. Bizim, ne Japonlarla ne de Ruslarla yaptığımız anlaşmalarda böyle bir şey var.
3) İstanbul tehdit altında mı?
Baran Bozoğlu/ Çevre Mühendisleri Odası Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Başkanı
İğneada Trakya’da... Hâkim rüzgâr Balkanlar’dan Türkiye’ye doğru tam da buradan akıyor. Dolayısıyla olası bir kaza durumunda İstanbul dahil Türkiye’nin üçte birini barındıran Marmara Bölgesi’nin tamamı birinci derecede radyoaktif serpinti riski altında. Elbette ki bu, Anadolu’nun büyük bölümünün de aynı risk altında olması demek. Zaten bilimsel çalışmalar gösteriyor ki bir kaza anında ilk etapta 300 kilometre çapında bir alan direkt olarak etkileniyor.
Baran Bozoğlu/ Çevre Mühendisleri Odası Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Başkanı
İğneada Trakya’da... Hâkim rüzgâr Balkanlar’dan Türkiye’ye doğru tam da buradan akıyor. Dolayısıyla olası bir kaza durumunda İstanbul dahil Türkiye’nin üçte birini barındıran Marmara Bölgesi’nin tamamı birinci derecede radyoaktif serpinti riski altında. Elbette ki bu, Anadolu’nun büyük bölümünün de aynı risk altında olması demek. Zaten bilimsel çalışmalar gösteriyor ki bir kaza anında ilk etapta 300 kilometre çapında bir alan direkt olarak etkileniyor.
4) Türkiye nasıl bir teknoloji kullanacak?
Filiz Yavuz / ‘Beni Akkuyular’da Yalnız Bıraktın’ kitabının yazarı
Filiz Yavuz / ‘Beni Akkuyular’da Yalnız Bıraktın’ kitabının yazarı
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kriterlerine göre Türkiye’de denenmemiş bir teknoloji kurulamaz ama hem Mersin hem de Sinop’ta daha önce hiçbir yerde denenmemiş olan reaktörler kullanılacak. Anlaşmalarda Mersin için VVER-1200, Sinop için ise ATMEA1 reaktörlerinin adı geçiyor. Fransız AREVA firması tarafından geliştirilen ATMEA1 için Fransız Nükleer Güvenlik Ajansı, 2012’de reaktörün ana güvenlik özelliklerini onaylamasının hemen ardından bu onayın sadece pratik açıdan güvenilir olduğunu ve geniş kapsamlı teknik inceleme barındırmadığını açıkladı. Pek çok ülke bu teknolojiyi kabul etmek istemiyor.
5) Kaç nükleer tesise ihtiyacımız var?
Doç. Dr. Şule Ergün
Elektrik üretiminde ihtiyaç duyulan teknolojileri belirlerken, maliyet, güvenilirlik, sürdürülebilirlik, bunun altında çevre etkileri, seçilen teknolojilerin ikincil getirileri, ekonomik ve sosyal etkiler, sosyal kabul başta olmak üzere pek çok kriterin değerlendirilmesi gerekir. Türkiye’de nükleer santralların payının belirlenmesi için bu değerlendirmelere bakılarak kararlar alınmıştır. Ancak şurası kesin ki tüm enerji üretim alternatiflerinin değerlendirilmesi gerekiyor.
Doç. Dr. Şule Ergün
Elektrik üretiminde ihtiyaç duyulan teknolojileri belirlerken, maliyet, güvenilirlik, sürdürülebilirlik, bunun altında çevre etkileri, seçilen teknolojilerin ikincil getirileri, ekonomik ve sosyal etkiler, sosyal kabul başta olmak üzere pek çok kriterin değerlendirilmesi gerekir. Türkiye’de nükleer santralların payının belirlenmesi için bu değerlendirmelere bakılarak kararlar alınmıştır. Ancak şurası kesin ki tüm enerji üretim alternatiflerinin değerlendirilmesi gerekiyor.
6) Kimler kazançlı çıkacak?
