Nepal'de bir mucize gerçekleşti. Depremden 22 saat sonra 4 aylık bir erkek bebeğin ekiplerce kurtarıldığı açıklandı.
Nepal'de 7,8 büyüklüğündeki depremin üzerinden günler geçtikçe, yaşamını yitirenlerin sayısı da artıyor.
Depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 5 bini aşmış durumda. 10 bine yakın yaralının olduğu ve 8 milyon kişiyi etkileyen depremin yaşandığı bölgeden mucize gibi bir haber geldi. Enkaz altında kalan 4 aylık bebek 22 saat sonra kurtarma ekipleri tarafından kurtarıldı. Bebeğin sağlık durumunun iyi olduğu açıklandı.
Hindistan medyasında yer alan habere göre, bölgede arama kurtarma çalışmaları yapan ekip, çaresizce enkaz altındaki kişi veya kişilere ulaşmak için uğraşırken bir ağlama sesi işitti. Bunun üzerine çalışmalarını sesin geldiği bölgeye yoğunlaştıran ekip, Sonit Awal isimli bebeği enkazdan çıkardı.
Geçtiğimiz günlerde yaşlanan olay, bölgedeki iletişim olanaklarının kısıtlı olmasından dolayı ancak dün ortaya çıktı.
Bölgede hala yüzlerce kişinin enkaz altında kurtarılmayı beklediği tahmin ediliyor. Yetkililer ölü sayısının 10 binin üzerine çıkabileceğini belirtiyor.
(milliyet.com.tr)
30 Nisan 2015 Perşembe
Davutoğlu: Pensilvanya'da Gülen'le görüştüm ve...
Başbakan Davutoğlu, 2013’te Gülen ile operasyonlardan 3 ay önce yaptığı son görüşmeyi anlattı. Davutoğlu, görüşmede Gülen’e son kez ‘dön’ çağrısı yaptıklarını belirterek ‘Dışarıda ne çevirmekte olduğunu biliyorduk’ dedi. Davutoğlu, ‘Son bir hamle, çağrı yapmak istedik… Aralık ayında yapılacaktı darbe, neredeyse Humeyni’nin İran’a döndüğü gibi dönecekti’ diye devam etti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2013’te ABD Pensilvanya’da Fethullah Gülen’le yaptığı son günlerde gündeme getirilen görüşmesinin detaylarını ilk kez Milliyet’e anlattı. Gülen’i, Eylül 2013’te, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve ile o tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde ziyaret ettiğini belirten Davutoğlu, “Elimizde istihbarat raporları var, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk. Dışarıda ne çevirmekte olduğunu biliyorduk. Son bir hamle, çağrı yapmak istedik. Fırtına gelir ya, hissedersiniz... Meşruiyet çizgisi içinde kalınması ve Türkiye’ye dönmesini istedik” dedi.
Erdoğan’ın 2013 yılı Mayıs ayında Gülen’e “dön” çağrısı yaptığını anımsatan Davutoğlu, “Bunu iyi niyetimizle yaptık, sivil toplum alanında tutabilir miyiz diye yaptık. Yurtdışında örgütlenerek başka istihbarat ya da dış ülkelerin tesiri altında olan bir yapıya dönüşmüş olmaları konusu vardı. Onun için Türkiye’ye davet ettik” dedi. Gülen’in kendisine “Şimdi vakti değil” yanıtı verdiğini belirten Davutoğlu, “Bugün anlıyorum ki, ‘Şimdi değil’ demekle Aralık ayındaki darbeyi bekliyormuş. Humeyni’nin İran’a döndüğü gibi dönecekti” diye konuştu.
‘HANIMEFENDİ BİZİM ARKAMIZI TOPLUYOR’
Her mitingin ardından danışmanlarının kendisine “En iyisi buydu” dediklerini ifade eden Davutoğlu, “Meydanlardaki heyecan bana enerji veriyor” diye konuştu. Eşi Sare Davutoğlu’na da espriyle “Hanımefendi bizim arkamızı topluyor, doktorluk yapıyor” dedi. Davutoğlu, Milliyet’in sorularına şu yanıtları verdi:
- RAPORLAR VARDI: (Sizin de Pensilvanya’ya gittiğiniz haberleri yapılıyor, sorusu üzerine…) Bakın ben hayatta yalan söylemedim, hiçbir şeyi gizli yapmadım, devletin gizli işleri hariç. 2013 yılında Eylül ayında BM Genel Kurulu’na gittiğimizde, Başbakanımızın (2013’te Başbakan olan Erdoğan), Cumhurbaşkanımızın (2013’te Cumhurbaşkanı olan Gül) bilgisi dahilinde gittim, doğrudur. Fethullah Gülen ile 2 veya 3 kere karşılaştım. Ondan önceki son karşılaşmam da 1995 yılında sempozyumda tebliğ sundum, kendisi teşekkür etti, o kadar. Son bir kez, gidişatın kötüye doğru gitmekte olduğunu biliyorum. Elimizde istihbarat raporları var. Ne yapmakta, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk.
- GELSİN İSTEDİK: Açık ve net mesajımızı onlara son bir kez, açıkçası vermek istedik. Birkaç saat görüştük, son bir çağrı ile meşruiyet çizgisi içinde, sivil toplum ya da cemaat yapısı içinde kalınması ve bunun için de Türkiye’ye dönmesini istedim. Cumhurbaşkanımız 2013’ün Mayıs’ındaGezi olayları oldu, Mayıs’ta ‘gel diye’ çağrı yapmıştı. Çünkü dışarıda ne çevirmekte olduğunu ve hangi yabancı unsurların tesirinde olduğunu bildiğimiz için Türkiye’ye gelsin istedik. Bu bir testti, sınavdı. Kendisi ‘şimdi vakti değil’ dedi. Her ne surette olursa olsun, hükümete karşı, devlete karşı bir tavır içinde olmayacağını söyledi. Ak Parti’ye karşı da tavır içinde olmayacağını söyledi.
- SON BİR HAMLEYDİ: Onlar kaydetmeye meraklı, neyse kayıtları çıkarsınlar. Hayatta yalan söylemedim. Ekrem Dumanlı denilen kişi beni tehdit ediyor, ‘Yedi, içti’ diyor. Biz yemeğe mi gitmişiz? Son derece saygılı karşıladılar. Saygı ifade ettiler. Yayın organlarınız, Suriye konusunda, rejim ağzıyla yayın yapıyor, Türkiye’yi eleştiriyor, bilmediğiniz konu ise bana sorun, bildiğiniz konu ise başka ülkelerin devletlerine yakın tavır sergilemeyin’ dedim. Şunu da söyledim; ‘büyük bir birikim, insan birikimi var bürokraside, ama yanlış işlerle bunu kimse harcamamalı, yanlış iş yapmamalı’ dedim. Meşruiyet zeminine çağrı için son bir hamleydi. Eğer o gün dediklerimizi dinleselerdi bugün meşruiyet sınırları içinde kalsalardı ve çekilselerdi sivil toplum alanına iddia ettikleri gibi eğitim alanına çekilselerdi, istihbaratçılık yapmaktan, devlete nüfuz etmekten kaçınıp doğru dürüst birçok diğer yapı gibi kendi doğasında seyreden bir sivil toplum olsalardı şu anda ne Türkiye devleti zarar görürdü ne yaptıkları faaliyet zarar görürdü ne de bu gereksiz süreçler yaşanırdı.
- KCK GİBİ: Tahliye kararını veren 32. Asliye Mahkemesi kime hesap veriyor? Yargı bağımsızlığı ile yargı tarafsızlığı karıştırılıyor. Yargı bağımsızlığı yasama ile yürütmenin ve yargının arasındaki ilişkidir. Yürütmeye karşı bağımsızdır ama aynı zaman tarafsız da olmalıdır. Tarafsız olması; yargı içinde örgütlenen herhangi bir yapının yargıyı kontrol ederek toplumun diğer kesimine karşı tavır almamasıdır. 1960 ihtilali öncesinde Silahlı Kuvvetlerde bir yapı vardı; yüzbaşı, general üzerinde otorite kullandı. Genelkurmay Başkanı tutuklandı, yüzbaşı generallerin üzerine çıktı. Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşisi bozuldu. 12 Eylül’de olmadı ama 27 Mayıs’ta oldu. Bunlar da yargının hiyerarşisini bozdu, yargının görev dağılımını bozuyor. Bunun açık adı yargıdaCuntalaşmadır. Dışarıda bunlar adına karar veren bir imam var. Dışarıdan biri talimat veriyor, KCK gibi. 27 Mayıs öncesi cuntalaşma gibi. Sivil toplum görüntüsünü terk ediyor, bürokrasi üzerinden devleti kontrol altına almaya çalışıyor.
- DEVLETE MEYDAN OKUYORLAR: Şu anda sistematik mücadele var. Hukuki olmayan hiçbir adım atılmıyor. Bu hareketleriyle “Biz hâlâ güçlüyüz, buradayız” demek istiyorlar. Güçlü olsalar şu anda dışarıda olurlardı. Kararın ertesi günü “Türkiye Cumhuriyeti Devleti burada” dedim. Bakın “Ak Parti burada” demedim. Bizim rakibimiz değil. Burada bunlar devlete meydan okuyorlar. Bürokratik işleyişe meydan okuyorlar. Devlet burada olacak. Buna izin verirsek yarın başka bir grup, ertesi gün başka bir grup çıkar. Devlet hiyerarşisi parsellenir. Burada ‘şucular’, ‘bucular’ çıkar. Ehliyet, liyakat devlette esastır. Devlet içinde cunta ile mücadele ediyoruz.