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Akkuyu’da arsayı, parayı veren biz, santral yapımının tüm maliyetlerini üstlenen biz ve riski alan da biziz. Santralı yapan Ruslar, işletecek olan Ruslar ve oradan çıkacak enerjiyi bize alım garantisiyle satacak olan da Ruslar. Bunun aslında Rusya’nın herhangi bir nükleer santralından elektrik almaktan tek farkı bütün risk ve maliyeti bizim üstlenmiş olmamız.
7) Nükleer santrallarla ilgili risk oranı ne?�
1/100
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Fukuşima depreminden önce bu tesislerle ilgili risk 1000’de birdi. Fukuşima’dan sonra bu oran 100’de bire indi. Bir nükleer tesis ilk kez depremde zarar gördü. Bu da literatürde bu enerji modelini tehlikeli enerji kategorisine soktu.
1/100
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Fukuşima depreminden önce bu tesislerle ilgili risk 1000’de birdi. Fukuşima’dan sonra bu oran 100’de bire indi. Bir nükleer tesis ilk kez depremde zarar gördü. Bu da literatürde bu enerji modelini tehlikeli enerji kategorisine soktu.
8) Nükleer atıklar ne olacak?
Özgür Gürbüz/WWF- Türkiye
Özgür Gürbüz/WWF- Türkiye
Nükleer santral inşaatları büyük sanayi tesislerinin inşaatına benzer. İnşaat sırasındaki etkiyi o sanayi tesislerinin çevreye verdiği etkiye bakarak kıyaslayabilirsiniz. İşletme aşamasındaki etki ise hiçbir sanayi tesisiyle kıyaslanamaz. Her yıl çıkan yüksek, orta ve düşük seviyedeki radyoaktif atıklar binlerce yıl kalır ve bunların bertarafı mümkün değildir. Aralarında 240 bin yıl radyoaktif kalan atıkların bulunduğu bu tonlarca tehlikeli maddenin nasıl saklanacağı, doğadan yalıtılacağı bilinmiyor. Bilim henüz böyle bir sınavdan geçmedi.
9) Tesisler kesin yapılacak mı? Bu saatten sonra geri dönüş mümkün mü?
Filiz Yavuz
Geri dönüş elbette mümkün. İğneada’ya nükleer santral zaten daha plan dahilinde, resmi bir durum yok. Sinop İnceburun için Japonlarla hükümetler arası anlaşma yapıldı ama henüz lisansı yok. Mersin için ise hükümetler arası anlaşmanın yapıldığı Rusya’yla Suriye üzerinden yaşanan kriz Akkuyu’ya uzanınca anladık ki; ortada nereye harcandığını bilmediğimiz 3 milyar dolar dışında henüz hiçbir şey yok. Böylesi bir durumda vazgeçmek çok kolay. Örneğin 2012’de halkın isteğiyle Bulgaristan, Belene Nükleer Santralı için ROSATOM’la yaptığı anlaşmayı iptal etmiş ve tazminat ödemişti.
Filiz Yavuz
Geri dönüş elbette mümkün. İğneada’ya nükleer santral zaten daha plan dahilinde, resmi bir durum yok. Sinop İnceburun için Japonlarla hükümetler arası anlaşma yapıldı ama henüz lisansı yok. Mersin için ise hükümetler arası anlaşmanın yapıldığı Rusya’yla Suriye üzerinden yaşanan kriz Akkuyu’ya uzanınca anladık ki; ortada nereye harcandığını bilmediğimiz 3 milyar dolar dışında henüz hiçbir şey yok. Böylesi bir durumda vazgeçmek çok kolay. Örneğin 2012’de halkın isteğiyle Bulgaristan, Belene Nükleer Santralı için ROSATOM’la yaptığı anlaşmayı iptal etmiş ve tazminat ödemişti.
10) Türkiye nükleer silah yapma hedefinde mi?
Bu konuda iddialar muhtelif. En son, nükleer silahlanma konusunda çalışan Alman gazeteci Hans Rühle, The National Interest dergisinde Türkiye’nin, uranyum zenginleştirme teknolojisiyle silah sahibi olmayı hedeflediğini iddia etti. Hatta, Alman istihbaratının Türk yetkilileri dinleme skandalının bu yüzden gerçekleştiğini yazdı. Rühle, Türkiye’nin, ROSATOM ve Japon-Fransız ortaklığıyla yaptığı anlaşmada üçüncü reaktörde silah üretebileceği iddiasında. Resmi ağızlardan bu konuda bir açıklama yok. Ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek geçen sene ‘gönlünden geçen’i bir televizyonda açıklamıştı: “Şu anda en büyük korkuları ne biliyor musunuz? Ya bu Türkler atom bombası yaparsa, ondan sonra bunlarla baş edilmez. Yapacağız inşallah. Onun için ‘Nükleer santrallara hayır’ diyorlar. İki tanesinin temeli atıldı. Geliyor arkası. Herkes yapmış mı, yapmış. Biz niye yapmayacağız? İsrail yapmış da biz niye yapamayacağız? İsrail oradan atom bombasını atacak, biz böyle elimiz kolumuz bağlı oturacağız. Var mı böyle hayat? Atom bombası bir ülkenin güvencesidir. Benim gönlümden geçen bu.”
11) Nükleer tesislerin çevreye etkisi ne?
Prof. Dr. Hayrettin Kılıç / The Green Think Tank of Turuch Foundation, ABD
Nükleer santralların atık-soğutma suyunun deniz yaşamında meydana getirdiği felaketin boyutları korkunç. ABD Kaliforniya eyaleti tarafından hazırlanan rapora göre deniz kıyısındaki bir santral 225 kilometrelik bir deniz alanında tüm yaşamı etkiliyor. Raporda bu alanda yaşayan balık türlerinde bir yılda yüzde 10,8 oranında azalma olduğuna dikkat çekiliyor. Bu tesislerde işletim süreleri boyunca hiçbir kaza yaşanmasa dahi, doğaya ve insanlara son derece ciddi zararlar veren iyot, kripton, sezyum, stronyum ve trityum gibi radyoaktif izotoplar salınıyor. Bu da özellikle santral çevresinde yaşayan çocuklarda lösemi başta olmak üzere kanser vakalarında önemli artışlara neden oluyor. Amerika’da 67 değişik bölgede 51 santralin etkileriyle ilgili bilimsel araştırmalar farklı yaş guruplarında ölüm ve başta kanser olmak üzere birçok hastalığın önemli oranlarda arttığını ortaya koyuyor.
Prof. Dr. Hayrettin Kılıç / The Green Think Tank of Turuch Foundation, ABD
Nükleer santralların atık-soğutma suyunun deniz yaşamında meydana getirdiği felaketin boyutları korkunç. ABD Kaliforniya eyaleti tarafından hazırlanan rapora göre deniz kıyısındaki bir santral 225 kilometrelik bir deniz alanında tüm yaşamı etkiliyor. Raporda bu alanda yaşayan balık türlerinde bir yılda yüzde 10,8 oranında azalma olduğuna dikkat çekiliyor. Bu tesislerde işletim süreleri boyunca hiçbir kaza yaşanmasa dahi, doğaya ve insanlara son derece ciddi zararlar veren iyot, kripton, sezyum, stronyum ve trityum gibi radyoaktif izotoplar salınıyor. Bu da özellikle santral çevresinde yaşayan çocuklarda lösemi başta olmak üzere kanser vakalarında önemli artışlara neden oluyor. Amerika’da 67 değişik bölgede 51 santralin etkileriyle ilgili bilimsel araştırmalar farklı yaş guruplarında ölüm ve başta kanser olmak üzere birçok hastalığın önemli oranlarda arttığını ortaya koyuyor.
12) Türk halkı nükleer konusunda ne düşünüyor?