- SÜLÜK GİBİ EMEN YAPI: (Yeni dönemin ana konusu paralel yapı ile mücadele diyebilir miyiz?) Tabii, ikinci atılım dönemi, Cumhurbaşkanımız yapmıştı benzetmeyi roket fırlatıldı, füze ikinci bir hamle daha yapar. Demokrasimizin de reaktif olmaması lazım. Yeni Türkiye sözleşmesi açıkladık, sitem ediyorum aydınlarla doğru dürüst bu konu tartışılmadı. Görmezden geliniyor bu tür şeyler. 12 yıl biz demokrasi önündeki engelleri kaldırmaya çalıştık, siyasal sistemi rayına oturmaya çalıştık. 27 Nisan, parti kapatma, Cumhuriyet mitingleri, Gezi hareketi, paralel yapılanma hepsi devlet içinde egemenlik kurmaya çalışan yapılar. Devletin dışına iterek siyasal meşruiyet dışına iterek koruma hattı oluşturuyor. Siyasal sisteme musallat olmuş yapıları, sülük gibi emen yapıları demokrasiden arındırdık. Ayakları üstünde yeni Anayasa ile yeni bir siyasal yapıyla devleti tekrar inşa etmeliyiz. Devleti restore etmek durumundayız. Şu veya bu grubun insan onuru değil vatandaşların insan onuru ön planda olmalı. Düşük orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçmemiz lazım.
- TEHDİT SUÇTUR: (Sosyal medyanın MGK’da ele alınıp alınmayacağının, iç güvenlik tehdidi şemsiyesinin genişletilmesi iddialarının sorulması üzerine) Kırmızı kitaba girmesine gerek yok ki. Kim yaparsa suçtur. Halkı kim kışkırtırsa sosyal medyada olsa da suçtur. X etnik gruptakiler haindir derse x mezhep mensup olanlar bu ülkeden sürülmeli derse sosyal medya nerde olsa ben desem başbakan olarak ben de suçlu olurum. Tehdit dili suçtur.
(Kıvanç El/Milliyet)
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2013’te ABD Pensilvanya’da Fethullah Gülen’le yaptığı son günlerde gündeme getirilen görüşmesinin detaylarını ilk kez Milliyet’e anlattı. Gülen’i, Eylül 2013’te, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve ile o tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde ziyaret ettiğini belirten Davutoğlu, “Elimizde istihbarat raporları var, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk. Dışarıda ne çevirmekte olduğunu biliyorduk. Son bir hamle, çağrı yapmak istedik. Fırtına gelir ya, hissedersiniz... Meşruiyet çizgisi içinde kalınması ve Türkiye’ye dönmesini istedik” dedi.
Erdoğan’ın 2013 yılı Mayıs ayında Gülen’e “dön” çağrısı yaptığını anımsatan Davutoğlu, “Bunu iyi niyetimizle yaptık, sivil toplum alanında tutabilir miyiz diye yaptık. Yurtdışında örgütlenerek başka istihbarat ya da dış ülkelerin tesiri altında olan bir yapıya dönüşmüş olmaları konusu vardı. Onun için Türkiye’ye davet ettik” dedi. Gülen’in kendisine “Şimdi vakti değil” yanıtı verdiğini belirten Davutoğlu, “Bugün anlıyorum ki, ‘Şimdi değil’ demekle Aralık ayındaki darbeyi bekliyormuş. Humeyni’nin İran’a döndüğü gibi dönecekti” diye konuştu.
‘HANIMEFENDİ BİZİM ARKAMIZI TOPLUYOR’
Her mitingin ardından danışmanlarının kendisine “En iyisi buydu” dediklerini ifade eden Davutoğlu, “Meydanlardaki heyecan bana enerji veriyor” diye konuştu. Eşi Sare Davutoğlu’na da espriyle “Hanımefendi bizim arkamızı topluyor, doktorluk yapıyor” dedi. Davutoğlu, Milliyet’in sorularına şu yanıtları verdi:
- RAPORLAR VARDI: (Sizin de Pensilvanya’ya gittiğiniz haberleri yapılıyor, sorusu üzerine…) Bakın ben hayatta yalan söylemedim, hiçbir şeyi gizli yapmadım, devletin gizli işleri hariç. 2013 yılında Eylül ayında BM Genel Kurulu’na gittiğimizde, Başbakanımızın (2013’te Başbakan olan Erdoğan), Cumhurbaşkanımızın (2013’te Cumhurbaşkanı olan Gül) bilgisi dahilinde gittim, doğrudur. Fethullah Gülen ile 2 veya 3 kere karşılaştım. Ondan önceki son karşılaşmam da 1995 yılında sempozyumda tebliğ sundum, kendisi teşekkür etti, o kadar. Son bir kez, gidişatın kötüye doğru gitmekte olduğunu biliyorum. Elimizde istihbarat raporları var. Ne yapmakta, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk.
- GELSİN İSTEDİK: Açık ve net mesajımızı onlara son bir kez, açıkçası vermek istedik. Birkaç saat görüştük, son bir çağrı ile meşruiyet çizgisi içinde, sivil toplum ya da cemaat yapısı içinde kalınması ve bunun için de Türkiye’ye dönmesini istedim. Cumhurbaşkanımız 2013’ün Mayıs’ındaGezi olayları oldu, Mayıs’ta ‘gel diye’ çağrı yapmıştı. Çünkü dışarıda ne çevirmekte olduğunu ve hangi yabancı unsurların tesirinde olduğunu bildiğimiz için Türkiye’ye gelsin istedik. Bu bir testti, sınavdı. Kendisi ‘şimdi vakti değil’ dedi. Her ne surette olursa olsun, hükümete karşı, devlete karşı bir tavır içinde olmayacağını söyledi. Ak Parti’ye karşı da tavır içinde olmayacağını söyledi.
- SON BİR HAMLEYDİ: Onlar kaydetmeye meraklı, neyse kayıtları çıkarsınlar. Hayatta yalan söylemedim. Ekrem Dumanlı denilen kişi beni tehdit ediyor, ‘Yedi, içti’ diyor. Biz yemeğe mi gitmişiz? Son derece saygılı karşıladılar. Saygı ifade ettiler. Yayın organlarınız, Suriye konusunda, rejim ağzıyla yayın yapıyor, Türkiye’yi eleştiriyor, bilmediğiniz konu ise bana sorun, bildiğiniz konu ise başka ülkelerin devletlerine yakın tavır sergilemeyin’ dedim. Şunu da söyledim; ‘büyük bir birikim, insan birikimi var bürokraside, ama yanlış işlerle bunu kimse harcamamalı, yanlış iş yapmamalı’ dedim. Meşruiyet zeminine çağrı için son bir hamleydi. Eğer o gün dediklerimizi dinleselerdi bugün meşruiyet sınırları içinde kalsalardı ve çekilselerdi sivil toplum alanına iddia ettikleri gibi eğitim alanına çekilselerdi, istihbaratçılık yapmaktan, devlete nüfuz etmekten kaçınıp doğru dürüst birçok diğer yapı gibi kendi doğasında seyreden bir sivil toplum olsalardı şu anda ne Türkiye devleti zarar görürdü ne yaptıkları faaliyet zarar görürdü ne de bu gereksiz süreçler yaşanırdı.
- KCK GİBİ: Tahliye kararını veren 32. Asliye Mahkemesi kime hesap veriyor? Yargı bağımsızlığı ile yargı tarafsızlığı karıştırılıyor. Yargı bağımsızlığı yasama ile yürütmenin ve yargının arasındaki ilişkidir. Yürütmeye karşı bağımsızdır ama aynı zaman tarafsız da olmalıdır. Tarafsız olması; yargı içinde örgütlenen herhangi bir yapının yargıyı kontrol ederek toplumun diğer kesimine karşı tavır almamasıdır. 1960 ihtilali öncesinde Silahlı Kuvvetlerde bir yapı vardı; yüzbaşı, general üzerinde otorite kullandı. Genelkurmay Başkanı tutuklandı, yüzbaşı generallerin üzerine çıktı. Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşisi bozuldu. 12 Eylül’de olmadı ama 27 Mayıs’ta oldu. Bunlar da yargının hiyerarşisini bozdu, yargının görev dağılımını bozuyor. Bunun açık adı yargıdaCuntalaşmadır. Dışarıda bunlar adına karar veren bir imam var. Dışarıdan biri talimat veriyor, KCK gibi. 27 Mayıs öncesi cuntalaşma gibi. Sivil toplum görüntüsünü terk ediyor, bürokrasi üzerinden devleti kontrol altına almaya çalışıyor.
- DEVLETE MEYDAN OKUYORLAR: Şu anda sistematik mücadele var. Hukuki olmayan hiçbir adım atılmıyor. Bu hareketleriyle “Biz hâlâ güçlüyüz, buradayız” demek istiyorlar. Güçlü olsalar şu anda dışarıda olurlardı. Kararın ertesi günü “Türkiye Cumhuriyeti Devleti burada” dedim. Bakın “Ak Parti burada” demedim. Bizim rakibimiz değil. Burada bunlar devlete meydan okuyorlar. Bürokratik işleyişe meydan okuyorlar. Devlet burada olacak. Buna izin verirsek yarın başka bir grup, ertesi gün başka bir grup çıkar. Devlet hiyerarşisi parsellenir. Burada ‘şucular’, ‘bucular’ çıkar. Ehliyet, liyakat devlette esastır. Devlet içinde cunta ile mücadele ediyoruz.
- SÜLÜK GİBİ EMEN YAPI: (Yeni dönemin ana konusu paralel yapı ile mücadele diyebilir miyiz?) Tabii, ikinci atılım dönemi, Cumhurbaşkanımız yapmıştı benzetmeyi roket fırlatıldı, füze ikinci bir hamle daha yapar. Demokrasimizin de reaktif olmaması lazım. Yeni Türkiye sözleşmesi açıkladık, sitem ediyorum aydınlarla doğru dürüst bu konu tartışılmadı. Görmezden geliniyor bu tür şeyler. 12 yıl biz demokrasi önündeki engelleri kaldırmaya çalıştık, siyasal sistemi rayına oturmaya çalıştık. 27 Nisan, parti kapatma, Cumhuriyet mitingleri, Gezi hareketi, paralel yapılanma hepsi devlet içinde egemenlik kurmaya çalışan yapılar. Devletin dışına iterek siyasal meşruiyet dışına iterek koruma hattı oluşturuyor. Siyasal sisteme musallat olmuş yapıları, sülük gibi emen yapıları demokrasiden arındırdık. Ayakları üstünde yeni Anayasa ile yeni bir siyasal yapıyla devleti tekrar inşa etmeliyiz. Devleti restore etmek durumundayız. Şu veya bu grubun insan onuru değil vatandaşların insan onuru ön planda olmalı. Düşük orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçmemiz lazım.