Greenpeace’in 2011 yılında yapmış olduğu bir araştırmaya göre Türkiye’de halkın yüzde 64’ü nükleer santrallara karşı. Aynı araştırmaya katılanların yüzde 86,4’ü nükleer santrala yakın bir yerde yaşamak istemediğini söylüyor. KONDA’nın 2013’teki araştırmasında da nükleer enerjiye karşı çıkanların oranının yüzde 63’ün üstünde olduğu ortaya çıkmıştı. Nükleer santral istemeyen 250 bin kişi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na imza göndermişti.
13) Olası bir depremde tesisler nasıl etkilenecek?
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Prof. Dr. Ahmet Ercan
Akdeniz’de en uygun yer Akkuyu. Buraya en yakın Ecemiş kırığı vardır. Onun üreteceği deprem 6.5’i geçmez. Ancak Akdeniz doğru bir yer mi? Kesinlikle hayır. Buradaki santral çok düşük verimlilikle çalışacaktır. Çünkü su soğutmalı sisteme sahip olacak. Yani binlerce ton suyu saniyelik sürelerde çevirerek çalışacak. Akdeniz ise bizim en sıcak suyumuz. Santralın verimi düşük olacak. Sinop’a gelince. Karadeniz dalma batma kuşağı yer alıyor. Burası çok dingindir. Büyük deprem üretmez. Üreteceği 5.5’u geçmez. İğneada deprem açısından en güvenli olanı.
14) Rusya’da nükleer eğitimde olan Türkler ne iş yapacak?
Greenpeace Türkiye
Yanlış konumda bırakılmış vanalar, gözden kaçan alarm sinyalleri, anlaşılmayan talimatlar, teknik bilgi yetersizliği ve daha pek çok şekilde meydana gelebilecek nükleer santralda çalışan personel hataları konularında çalışacaklar. Öncelikle, nükleer enerji santrallarının sıralamış olduğumuz riskleri ve tehlikeleri nedeni ile sadece kısa bir süre alınacak bir eğitim programına, hiçbir deneyimi olmayan kişilere, nükleer enerji santralında çalışması beklenen personel olarak güvenmek mümkün değil. Nükleer enerji santralı sıradan bir işyeri değildir. Tarihte meydana gelmiş pek çok nükleer kaza personel hatasından kaynaklandığı gibi, aynı zamanda personel, bu tehlikelerin gerçekleşmesinden ilk andan itibaren etkilenen kişilerdir.
Greenpeace Türkiye
Yanlış konumda bırakılmış vanalar, gözden kaçan alarm sinyalleri, anlaşılmayan talimatlar, teknik bilgi yetersizliği ve daha pek çok şekilde meydana gelebilecek nükleer santralda çalışan personel hataları konularında çalışacaklar. Öncelikle, nükleer enerji santrallarının sıralamış olduğumuz riskleri ve tehlikeleri nedeni ile sadece kısa bir süre alınacak bir eğitim programına, hiçbir deneyimi olmayan kişilere, nükleer enerji santralında çalışması beklenen personel olarak güvenmek mümkün değil. Nükleer enerji santralı sıradan bir işyeri değildir. Tarihte meydana gelmiş pek çok nükleer kaza personel hatasından kaynaklandığı gibi, aynı zamanda personel, bu tehlikelerin gerçekleşmesinden ilk andan itibaren etkilenen kişilerdir.
15) Nükleer tesislerin yeri nasıl belirlendi?
Prof. Dr. Ahmet Ercan
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik ve Jeoloji Mühendisliği olarak üç santralın yerini biz belirledik. Benim de imzam var altında. Bize, “Rusya’dan uzak olması için bize Akdeniz’de en uygun yeri belirleyin” dediler. Gerçi sonra santralın yapımından işletmesine her şeyi Rusya’ya verdiler. Gerçekten çok komik ve tuhaf. Biz de 6 yıl süreyle bu çalışmayı yaptık. Tamamen teknik bir çalışmaydı.
Prof. Dr. Ahmet Ercan
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik ve Jeoloji Mühendisliği olarak üç santralın yerini biz belirledik. Benim de imzam var altında. Bize, “Rusya’dan uzak olması için bize Akdeniz’de en uygun yeri belirleyin” dediler. Gerçi sonra santralın yapımından işletmesine her şeyi Rusya’ya verdiler. Gerçekten çok komik ve tuhaf. Biz de 6 yıl süreyle bu çalışmayı yaptık. Tamamen teknik bir çalışmaydı.
16) Üçüncü tesis için neden İğneada seçildi?
Prof. Dr. Tolga Yarman / Okan Üniversitesi, Öğretim Üyesi-Nükleer Fizikçi
Aslında Türkiye Elektrik Kurumu, 1970’lerin başında ilk nükleer santral yeri olarak İğneada’yı belirlemişti... Ancak, Genelkurmay Başkanlığı o zaman sorun yaşadığımız Yunanistan’a ve Bulgaristan’a yakın olduğu için ‘ambargo’ koymuştu. Bence bugün bu durum değişmiş değil. Genelkurmay, bugün koyduğu askeri ambargoyu kaldırmış olsa da resim değişmiş değil... İkinci olarak o zamanlar İstanbul’un nüfusu iki milyon civarındaydı. Şimdi 15 milyon. Bu çerçevede hiçbir akli irade bugün İstanbul’un dibindeki İğneada’ya nükleer santral kurma cesaretini gösteremez, göstermemelidir.
Prof. Dr. Tolga Yarman / Okan Üniversitesi, Öğretim Üyesi-Nükleer Fizikçi
Aslında Türkiye Elektrik Kurumu, 1970’lerin başında ilk nükleer santral yeri olarak İğneada’yı belirlemişti... Ancak, Genelkurmay Başkanlığı o zaman sorun yaşadığımız Yunanistan’a ve Bulgaristan’a yakın olduğu için ‘ambargo’ koymuştu. Bence bugün bu durum değişmiş değil. Genelkurmay, bugün koyduğu askeri ambargoyu kaldırmış olsa da resim değişmiş değil... İkinci olarak o zamanlar İstanbul’un nüfusu iki milyon civarındaydı. Şimdi 15 milyon. Bu çerçevede hiçbir akli irade bugün İstanbul’un dibindeki İğneada’ya nükleer santral kurma cesaretini gösteremez, göstermemelidir.
17) İğneada’da olmasının sakıncaları neler?
Baran Bozoğlu
“Türkiye’de nereye nükleer santral yapılamaz” sorusuna yanıt verilecek ilk yer İğneada longoz ormanlarıdır. Dünyada bu çapta üç longoz ormanı var. Biri Amazon’da, diğeri Afrika’da ve bizde İğneada’da. Bu nedenle İğneada hem ilgili bakanlıklarca koruma altında hem de uluslararası sözleşmelerle. Çünkü burada 258 kuş türü, 670 çeşit bitki, 668 yaban hayvan türü yaşıyor. Ayrıca çok zengin bir deniz ekosistemi var. Tesisin yapımı ve ardından o bölgeden çıkacak elektrik iletim hatları longoz ormanıyla birlikte bütün bu canlıların da yok olması anlamına geliyor.
Baran Bozoğlu
“Türkiye’de nereye nükleer santral yapılamaz” sorusuna yanıt verilecek ilk yer İğneada longoz ormanlarıdır. Dünyada bu çapta üç longoz ormanı var. Biri Amazon’da, diğeri Afrika’da ve bizde İğneada’da. Bu nedenle İğneada hem ilgili bakanlıklarca koruma altında hem de uluslararası sözleşmelerle. Çünkü burada 258 kuş türü, 670 çeşit bitki, 668 yaban hayvan türü yaşıyor. Ayrıca çok zengin bir deniz ekosistemi var. Tesisin yapımı ve ardından o bölgeden çıkacak elektrik iletim hatları longoz ormanıyla birlikte bütün bu canlıların da yok olması anlamına geliyor.
NÜKLEER KÖY TEYAKKUZDA
Son 5 soruyu İğneada sakinleri cevapladı.