- TEHDİT SUÇTUR: (Sosyal medyanın MGK’da ele alınıp alınmayacağının, iç güvenlik tehdidi şemsiyesinin genişletilmesi iddialarının sorulması üzerine) Kırmızı kitaba girmesine gerek yok ki. Kim yaparsa suçtur. Halkı kim kışkırtırsa sosyal medyada olsa da suçtur. X etnik gruptakiler haindir derse x mezhep mensup olanlar bu ülkeden sürülmeli derse sosyal medya nerde olsa ben desem başbakan olarak ben de suçlu olurum. Tehdit dili suçtur.
(Kıvanç El/Milliyet)
29 Nisan 2015 Çarşamba
Pamir'in ölümüne ilişkin davada karar
Sarıyer Zekeriyaköy'de kaybolduktan 30 saat sonra komşu evin havuzunda ölü bulunan 3 buçuk yaşındaki Pamir Dikdik'in annesi Süverce Dikdik ile babası Serdar Dikdik'in "Taksirle ölüme neden olma" suçundan 6'şar yıla kadar hapis istemiyle yargılandıkları dava ilk duruşmada karara bağlandı. Hakim, aileye "Yeteri kadar acı çektiğinizi düşünüyorum, ceza vermiyorum. Dava bitti" dedi.
İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 59. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmaya Anne Süverce Dikdik ve Baba Serdar Dikdik ile avukatları hazır bulundu. Kimlik tespiti yapılan sanık Serdar Dikdik elekronik mühendisi olduğunu ve İzmir'de ikamet ettiğini belirtti. Anne Süverce Dikdik ise üniversite mezunu olduğunu belirtti.
"ELİMİZDEN GELDİĞİ KADAR İYİ BİR ANNE VE BABA OLMAYA ÇALIŞTIK"
Duruşmada ilk olarak savunmasını baba Serdar Dikdik yaptı. Serdar Dikdik, "Çocuğumuzu kaybettik. Elimizden geldiği kadar iyi bir anne ve baba olmaya çalıştık. Dosya içinde bulunan bilirkişi raporunu ve suçlamayı kabul etmiyorum" dedi.
"O BİZİM AŞKIMIZDI"
Anne Süverce Dikdik ise "O (Pamir Dikdik) bizim aşkımızdı. Yedi yirmidört kendimizi çocuğumuza adamıştık. Ailenin tek çocuğuydu. Suçlamayı kabul etmiyorum" ifadelerini kullandı. Duruşmada söz alan Dikdik Ailesi'nin avukatı Fazıl Erat "Bu acıyla ilgili müvekkillerim konuşmak istemiyor. Dosyada bulunan bilirkişi raporu özensizce hazırlanmıştır. Anne ve baba çocuğa kendini adamıştır. Anne ve baba bu olaydan sonra acıyı duymamak için İzmir'e gitmişlerdir. Müvekkilllerimin beraatini talep ediyorum" dedi. Ailenin diğer 2 avukatı da anne ve babaya ceza verilmemesini istedi.
"YETERİ KADAR ACI ÇEKTİĞİNİZİ DÜŞÜNÜYORUM"
Davayı karara bağlayan mahkeme, Türk Ceza Kanunu'nun 22/6 maddesi gereğince sanıklara ceza verilmemesine karar verdi. Hakim, anne ve baba Dikdik'e hitaben, "Yeteri kadar acı çektiğinizi düşünüyorum, ceza vermiyorum. Dava bitti" dedi.
ANNE DURUŞMA SALONUNDA AĞLADI
Duruşmanın ardından Anne Süverce Dikdik ağladı. Duruşmaya izleyici olarak katılan Pamir Dikdik'in babaannesi de hakime teşekkür etti.
TCK'NIN 22/6 MADDESİ:
"Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir."
İDDİANAME
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede anne Süverce Dikdik ve baba Serdar Dikdik şüpheli sıfatıyla yer almıştı. İddianamede, adli muayene, otopsi ve Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu'nun 17 Eylül 2014 tarihli raporuna göre Pamir Dikdik'in ölümünün "suda boğulma" sonucu meydana geldiği ifade edilmişti. Soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda Türk Medeni Kanunu'na göre ergin olmayan çocuğun velayetinin anne ve babasına ait olduğu, evliliğin devam ettiği sürece anne ve babanın velayeti ortaklaşa kullanacağı norm altına alınmıştır. Buna göre Pamir Dikdik'in bakım ve gözetiminin her iki ebeveyn tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmesi gerektiği, çocuğun vefatında bir takım ihtimallerinin bulunduğu ve her iki ebeveynin de ortak sorumluluğa sahip olduğu değerlendirilmiştir" denilmişti. Raporda, Pamir Dikdik'în vefatı ile sonuçlanan olayda anne ve babanın zincirleme ihmali nedeniye asli olmak üzere ağır kusurlu oldukları sonucuna ulaşıldığı vurgulandı. İddianamede "Bu olaydan dolayı şüphelilerin münhasıran kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğu görülmüş ise de, bu durumun yargılama aşamasında mahkeme tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı kanaatiyle şüpheliler hakkında "taksirle bir kişinin ölümüne sebebiyet verme" suçundan kamu davası açılmasına karar verilmiştir" denilmişti. Pamir Dikdik'in annesi Süverce Dikdik ile babası Serdar Dikdik'in "Taksirle ölüme neden olma" suçundan 6'şar yıla kadar hapsi isteniyordu.
Serpil Kırkeser / DHA
İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 59. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmaya Anne Süverce Dikdik ve Baba Serdar Dikdik ile avukatları hazır bulundu. Kimlik tespiti yapılan sanık Serdar Dikdik elekronik mühendisi olduğunu ve İzmir'de ikamet ettiğini belirtti. Anne Süverce Dikdik ise üniversite mezunu olduğunu belirtti.
"ELİMİZDEN GELDİĞİ KADAR İYİ BİR ANNE VE BABA OLMAYA ÇALIŞTIK"
Duruşmada ilk olarak savunmasını baba Serdar Dikdik yaptı. Serdar Dikdik, "Çocuğumuzu kaybettik. Elimizden geldiği kadar iyi bir anne ve baba olmaya çalıştık. Dosya içinde bulunan bilirkişi raporunu ve suçlamayı kabul etmiyorum" dedi.
"O BİZİM AŞKIMIZDI"
Anne Süverce Dikdik ise "O (Pamir Dikdik) bizim aşkımızdı. Yedi yirmidört kendimizi çocuğumuza adamıştık. Ailenin tek çocuğuydu. Suçlamayı kabul etmiyorum" ifadelerini kullandı. Duruşmada söz alan Dikdik Ailesi'nin avukatı Fazıl Erat "Bu acıyla ilgili müvekkillerim konuşmak istemiyor. Dosyada bulunan bilirkişi raporu özensizce hazırlanmıştır. Anne ve baba çocuğa kendini adamıştır. Anne ve baba bu olaydan sonra acıyı duymamak için İzmir'e gitmişlerdir. Müvekkilllerimin beraatini talep ediyorum" dedi. Ailenin diğer 2 avukatı da anne ve babaya ceza verilmemesini istedi.
"YETERİ KADAR ACI ÇEKTİĞİNİZİ DÜŞÜNÜYORUM"
Davayı karara bağlayan mahkeme, Türk Ceza Kanunu'nun 22/6 maddesi gereğince sanıklara ceza verilmemesine karar verdi. Hakim, anne ve baba Dikdik'e hitaben, "Yeteri kadar acı çektiğinizi düşünüyorum, ceza vermiyorum. Dava bitti" dedi.
ANNE DURUŞMA SALONUNDA AĞLADI
Duruşmanın ardından Anne Süverce Dikdik ağladı. Duruşmaya izleyici olarak katılan Pamir Dikdik'in babaannesi de hakime teşekkür etti.
TCK'NIN 22/6 MADDESİ:
"Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir."
İDDİANAME
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede anne Süverce Dikdik ve baba Serdar Dikdik şüpheli sıfatıyla yer almıştı. İddianamede, adli muayene, otopsi ve Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu'nun 17 Eylül 2014 tarihli raporuna göre Pamir Dikdik'in ölümünün "suda boğulma" sonucu meydana geldiği ifade edilmişti. Soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda Türk Medeni Kanunu'na göre ergin olmayan çocuğun velayetinin anne ve babasına ait olduğu, evliliğin devam ettiği sürece anne ve babanın velayeti ortaklaşa kullanacağı norm altına alınmıştır. Buna göre Pamir Dikdik'in bakım ve gözetiminin her iki ebeveyn tarafından ortaklaşa gerçekleştirilmesi gerektiği, çocuğun vefatında bir takım ihtimallerinin bulunduğu ve her iki ebeveynin de ortak sorumluluğa sahip olduğu değerlendirilmiştir" denilmişti. Raporda, Pamir Dikdik'în vefatı ile sonuçlanan olayda anne ve babanın zincirleme ihmali nedeniye asli olmak üzere ağır kusurlu oldukları sonucuna ulaşıldığı vurgulandı. İddianamede "Bu olaydan dolayı şüphelilerin münhasıran kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olduğu görülmüş ise de, bu durumun yargılama aşamasında mahkeme tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı kanaatiyle şüpheliler hakkında "taksirle bir kişinin ölümüne sebebiyet verme" suçundan kamu davası açılmasına karar verilmiştir" denilmişti. Pamir Dikdik'in annesi Süverce Dikdik ile babası Serdar Dikdik'in "Taksirle ölüme neden olma" suçundan 6'şar yıla kadar hapsi isteniyordu.