Son 5 soruyu İğneada sakinleri cevapladı.
Serkan OCAK
İğneada son birkaç gündür nükleerle yatıp kalkıyor. Herkesin dilinde bu konu var. Beldeye gazeteciler, milletvekili adayları gelip gidiyor. Köylülerinse çoğu ‘Ada’ dedikleri İğneada’nın doğasını bozacağı, bölgenin geçim kaynağı olan tarımı, hayvancılığı ve balıkçılığı bitireceği gerekçesiyle nükleer santrala karşı çıkıyor.
İğneada’da nükleer santralın nereye yapılacağı kesin değil. Ancak konuşulan iki nokta var. Biri Beğendik Köyü. Diğeriyse Uzunkum Mevkii.
Beğendik Köyü, Bulgaristan sınırında. Hemen karşısında Bulgar Rezova Köyü var. Arada ise sadece Rezve Deresi bulunuyor. Uzunkum Mevkii ise Kıyıköy ile İğneada’nın tam ortasında bulunuyor. Etrafında fazla bir yerleşim yeri yok.
Nereye yapılırsa yapılsın, etki alanı yüzlerce kilometre olan nükleer santralla ilgili herhangi bir kaza riski durumunda, 120 kilometrelik kuş uçuşu mesafesindeki İstanbul başta olmak üzere çevredeki pek çok yerleşim yeri etkilenecek.
18) İğneadalılar nükleeri neden istemiyor?
Şükrüye Tutuk: Burada ormancılık ve hayvancılıkla geçiniyoruz Santral olursa hiçbiri kalmaz. İstemiyoruz.
Beğendik Köyü Muhtarı Rüştü Gündüz: Bize kimse bir bilgi vermedi. Kimsenin bir şey bildiği yok. Ancak buradaki tertemiz havamızın kirlenmesini istemiyoruz.
İclal Yalçın: Şeker pancarından pekmez kaynatıyoruz. Ne pancarımız kalır, ne balığımız olur...
Emrah Derince: Ormandan ağaç çekiyoruz. Traktörüm var. Elimizden bu ormanı alacaklar. Vermeyiz.
Necmiye Durmaz: Nefes bile alamayız buraya nükleer santral yaparlarsa. Çocuklarım balıkçılıkla geçiniyor. Balık mı kalır burada?
İğneada‘da yaşayan sanatçı Burhan Öcal: Bu coğrafya dünyada sadece üç yerde var. Benim çocukluğum Beğendik’te geçti. Bir evim de İsviçre’de. Orada da yaşıyorum. Eğer İsviçre’de ekmeğe iki sent zam yapacaklarsa bile bunu referanduma götürürler. Gerçek demokrasi budur. Enerjiye ihtiyaç var diye bu yapılamaz. Gelsinler buraların bilinmeyen güzelliklerini onlara gösterelim. Öğrendikten sonra onlar da yapılmasını istemez. Balkanlar, Marmara, İstanbul için nükleer santral çok büyük bir tehlike. Geleceğimizi düşünsünler ve bundan vazgeçsinler.
19) Nükleer İğneada’ya yapılsın diyen var mı?
Remzi Yavuzgazi: Köylüler istemiyor ancak bence santral yapsınlar. Burası gelişir.
Sislioba Köyü’nden adını vermek istemeyen bir köylü: Termik santral yapmasınlar ancak nükleer santralin bir zararı yok. Yapabilirler. Köyde her gün elektrikler kesiliyor. Elektriğe ihtiyacımız var.
20) Yerin seçimi konusunda neler yaptılar?
İğneada Platformu’ndan Hüseyin Çomak: Buraya bir Amerikalı, iki Japon ve bir de Çinli mühendis geldi. Nükleer santralın yeri ile ilgili keşif yaptı. Ben de onlara bölgeyi bildiğim için rehberlik yaptım. Panayır İskelesi yanındaki Uzunkum Mevkii’nde keşif yaptılar. Oranın uygun olduğunu söylediler. Ancak daha önce de Beğendik Köyü’ndeki termik santralın yapılacağı alanın yanında nükleer santral yapımı için yer belirlenmişti.