Serpil Kırkeser / DHA
Ya kabul edecekler ya yok olacaklar
CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Kuveyt dönüşü uçakta açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin Kıbrıs’ta garantör ülke olduğunu belirten Erdoğan, “Cumhurbaşkanı Akıncı müzakereleri kafasına göre götüremez” dedi. CNN TÜRK'ün haberine göre Erdoğan şöyle konuştu:
“(Paralel yapı) Bu yapının adamı olduğu tespit edilenler açığa alınacak. Ya bu devletin varlığını kabul edecekler ya yok olacaklar. MGK’dan sonra kararlarımız çok farklı devam edecek.
(Çözüm süreci) Kürt sorunu var demek artık ayrımcılıktır. Kürt sorunu, bizzat Kürt sorunu vardır diyenlerden kaynaklanıyor. Ülkemizde artık bir Kürt sorunu yoktur. Zaman zaman taraflar diyorlar, sen kim oluyorsun da taraf diyorsun. Bu ülkede devlet vardır. Karşı karşıya oturulan bir masa olması devletin çöktüğü anlamına gelir. Devlet silah bırakmaz, terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar. İç güvenlik konusunun hassas olmasının sebebi de budur. HDP illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu.
(Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı) Diyarbakır Belediyesi’ne arkadan giriyor. Niye arka kapıdan giriyorsun, demek ki burada bir şey var. Hayatta bir araya gelemeyenlerin şimdi gelmesi ilginç.
(KPSS) Haksız yere memur olanlardan maaşların geri alınması düşünülebilir.”
“(Paralel yapı) Bu yapının adamı olduğu tespit edilenler açığa alınacak. Ya bu devletin varlığını kabul edecekler ya yok olacaklar. MGK’dan sonra kararlarımız çok farklı devam edecek.
(Çözüm süreci) Kürt sorunu var demek artık ayrımcılıktır. Kürt sorunu, bizzat Kürt sorunu vardır diyenlerden kaynaklanıyor. Ülkemizde artık bir Kürt sorunu yoktur. Zaman zaman taraflar diyorlar, sen kim oluyorsun da taraf diyorsun. Bu ülkede devlet vardır. Karşı karşıya oturulan bir masa olması devletin çöktüğü anlamına gelir. Devlet silah bırakmaz, terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar. İç güvenlik konusunun hassas olmasının sebebi de budur. HDP illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu.
(Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı) Diyarbakır Belediyesi’ne arkadan giriyor. Niye arka kapıdan giriyorsun, demek ki burada bir şey var. Hayatta bir araya gelemeyenlerin şimdi gelmesi ilginç.
(KPSS) Haksız yere memur olanlardan maaşların geri alınması düşünülebilir.”
28 Nisan 2015 Salı
Ayak parmaklarını gören şok oldu
İngiltere bu baba oğlun dramını konuşuyor. Sert geçen kış mevsiminde 4 odalı evlerinin her bir odası için vergi ödemeye zorlanan ancak ödeyemedikleri için kendi evlerinden tahliye edilen Keith ve Mitchell Keenan kışı çadırda geçirmek zorunda kaldı. Durum böyle olunca buz yanması sebebiyle 32 yaşındaki Mitchell ayak parmaklarını kaybetti. 62 yaşındaki babasına ise bunama teşhisi konulurken yaşlı adamın uyuz olduğu da anlaşıldı.
Mitchell Keenan yaklaşık 6 haftadır hastanede tedavi görüyor. Buz yanığı teşhisi konan genç adam ayak parmaklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
Sert kış aylarını bir çadırda geçirmek zorunda kalınca genç adamın üşümekten ayak parmaklarının gittikçe karardığını gören babası ve halası Mitchell'ı zorla hastaneye gönderince korkunç olay aydınlandı.
Olayın en acı tarafı 4 yatak odalı büyük bir evleri olmasına rağmen baba oğlun sokakta kalmak zorunda olması. Maddi açıdan zor bir kış geçiren aile, kanuna göre her bir yatak odası başına vergi istenen evlerinin ödemelerini karşılayamayınca onları kendi evlerinden tahliye edildi.
Bir anda sokakta kalan baba oğul için 62 yaşındaki baba Keith’in kız kardeşi çadırı çözüm olarak gördü. Onlara çadır alan 54 yaşındaki Dawn Doyle, onları evine alamadığı için çok üzgün olduğunu ancak kendisinin de bekar bir anne olarak ancak geçinebildiğini söyledi.
Bu yüzyılda yaşanan bu olayın çağ dışı ve mide bulandıcı olduğunu anlatan hala Dawn Doyle kardeşinin ve yeğeninin 30 yıllık evlerinden olduklarını başlarına gelen sağlık sorunlarının büyük bir skandal olduğunu belirtti.
Mahkeme Mitchell Keenan için geçici bir kalacak yer temin ederken, baba Keith Keenan ise bir sosyal yardım evine alındı. Ancak Mitchell Keenan artık ayak parmaklarını hissetmiyor. Bu sebeple bir daha eskisi gibi desteksiz yürüyemeyecek ve kalıcı konaklama sorunu henüz çözümlenmiş değil.
(milliyet.com.tr)
Mitchell Keenan yaklaşık 6 haftadır hastanede tedavi görüyor. Buz yanığı teşhisi konan genç adam ayak parmaklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
Sert kış aylarını bir çadırda geçirmek zorunda kalınca genç adamın üşümekten ayak parmaklarının gittikçe karardığını gören babası ve halası Mitchell'ı zorla hastaneye gönderince korkunç olay aydınlandı.
Olayın en acı tarafı 4 yatak odalı büyük bir evleri olmasına rağmen baba oğlun sokakta kalmak zorunda olması. Maddi açıdan zor bir kış geçiren aile, kanuna göre her bir yatak odası başına vergi istenen evlerinin ödemelerini karşılayamayınca onları kendi evlerinden tahliye edildi.
Bir anda sokakta kalan baba oğul için 62 yaşındaki baba Keith’in kız kardeşi çadırı çözüm olarak gördü. Onlara çadır alan 54 yaşındaki Dawn Doyle, onları evine alamadığı için çok üzgün olduğunu ancak kendisinin de bekar bir anne olarak ancak geçinebildiğini söyledi.
Bu yüzyılda yaşanan bu olayın çağ dışı ve mide bulandıcı olduğunu anlatan hala Dawn Doyle kardeşinin ve yeğeninin 30 yıllık evlerinden olduklarını başlarına gelen sağlık sorunlarının büyük bir skandal olduğunu belirtti.
Mahkeme Mitchell Keenan için geçici bir kalacak yer temin ederken, baba Keith Keenan ise bir sosyal yardım evine alındı. Ancak Mitchell Keenan artık ayak parmaklarını hissetmiyor. Bu sebeple bir daha eskisi gibi desteksiz yürüyemeyecek ve kalıcı konaklama sorunu henüz çözümlenmiş değil.
(milliyet.com.tr)
Kara haber: Karın ağrısı diye gitti...
Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletindeki Filderstadt şehrinde yaşayan 21 yaşındaki Esra O. adlı Türk kızı, rutin bir ameliyat için gittiği hastanede yapılan hata sonucu girdiği komadan çıkamadı.
KARIN AĞRISIYLA HASTANEYE GİTMİŞTİ
Bild gazetesinin internet sayfası ve Stuttgarter-nachrichten.de haber portalının bildirdiğine göre, karın ağrısı şikayetiyle geçen hafta Salı günü Filderstadt’taki bir kliniğe giden Esra’ya, yapılan tetkikler sonucunda yumurtalıklarında kist teşhisi konuldu.
Kendi isteğiyle aynı gün ameliyata alınan Esra’nın ameliyat esnasında yanlışlıkla bir damarı kesildi. Damar tekrar dikilinceye kadar çok miktarda kan kaybeden talihsiz genç kız, komaya girdi. Pazartesi sabahı Reutlinger polisi tarafından yapılan açıklamada, bir haftadır komada olan Esra’nın, Pazar gecesi hayatını kaybettiği belirtildi.
DOKTOR HATASI OLUP OLMADIĞINI BİLİRKİŞİ RAPORU ORTAYA KOYACAK
Olay nedeniyle hastane yönetiminin Savcılığa haber verdiği ve Esra’nın ölümünde doktor hatası olup olmadığının araştırıldığı kaydedildi.
Konuya ilişkin savcılık tarafından yapılan ilk açıklamada, doktor raporlarının ilk incelemesinde doktor hatasının tespit edilemediği kaydedildi.
Savcılığın isteği üzerine Esra’ya otopsi yapılırken, doktor hatası olup olmadığının bilirkişi raporu ile ortaya konulacağı bildirildi. Bilirkişi raporunun tamamlanmasının bir kaç ay sürmesi bekleniyor.
Ahmet YILDIRIM / DHA
KARIN AĞRISIYLA HASTANEYE GİTMİŞTİ
Bild gazetesinin internet sayfası ve Stuttgarter-nachrichten.de haber portalının bildirdiğine göre, karın ağrısı şikayetiyle geçen hafta Salı günü Filderstadt’taki bir kliniğe giden Esra’ya, yapılan tetkikler sonucunda yumurtalıklarında kist teşhisi konuldu.
Kendi isteğiyle aynı gün ameliyata alınan Esra’nın ameliyat esnasında yanlışlıkla bir damarı kesildi. Damar tekrar dikilinceye kadar çok miktarda kan kaybeden talihsiz genç kız, komaya girdi. Pazartesi sabahı Reutlinger polisi tarafından yapılan açıklamada, bir haftadır komada olan Esra’nın, Pazar gecesi hayatını kaybettiği belirtildi.
DOKTOR HATASI OLUP OLMADIĞINI BİLİRKİŞİ RAPORU ORTAYA KOYACAK
Olay nedeniyle hastane yönetiminin Savcılığa haber verdiği ve Esra’nın ölümünde doktor hatası olup olmadığının araştırıldığı kaydedildi.
Konuya ilişkin savcılık tarafından yapılan ilk açıklamada, doktor raporlarının ilk incelemesinde doktor hatasının tespit edilemediği kaydedildi.
Savcılığın isteği üzerine Esra’ya otopsi yapılırken, doktor hatası olup olmadığının bilirkişi raporu ile ortaya konulacağı bildirildi. Bilirkişi raporunun tamamlanmasının bir kaç ay sürmesi bekleniyor.
Ahmet YILDIRIM / DHA
Emekliye kötü haber
Emekli maaşının kredi kartı borcunun bulunduğu banka şubesi tarafından bloke edildiğini görünce şok olan vatandaş, banka aleyhine alacak davası açtı. Mahkeme, tüketici Recep P.'i haklı bulunca banka kararı temyiz etti. Davacının yürürlükteki yasaları bilerek sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzaladığına dikkat çeken Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşmasının kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğuracağına dikkat çekti.
Ankara'da yaşayan Recep P., bir kamu bankasının Sincan şubesi ile 4 Şubat 2010'da kredi kartı üyelik sözleşmesi imzaladıktan sonra sırasıyla 29 Nisan 2010'da 8 bin lira, 27 Ocak 2011'de 5 bin 500 lira ve 28 Aralık 2011'de 6 bin 200 lira bireysel kredi çekti. Banka şubesinin kendisine verdiği sözleşmeyi imzalayan Recep P., emekli maaşını da aldığı bankada kredi kartı borcu nedeniyle maaşına bloke konulduğunu öğrenince konuyu yargıya taşıdı.
Ankara 2. Tüketici Mahkemesi'nde kamu bankası aleyhine alacak davası açan Recep P., hesabına konulan blokenin kaldırılmasını talep ederek, 3 bin 450,62 liranın davalıdan tahsilini istedi. Davalı banka avukatı mahkemede yaptığı savunmada davacı tüketicinin takip borçlusu olduğunu hesabında bloke olmadığını öne sürdü.
Mahkeme, blokenin kaldırılmasına, bilirkişi incelemesi sonucu fazladan kesilen 3 bin 450,62 liranın davacıya iadesine karar verince hüküm, davalı bankaca temyiz edildi. Dava dosyasını yeniden değerlendiren Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, manifesto niteliğinde bir karara imza attı. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın davacının kredi kartı ile bankadan kullandığı tüketici kredilerini ödememesi üzerine emekli maaşına bloke konulup konulmayacağı, ödenen bedellerin geri istenip istenemeyeceği konusunda olduğuna dikkat çekti.
EMEKLİ MAAŞINA BLOKE KONULMASINA DAİR İMZA VERMİŞ
Davacı tarafından imzalanan sözleşmelerde ve aynı tarihli alınan taahhütnameler ile borcun ödenmemesi halinde banka nezdinde bulunan tüm alacakları, mevduat ve hesapları üzerinde bloke, hapis, mahsup ve takas etme yetkisini davalı bankaya verdiğinin hatırlatıldığı kararda, SGK'dan aldığı maaşının kesilmesine kredinin geri ödemelerinin maaşı üzerinden yapılmasına da muvafakat ettiği belirtildi. Davacının sözleşmeden dönmediğine göre borcu ne şekilde ödeyeceğini de açıklamadığının vurgulandığı Yargıtay kararında şu ifadelere yer verildi: "Bankada bu taahhüde inanarak başka teminat istemeden davacıya krediyi kullandırmıştır.
Davalı banka sözleşme hükümlerine göre kesinti yapmıştır. Hemen belirtilmelidir ki davacının bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerin sözleşmeye konulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabulü mümkün değildir. Zira davacı yürürlükteki bu yasaları bilerek sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzalamış olup, serbest iradesi ile sözleşme şartlarına uygun olarak kredi borcu taksitlerinin bankadan aldığı maaşından kesilmesi için talimat verdiğine göre artık sözleşmenin söz konusu hükmünün müzakere edilerek kararlaştırılmadığı söylenemez."
BANKA; BORCUNUN ÖDEYEBİLECEĞİNE GÜVENDİĞİ İÇİN KREDİ VERMİŞTİR
Bankanın yaptığı işlemin sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğunun kabul edilemeyeceğinin dile getirildiği Yargıtay 13. Hukuk Dairesi kararında, "Davacının bankadan kullandığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödemesi zorunludur.
Davacının taksitlerin maaşından ödenmesini ihtirazı kayıtsız kabul edip daha sonra dava açıp kesinti bedelini geri istemesi hakkın kötüye kullanılması olup iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. Tüketici haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi tek taraflı feshedemez, ifası yapılmış bedellerin iadesini isteyemez, bu şekilde edimin tek taraflı geri istenmesi de hukuken himaye göremez. Aksi halde; kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşması, kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğacaktır. Hal böyle olunca mahkemece uyuşmazlığın sözleşmeye bağlılık, ahde vefa ilkesi ve tarafları bağlayan sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. İzah edilen sebeplerle davalının temyiz isteğinin kabulüne hükmün davalı yararına bozulmasına oy birliğiyle karar verildi." denildi.
(hürriyet.com.tr)
Ankara'da yaşayan Recep P., bir kamu bankasının Sincan şubesi ile 4 Şubat 2010'da kredi kartı üyelik sözleşmesi imzaladıktan sonra sırasıyla 29 Nisan 2010'da 8 bin lira, 27 Ocak 2011'de 5 bin 500 lira ve 28 Aralık 2011'de 6 bin 200 lira bireysel kredi çekti. Banka şubesinin kendisine verdiği sözleşmeyi imzalayan Recep P., emekli maaşını da aldığı bankada kredi kartı borcu nedeniyle maaşına bloke konulduğunu öğrenince konuyu yargıya taşıdı.
Ankara 2. Tüketici Mahkemesi'nde kamu bankası aleyhine alacak davası açan Recep P., hesabına konulan blokenin kaldırılmasını talep ederek, 3 bin 450,62 liranın davalıdan tahsilini istedi. Davalı banka avukatı mahkemede yaptığı savunmada davacı tüketicinin takip borçlusu olduğunu hesabında bloke olmadığını öne sürdü.
Mahkeme, blokenin kaldırılmasına, bilirkişi incelemesi sonucu fazladan kesilen 3 bin 450,62 liranın davacıya iadesine karar verince hüküm, davalı bankaca temyiz edildi. Dava dosyasını yeniden değerlendiren Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, manifesto niteliğinde bir karara imza attı. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın davacının kredi kartı ile bankadan kullandığı tüketici kredilerini ödememesi üzerine emekli maaşına bloke konulup konulmayacağı, ödenen bedellerin geri istenip istenemeyeceği konusunda olduğuna dikkat çekti.
EMEKLİ MAAŞINA BLOKE KONULMASINA DAİR İMZA VERMİŞ
Davacı tarafından imzalanan sözleşmelerde ve aynı tarihli alınan taahhütnameler ile borcun ödenmemesi halinde banka nezdinde bulunan tüm alacakları, mevduat ve hesapları üzerinde bloke, hapis, mahsup ve takas etme yetkisini davalı bankaya verdiğinin hatırlatıldığı kararda, SGK'dan aldığı maaşının kesilmesine kredinin geri ödemelerinin maaşı üzerinden yapılmasına da muvafakat ettiği belirtildi. Davacının sözleşmeden dönmediğine göre borcu ne şekilde ödeyeceğini de açıklamadığının vurgulandığı Yargıtay kararında şu ifadelere yer verildi: "Bankada bu taahhüde inanarak başka teminat istemeden davacıya krediyi kullandırmıştır.
Davalı banka sözleşme hükümlerine göre kesinti yapmıştır. Hemen belirtilmelidir ki davacının bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerin sözleşmeye konulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabulü mümkün değildir. Zira davacı yürürlükteki bu yasaları bilerek sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzalamış olup, serbest iradesi ile sözleşme şartlarına uygun olarak kredi borcu taksitlerinin bankadan aldığı maaşından kesilmesi için talimat verdiğine göre artık sözleşmenin söz konusu hükmünün müzakere edilerek kararlaştırılmadığı söylenemez."
BANKA; BORCUNUN ÖDEYEBİLECEĞİNE GÜVENDİĞİ İÇİN KREDİ VERMİŞTİR
Bankanın yaptığı işlemin sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğunun kabul edilemeyeceğinin dile getirildiği Yargıtay 13. Hukuk Dairesi kararında, "Davacının bankadan kullandığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödemesi zorunludur.
Davacının taksitlerin maaşından ödenmesini ihtirazı kayıtsız kabul edip daha sonra dava açıp kesinti bedelini geri istemesi hakkın kötüye kullanılması olup iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. Tüketici haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi tek taraflı feshedemez, ifası yapılmış bedellerin iadesini isteyemez, bu şekilde edimin tek taraflı geri istenmesi de hukuken himaye göremez. Aksi halde; kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşması, kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğacaktır. Hal böyle olunca mahkemece uyuşmazlığın sözleşmeye bağlılık, ahde vefa ilkesi ve tarafları bağlayan sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. İzah edilen sebeplerle davalının temyiz isteğinin kabulüne hükmün davalı yararına bozulmasına oy birliğiyle karar verildi." denildi.
(hürriyet.com.tr)
Hakan Şükür'den sosyal medyayı sallayan tweet
'Paralel yapı' iddialarıyla ilgili soruşturma kapsamında tutuklanan 62 polis ile Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca hakkında dün gece Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen tahliye kararının ardından yaşanan gelişmelerle ilgili Milletvekili Hakan Şükür de attığı bir tweetle tartışmaya katıldı.
Eski milli futbolcu ve milletvekili Hakan Şükür Twitter hesabından Deniz Gezmiş'le ilgili paylaşımı sosyal medyayı salladı.