21) Nasıl mücadele edilecek?
İğneada Platformu’ndan Emre Sağışman:
Gönüllü avukatlarımız var. Dünya nükleer santrallardan vazgeçerken biz neden nükleer santral yatırımı yapıyoruz? Burası bir turizm merkezi olmalı, enerji üssü değil. Kısa vadede bizi çok etkileyecek bir sorunumuz daha var. Çimento fabrikası için bir liman kurulması planlanıyor. İzinleri alındı. Buraya günde 600 kamyon gelecek.
İğneada’da nükleer santralın nereye yapılacağı kesin değil. Ancak konuşulan iki nokta var. Biri Beğendik Köyü. Diğeriyse Uzunkum Mevkii.
Beğendik Köyü, Bulgaristan sınırında. Hemen karşısında Bulgar Rezova Köyü var. Arada ise sadece Rezve Deresi bulunuyor. Uzunkum Mevkii ise Kıyıköy ile İğneada’nın tam ortasında bulunuyor. Etrafında fazla bir yerleşim yeri yok.
Nereye yapılırsa yapılsın, etki alanı yüzlerce kilometre olan nükleer santralla ilgili herhangi bir kaza riski durumunda, 120 kilometrelik kuş uçuşu mesafesindeki İstanbul başta olmak üzere çevredeki pek çok yerleşim yeri etkilenecek.
18) İğneadalılar nükleeri neden istemiyor?
Şükrüye Tutuk: Burada ormancılık ve hayvancılıkla geçiniyoruz Santral olursa hiçbiri kalmaz. İstemiyoruz.
Beğendik Köyü Muhtarı Rüştü Gündüz: Bize kimse bir bilgi vermedi. Kimsenin bir şey bildiği yok. Ancak buradaki tertemiz havamızın kirlenmesini istemiyoruz.
İclal Yalçın: Şeker pancarından pekmez kaynatıyoruz. Ne pancarımız kalır, ne balığımız olur...
Emrah Derince: Ormandan ağaç çekiyoruz. Traktörüm var. Elimizden bu ormanı alacaklar. Vermeyiz.
Necmiye Durmaz: Nefes bile alamayız buraya nükleer santral yaparlarsa. Çocuklarım balıkçılıkla geçiniyor. Balık mı kalır burada?
İğneada‘da yaşayan sanatçı Burhan Öcal: Bu coğrafya dünyada sadece üç yerde var. Benim çocukluğum Beğendik’te geçti. Bir evim de İsviçre’de. Orada da yaşıyorum. Eğer İsviçre’de ekmeğe iki sent zam yapacaklarsa bile bunu referanduma götürürler. Gerçek demokrasi budur. Enerjiye ihtiyaç var diye bu yapılamaz. Gelsinler buraların bilinmeyen güzelliklerini onlara gösterelim. Öğrendikten sonra onlar da yapılmasını istemez. Balkanlar, Marmara, İstanbul için nükleer santral çok büyük bir tehlike. Geleceğimizi düşünsünler ve bundan vazgeçsinler.
19) Nükleer İğneada’ya yapılsın diyen var mı?
Remzi Yavuzgazi: Köylüler istemiyor ancak bence santral yapsınlar. Burası gelişir.
Sislioba Köyü’nden adını vermek istemeyen bir köylü: Termik santral yapmasınlar ancak nükleer santralin bir zararı yok. Yapabilirler. Köyde her gün elektrikler kesiliyor. Elektriğe ihtiyacımız var.
20) Yerin seçimi konusunda neler yaptılar?
İğneada Platformu’ndan Hüseyin Çomak: Buraya bir Amerikalı, iki Japon ve bir de Çinli mühendis geldi. Nükleer santralın yeri ile ilgili keşif yaptı. Ben de onlara bölgeyi bildiğim için rehberlik yaptım. Panayır İskelesi yanındaki Uzunkum Mevkii’nde keşif yaptılar. Oranın uygun olduğunu söylediler. Ancak daha önce de Beğendik Köyü’ndeki termik santralın yapılacağı alanın yanında nükleer santral yapımı için yer belirlenmişti.