Hakan Şükür, Deniz Gezmiş'in mahkemede çekilen ve altında "Hakim: Neye gülüyorsun? Deniz Gezmiş: Duvarda adalet yazıyor ona gülüyorum" diyalogu bulunan fotoğrafını paylaşarak, "Şimdi de duvarlarda adalet değil 'saray' yazıyor Deniz!" diye yazdı.
Eski milli futbolcu ve milletvekili Hakan Şükür Twitter hesabından Deniz Gezmiş'le ilgili paylaşımı sosyal medyayı salladı.
Hakan Şükür, Deniz Gezmiş'in mahkemede çekilen ve altında "Hakim: Neye gülüyorsun? Deniz Gezmiş: Duvarda adalet yazıyor ona gülüyorum" diyalogu bulunan fotoğrafını paylaşarak, "Şimdi de duvarlarda adalet değil 'saray' yazıyor Deniz!" diye yazdı.
Etiketler:
cemaat,
haber,
hakan şükür,
medya,
twitter
Selvi: Gülen talimatı 1 hafta önce vermiş
Yani Şafak Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, 14 Aralık olaylarında tutuklanan polislerin ve Samanyolu Grubu çalışanlarının tahliye kararını köşesine taşıdı.. İşte o yazı...
Bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan’a darbe girişiminde bulunmanın hangi haklı gerekçesi olur? Bir cemaatin işi, dindarların en çok rahat ettiği Alem-i İslam’ın ise ümit bağladığı Erdoğan’a darbe yapmak olabilir mi?
Cemaatler hizmetlerle ilgilenir cuntalar gibi darbe peşinde koşmazdı. Fetullah Gülen hocalık kisvesini kötü şeylere alet etti.
Gülen, yargı darbesinin talimatını tam 1 hafta önce vermiş. Alamut kalesinden, pardon Pensilvanya’dan talimat gelince paralel hakimlere sorgusuz sualsiz bir şekilde bunu yerine getirmek düşmüş. Tam bir kamikaze durumu yani.
…HSYK’nın incelemesinin ötesinde aynen emniyette olduğu gibi bir yasal düzenleme ile paralel yargıya neşter vurulması artık bir zorunluluk haline geldi. Bundan kaçınılırsa yarın kaçınılamayacak bedeller ödenir.
(medyafaresi.com.tr)
Bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan’a darbe girişiminde bulunmanın hangi haklı gerekçesi olur? Bir cemaatin işi, dindarların en çok rahat ettiği Alem-i İslam’ın ise ümit bağladığı Erdoğan’a darbe yapmak olabilir mi?
Cemaatler hizmetlerle ilgilenir cuntalar gibi darbe peşinde koşmazdı. Fetullah Gülen hocalık kisvesini kötü şeylere alet etti.
Gülen, yargı darbesinin talimatını tam 1 hafta önce vermiş. Alamut kalesinden, pardon Pensilvanya’dan talimat gelince paralel hakimlere sorgusuz sualsiz bir şekilde bunu yerine getirmek düşmüş. Tam bir kamikaze durumu yani.
…HSYK’nın incelemesinin ötesinde aynen emniyette olduğu gibi bir yasal düzenleme ile paralel yargıya neşter vurulması artık bir zorunluluk haline geldi. Bundan kaçınılırsa yarın kaçınılamayacak bedeller ödenir.
(medyafaresi.com.tr)
26 Nisan 2015 Pazar
Anıtkabir nöbeti
Çanakkale Savaşları’nın 100. yıldönümünde, ‘Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal’i Anmak’ temasıyla düzenlenen etkinlikte ilk kez 24 saat açık kalan Anıtkabir, keskin soğuğa rağmen vatandaşların akınına uğradı.
Genelkurmay Başkanlığı’nın izniyle Sanayici Girişimci ve Yatırımcı İşadamları Derneği (SAGİYAD) ve Anıtkabir Komutanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği etkinlik için Anıtkabir, tarihinde ilk kez kapılarını kapatmadı. Anıtkabir’de görevli askerler, Çanakkale’de giyilen üniformalar içinde şehitler için tüm gün saygı nöbeti tuttu. Havanın kararmasıyla birlikte Atatürk, silah arkadaşları ve şehitler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Anıtkabir Komutanı Albay Muzaffer Taytak’ın konuşmasının ardından Atatürk’ün 1934’te Çanakkale Savaşları anma töreni için hazırladığı konuşmada yer alan ve ölen Anzak askerlerinin anneleri için söylediği sözler, ardından da bir Anzak annesinin Atatürk’e yanıtı niteliğindeki mektup okundu.
DİLEK FENERLERİ UÇURULDU
TSK Armoni Mızıkası Grubu’nun Çanakkale Türküsü ve 10. Yıl Marşı’na binlerce vatandaş eşlik etti. Şehitler için 1915 adet dilek feneri gökyüzüne bırakıldı. Saatler sabah 04.00’ü gösterdiğinde Çanakkale’de askerlerin öğünü olan kırık buğday çorbası, somun ekmek ve lokum ikram edildi. Anma gecesinde, dönemin üniformaları içindeki 15-18 yaş gençlerden oluşan Turhal Belediyesi Gençlik Meclisi üyeleri büyük ilgi gördü. Gençler, 15 yaşındayken ellerine kına yakılarak cepheye gönderilenleri anma amacıyla ellerine kına yaktı.
ŞAFAK YÜRÜYÜŞÜ
Saatler 06.00’yı gösterdiğinde ziyaretçiler, Şafak Yürüyüşü için Aslanlı Yol’un başında toplanıp Atatürk’ün mozolesine yürüdü. Ziyaretçiler ellerinde Türk bayrakları taşırken, kortejdeki iki dev Türk bayrağı da dikkat çekti. Yürüyüş Atatürk’ün mozolesine üzerinde “Türk Milleti” yazılı çelenk bırakılması ve ardından okunan İstiklal Marşı ile son buldu.
Genelkurmay Başkanlığı’nın izniyle Sanayici Girişimci ve Yatırımcı İşadamları Derneği (SAGİYAD) ve Anıtkabir Komutanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği etkinlik için Anıtkabir, tarihinde ilk kez kapılarını kapatmadı. Anıtkabir’de görevli askerler, Çanakkale’de giyilen üniformalar içinde şehitler için tüm gün saygı nöbeti tuttu. Havanın kararmasıyla birlikte Atatürk, silah arkadaşları ve şehitler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Anıtkabir Komutanı Albay Muzaffer Taytak’ın konuşmasının ardından Atatürk’ün 1934’te Çanakkale Savaşları anma töreni için hazırladığı konuşmada yer alan ve ölen Anzak askerlerinin anneleri için söylediği sözler, ardından da bir Anzak annesinin Atatürk’e yanıtı niteliğindeki mektup okundu.
DİLEK FENERLERİ UÇURULDU
TSK Armoni Mızıkası Grubu’nun Çanakkale Türküsü ve 10. Yıl Marşı’na binlerce vatandaş eşlik etti. Şehitler için 1915 adet dilek feneri gökyüzüne bırakıldı. Saatler sabah 04.00’ü gösterdiğinde Çanakkale’de askerlerin öğünü olan kırık buğday çorbası, somun ekmek ve lokum ikram edildi. Anma gecesinde, dönemin üniformaları içindeki 15-18 yaş gençlerden oluşan Turhal Belediyesi Gençlik Meclisi üyeleri büyük ilgi gördü. Gençler, 15 yaşındayken ellerine kına yakılarak cepheye gönderilenleri anma amacıyla ellerine kına yaktı.
ŞAFAK YÜRÜYÜŞÜ
Saatler 06.00’yı gösterdiğinde ziyaretçiler, Şafak Yürüyüşü için Aslanlı Yol’un başında toplanıp Atatürk’ün mozolesine yürüdü. Ziyaretçiler ellerinde Türk bayrakları taşırken, kortejdeki iki dev Türk bayrağı da dikkat çekti. Yürüyüş Atatürk’ün mozolesine üzerinde “Türk Milleti” yazılı çelenk bırakılması ve ardından okunan İstiklal Marşı ile son buldu.
Lan kelimesine hapis cezası!
Yargıtay, günlük yaşamda en küçük bir öfke sonucu bile söylenebilen "lan" kelimesinin hakaret olmadığı yönündeki içtihadını değiştirdi ve "hakarettir, hapis cezası verilmelidir" dedi.
Yargıtay, günlük yaşamdaki kavgaların hemen hemen hepsinde söylenen "lan" kelimesiyle ilgili içtihadını değiştirdi; bu sözün hakaret olduğuna ve hapis cezası verilmesi gerektiğine karar verdi. "Lan" kelimesi, çok sayıda hakaret davası nedeniyle Yargıtay'ın gündemine gelmişti.
'HAKARETTİR KARARI'
Hakaret davalarına bakan Yargıtay 4'üncü Ceza Dairesi bu davalarda, lan sözü için, "kaba ve rahatsız edici" olarak kabul edip verilen cezaları bozuyor, beraat kararlarını da onuyordu. Ancak bu kez konu ceza davalarındaki son karar yeri olan Ceza Genel Kurulu'nda görüşüldü ve "bu söz hakarettir" kararı verildi. Karar bu yönüyle içtihat değişikliği anlamına geliyor ve emsal niteliği taşıyor.
POLİSE 'LAN' DEYİNCE...
Davaya konu olay, Ankara'nın Beypazarı ilçesinde yaşandı. Atilla A. isimli kişi, bir iş için geldiği karakolda tartıştığı polise "Yeter lan" ifadesini kullandı. Bu tepki, polis memuru tarafından tutanak altına alındı. Atilla A. hakkında olay nedeniyle "hakaret"ten açılan dava sonucu Mahkeme, sanığa 1 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Ceza, 7 bin lira para cezasına çevrildi. Dosya, temyiz üzerine Yargıtay 4'üncü Ceza Dairesi'ne geldi. Hakaret suçunun oluşabilmesi için "açıkça onur, şeref ve saygınlığı rencide edici nitelikte, somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi gerektiğini" belirten Daire, Beypazarı Sulh Ceza Mahkemesi'nin mahkûmiyet kararını bozdu. Bu kez devreye Yargıtay Başsavcılığı girdi. Başsavcılık, 4'üncü Ceza Dairesi'nin "sanığın beraat etmesi gerekir" yönündeki bozma kararını, itiraz yoluyla Genel Kurulu'na götürdü.
SAYGINLIĞINI RENCİDE ETTİ
Başsavcılık, sanığın "lan" sözünün hakaret niteliğinde olduğunu polis memurunun saygınlığını rencide ettiğini, onun şeref ve haysiyetini incittiğini savundu. Ceza, Genel Kurulu oy çokluğuyla, Başsavcılığın itirazını yerinde buldu ve "ayıp ama suç değil" diyen 4'üncü Ceza Dairesi'nin kararını kaldırdı. Buna göre sanık Atilla A., 7 bin TL'lik para cezasını ödeyecek. Bundan sonra da mahkemeler "lan" sözünü hakaret kabul edecek. (Sabah)
Yargıtay, günlük yaşamdaki kavgaların hemen hemen hepsinde söylenen "lan" kelimesiyle ilgili içtihadını değiştirdi; bu sözün hakaret olduğuna ve hapis cezası verilmesi gerektiğine karar verdi. "Lan" kelimesi, çok sayıda hakaret davası nedeniyle Yargıtay'ın gündemine gelmişti.
'HAKARETTİR KARARI'
Hakaret davalarına bakan Yargıtay 4'üncü Ceza Dairesi bu davalarda, lan sözü için, "kaba ve rahatsız edici" olarak kabul edip verilen cezaları bozuyor, beraat kararlarını da onuyordu. Ancak bu kez konu ceza davalarındaki son karar yeri olan Ceza Genel Kurulu'nda görüşüldü ve "bu söz hakarettir" kararı verildi. Karar bu yönüyle içtihat değişikliği anlamına geliyor ve emsal niteliği taşıyor.
POLİSE 'LAN' DEYİNCE...
Davaya konu olay, Ankara'nın Beypazarı ilçesinde yaşandı. Atilla A. isimli kişi, bir iş için geldiği karakolda tartıştığı polise "Yeter lan" ifadesini kullandı. Bu tepki, polis memuru tarafından tutanak altına alındı. Atilla A. hakkında olay nedeniyle "hakaret"ten açılan dava sonucu Mahkeme, sanığa 1 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Ceza, 7 bin lira para cezasına çevrildi. Dosya, temyiz üzerine Yargıtay 4'üncü Ceza Dairesi'ne geldi. Hakaret suçunun oluşabilmesi için "açıkça onur, şeref ve saygınlığı rencide edici nitelikte, somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi gerektiğini" belirten Daire, Beypazarı Sulh Ceza Mahkemesi'nin mahkûmiyet kararını bozdu. Bu kez devreye Yargıtay Başsavcılığı girdi. Başsavcılık, 4'üncü Ceza Dairesi'nin "sanığın beraat etmesi gerekir" yönündeki bozma kararını, itiraz yoluyla Genel Kurulu'na götürdü.
SAYGINLIĞINI RENCİDE ETTİ
Başsavcılık, sanığın "lan" sözünün hakaret niteliğinde olduğunu polis memurunun saygınlığını rencide ettiğini, onun şeref ve haysiyetini incittiğini savundu. Ceza, Genel Kurulu oy çokluğuyla, Başsavcılığın itirazını yerinde buldu ve "ayıp ama suç değil" diyen 4'üncü Ceza Dairesi'nin kararını kaldırdı. Buna göre sanık Atilla A., 7 bin TL'lik para cezasını ödeyecek. Bundan sonra da mahkemeler "lan" sözünü hakaret kabul edecek. (Sabah)
"Allah'tan kork Cübbeli"
Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan bugün köşesinde 'soykırım' diyen ülkelere karşı Türkiye'nin tepkinisi yazdı. ''Kınama işini öğrendik'' dedi. Hakan yazısının bir bölümünü ise Cübbeli Ahmet Hoca'ya ayırdı. "Tehcir Allah'ın emridir, atalarımız Allah'ın emrini yerine getirmiştir" diyen Cübbeli Ahmet Hoca'ya, ''Allah'tan kork'' dedi.
Ahmet Hakan'ın bugünkü yazısı
BÜTÜN dünyaya şunu ispatladık:
Türkiye, dünyanın "en iyi kınayan" ülkesidir.
Çok iyi bir kınama stratejimiz var.
Çok derin.
Çok yönlü.
Çok proaktif.
Çok uyanık.
Çok taktiksel.
Mesela Avusturya "soykırım" dediğinde...
Çekiyoruz hemen bizim elçiyi.
Ama sıra Rusya'ya geldiğinde...
Elçi çekmeyi bir tarafa bırakıp...
"Sana laflar hazırladım bay Putin" edasıyla atarlanıyoruz ve "sen kendine bak be" demekle yetiniyoruz.
Obama'ya kibarca "çok seçici ve çok tarafgirsiniz bay başkan" demekle yetinirken...
Alman Cumhurbaşkanı'na "bu yaptığını asla unutmayacağız" diye bir "tık" fazla tepki gösteriyoruz.
Fakat ne hikmetse...
Ne ABD'den, ne de Almanya'dan elçi çekiyoruz.
Avuç içi kadar Vatikan'dan anında elçi çekiyoruz.
Ama sıra Fransa'ya gelince...
Sadece kınamakla yetiniyoruz.
Ülkelerin gücüne göre koyuyoruz tepkimizi...
Büyük ve güçlü olana sitem ediyoruz, orta büyüklükte olana "yakışmadı ama" diyoruz, küçük ve güçsüz olana ise basıyoruz Osmanlı tokadını...
Biz öğrendik bu kınama işini...
Bazı alanlarda sonlardayız ama kınama alanında birinciyiz birinci.
Ey Cübbeli Ahmet Allah'a iftira etme
CÜBBELİ Ahmet demiş ki:
"Tehcir Allah'ın emridir, atalarımız Allah'ın emrini yerine getirmiştir".
Allah'tan kork Cübbeli!
Allah'a iftira atma.
Bak!
Başbakan Davutoğlu "tehcir insanlık suçudur" diyor.
Sense Allah'ı bu suça ortak etmeye çalışıyorsun.
Tövbe de.
Kendine gel.
Allah'tan kork Cübbeli!
Günahsız sabi sübyanların evlerinden barklarından sökülüp atılmasına Allah'ı ortak etme.
Hiçbir çete faaliyetine katılmamış masum çaresizlerin yollarda katledilmelerine Allah'ı ortak etme.
Çıkan fitneye ortak olmamış, fitnenin içinde yer almamış, fitneyle işi olmamış mazlumların öldürülmelerine Allah'ı ortak etme.
"Siyaset" de.
"Olmuş bir şeyler" de.
"Onlar da bize yaptı" de.
"Mukatele" de.
"Tatsızlık" de.
Ne dersen de...
Ama Allah'ı bu işe karıştırma.
Merhamet dinini kirletme.
Ahmet Hakan'ın bugünkü yazısı
BÜTÜN dünyaya şunu ispatladık:
Türkiye, dünyanın "en iyi kınayan" ülkesidir.
Çok iyi bir kınama stratejimiz var.
Çok derin.
Çok yönlü.
Çok proaktif.
Çok uyanık.
Çok taktiksel.
Mesela Avusturya "soykırım" dediğinde...
Çekiyoruz hemen bizim elçiyi.
Ama sıra Rusya'ya geldiğinde...
Elçi çekmeyi bir tarafa bırakıp...
"Sana laflar hazırladım bay Putin" edasıyla atarlanıyoruz ve "sen kendine bak be" demekle yetiniyoruz.
Obama'ya kibarca "çok seçici ve çok tarafgirsiniz bay başkan" demekle yetinirken...
Alman Cumhurbaşkanı'na "bu yaptığını asla unutmayacağız" diye bir "tık" fazla tepki gösteriyoruz.
Fakat ne hikmetse...
Ne ABD'den, ne de Almanya'dan elçi çekiyoruz.
Avuç içi kadar Vatikan'dan anında elçi çekiyoruz.
Ama sıra Fransa'ya gelince...
Sadece kınamakla yetiniyoruz.
Ülkelerin gücüne göre koyuyoruz tepkimizi...
Büyük ve güçlü olana sitem ediyoruz, orta büyüklükte olana "yakışmadı ama" diyoruz, küçük ve güçsüz olana ise basıyoruz Osmanlı tokadını...
Biz öğrendik bu kınama işini...
Bazı alanlarda sonlardayız ama kınama alanında birinciyiz birinci.
Ey Cübbeli Ahmet Allah'a iftira etme
CÜBBELİ Ahmet demiş ki:
"Tehcir Allah'ın emridir, atalarımız Allah'ın emrini yerine getirmiştir".
Allah'tan kork Cübbeli!
Allah'a iftira atma.
Bak!
Başbakan Davutoğlu "tehcir insanlık suçudur" diyor.
Sense Allah'ı bu suça ortak etmeye çalışıyorsun.
Tövbe de.
Kendine gel.
Allah'tan kork Cübbeli!
Günahsız sabi sübyanların evlerinden barklarından sökülüp atılmasına Allah'ı ortak etme.
Hiçbir çete faaliyetine katılmamış masum çaresizlerin yollarda katledilmelerine Allah'ı ortak etme.
Çıkan fitneye ortak olmamış, fitnenin içinde yer almamış, fitneyle işi olmamış mazlumların öldürülmelerine Allah'ı ortak etme.
"Siyaset" de.
"Olmuş bir şeyler" de.
"Onlar da bize yaptı" de.
"Mukatele" de.
"Tatsızlık" de.
Ne dersen de...
Ama Allah'ı bu işe karıştırma.
Merhamet dinini kirletme.
Cep telefonu ile tacize 9 yıl istendi
KADIKÖY-Kartal metrosuna 5 Nisan’da evlerine gitmek üzere binen B.M. (19), D.O. (27) ve H.Y. (28) saat 00.30’da Maltepe durağına geldi.