21) Nasıl mücadele edilecek?
İğneada Platformu’ndan Emre Sağışman:
Gönüllü avukatlarımız var. Dünya nükleer santrallardan vazgeçerken biz neden nükleer santral yatırımı yapıyoruz? Burası bir turizm merkezi olmalı, enerji üssü değil. Kısa vadede bizi çok etkileyecek bir sorunumuz daha var. Çimento fabrikası için bir liman kurulması planlanıyor. İzinleri alındı. Buraya günde 600 kamyon gelecek.
22) Hukuki olarak neler yapılıyor?
Çevre Hukuku Avukatı Mukadder Usanmaz: Önleyici hukuk dediğimiz faaliyetleri elden bırakmamak gerekiyor. Burası sınır bölgesi. Uluslararası hukuk açısından da konuyu ele almak gerekir. Ancak şu anda elimizde bir belge yok. Sadece bakanın açıklamaları var. Resmi bir gelişme olduğunda çevre hukuku avukatları olarak dava açacağız.
Çevre Hukuku Avukatı Mukadder Usanmaz: Önleyici hukuk dediğimiz faaliyetleri elden bırakmamak gerekiyor. Burası sınır bölgesi. Uluslararası hukuk açısından da konuyu ele almak gerekir. Ancak şu anda elimizde bir belge yok. Sadece bakanın açıklamaları var. Resmi bir gelişme olduğunda çevre hukuku avukatları olarak dava açacağız.
Kaynak: Gökçe AYTULU & Yücel SÖNMEZ / Hürriyet
Bebekler karıştı, anne öldü, doktorlara dava açıldı
İstanbul Ataşehir'de bir hastanede doğum yapan anne, ilk şoku bebeğinin başka bir bebekle karıştırılmasıyla yaşadı. Anne öldü, dava açıldı.
Hürriyet'in haberine göre; Duygu Alçıcı (32) geçen yıl 10 Eylül’de Ataşehir’de bir hastanede doğum yaptı. Bebeği 24 saat emziren anne, ilk şoku, “Pardon bebeklerinizi karıştırmışız” diye kucağına yeniden verilen gerçek bebeğiyle yaşadı. Trombositi düşük çıkan ve takviyelerle yükseltilen anne ve bebeği taburcu oldu. İshal ve halsizliği olan Alçıcı, 18 Eylül’de kontrole gitti. Hematolog olmadığı için 3 saat bekletilen Alçıcı, beyin kanaması geçirdi. Komaya giren genç kadın, 5 Ekim’de yaşamını yitirdi. Ailenin suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından verilen raporda, hekimlerin kusurlu olmadığı belirtildi. Savcılık, buna rağmen ölümün önlenebilir olma ihtimali nedeniyle dava açtı. İddianamede, doktorların 6 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istendi.
Hürriyet'in haberine göre; Duygu Alçıcı (32) geçen yıl 10 Eylül’de Ataşehir’de bir hastanede doğum yaptı. Bebeği 24 saat emziren anne, ilk şoku, “Pardon bebeklerinizi karıştırmışız” diye kucağına yeniden verilen gerçek bebeğiyle yaşadı. Trombositi düşük çıkan ve takviyelerle yükseltilen anne ve bebeği taburcu oldu. İshal ve halsizliği olan Alçıcı, 18 Eylül’de kontrole gitti. Hematolog olmadığı için 3 saat bekletilen Alçıcı, beyin kanaması geçirdi. Komaya giren genç kadın, 5 Ekim’de yaşamını yitirdi. Ailenin suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından verilen raporda, hekimlerin kusurlu olmadığı belirtildi. Savcılık, buna rağmen ölümün önlenebilir olma ihtimali nedeniyle dava açtı. İddianamede, doktorların 6 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istendi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)