Bu sırada karşılarında oturan T.Y.’nin (63) telefonuyla kızların fotoğraflarını çektiğini fark eden bir yolcu adama tepki gösterdi. Yanındaki arkadaşlarını uyaran 3 kızdan H.Y. de hemen polis çağırdı.
15 KARE ÇEKMİŞ
Gözaltına alınan T.Y.’nin cep telefonunda kızlara ait 15 kare fotoğraf bulundu. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan T.Y. hakkında Anadolu Adalet Sarayı Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede ‘hukuka aykırı olarak kişisel verilerin kaydedilmesi’ suçundan toplam 1.5 yıldan 9 yıla kadar hapis ile cezalandırılması istendi (medyafaresi.com.tr)
Bu sırada karşılarında oturan T.Y.’nin (63) telefonuyla kızların fotoğraflarını çektiğini fark eden bir yolcu adama tepki gösterdi. Yanındaki arkadaşlarını uyaran 3 kızdan H.Y. de hemen polis çağırdı.
15 KARE ÇEKMİŞ
Gözaltına alınan T.Y.’nin cep telefonunda kızlara ait 15 kare fotoğraf bulundu. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan T.Y. hakkında Anadolu Adalet Sarayı Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede ‘hukuka aykırı olarak kişisel verilerin kaydedilmesi’ suçundan toplam 1.5 yıldan 9 yıla kadar hapis ile cezalandırılması istendi (medyafaresi.com.tr)
Yelda Kahvecioğlu'nun ölüm nedeni belli oldu
Ünlülerin diyetisyeni Yelda Kahvecioğlu’nun ölümüyle ilgili olarak son noktayı Adli Tıp Kurumu koydu. Raporda ayrıca kolunda enjeksiyon izi olmadığı belirtildi.
Ezgi Mola, Ceyda Düvenci gibi birçok ismi zayıflatan ünlü diyetisyen Yelda Kahvecioğlu’nun kesin ölüm raporu açıklandı. Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre ‘kalp ritm bozukluğu’ nedeniyle ölen genç diyetisyenin DNA ve kan örneklerinde ise herhangi bir uyuşturucuya rastlanmadığı ifade edildi. Evinde ölü olarak bulunan Yelda Kahvecioğlu’nun ön otopsi raporunda sol kolunda bir adet muhtemel enjeksiyon izine rastlandığı bilgisine yer verilse de adli tıp raporunda bu izin enjeksiyon izi olmadığı ifade edildi. Adli Tıp Raporunda Kahvecioğlu’nun vücudunda başkaca bir darp ve kesici delici alet yaralanmasına ilişkin bir iz bulunamadığı belirtildi.
Darp izi yok
İstanbul Etiler Polis Merkezi Amirliği, 1 Mart 2015 günü savcılığı arayarak Ulus’ta oturan Yelda Kahvecioğlu’na 27 Şubat 2015 gününden beri ulaşılamadığını bildirdi. Kapının açılmaması üzerine yakınları tarafından çilingir çağrıldı ve kapı açıldı. İçeri girildiğinde ise yatak odasında Kahvecioğlu’nun cansız bedeni bulundu. Kahvecioğlu’nun ölümünün ardından birçok ünlü sosyal medya hesaplarından üzüntülerini dile getirmişti.
Ezgi Mola, Ceyda Düvenci gibi birçok ismi zayıflatan ünlü diyetisyen Yelda Kahvecioğlu’nun kesin ölüm raporu açıklandı. Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre ‘kalp ritm bozukluğu’ nedeniyle ölen genç diyetisyenin DNA ve kan örneklerinde ise herhangi bir uyuşturucuya rastlanmadığı ifade edildi. Evinde ölü olarak bulunan Yelda Kahvecioğlu’nun ön otopsi raporunda sol kolunda bir adet muhtemel enjeksiyon izine rastlandığı bilgisine yer verilse de adli tıp raporunda bu izin enjeksiyon izi olmadığı ifade edildi. Adli Tıp Raporunda Kahvecioğlu’nun vücudunda başkaca bir darp ve kesici delici alet yaralanmasına ilişkin bir iz bulunamadığı belirtildi.
Darp izi yok
İstanbul Etiler Polis Merkezi Amirliği, 1 Mart 2015 günü savcılığı arayarak Ulus’ta oturan Yelda Kahvecioğlu’na 27 Şubat 2015 gününden beri ulaşılamadığını bildirdi. Kapının açılmaması üzerine yakınları tarafından çilingir çağrıldı ve kapı açıldı. İçeri girildiğinde ise yatak odasında Kahvecioğlu’nun cansız bedeni bulundu. Kahvecioğlu’nun ölümünün ardından birçok ünlü sosyal medya hesaplarından üzüntülerini dile getirmişti.
25 Nisan 2015 Cumartesi
Cübbeli Ahmet: Ermenileri tehcir Allah'ın emriydi..
24 Nisan 1915’in 100’üncü yıl dönümünde yaşanan tartışmalara kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Vahdet yazarı Ahmet Mahmut Ünlü de katıldı. Ünlü, “Ermeniler ülkemizde zulüm yaptığı için ecdadımız da Allah’ın emrini uygulamıştır” dedi.
Vahdet gazetesinin "Tehcir Allah’ın emri" başlığıyla manşettten duyurduğu yazısında Kuran’daki Maide Suresi’ne atıf yapan Ünlü şunları söyledi:
“Maide Suresi’nde yeryüzünde fesat çıkaranların cezası belli. ‘Öldürülecekler, asılacaklar ya da elleri ayakları çaprazlama kesilecek’ buyruluyor. 4. şık ‘sürgüne gönderilecekler’. Sen kesilmeyi bile hak etmişsin, ecdadımız 4. şıkkı yapıp sürmüş, ne var bunda.”
‘Özür dilemek caiz değil’
Ermenilerden özür dilemenin de ‘caiz’ olmadığını savunan Ünlü şöyle devam etti:
“Onlar zalimlik yapmışken biz niye özür diliyoruz? Sen özür diledikçe üstüne üstüne geliyorlar. Güneydoğu’yu PKK’ya ver. Öbür tarafı Ermeni’ye ver. Bir şey kalmadı yahu!”
Cübbeli Ahmet'in Vahdet'te "Tehcir Allah'ın emridir" başlığıyla yayımlanan (25 Nisan 2015) yazısı şöyle:
Kur’an’ı Kerim’de “Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz” buyruluyor. Ermeniler ülkemizde zulüm yaptığı için ecdadımız da Allah’ın bu emrini uygulamıştır. Soykırım değil tehcir yapılmıştır.
İslam’da yeri geldiğinde kılıç da vardır. İslam’da cihat var, kâfirleri püskürtmek var, sürgün var. Biz zamanında Ermenileri tehcir ettik. Soykırım yapmadık. Müslüman soykırım yapmaz. Soykırımı onlar yaptı. Biz tehcir yaptık. Şimdi birisi “Tehcir yaptık” diyor, diğeri “Tehcir insanlık suçudur” diye cevap veriyor.
‘İslam ile savaştılar’
Tehcir sürgün etmek demektir. Sürgün İslam’da vardır. Ayette var. “Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu, onların dünyada çekecekleri bir zillettir. Ahirette ise kendilerine büyük bir azap vardır.” (Maide Suresi, 33) buyruluyor. Ermeniler İslam ve Kur’an ile savaştı. Yeryüzünde fesat çıkarttı. Gidin Erzurum tarafına bir bakın.vatanımıza sahip çıkalım. (Vahdet)
Vahdet gazetesinin "Tehcir Allah’ın emri" başlığıyla manşettten duyurduğu yazısında Kuran’daki Maide Suresi’ne atıf yapan Ünlü şunları söyledi:
“Maide Suresi’nde yeryüzünde fesat çıkaranların cezası belli. ‘Öldürülecekler, asılacaklar ya da elleri ayakları çaprazlama kesilecek’ buyruluyor. 4. şık ‘sürgüne gönderilecekler’. Sen kesilmeyi bile hak etmişsin, ecdadımız 4. şıkkı yapıp sürmüş, ne var bunda.”
‘Özür dilemek caiz değil’
Ermenilerden özür dilemenin de ‘caiz’ olmadığını savunan Ünlü şöyle devam etti:
“Onlar zalimlik yapmışken biz niye özür diliyoruz? Sen özür diledikçe üstüne üstüne geliyorlar. Güneydoğu’yu PKK’ya ver. Öbür tarafı Ermeni’ye ver. Bir şey kalmadı yahu!”
Cübbeli Ahmet'in Vahdet'te "Tehcir Allah'ın emridir" başlığıyla yayımlanan (25 Nisan 2015) yazısı şöyle:
Kur’an’ı Kerim’de “Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz” buyruluyor. Ermeniler ülkemizde zulüm yaptığı için ecdadımız da Allah’ın bu emrini uygulamıştır. Soykırım değil tehcir yapılmıştır.
İslam’da yeri geldiğinde kılıç da vardır. İslam’da cihat var, kâfirleri püskürtmek var, sürgün var. Biz zamanında Ermenileri tehcir ettik. Soykırım yapmadık. Müslüman soykırım yapmaz. Soykırımı onlar yaptı. Biz tehcir yaptık. Şimdi birisi “Tehcir yaptık” diyor, diğeri “Tehcir insanlık suçudur” diye cevap veriyor.
‘İslam ile savaştılar’
Tehcir sürgün etmek demektir. Sürgün İslam’da vardır. Ayette var. “Allah'a ve peygamberine karşı savaşmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, öldürülmelerinden veya asılmalarından veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu, onların dünyada çekecekleri bir zillettir. Ahirette ise kendilerine büyük bir azap vardır.” (Maide Suresi, 33) buyruluyor. Ermeniler İslam ve Kur’an ile savaştı. Yeryüzünde fesat çıkarttı. Gidin Erzurum tarafına bir bakın.vatanımıza sahip çıkalım. (Vahdet)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)